Skip to content Skip to main navigation Skip to footer

Blog

Bankalarda altın hesabı açtırmak ve oraya para yatırmak caiz midir?

Günümüzde banka ve diğer bazı finansal kuruluşların altın hesabı aracılığıyla yaptıkları işlemler temelde ikiye ayrılır:

1) Türev nitelikli işlemler: Yani kasada da başka bir yerde de altın bulunmadığı halde, elektronik ortamda veya kâğıt üzerinden kaydi şekilde altın alım ve satımı, hatta fon işletimi yapılmaktadır. Bu tür işlemler fıkhın konuya ilişkin birçok kuralının ihlalini barındırdığından fıkhen caiz değildir.

2) Bizzat altını alıp satmak suretiyle yapılan işlem: Bu da iki şekilde olmaktadır:

Birincisi, bankanın kasasında, -bu kasa ister merkezde isterse şubede olsun fark etmez- belli bir miktar altın bulunur. Banka para yatıran kişiye, yatırdığı paraya karşılık gelen miktarı altın olarak ya hemen teslim eder yahut onun adına açılan hesaba kaydeder. Kişi istediği zaman gidip altını ya bizzat ya da TL veya başka para birimine bozdurarak alır. Bu şekildeki bir işlemde fıkhen sakınca yoktur. Elden alındığında “fiili kabz”, hesaba kayıt şeklinde teslim alındığında ise “hükmi kabz” gerçekleşmiş olur. Altın kişinin hesabına kaydedilmek şartıyla, talep edildiğinde bir veya iki gün gibi bir süre içerisinde teslimi fıkhen mahzur taşımaz. Önemli olan akdin bitirilmiş, bedellerin tarafların hesabına nakledilmiş ve fiilen yatırılmış olmasıdır.

İkincisi, bazı katılım bankaları altın borsasındaki depolarda adlarına belli meblağda külçe halinde altın alıp tutarlar. Talep eden müşterilerine bu depodaki altını satmakta (satın alan kişi adına altın hesabı açarak kaydetmekte), hesaba altın kaydedildikçe depodaki altından o miktardaki kısım düşülmekte ve böylece depodaki altının tükenmesi durumunda yeni bir meblağ alınıp işlemler onun üzerinden devam ettirilmektedir. Bu tür işlemde altınlar külçe halinde olduğundan, depolama, taşıma, bozdurma vb. masraflara katlanmamak, bu masrafları sonuçta müşteriye yansıtmamak için yani ticari nedenlerle küçük meblağlı işlemlerde altın bizzat teslim edilmemektedir. Fakat altını satın alan kişi veya kişiler (örneğin 1 kg. ve katları gibi, bankaya göre değişmekte) belli bir yekûn tutan altını satın alır da bizzat teslimini talep ederlerse bu durumda bahsedilen masraflar yansıtılarak teslim edilmektedir.

Sonuç olarak birinci şıkta (türev nitelikli işlemler) anlatıldığı şekliyle altın ticareti fıkha aykırıdır.

İkinci şıkta (bizzat altını alıp satmak suretiyle yapılan işlem) söz konusu edilen her iki işlem çeşidi de anlatılan şekilde gerçekleştirilmek şartıyla caiz olur. Burada önemli olan, işlemin anlatıldığı gibi gerçekleşip gerçekleşmediğinin net bir şekilde belirlenmesidir.

Bununla ilgili görüntülü cevabımızı aşağıdaki linkten izleyebilirsiniz:

www.fetva.net/goruntulu-fetvalar/altin-hesabi-hangi-sartlarda-caiz-hangi-sartlarda-caiz-degildir.html

Prof. Dr. Servet Bayındır

Ehl-i kıbleyi tekfir ne demektir?

Ehl-i kıble, inanç esaslarını değişik şekillerde yorumlayan farklı itikadi mezheplere bağlı bütün Müslümanları kapsayan bir tabirdir.

“Kâbe’ye doğru yönelerek namaz kılanlar” anlamındaki ehl-i kıble (ehlü’l-kıble) tamlaması, küfre girmediği kabul edilen ve Kâbe’ye doğru yönelerek namaz kılmanın farz olduğuna inanan ve bunu yapan Müslümanları ifade etmek için kullanılan bir terimdir. Başlangıçta bunun yerine daha çok ehl-i salât tabiri kullanılmıştır.

Ehl-i kıble’yi tekfir ise böyle birini kâfir saymak demektir. Hiçbir Müslümanın kendisi gibi ehl-i kıble olan diğer kardeşlerini tekfir etme hakkı ve yetkisi yoktur.

(Ehl-i kıble için ayrıca bkz: Metin Yurdagür, “Ehl-i Kıble”, Türkiye Diyanet Vakfı İslam Ansiklopedisi, c: 10, s. 515-516)

Lütfen aşağıdaki linki de tıklayınız:

www.fetva.net/yazili-fetvalar/dinini-yasamayan-muslumanlarla-iliskilerimiz-nasil-olmali.html

İnsan ölüm esnasında bedenen şiddetli acı hisseder mi?

Ayetler, bazı kimselerin ölüm esnasında çok acı çekeceklerini bildirmektedir. İlgili ayetler şöyledir:

“Allah’a karşı yalan uydurandan veya kendine bir şey vahy edilmediği halde ‘Bana vahiy gelir.’ diyenden, bir de ‘Allah’ın indirdiği gibi ben de indireceğim.’ diyenden daha zalim kim olabilir? Bu zalimleri can çekişirlerken bir görsen! Melekler ellerini uzatır şöyle derler: ‘Verin bakalım canlarınızı! Siz, Allah’a karşı gerçek dışı şeyler söylerdiniz, kendinizi onun ayetlerinden yukarı bir yerde görürdünüz. Ona karşılık bugün alçaltıcı bir cezaya çarptırılacaksınız.’

Bakın bize teker teker geldiniz; tıpkı sizi ilk defa yarattığımız gibi. Size yaptığımız ikramları arkanızda bıraktınız. Yanınızda şefaatçilerinizi de göremiyoruz; onların size eşlik edeceğini umuyordunuz. Bakın, aranızdaki bağlar tümüyle kopmuş. Umut besledikleriniz sizden ayrılıp gitmişler.” (En’âm, 6/93-94)

“Melekler, inkâr edenlerin yüzlerine ve sırtlarına vurarak ‘Yakıcı azabı tadın bakalım.’ diyerek canlarını alırken bir görsen! Bu, kendi ellerinizle yaptığınızın karşılığıdır. Yoksa Allah kullara asla zulmetmez.” (Enfâl, 8/50-51)

İslam dininin doğruluğunu iyice kavradıktan sonra dinden dönenler için de şöyle buyrulmuştur:

“Kendileri içi o gerçek, tümüyle ortaya çıktıktan sonra gerisin geri dönenlere Şeytan işlerini kolay gösterir ve kendilerine uzun vadeli kurgular kurdurur.

Bunun sebebi, onların, Allah’ın indirdiğinden hoşlanmayanlara ‘Bazı konularda sizi dinleyeceğiz.’ demeleridir. Oysa Allah, onların ne gizlediklerini biliyor.

Melekler, yüzlerine ve arkalarına vura vura canlarını alırlarken ne hale geleceklerdir! Öyle olacak, çünkü onlar Allah’ı kızdıracak şeylere yapıştı ve rızasını kazandıracak şeylerden hoşlanmadılar. O da, onların bütün amellerini boşa çıkardı.” (Muhammed, 47/25-28)

Dürüst davranan müminlerin ölüm esnasında karşılaşacakları güzel muamele hakkında ise şöyle buyrulmaktadır:

“Rabbimiz Allah’tır diyen, sonra doğru davrananlar… Onların üzerlerine melekler iner ve ‘Korkmayın, üzülmeyin, size söz verilmiş cennet ile sevinin.’ derler. ‘Biz dünya hayatında da ahirette de sizin dostlarınızız. Ahirette sizin için canınızın çektiği her şey vardır. Sizin için orada istediğiniz her şey vardır. Bu, bağışlaması ve ikramı bol olan Allah tarafından bir ziyafet olarak verilecektir.” (Fussilet, 41/30-32)

“Melekler iyi kulların canlarını alırken kendilerine ‘Selam olsun üzerinize, yapmış olduğunuz iyiliklerin karşılığı olarak cennete giriniz.’ derler.” (Nahl, 16/32)

Ölüm esnasıyla ilgili başka bir cevabımızı aşağıdaki linkten okumanızı tavsiye ederiz:

www.fetva.net/yazili-fetvalar/olum-esnasinda-seytan-kisinin-imanini-almak-icin-gelir-mi.html

Paraları bankada faizli hesapta tutulan işçilerin maaşı haram olur mu?

İşçilere dağıtılacak olan para, işveren tarafından bankada bir menfaat karşılığı, kredi şeklinde tutuluyorsa bu, işveren açısından caiz değildir; ama işçiler bundan sorumlu olmaz. Onların aldıkları maaş helal olur.

Haramlık ya bir şeyin yapısından ya da elde etme şeklinden kaynaklanır. İçki ve domuz eti gibi haramlık o şeyin yapısında ise ona haram li aynihî denir ve bu her Müslümana haram olur. Ama faiz ve kumardan elde edilen para gibi haramlık o şeyin yapısından değil de elde edilme şeklinden kaynaklanıyorsa ona da haram li gayrihî denir ve bu şekilde elde edilen para sadece o işi yapana haram olur. Öyle olmasa, herkes kendine verilen para veya malın kaynağını sormak zorunda olur ki, bunu tam olarak hiç kimse yapamaz.

Konuyla ilgili geniş bilgi için lütfen aşağıdaki linkleri de tıklayınız:

www.fetva.net/goruntulu-fetvalar/kumardan-kazanilmis-para-mirascilara-helal-olur-mu.html

www.fetva.net/yazili-fetvalar/haram-nedir-cesitleri-nelerdir.html

Ülkemizde bitmek bilmeyen etnik ayrımcılıkların dinimizdeki yeri nedir?

Kişinin etnik kökeni ve dili, kendi tercihi değil, Allah’ın takdiridir. Kişinin kendine ait olan, kendi yaptığıdır. Allah Teâlâ şöyle buyurmuştur:

“İnsanın kendi yaptığından başkası kendinin değildir.” (Necm, 53/39)

“Müminler ancak kardeştirler. Öyleyse kardeşlerinizin arasını düzeltin ve Allah’tan korkun ki esirgenesiniz.” (Hucurât, 49/10)

“Ey insanlar! Sizi bir erkekle bir dişiden yarattık. Milletler ve kabileler haline koyduk ki birbirinizle tanışasınız. Kolayca tanıyasınız. Şüphesiz, Allah katında en değerliniz, O’na karşı gelmekten en çok sakınanızdır. Allah bilendir, haberdardır.” (Hucurât, 49/13)

Nebîmizin de şunları söylediği rivayet edilmiştir:

“İman etmedikçe cennete giremezsiniz, birbirinizi sevmedikçe de iman etmiş olmazsınız.” (Müslim, İman, 22 (54/93); Ahmed b.Hanbel,  2/391)

“…(Kavmiyetçilik) asabiyet duygusuyla öfkelenen, asabiyet uğruna savaşırken yahut asabiyet davası güderken körü körüne açılmış bir bayrak/amaç altında ölen kimsenin ölümü cahiliye ölümüdür.” (Müslim, İmâre, 57; Nesâî, Tahrîm, 28; İbn Mâce, Fiten 7).

Bütün bu ayet ve hadisler, ırkçılığın/etnik ayrımcılığın dinimizde yeri olmadığını açıkça göstermektedir.

Biraz daha geniş bilgi için lütfen aşağıdaki linkleri tıklayınız:

www.fetva.net/yazili-fetvalar/ne-mutlu-turkum-diyene-dayatmaciligini-degerlendirirmisiniz.html

www.fetva.net/yazili-fetvalar/milliyetcilik-turk-milliyetciligi-vs-gibi-kavramlari-kullanmak-yanlis-midir.html

Bekâr bir erkekle bekâr bir kızın aynı evde kalmaları günah mıdır?

Nebîmiz sallallâhu aleyhi ve sellem şöyle buyurmuştur:

“Sizleri (beraberinde mahremi bulunmayan) kadınların yanlarına girmekten men ederim.” Bunun üzerine Ensâr’dan bir adam “Ya Resûlallâh! (Kocanın babaları ve oğullarından başka diğer) erkek akrabalarına ne dersin?” diye sordu. Resûlullah da “Onlarla halvet (baş başa kalmak) ölümdür.” buyurdu.” (Buhârî, Nikâh, 112; Müslim, Selâm, 20 (2172).

Allah Teâlâ kadınlarla ilgili olarak şöyle buyurmuştur:

“Mümin kadınlara da söyle gözlerini sakınsınlar; edep yerlerini ve çevresini örtsünler. Görünen kısım dışındaki süslerini açmasınlar.  Başörtülerini yakaları üstüne kadar indirsinler. Kocaları,  babaları, kocalarının babaları, oğulları, kocalarının oğulları, erkek kardeşleri, erkek kardeşlerinin oğulları, kız kardeşlerinin oğulları, kendi kadınları, elleri altında bulunan esirler, ele bakar hale gelmiş ve erkekliği kalmamış kimselerle kadınların edep yerlerinin farkına varamamış çocuklar dışında hiç kimseye süslerini açmasınlar…” (Nûr, 24/31)

Buna göre bir kadın ancak yukarıda belirtilen erkeklerin yanında oturabilir ve başını açabilir. Bu sayılanların dışında kalan akrabalar da olsa yabancı sayılırlar ve bir kadın o erkeklerin yanında mahrem yerlerini açamaz ve onlarla asla kapalı bir yerde baş başa kalamaz. Ama onlarla umuma açık yerlerde konuşması, selamlaşması yasak değildir. Bu kişilerin yanına tesettürlü kıyafetlerle çıkabilir.

Müslümanların haramlardan kaçınmaları gerektiği gibi haramlara götüren yollardan da kaçınmaları gerekir. Allah Teâlâ özellikle büyük günahları haram kılarken “onlara yaklaşmayın”, “onlardan uzak durun” buyurmuştur.

Zina ile ilgili Allah şöyle buyurmuştur:

“Zinaya yaklaşmayın. Çünkü o, çok çirkin bir iş ve kötü bir yoldur.” (İsrâ, 17/32)

Yaklaşmamak da ancak araya mesafe koymakla olur ki bunlar da yani mefsedete götüren vasıtalar da dinen yasaklanmıştır.

www.fetva.net/yazili-fetvalar/harama-goturen-yollar-da-haram-midir.html

Üçüncü bir kişinin bilerek evini bu gibi kişilere teslim etmesi de onların günahına ortam sağlamak sayılacağından günahtır, günaha destek vermektir. Bununla ilgili olarak da Allah Teâlâ şöyle buyurmuştur:

“İyi bir işe arka çıkan ondan bir pay alır; kötü bir işe arka çıkan da onun sıkıntısına katılır. Allah, her şeyin karşılığını verir.” (Nisâ, 4/85)

“İyilikte ve fenalıktan sakınmakta yardımlaşın, günah işlemek ve aşırı gitmekte yardımlaşmayın.” (Mâide, 5/2)

Farklılıkları ve ortak noktalarıyla nebi ve resul kelimelerini açıklar mısınız?

Kur’ân’da resul kelimesi, melekler için de kullanılmaktadır. Hac suresinin 75. ayetinde meleklerden bahsedilmektedir. Mesela Cebrail bir melektir ve Kur’ân’ın pek çok ayetinde “resul” yani ‘nebilere vahiy getiren elçi’ anlamında kullanılır. Resul, kelimesi insanlar için kullanıldığında:

1. Bir insanın bir insana gönderdiği elçi (risaletle ilgili değil) (Yusuf 12/50; Neml 27/35.)

2. Bir nebinin risaletini/kitabını tebliğ eden; ama nebi olmayan kişi (Yâsîn 36/13-17; Şu’arâ 26/105.)

3. Nebi/peygamber olan kişi (Nisâ 4/163-165) anlamlarına gelir.

İbrahim suresinde geçen resul, ‘bir Nebi’ye indirilmiş Kitabı başkalarına duyuran; ama nebi olmayan insanlar’ anlamında kullanılmaktadır. Mesela biz Türklere bir nebi gelmemiştir; ama resuller vasıtasıyla Kur’an’dan haberdar olduk. Resul kelimesinin bu anlamdaki kullanımı, resul gönderilmediği sürece sorumluluk bulunmadığına (İsrâ 17/15), her kavme kendi diliyle resul gönderilmiş olmasına (Nahl 16/36; İbrahim 14/4) ve Muhammed (s.a.v.) ile nübüvvetin sona ermesine rağmen ilgili ayette (Ahzâb 33/40) resullüğe dair böyle bir kaydın olmamasıyla da örtüşmektedir.

Kur’an’da “nebi resûl (رَسُولاً نَّبِيّاً) ifadesi geçmesine rağmen (Meryem 19/51; A’râf 7/157) “resul nebi (نبيا رسولا) ifadesinin geçmiyor olması da bunu desteklemektedir. O halde şunu rahatlıkla söyleyebiliriz: Her nebi resuldür; ancak her resul nebi değildir.

Konu hakkında geniş bilgi edinmek için aşağıdaki linkte bulunan Kur’an’a Ve Geleneğe Göre Nebi Ve Resul başlıklı yazımızı mutlaka okuyunuz:

www.suleymaniyevakfi.org/kutsanan-gelenek-ve-kuran/kurana-ve-gelenege-gore-nebi-ve-resul.html

 

3 adet evim var. Bunların zekâtını nasıl hesaplamalıyım?

Birden fazla konut ya kira gelirinden istifade edilmek ya da ticaret yapmak için elde bulunur. Buna göre;

1. Ticaret için elde bulunan evler, boş da dursa sahibine mal oluş fiyatı hesaplanarak zekâtı verilmelidir.

2. Ticaret için alınmayan evler içinse zekât vermek gerekmez. Bunların yıllık geliri, nasıl olsa diğer gelirlere katılır, zekât o gelirlerin toplamı üzerinden hesap edilir.

Lütfen aşağıdaki linki de tıklayınız:

www.fetva.net/yazili-fetvalar/kirada-olan-evlerin-zekati-nasil-verilir.html