Skip to content Skip to main navigation Skip to footer

Blog

İş yerinde namaz kılmam imkansız. Ne yapmalıyım?

Bir müslümanın namaz kılmaması diye bir şey olamaz. Namazın kazaya bırakılması da yoktur. Öğle ile ikindiyi, öğle paydosunda 4+4 olmak üzere sekiz rekat kılarsınız -ki bu en fazla 10 dakikanızı alır. Akşamı da yatsıyla birlikte evde kılarsınız. Bununla ilgili detaylı bilgileri öğrenmek isterseniz sitemizin ARAŞTIRMALAR bölümünde bulunan NAMAZLARIN BİRLEŞTİRİLMESİ başlıklı yazıyı okuyabilirsiniz:

www.suleymaniyevakfi.org/fikih-arastirmalari/namazlarin-birlestirilmesi.html

Abdest alırken çoraplarınıza mesh verebilirsiniz. Başınızı başörtüsünün üstünden de mesh edebilirsiniz. Bunlar, sizin abdest almanızı ve namaz kılmanızı kolaylaştırır. Çok zor durumda kalırsanız Bakara suresinin 239. ayetine göre yürüyerek veya oturarak bile namaz kılabilirsiniz. Ama hiçbir halde namazlarınızı kazaya bırakamazsınız.

Kılamadığım namazlarımı işten gelince akşam kılarsam olur mu?

Namaz Allah’ın kesin emri ve müslümanların temel dini görevlerindendir. Her müslümanın onu zamanında ve şartlarına uygun olarak güzelce kılması gerekir. Farz bir namaz, işin aksaması sebebiyle kazaya bırakılamaz. Cephede savaşan müslüman askerler, çatışma zamanına denk gelse dahi namazlarını kazaya bırakamazlar. Çünkü Kur’an ve sünnette namazın kazası diye bir şey yoktur. Sadece uyuyan, bayılan ve unutan kimseler uyandığında / ayıldığında / hatırladığında namazlarını vakitleri dışında kılabilirler. Bu, onlar için bir kaza değil; eda olur. Bunun dışında kalan kimselerin gerek keyfi olarak gerekse gevşeklikten, tembellikten dolayı namazları vakit dışında kılmaları diye bir şey söz konusu değildir.

İş yerinde namaz kılmak için ne gerekiyorsa onu yapın; sadece farzı kılın, yeter. Namaz kıldığınız takdirde işinizi kaybetmekten korkuyorsanız Bakara suresinin 239. ayetine göre yürüyerek veya oturarak da kılabilirsiniz. Ama hiçbir halde kazaya bırakamazsınız.

Oruç ibadetinde kaza varsa namaz ibadetinde niçin olmasın?

Allah Teâlâ Kur’an’da hasta ve yolcular için Ramazan orucunu tutmama ruhsatı vermiş, ancak tutmalarının kendileri için daha hayırlı olacağını da haber vermiştir. (Bakara, 2/184)

Namaz ve oruç ibadeti birbirine kıyaslanabilecek benzer özellikler taşımamaktadır. Çünkü namaz emri ne hastalık ne yolculuk ne savaş ne de bir başka mazeret durumunda düşmemektedir. Orucun kazası kasten terk edildiğinde değil, hastalık ve yolculuk sebebiyle ruhsata binaen tutulmadığında söz konusudur. Kasten terk edilen,  ruhsata binaen terk edilene kıyaslanamaz.

Ayrıca fıkıhta “ibadetlerde kıyas olmaz” kuralı geçerlidir. Bir yandan ibadetlerde kıyasın cari olmadığını söyleyip diğer yandan namazı oruca kıyas ederek bir hüküm koymak bir çelişkidir.

Namaz kılıp yatan ve ihtilam olan çocuk o namazı tekrar mı kılar?

Burada çocuğun ihtilam olması, büluğa ermesi anlamındadır. Büluğdan itibaren namaz kılması farz olduğu için önce kıldığı namazla bu farzın yerine gelmiş sayılmayacağı düşünülmüş ve böyle bir fetva verilmiştir.

Dinden çıkan kişinin yaptığı ibadetlerse yok olur gider. Allah Teâlâ şöyle buyurmuştur:

“Kim imanını göz ardı ederse yaptıkları boşa gider.” (Maide, 5/5)

“(Ya Muhammed,) Sana da, senden ön­ceki elçilere de şu, kesin olarak bildiril­miştir: “Eğer şirke düşersen yaptığın yanar gider ve sen kaybeden­lerden olursun. Hayır; yalnız Allah‘a kulluk et ve şükre­den­ler­den ol.” (Zümer 39/65-66)

“Ayetlerimizi ve ahirete kavuşmayı yalan sayan kimselerin işleri boşa gitmiştir. Onlar işlediklerinin karşılığından başka bir şeyle mi cezalanırlar?” (A’raf, 7/147)

Dolayısıyla bir vakit namazı kılıp dinden dönen ve aynı namaz vakti içinde tekrar müslüman olan kişinin önceki namazı yok hükmüne geçtiği için namazı tekrar kılması gerektiğine fetva verilmiştir.

Şu âyetlere göre bu şahıs tevbe etmekle hem o günahtan kurtulur hem de günahı sevabı çevrilir:

“Aşırı giderek kendini tüketen kullarıma de ki; Allah’ın rahmetinden umudunuzu kesmeyin. Allah bütün günahları bağışlar. Onun bağışlaması çok, ikramı boldur. Siz Rabbinize yönelin; azap gelmeden önce ona teslim olun; sonra yardım görmezsiniz.(Zümer 39/53-54)

“Rahman’ın kulları… Allah ile beraber başka bir tanrıyı yardıma çağırmazlar. Haklı bir sebep yoksa Allahın dokunulmaz kıldığı canı öldürmezler; zina etmezler. Kim bunları yaparsa günaha girer.

Kıyamet günü onun azâbı katlanır ve orada itibarsız olarak temelli kalır.

Ancak tevbe eden, inanan ve iyi iş yapan başka. Allah onların kötülüklerini iyiliğe çevirir. Allah bağışlar, ikram eder.” (Furkan 25/68-70)

Namazını bilerek terkedenlere kaza namazı farz değil mi?

Uyuyakalanların ve unutanların vakti çıkmış dahi olsa namazlarını uyandıklarında ve hatırladıklarında kılmalarına dair emir Kur’an’ın gereğidir. Çünkü unuttuklarımızdan ve hatalarımızdan Allah bizleri sorumlu tutmayacaktır. (Bakara, 2/286) Bu haller, kulun gücünün yetmeyeceği hallerdir. Allah kullarını güçlerinin yetmediği şeyden sorumlu tutmaz.

Vakitle mukayyet olduğu Kuran’la sabit olan namaz, (“Namaz inananlara vakitleri belirlenmiş olarak farz kılınmıştır.” Nisa, 4/103) bu belirli vakitler dışında kılınamaz. Bu sebeple Allah Teâlâ, yolculukta bir düşmanla karşılaşan Müslümanların, namazlarını bir rekâta indirebileceklerini Nisa 102. âyette bildirdikten sonra Nisa 103’te bunun sebebi olarak yukarıdaki hükmü zikretmiştir. Kuran’da belirtilen ve Resulullahın sözleriyle teyit edilen mazeret durumları istisna edilmiştir. İstisnai olan bir hüküm kıyası kabul edenlerin kıyas nazariyesine göre bir başka hükme “asıl” olamaz. Mazeret kapsamına girdikleri için vakit şartı düşürülen ve vakti dışında kılmalarına rağmen bu kişilerin mazeretlerinden dolayı sanki vaktinde eda etmiş gibi kabul edildiklerine dair bir hüküm namazı kasten terk edenler için nasıl evleviyetle geçerli olabilir? Bu kişiler vakti dışında kıldıklarında namazlarını kaza değil eda etmiş oluyorlar. Eda edenlerin durumu kaza için asıl olamaz.

Kaza namazı ile ilgili ayrıntılı bilgi için lütfen aşağıdaki programı izleyin:

İbadeti zamanında yapma emri kaza namazını kapsamaz mı?

Kuran’da namazın vakitle sınırlandırılmış olması (Namaz inananlara vakitleri belirlenmiş olarak farz kılınmıştır.” Nisa, 4/103), kazanın edayı âmir olan bir delilin gereği olmasına manidir. Bu durumda namazın muvakkat olma (vakitle sınırlı olma) özelliği kaldırılmış olur.

Nisa suresinin 101, 102 ve 103. ayetleri dikkatli bir şekilde okunduğunda Allah Teâlâ’nın savaş esnasında 1 rekât da olsa kılınarak asla namazın terkine müsaade etmediği görülür. Bunun sebebi ise yukarıda da belirtildiği gibi namazın vakitle sınırlı bir ibadet olmasıdır (Nisa, 4/103). Demek ki uyuma ve unutma hali dışında insanın başının en sıkışık olacağı savaş esnasında bile vakti dışında kılınmasına izin verilmeyen namaz, mazeretsiz yere terk edildiğinde kaza edilemez.

Türkiye’deki finans kurumlarının katılım hesaplarına para yatırabilir miyiz?

Yeni çıkan Bankacılık Yasası, katılım bankalarının (eski adları ile; finans kurumlarının) diğer bankalar gibi çalışmalarına izin vermektedir. Ama onlar isterlerse faizsiz yöntemle, tam bir tüccar gibi çalışabilirler, kanunları buna da müsaittir. Bu durumda, faizsiz çalıştığından emin olmadığınız kuruma para yatırırsanız faize girme ihtimaliniz olur.

Bir katılım bankasından kâr payı ile para çekmek istiyorum. Faize girer mi?

Katılım bankalarından para çekmenin adı kredidir. Yani bir miktar para çekip vadesi gelince o miktar ve fazlasını geri ödemektir. Eğer bahsettiğiniz kurum, kredi kullandırıyorsa (misal olarak: 1.000 TL verip 3 ay sonra 1.100 TL geri istiyorsa) bu faiz olur. Bu kurumlar daha önce böyle bir işlem yapamazlardı. Fakat son çıkan Bankacılık Kanunu’na göre katılım bankaları da diğer bankalar gibi kredi (faizli borç) vermeye başladılar. Bahsettiğiniz durum faizli borç kapsamına girer. Bu yüzden alınması caiz değildir.   

Finans kurumlarından para alıp kullanmak caiz midir?

Eskiden Özel Finans Kurumu diye adlandırılan kuruluşların şimdiki adı Katılım Bankası’dır. Bu kuruluşlardan; ev, otomobil veya başka bir şey almak için nakit para almak, onlardan borç almaktır. Geri öderken yapılan her türlü ilave faiz olur.

Burada iki işlem yapılmaktadır. Birincisinde bu kuruluşlardan mesela otomobil için 15.000 lira borç alınmakta ve vade sonuna kadar 20.000 lira borçlanılmaktadır. Bu, açıkça faizdir.

İkinci işlemde otomobil peşin 15.000 liraya alınır ki, bu alımda faiz yoktur. Bunlar otomobili kendileri alsa ve size satsalar faiz olmaz. Çünkü bu normal bir ticaret olur.

Bu konu, Ticaret ve Faiz adlı kitabımızda ayrıntılı bir şekilde işlenmiştir.

Benzer bir soru cevap için lütfen aşağıdaki linki tıklayınız:

www.fetva.net/goruntulu-fetvalar/katilim-bankalarindan-arac-ve-konut-kredisi-alinir-mi.html

Regaip Kandilinde kılınması gereken bir namaz var mıdır?

Recep ayının ilk Cuma gecesi kılınması gerektiği söylenen Regaip namazı ve bu ayın diğer gecelerinde kılınması gerektiği söylenen namazlarla ile ilgili hadisler, uydurma hadislerdendir. İbn Kayyim’in tabiri ile “hepsi yalandır ve Allah resulüne yapılmış birer iftiradır.”

Hadis alimi Aclûnî’ ise “bu hadislerin Kûtu’l-Kulûb, İhyâu Ulûmiddîn, Tefsîr-i Sa’lebî gibi (tasavvuf ağırlıklı) kitaplarda yer almasına aldanılmasın.” Diyor ve şöyle devam ediyor:

“Her ne kadar İhyâu Ulûmiddîn, Kûtu’l-Kulûb adlı kitapların yazarları (İmam Gazali ve Ebû Talib el-Mekkî) bu hadisleri zikretse de bu konuda ne sünnette ne de hadis imamlarının yanında herhangi bir (sahih hadis) bulunmaktadır. Çünkü sünnet (onların demesiyle değil) ancak Peygamberin sözü, fiili ve takriri ile sabit olur!”

Regaip gecesi ile ilgili olarak halk arasında meşhur olan Regaip namazıyla ilgili rivayeti, 1023 (hicri 414) yılında vefat eden Ali b. Abdullah b. Cehdâm isimli Mekkeli sûfî bir zatın ortaya çıkardığı kaynaklarda belirtilmektedir. Yine kaynaklarda Regaip gecesiyle ilgili özel ibadet ve kutlamaların hicri 4. yüzyılda (miladi 10. yy) ortaya çıktığına ve bu gecenin ilk defa “kandil” olarak kutlanmasına hicri 448 (m. 1056) yılında Kudüs’te, 480 (m. 1087) yılında da Bağdat’ta kutlanmaya başladığına dikkat çekilmektedir.

“İslam âlimlerinin büyük bir kısmı Hz. Peygamber, sahâbe ve tâbiîn dönemlerinde Regaib kandilinin bilinmediğini, kandil geceleri kutlanmasının diğer dinlerin tesiriyle ortaya çıktığını, dolayısıyla bu gecede özel bir ibadet yapmanın dinde yeni ibadet ihdası anlamına geleceğini, Resul-i Ekrem tarafından genel olarak bidatlerin yasaklanmasının yanı sıra Cuma günü ve gecesi özel bir ibadet yapılmasının da yasaklandığını, bu sebeple Regaib günü ve gecesinde muayyen ibadetler yapmanın dinen sakıncalı olduğunu belirtmişlerdir.”

Yalnız Peygamberimizin her ay tuttuğu ve tutulmasını tavsiye ettiği Pazartesi ve Perşembe günü oruçları ile eyyâm-ı bîz denilen her ayın 13, 14 ve 15. günleri tutulan oruçlara Recep ayında da devam edilebilir. Burada özellikle vurgulanmak istenen husus, diğer aylarda yapılmayıp da sadece bu aya, Recep ayına- mahsus namaz, oruç gibi herhangi bir ibadet bulunmadığıdır.

Bu konuda www.suleymaniyevakfi.org sitemizde iki yazı bulunmaktadır. Recep Ayı Hakkında Uydurulmuş Hadisler ve Kandil Geceleri. Bu yazıları okumanızı tavsiye ederiz.

Yazılara aşağıdaki linkten ulaşabilirsiniz.

1. Recep Ayı Hakkında Uydurulmuş Hadisler:

www.suleymaniyevakfi.org/kandil-geceleri/recep-ayi-hakkinda-uydurulmus-hadisler.html

2. Kandil Geceleri:

www.suleymaniyevakfi.org/tarih-arastirmalari/kandil-geceleri.html

Hz. Ebu Bekir ve Hz. Ömer Recep ayında oruç tutanlara kızmışlar mıdır?

İbn Teymiye’nin fetvalarının yer aldığı Mecmû-u Fetâvâ adlı kitapta bu konudaki fetvası şöyledir:

İbn Teymiye’ye üç aylarda tutulan orucun sevabı hakkında varid olan şeyler hakkında soruldu. O, şöyle cevap verdi:

“Bir bütün olarak Recep ve Şa’ban aylarında oruç tutmak veya itikâfa girmek hakkında Peygamberimizden, ashab-ı kiramdan ve önde gelen İslam âlimlerden herhangi bir şey nakledilmemiştir. Fakat Peygamberimizin Şa’ban ayında oruç tuttuğu sahihtir. Ramazan-ı Şerif’ten dolayı Resulullah sallallahu aleyhi ve selem Şa’ban ayında yılın diğer aylarında tutmadığı kadar oruç tutardı.

Recep ayına gelince: Sadece bu aya özel tutulması gereken oruç hakkındaki hadislerin hepsi zayıf hatta uydurmadır. Bu konuda nakledilen şeylere ilim ehli itibar etmez. Üstelik bunlar fezâil konusunda nakledilen zayıf hadislerden bile değildir. Çünkü bunların çoğu uydurmadır, yalandır. Recep ayı hakkında en çok rivayet edilenlerinden biri, Recep ayı girdiğinde Resulullah sallallahu aleyhi ve sellem’in ettiği söylenen şu duadır:

“Allah’ım! Recep ve Şa’ban aylarını hakkımızda mübarek eyle ve bizleri Ramazan’a ulaştır.”

İbn Mace, Sünen’inde Abdullah İbn Abbas’tan Peygamberimizin Recep ayı orucunun tutulmasını yasakladığına dair bir hadis rivayet etmiştir. Bu hadisin senedi konusunda bazı farklı görüşler olsa da Hz. Ömer radıyallahu anh’ın in bu ayda oruç tutanları yemek yemeğe zorladığı ve onları “bu ayı Ramazan’a benzetmeyin” şeklinde uyardığı sahihtir.

Ayrıca Hz. Ebu Bekir radıyallahu anh’ın ailesi yeni su testileri satın almışlar ve oruç için hazırlık yapmışlardı. Hz. Ebu Bekir “nedir bu hazırlıklar?” diye sorunca ailesi “Recep ayı geldi ya, ondan” diye yanıtladılar. Bunun üzerine Ebu Bekir “bu ayı Ramazan’a benzetmeyin” dedi ve bu testileri kırdı. Fakat Ebu Bekir her ne kadar kendi ailesine oruç tutturmasa da tutanlara bir şey dememiştir.

Ahmed b. Hanbel’in Müsned’inde ve bazı kaynaklarda Peygamberimizin bir sahabiye haram aylarda oruç tutmasını tavsiye ettiği ile ilgili bir hadis nakledilir. Bu haram aylar Receb’in de içinde bulunduğu Zilkade, Zilhicce ve Muharrem aylarıdır. Buradan hareketle bu dört ayda oruç tutulabileceği fakat bunun sadece Recep ayına mahsus bir durum olmadığı bilinmelidir.” (İbn Teymiye, Mecmûu Fetâvâ, Cem’ ve Tertîb: Abdurrahman b. Kasım ve oğlu Muhammed, Riyad, 1398 h. / 1978 m., cilt: 25, sayfa: 290-291)

Üç aylar duası diye bir dua var mıdır?

Duanın anlamı şöyledir:

“Allah’ım! Recep ve Şa’ban aylarını bize mübarek kıl ve bizleri Ramazan’a ulaştır.”

Recep ayı geldiği zaman edilmesi gerektiği söylenen bu dua Ahmed b. Hanbel’in Müsned adlı kitabında oğlu Abdullah’ın ziyadesi olarak yer almaktadır (Ahmed b. Hanbel, 1/259).

Sahih değil, zayıf bir hadistir. Hadisin senedinde yer alan Zâide b. Ebi’r-Rukâd adlı kişinin İmam Buhari tarafından “munkeru’l-hadîs”* olduğu ve bu ravinin bir takım hadisçiler tarafından “tanınmadığı” belirtilmiştir. (el-Heysemî, Mecmeau’z-Zevâid, c: 2, s: 165 (Bâb fi’l-Cumua ve fadlihâ).

İbn Hacer de Tebyînu’l-Aceb bi mâ Verade fî Fadli Receb adlı kitabında, hadis alimi Nesâî’nin Zâide b. Ebi’r-Rukâd hakkında “o kimdir, bilmiyorum” dediğini ve onu münkeru’l-hadîs kabul ettiğini, İbn Hibbân’ın da “onun haberiyle delil getirilmez” dediğini nakletmiştir.

* Münker hadis: Zayıf bir ravinin tek başına rivayet ettiği hadis. Münkeru’l-hadis: Bu tür hadisleri rivayet eden ravi.

Dini hayat için kandil geceleri gerekli değil midir?

Aşağıda linki bulunan Recep Ayı Hakkında Uydurulmuş Hadisler yazısında sizin sorunuza da değinilmiş ve şunlar yazılmıştır:

“Bu hadisler, Müslümanları iyilik yapmaya teşvik (terğib) için söylenmiş sözlerdir. Normal zamanlarda caminin yolunu bilmeyen nice insan, bu gün ve gecelerde camilere akın etmekte, tevbe istiğfar edip namazlar kılmaktadırlar. Şimdi bu hadislerin mevzu olduğunu söyleyerek bu yaptıklarını da yapmamalarını mı söylüyorsunuz?” Şeklinde bazı düşünceler akla gelebilir. Hiç şüphesiz bir kimsenin Allah’a tevbe istiğfar etmesi, namaz kılıp oruç tutması küçümsenecek bir şey değildir. Bunun terkini de hiçbir Müslüman temenni edemez. Lakin sadece bu günlerin faziletine güvenip diğer günlerde dini, imanı, ameli unutan kişilerin varlığı da inkâr edilemeyecek bir hakikat olarak karşımızda durmaktadır. Bu kişileri böyle yanlış düşüncelere iten sebeplerin başında da bu uydurma hadisler gelmektedir. Bu konuda M. Yaşar Kandemir Hoca şunları söylemektedir:

“Tergîb hadisleri, Müslümanları “zannedildiği gibi- dünyayı ihmal ederek nâfile ibadetle meşgul olmaya her zaman sevk etmemiş, hatta çoğu defa -Hz. Peygamberin neticesinden korktuğu üzere- onların farz ibadetleri dahi ihmal etmelerine yol açmıştır. Öyle ya “Bilmem hangi vakit iki rekât namaz kılmakla bütün günahlar affolununca, artık günde beş defa namaz kılmaya, senede bir ay oruç tutmaya, hacca gitmeye, zekât vermeye ne lüzum kalır. Mademki iki rekât namazla bütün günahlar affolunacakmış, niçin insan tatlı tatlı eğlenerek envâı-muharremâtı irtikâb etmesin (her çeşit haramı işlemesin). İki rekât namazla bütün bu habâsetleri (pislikleri) affettirmek her vakit için mümkün değil mi? En âdî kabahetlerden, hatta en şenî (iğrenç) cinayetlerden kurtulmak için iki rekat namaz kâfîdir, demekle esâsât-ı şeriyye ve ahlakiyenin çürük ve esassız olduklarını ilan etmek arasında bir fark görmüyoruz.”

“Bid’atlar İslâm’ın ruhuna aykırı, Allah ve Rasûlü (sav) tarafından medenilmiş olmakla beraber bazı zamanlarda ve bazı içtimâî sınıflarda din duygusunun yaşamasını, dinin canlı kalmasını temin ediyor; bu bakımdan müsâmaha edilmesi gerekmez mi?” diyenlere ise Hayrettin Karaman Hoca şöyle cevap vermektedir:

“İslâm’ın iman, ibâdet, nizam ve ahlâk olarak terkedilip unutulması ve sadece bid’atlar vasıtasıyla varlığının hatırlanması onun hayatı değil, ölümüdür. Onu yaşatmak için bünyesine yabancı olan bid’atları değil, İslâm’ın esaslarını ihyâ etmek gerekir.

İslâm’ı değil de mücerred bir din duygusunu yaşatmak için bid’at tervicine lüzum yoktur, çünkü o duygu fıtrîdir.”

Yazının tamamını okumak için lütfen tıklayınız:

www.suleymaniyevakfi.org/kandil-geceleri/recep-ayi-hakkinda-uydurulmus-hadisler.html

Berat kandilinde ne kadar insan bağışlanır?

Şa’ban ayının 15. gecesi (Berat) ile alakalı olarak Tirmizî ve İbn Mâce’nin Sünen adlı hadis kitaplarında birkaç hadis yer almaktadır. İmam Tirmizî, yukarıda bahsettiğiniz hadisi, hocası İmam Buhârî’nin zayıf gördüğünü söylemiştir.

Konu ile ilgili olarak İbn Mâce’de geçen hadisler de rivayet zincirlerinde bulunan raviler sebebiyle hadis âlimleri tarafından zayıf görülmüştür.

Konuyla ilgili geniş bilgi almak için lütfen aşağıdaki linki tıklayınız:

www.suleymaniyevakfi.org/arastirmalar/berat-gecesi-hakkinda-kutub-u-sittede-yer-alan-hadisler.html

Berat gecesinde kılınması gereken bir namaz var mı?

“Kaynakların belirttiğine göre Berat gecesine ait özel bir namaz yoktur. Gazzâlî, bu gece her rekâtında Fatiha’dan sonra on bir İhlâs okunmak suretiyle kılınacak yüz rekât veya her rekâtında Fatiha’dan sonra yüz İhlâs okunan on rekât namazın çok sevap olduğuna dair bir rivayet nakletmiştir. (İhyâ, 1/203), Ancak Zeynüddin el-Irâkî ile Nevevî bu rivayetin aslının olmadığını söylemişlerdir. Bu namazın bid’at olduğunu kaydeden Nevevî, bu konuda Kûtü’l-Kulûb ve İhyâ-u Ulûmi’d-dîn’de geçen rivayete aldanılmaması uyarısında bulunur. (el-Mecmû’, 4/56), Ali el-Kârî de bu rivayetin uydurma olduğunu belirterek Berat gecesi namazının h. 400 (m. 1010) yılından sonra Kudüs’te ortaya çıktığını kaydeder. Bu namazın ilk defa h. 448 (m. 1056) yılında Kudüs’te Mescid-i Aksâ’da kılındığına ve zamanla yaygınlık kazanarak sünnet gibi telakki edildiğine dair bir rivayet de nakledilir.” (Kaynak: Halit Ünal, “Berat Gecesi”, Diyanet İslam Ansiklopedisi, cilt: 5, s. 475)

Kandil geceleri hakkında ayrıntılı bilgi için lütfen aşağıdaki linki tıklayınız:

www.suleymaniyevakfi.org/tarih-arastirmalari/kandil-geceleri.html

Kadınlar tek başlarına yolculuk yapabilir mi?

Kadınların yolculuğa çıktıklarında yanlarında mahrem bulunmasının gerektiğini ifade eden hadislere bakıldığı zaman, bunların farklılıklar arz ettiği görülmektedir. Mesela Peygamberimizden rivayet edilen hadislerin bazısında, kadınların bir gece ve bir gündüzlük mesafeye mahremsiz olarak gitmelerinin yasaklandığı görülürken, bazılarında iki gece ve iki gündüzlük, bazılarında üç gece üç gündüzlük, bazılarında ise hiç zaman kaydı olmaksızın mutlak olarak kadınların yolculuğa çıkması yasaklanmıştır.

Öte yandan Peygamberimiz, kadınların yanlarında hiç mahremleri bulunmadan yolculuğa çıkabileceği bir zamanın geleceği konusunda müjde vermiştir. Onun bu müjdesinin gerçekleştiği aşağıdaki Adiyy b. Hâtim hadisinde (5. başlık) açık bir şekilde görülmektedir.

Bu konudaki hadislerin farklılıklar arz etmesi ve Adiyy hadisinde kadınların bir gün mahremsiz olarak ta Irak’tan kalkıp hacca gidebileceğinin ifade edilmesi, kadınların mahremsiz olarak yolculuğa çıkmasının “illete dayalı bir yasaklama” olduğunu açık bir şekilde göstermektedir. Dolayısıyla yasağa sebep olan bu illet (engel) ortadan kalktığında yasak da ortadan kalkacaktır.

Adiyy hadisinde açık bir şekilde görüleceği gibi, kadınların mahremsiz olarak yolculuğunun yasaklanmasının sebebi, yol güvenliğinin bulunmamasıdır.

Konu ile ilgili hadisler şöyledir:

1 – Kadınların bir gece gündüzlük yolculuğa mahremsiz olarak çıkmasını yasaklayan hadisler:

Ebu Hureyre radıyallâhu anh anlatıyor: Resulullah aleyhissalâtu vesselâm buyurdular ki:

“Allaha ve ahiret gününe inanan bir kadına, bir gece ve gündüz devam edecek bir mesafeye, yanında bir mahremi olmadıkça gitmesi helâl değildir.” (Buhârî, Taksîru’s-Salât 4; Müslim, Hacc 419, 422, (1339); Muvatta, İsti’zân 37; Ebu Dâvud, Menâsik 2; Tirmizî, Radâ 15)

2. Kadınların iki gece gündüzlük yolculuğa mahremsiz olarak çıkmasını yasaklayan hadisler:

Ebu Saîd el-Hudri radıyallâhu anhtan: Ben Hz. Peygamber’den son derece dikkatimi çeken ve hayretimi toplayan dört hikmetli şey işittim. (Bunlardan biri):
“Yanında kocası yâhud kendisine nikâh düşmeyen bir yakını bulunmaksı­zın bir kadın, iki günlük mesafeye yolculuk etmesin.” (Buhari, Muhsar, 37; Müslim, Hacc, 415, 416 (827).
3. Kadınların üç gece gündüzlük yolculuğa mahremsiz olarak çıkmasını yasaklayan hadisler:

Abdullah İbn Ömer radıyallâhu anhtan: Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem:

“Bir kadın, yanında kendisine nikâh düşmeyen bir mahremi bulunmaksızın üç günlük bir yolculuğa çıkamaz/çıkmasın” buyurmuştur. (Buhârî, Taksîru’s-Salât 4; Müslim 413 (1338)
4. Kadınların her türlü yolculuğa mahremsiz olarak çıkmasını yasaklayan hadisler:

Abdullah İbn Abbas radıyallahu anhtan: Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem:

“Hiçbir kadın yanında bir mahremi olmadıkça sefere çıkmasın; kadının beraberinde mahremi bulunmadıkça yanına hiçbir erkek girmesin” buyurdu.

Peygamber’in bu uyarısı üzerine sahâbîlerden biri:

“Yâ Resûlellah! Ben şu ve şu askerler içinde gazaya çıkmak istiyorum. Hâlbuki hanımım hacc yapmak istiyor (Ne buyurursun)? diye sordu.

Resûlullah:

“Sen de hanımınla beraber git!” buyurdu. (Buhari Muhsar, 37; Müslim, 424 (1341)
5. Kadının mahremsiz olarak yolculuğa çıkabileceğinin müjdelenmesi:

Adiy b. Hâtim radıyallahu anh şöyle rivayet etmiştir:  Ben Peygamberimin yanında bulunduğum sırada bir adam gelip, O’na fa­kirlikten şikâyet etti. Sonra başka bir kimse geldi ve O’na yol kesilmesinden şikâyet etti. Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem:

–  “Adiyy! Sen Hîre şehrini gördün mü?” dedi. Ben:

–  Hayır, görmedim, fakat orası hakkında bana haber verildi, bilgim var, dedim.

Peygamberimiz:

– “Eğer ömrün olur da yaşarsan hevdeci (hevdec: kadınların binmesi için devenin sırtına konulan ufak mahfel) içinde yol­culuk eden kadının Hîre’den hareket edip Allah’tan başka hiç kimseden korkmayarak tâ Ka’be’yi tavaf edeceğini göreceksin” buyurdu.

Ben buna şaşırarak kendi kendime: Beldelerde fitne ve fesâd ateşini tutuşturmuş olan o Tayy kabilesinin yol kesicileri nerede olacak ki (kadın tek başına yolculuk edecek)! dedim. Peygamber devam edip:

– “Yemin olsun ömrün olur da yaşarsan, muhakkak Kisrâ’nın hazineleri fetholunacaktır” buyurdu.

Ben:

– Kisrâ İbn Hürmüz’ün hazineleri mi? dedim. Peygamberimiz şöyle dedi:

–  “Kisrâ ibn Hürmüz’ün. Yemin olsun, eğer senin hayatın uzun olursa, muhakkak sen elinin dolusu altın yahut gümüşü sadaka ola­rak çıkarıp da bunu kendisinden kabul edecek kimse arayacak, fa­kat kendisinden bunu kabul edecek hiçbir kimse bulamayacak olan kimseyi göreceksin. Yine yemin ederim ki, sizden biriniz Allah’a ka­vuşacağı gün, Allah ile kendi arasında kelâmını tercüme edecek bir tercüman bulunmayarak Allah’a kavuşacak, Allah da ona:

– Ben sana bir Rasûl göndermedim mi ve O sana tebliğ etmiyor muydu? diye soracak.

O kul da:

– Evet (gönderdin yâ Rabb)! diye cevap verecek. Bu sefer Allah:

– Ben sana mal vermedim mi; bu suretle sana ihsanda bulun­madım mı? diye soracak.

Kul:

– Evet (verdin ve ihsanda bulundun)/ diyecek.

Bu hâlde o kimse sağına bakar cehennemden başka bir şey göre­mez. Soluna bakar yine cehennemden başka bir şey göremez”.

Adiyy dedi ki: Ben Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem’den işittim, şöyle buyuruyordu: “Şimdi sizin her biriniz bir tek hurmanın yarısı ile bunu da bula­mazsa güzel sözle olsun kendinizi cehennem ateşinden koruyunuz”.

Adiyy şöyle demiştir: Ben Hîre’den hevdeci içinde yolculuğa çıkıp, Allah’tan başka hiç kimseden korkmayarak nihayet Ka’be’yi tavaf eden kadını gördüm. Ben kendim Kisrâ İbn Hürmüz’ün hazinelerini fetheden ordunun içinde bulundum. Yemin olsun eğer sizlere hayat uzun olursa, elbette sizler Peygamberimizin söylediği elinin dolusu altını sadaka olarak çıkaracak olan o kimseleri göre­ceksiniz  (Buhari, Menakıb, 25)

Hire: Bugün Irak’ın Necef iline bağlı bir kaza merkezi olup Kûfe’nin 5 km. güneyinde ve Küfe ile Havernak arasında bulunan Kinîdre höyüğünün güneydoğusunda, Fı­rat nehri kenarında yer alan geniş bir ova­da kurulmuştur. (Hüseyin Ali ed-Dakûkî, “Hîre”, Diyanet İslam Ansiklopedisi, c: 18, s: 122)
6. Kadınların yolculuğu ile ilgili sahabe uygulaması:

İmam Buhârî, kadınların haccı ile ilgili hadislere yer verdiği bölümün başında şu bilgileri vermiştir:

Bana Ahmed İbn Muhammed el-Ezrakî şöyle dedi: Bize İbrahim, babası Sa’d’dan; o da kendi babası İbrahim İbn Abdirrahmân İbn Avf’tan şu haberi verdi: Ömer İbnu’l-Hattâb radıyallahu anh, yaptığı son haccında Peygamberimizin eşlerine izin vermiş ve onların beraberlerinde Osmân İbn Affân ile Abdurrahmân İbn Avf’ı göndermiştir. (Buhari, Muhsar, 37)

Bu iki sahabinin, onların mahremi olmadığı malumdur.

SONUÇ: Hac ibadeti ile ilgili olarak Allah Teâlâ şöyle buyurur:

“Yoluna gücü yeten her kimsenin Beytullah’ı haccetmesi Allahın insanlar üzerinde hakkıdır.” (Âl-i İmrân, 3/97)

Buradaki insan, kadın olsun erkek olsun mükellef olan her mümindir.  “Yoluna gücü yeten” ifadesi hem yol güvenliğini, hem sağlığı hem de maddi imkânı içine alır. İbadet şahsi olduğundan kimin gücü yeterse hacca o gider. Fıtrat açısından kadının güvenliği, erkeğin güvenliğinden daha önemlidir. Çünkü kadın, erkeğe göre daha güçsüzdür.

Kadınların mahremsiz olarak yolculuğa çıkma yasağı, peygamberimiz dönemine ait bir yasak değildir. Yol güvenliğinin olmadığı her yerde kadın mahremsiz olarak yola çıkamaz.  Fakat güvenlik varsa yasak yoktur..

Yahya ŞENOL – Enes ALİMOĞLU

Süleymaniye Vakfı

NOT: Konuyla ilgili diğer bir yazıyı okumak için lütfen aşağıdaki linki tıklayınız:

www.suleymaniyevakfi.org/kadin/kadinlarin-yolculugu—2.html

 

Kadının çalışmasının dinimizde yeri nedir?

Kadın evlendiği andan itibaren tüm masrafları kocasına aittir. Buna mukabil kadının da kocasına karşı yerine getirmesi gereken bir takım sorumlulukları vardır. Kadın bunları yapmakla mükelleftir. Eğer bir kadın üzerine düşen görevleri yerine getirir ve kocasının izni ile çalışmak isterse çalışabilir. Fakat bunun bir takım şartları vardır: Yapacağı iş dinimizce meşru bir iş olmalı, çalıştığı ortam bir Müslüman kadına uygun bir yer olmalıdır.

Bununla ilgili görüntülü bir cevabımızı izlemek için lütfen aşağıdaki linki tıklayınız:

Kur’an’a göre kadının çalışmasında bir sakınca var mıdır?

Koca, karısının parasına karışabilir mi?

Bu gibi konularda tek tarafı dinleyerek bir cevap vermemiz doğru değildir. Fakat ilke olarak şunları söyleyebiliriz:

1. Kadına ait olan paraya kocası karışamaz. Karısından izin almadan onun malına el süremez.

2. Koca, karısının mehrini vermekle yükümlü olduğu gibi her türlü giyim, kuşam, yiyecek, içecek ve barınma ihtiyaçlarını karşılamak zorundadır. Bunları karşıladıktan sonra kadın da kocasının parasına karışamaz.

Fakat evlilik, sadece yatak paylaşmaktan ibaret değildir. Karı koca koskoca bir hayatı paylaşmak ve huzur bulmak için bir araya gelmiş çiftlerdir. Dolayısıyla erkek de kadın da yapacakları büyük harcamalarda mutlaka birbirlerine danışmalı, bir diğerini üzecek hal ve hareketlerden mümkün olduğunca kaçınmalıdır.

www.fetva.net/goruntulu-fetvalar/calisan-kadinlarin-kendi-kazandiklari-paraya-kocalari-karisabilir-mi.html

Çalışan bir kadın kendi parasını istediği gibi kullanabilir mi?

Çalışan bir bayanın kazandığı para kendisine aittir. İstediği şekilde kullanabilir. Fakat evlenirken hayatı paylaşma sözü vermiş olan çiftlerin, yapacakları harcamalarında birbirlerini üzmemeleri tavsiye edilir.

Lütfen aşağıdaki linkte bulunan görüntülü cevabımızı da izleyiniz:

www.fetva.net/goruntulu-fetvalar/calisan-kadinlarin-kendi-kazandiklari-paraya-kocalari-karisabilir-mi.html

Bir kadın bakkal dükkânı çalıştırabilir mi?

Evlendiği andan itibaren kadının tüm masrafları kocasına aittir. Buna mukabil kadının da kocasına karşı yerine getirmesi gereken bir takım sorumlulukları vardır. Kadın bunları yapmakla mükelleftir. Eğer bir kadın üzerine düşen görevleri yerine getirir ve kocasının da izniyle çalışmak isterse çalışabilir.

Kadının çalışmasının bir takım şartları vardır: Öncelikle, yapacağı iş dinimizce meşru bir iş olmalı, çalıştığı ortam bir Müslüman kadına uygun bir yer olmalıdır.

Buna göre bir kadının bakkal dükkânı işletmesinde dinen bir sakınca yoktur. Tesettürüne riayet edip ticari-ahlaki kurallara aykırı davranmadığı müddetçe bunun kendisine bir vebali olmaz.