Skip to content Skip to main navigation Skip to footer

Blog

Kız çocuklarına Mira isminin konulmasında bir sakınca var mıdır?

Türk Dil Kurumu’nun çıkardığı sözlüğe göre İtalyanca olduğu belirtilen Mira; “Arazi üzerinde seçilmiş bir işaret noktasının düşeyini gösteren, yön belirtmek için uzaktan gözlenen, geometrik biçimli tahta lata” demektir. (Bkz: Türkçe Sözlük, “Mira”, Türk Dil Kurumu,  Ankara, 2009)

İtalyanca sözlüklerde ise “Nişan, nişan alma, hedef, amaç, gaye, niyet, bakmak, (tüfekte) gez” gibi anlamlara gelmektedir. (Bkz: İtalyanca-Türkça/Türkçe-İtalyanca Sözlük, “Mira”, Hazırlayanlar: Birsen Çankaya, Neval Barlas, Renato Luciano, Begüm Başoğlu, Fono Açıköğretim Kurumu Yayınları, İstanbul, 2005)

Mira ismi için İspanyolca sözlükler de “Göz deliği, (silahta) gez, gözetleme yeri, niyet, amaç” gibi anlamları vermişlerdir. (Bkz: İspanyolca-Türkçe/Türkçe-İspanyolca Sözlük, “Mira”, hazırlayanlar: Birsen Çankaya, Jose Ramon Gonzalez, Fono Açıköğretim Kurumu Yayınlar, İstanbul, 2005)

Latincede “Mira” kelimesi aynen bulunmasa da aynı kökten olan “mirat, mirati, mir/us, mir/or gibi kelimeler yer almakta ve genel olarak; “takdirkâr, harika, hayret verici, olağanüstü, şaşmak, hayret etmek, takdir etmek, hayran olmak, şaşırtmak” gibi anlamlara gelmektedir. (Bkz: Latince-Türkçe Sözlük, Hazırlayanlar: Sinan Kabaağaç, Erdal Alova, Sosyal Yayınları, İstanbul, 1995)

Arapça’da ise ‘tartışmak’, ‘münakaşa etmek’, ‘karşı çıkmak’ ve ‘direnmek’ anlamlarındaki “مرى , m-r-y”’den gelen “مراء , mirâ’”; ‘tartışma’, ‘münakaşa’, ‘cedel’ ve ‘şüphe’ anlamlarında kullanılmaktadır. Bu anlamda mirâ kelimesi Kur’an-ı Kerim’de de geçmektedir. (Bkz. Kehf, 18/22)

Bu kelimenin Türkçe, “Ay gibi ışık saçan bey” anlamındaki “Miray” veya Arapça “Ayna” anlamındaki “Mir’at” kelimelerinden bozulmuş olması da bir ihtimal olarak düşünülebilir.

Netice olarak dinimizce olumsuz bir anlam içermediği için kız çocuklarına bu ismin konulmasına bir sakınca bulunmadığı anlaşılmaktadır.

Nebîmiz Muhammed Aleyhisselamın kabri nerede bulunmaktadır?

Nebîmizin kabri, Medine şehrindeki Mescid-i Nebî’nin içinde ve kıbleye göre sol tarafta bulunmaktadır.

Nebîmizin şu an medfun bulunduğu yer, zamanında Aişe validemizle birlikte yaşadığı eviydi (Hücre-i Saadet). Burası, zamanında mescidin hemen yanı başında bulunurken yapılan genişletmeler sonucunda şu an itibarıyla mescidin içinde kıble istikametine göre sol tarafta bulunmaktadır.

Birinci halife Ebu Bekir (ra) ve ikinci halife Ömer (ra) da Nebîmizin yanı başına defnedilmişlerdir.

Mescid-i Nebî’ hakkında fotoğraflar eşliğinde geniş bilgi edinmek için aşağıdaki linki tıklamanızı tavsiye ederiz:

www.3dmekanlar.com/tr/mescid-i-nebevi.html

Birçok önemli olayın aşure günü meydana geldiği bilgisi doğru mu?

Aşure günü gerçekleştiği söylenen olaylar hakkında herhangi bir ayet veya hadis bulunmadığı gibi tarihen o olayları doğrulayacak herhangi bir bilgi de yoktur. Diyanet İslam Ansiklopedisi’nde bu konuyla ilgili olarak şu bilgilere yer verilmiştir:

“Âşûrânın menşei hakkında kaynakla­rın belirttiği görüşleri iki noktada top­lamak mümkündür:

1. Âşûrâ, Hz. Mûsâ ve kavminin, Firavun’un zulmünden kur­tulduğu ve Yahudilerin oruç tutmakla mükellef olduğu bir gündür. Daha çok müsteşriklerin benimsediği bu görüşe göre Müslümanların mübarek bir gün olarak kabul edip oruç tuttukları Âşû­râ Yahudi geleneğine dayanmaktadır.

2. Aşûra, Hz. Nuh’tan itibaren bütün Sâmî dinlerde mevcut olan ve Câhiliye devri Araplar’ı arasında da Hz. İbrahim’den be­ri önemli görülüp oruç tutulan bir gün­dür. Bu görüş, Hz. Aişe ile Abdullah b. Ömer’in rivayetlerine dayanır.

Âşûrânın menşeiyle ilgili bu iki yorum dışında bazı tarih, hadis ve fıkıh kitap­larında yer alan haberler, bu günü Hz. Âdem’in tövbesinin kabul edildiği, Hz. Yûnus’un balığın karnından çıkarıldığı, Hz. Mûsâ ve İsâ’nın doğduğu, Hz. Süley­man’a mülkün verildiği, Hz. Davud’un tövbesinin kabul edildiği, Hz. Peygamber’in geçmiş ve gelecek bütün günah­larının affedileceğine dair kendisine Al­lah tarafından teminat verildiği ve Mek­ke’den Medineye hicret ettiği gün ola­rak tavsif ederler.

Ne var ki bunları ilmen doğrulama imkânı olmadığı gibi bir kısmının yanlışlığı da ortadadır. Meselâ Hz. Peygamber’in Me­dine’ye hicreti 10 Muharrem’de değil 12 Rebîülevvel’de gerçekleşmiştir. Bunun dı­şındaki rivayetlerin ise İsrâiliyat’a da­yandığı kabul edilmektedir.” (Yusuf Şevki Yavuz, “Âşûrâ”, Diyanet İslam Ansiklopedisi, c: 4, s: 25)

Lütfen aşağıdaki linki de tıklayınız:

www.fetva.net/yazili-fetvalar/asure-gunu-alisveris-yapmak-bereketi-artirir-mi.html

İddet bekleyen kadın geri dönmek isteyen kocasını reddedebilir mi?

Erkeğin eşine dönmesi, kocanın iyi niyetine bağlıdır. Allah Teâlâ şöyle buyurur:

“Eğer kocalar arayı düzeltmek isterlerse kadınlara iddet içinde dönmeye daha çok hak sahibidirler.” (Bakara, 2/228)

Yani erkekler, boşadıkları eşlerine iddet sonunda dönebileceklerine göre, iddet içinde öncelikle dönebilirler. Ama arayı düzeltme niyeti yoksa mesela boşamayı şartlarına uygun yaptıktan sonra iddet bitmeden eşine dönüp iddetin kalan kısmında tekrar boşayacak olsa yaptığı dönüş geçersiz sayılır ve iddet süresinin bitiminde eşiyle ilişkisi kesilir.

Erkek, eşine zarar vermek veya iddetini uzatmak için de dönemez. Allah Teâlâ şöyle buyurur:

“Kadınları boşadınız, onlar da bekleme sürelerinin sonuna vardılarsa artık ya mâruf ile tutarsınız veya mâruf ile ayırırsınız. Onlara zarar vermek ve haklarına saldırmak için tutmayın. Bunu yapan, kötülüğü kendine yapar. Allah’ın âyetlerini arzularınıza alet etmeyin. Allah’ın üzerinizdeki nimetini düşünün. İndirdiği Kitap ve doğru bilgi ile o, size öğüt vermektedir. Allah’tan çekinin ve bilin ki Allah her şeyi bilir.” (Bakara, 2/231)

İddet bekleyen kadının da kocasını reddetme hakkı vardır. O da iddetin sonunda kocasından boşanmayı seçebilir.

www.suleymaniyevakfi.org/kuran-arastirmalari/talak-erkegin-bosama-hakki.html

Asr-ı saadette Kur’an’ı anlayabilmek için ekip çalışması yapılır mıydı?

Resûlullâh bizler için en güzel örnektir. O, hikmetin ortaya çıkartılması hususunda da bize örnektir. Onun, Mekke döneminde bir grup sahabi ile gece okumaları yaptığı ve bu okumalarda Kur’an’ı “tertîl” (anlam odaklı) üzere okumayı esas aldıkları Müzzemmil suresinin ilk ayetlerinde bildirilmektedir. Aynı surenin Medine indiği söylenen son ayetinde de bu durumun uzunca bir süre devam ettiği anlaşılmaktadır. Eğer durum böyle olmasaydı onun vefatından sonra bu işi bilen, öğrenen ve öğreten hiç kimse olmazdı! Oysa vakıa böyle değildir. Fakat Resûlullâh hayatta iken vahiy süreci devam ettiği için onun ve etrafındakilerin bir takım tespitlerinin zaman zaman vahiyle tashih edildiğini de görmekteyiz. İşte biz bu imkâna sahip değiliz. Bizim hatalarımızı düzeltecek olanlar, yine bizim gibi bu konularda hikmeti çıkartma gayretinde olanlardır.

Sünnet-hikmet ilişkisi konusunda geniş bilgi için aşağıdaki linkte bulunan yazıyı okumanızı tavsiye ederiz:

www.suleymaniyevakfi.org/kutsanan-gelenek-ve-kuran/kitap-ve-hikmet.html