Blog
Kur’an’ı Kur’an’la anlama metodu, Kur’an’ın ortaya koyduğu bir yöntem olmakla birlikte sure ve ayetlerin sayıları üzerinden yapılan bu tür bir değerlendirmenin yerinde olduğunu söyleyemeyiz. Zira metin olarak aynı olmakla birlikte, surelerin başında yer alan besmelelerin her birinin ayet olup olmadığı, ayrıca ayetler arasındaki durak yerleri ile ilgili farklı değerlendirmelerden kaynaklanan ayet sayıları ve benzer şekilde Tevbe suresinin Enfâl suresine dâhil olup müstakil bir sure olup olmadığı konusunda farklı görüşler vardır. (Bkz: Zerkeşî, el-Burhân, Thk. Muhammed Ebu’l-Fazl İbrahim, Dârü’t-Türâs, Kahire, c: 1, s: 249; Suyûtî, el-İtkân, Matbaat-ü Hicâzî, Kahire, c: 1, s: 68 vd.)
Dolayısıyla Mâide 38: 5 + 38 = 43 Yusuf 31: 12 + 31 = 43 şeklinde sure ve ayet sayıları üzerinden yapılan yukarıdaki çıkarımın doğruluğu konusunda kesin bir yargıya varmak mümkün değildir.
Ayrıca Yusuf suresi 31. ayette yer alan (وَقَطَّعْنَ اَيْدِيَهُنَّ) “ellerini kestiler” şeklinde ifade, aynı surenin 50. ayetinde de geçmektedir. Sayılar üzerinden ulaşılan Mâide 38: 5 + 38 = 43 Yusuf 31: 12 + 31 = 43 şeklindeki sonucun doğru olduğu kabul edilse bile, bu durum, Mâide 38. ayetteki (فَاقْطَعُوا اَيْدِيَهُمَا) “ellerini kesin” ifadesini Yusuf 31 ve 50. ayetlerde yer alan “ellerini yaraladılar, kanattılar” şeklindeki anlamıyla kabulünü zorunlu kılmaz. Zira aynı kelime ‘elin çizilmesi, yaralanması’ anlamında kullanılabileceği gibi, ‘elin tamamen kesip koparılması’ anlamında da kullanılmaktadır. Nitekim söz konusu kelime Türkçede de örneğin, “bıçakla oynarken elini kesti” ifadesi ile “kangren olduğu için doktorlar hastanın elini kesti” şeklinde her iki anlamda da kullanılmaktadır.
Sonuç olarak Kuran’da tikel olarak yer alan “nitelikli hırsızlık” suçu karşılığında öngörülen “el kesme” cezasını, suç-ceza genel ilkeleri ve Kur’an-sünnet bütünlüğünden bağımsız olarak değerlendirmek mümkün değildir. Konuya bu zaviyeden bakıldığında (فَاقْطَعُوا اَيْدِيَهُمَا) “ellerini kesin” ifadesindeki elin kesilmesinin “kesip koparmak” anlamında olduğu anlaşılmaktadır.
Batı aydınlanması süreci ile birlikte gündeme gelen suçlu hakları bağlamında modernitenin Müslüman düşünürler üzerindeki etkisi ile gelişen ve Kur’an’da yer alan cezaların varlığı üzerindeki tartışmaların, özellikle söz konusu yaptırımın yerine farklı cezaların ikame edilip edilemeyeceği etrafında şekillenmesi ve alternatif ceza arayışları dikkat çekicidir. Bu bağlamda tarihsel bir bakış açısıyla, İslam’ın kendisinden önce var olan “el kesme” cezasını devralıp devam ettirdiği veya ‘el çektirmek/engellemek’ anlamında mecaz olduğu ya da simgesel bir ‘çizme, ilan ve teşhir’ anlamına geldiği şeklindeki yaklaşımlara katılmadığımızı ifade etmek isteriz.
Konuyla ilgili bağlantılı cevaplarımızı da aşağıdaki linklerden okumanızı/dinlemenizi tavsiye ederiz:
www.fetva.net/goruntulu-fetvalar/hirsizlik-yapanlarin-ellerinin-kesilmesi-cezasi-mecazi-midir.html
www.fetva.net/yazili-fetvalar/peygamberimiz-doneminde-hirsizlarin-elleri-kesiliyor-muydu.html
www.fetva.net/yazili-fetvalar/bizden-onceki-ummetlerde-de-hirsizlarin-elleri-kesiliyor-muydu.html
Hazırlayan: Suat ERDOĞAN
Her ne kadar bazı âlimler bunu hoş karşılamasa da kurbana sonradan ortak almayı yasaklayan hiçbir bir delil yoktur. Hâlbuki bir şeyin yasak/haram olması için ayet veya sahih hadisten bir delil bulunması şarttır.
Allah Teala şöyle buyurmuştur:
“Allah’a mâl etmek için dillerinizin özenle bezediği yalanlar ile ‘Bu helaldir, bu haramdır’ demeyin. Allah’a karşı yalan uyduranlar iflah olmazlar. Bunlar biraz menfaatlenirler; ama onlar için can yakıcı bir azap vardır.” (Nahl, 16/116-117)
Hisse satmak yani kurbandan gelir elde etmek kastedilmediği sürece kurbana sonradan ortak almakta hiçbir sakınca yoktur.
İlgili rivayet şöyledir:
مَنْ وَجَدَ سَعَةً فَلَمْ يُضَحِّ فَلَا يَقْرَبَنَّ مُصَلَّانَا
“İmkânı olup da kurban kesmeyen namazgâhımıza yaklaşmasın” (İbn Mâce, Edâhî, 2; Ahmed b. Hanbel, II/321; Hâkim, II/422)
Bu rivâyeti eserinde kaydeden Beyhakî ve Hanefi muhaddislerden İmâm Zeylâî bunun farklı ravilerden “mevkûf” olarak yani Hz. Peygamber’e değil de sahabeye isnat edilerek geldiğini kaydetmişlerdir. (Beyhakî, es-Sünenü’l-Kübrâ, c: 2, s. 260; Zeylai, Nasbu’r-Râye, c: 4, s: 207)
Çeşitli muhaddisler de bu rivayetin senedini tenkit etmiş ve “zayıf” olduğunu belirtmişlerdir: (Bkz. Bûsirî, Misbâhu’z-Zücâce, c: 3, s: 222; İbnü’l-Cevzî, et-Tahkîk, c: 2, s: 161)
Dolayısıyla rivayetin senet açısından sahih olmadığı ve kurban ibadetinin hükmü için delil olarak kullanılamayacağı anlaşılmaktadır.
Kimlerin kurban kesmesi gerektiğine dair ayrıntılı bilgi için lütfen aşağıdaki linkleri tıklayınız:
www.fetva.net/goruntulu-fetvalar/kurana-gore-kimlerin-kurban-kesmesi-gerekiyor.html
www.fetva.net/goruntulu-fetvalar/kurban-kesmede-maddi-durumu-iyi-olmanin-olcutu-nedir.html
Kurban bayramı kurbanını keserken besmele çekmek farzdır. Bununla ilgili olarak Allah Teâlâ şöyle buyurmuştur:
“İnsanların içinde haccı ilan et ki yürüyerek ve bitkin binekler üzerinde sana gelsinler; bütün derin vadilerden geçerek gelsinler. Gelsinler de kendi menfaatlerine şahit olsunlar. Belli günlerde de Allah’ın onlara rızık olarak verdiği hayvanlardan en’âm (koyun, keçi, sığır ve deve) üzerine Allah’ın adını ansınlar. Onlardan hem siz yiyin, hem de darda olan yoksula yedirin.” (Hacc, 22/27–28)
“Her ümmete kurban kesme görevi yükledik ki kendilerine rızık olarak verdiğimiz en’âm (koyun, keçi, sığır ve deve) cinsinden hayvanları Allah’ın adını anarak kessinler. Hepinizin ilahı tek ilahtır, siz yalnız ona teslim olun. Sen alçak gönüllülere müjde ver.” (Hac, 22/34)
“Bedence gelişmiş olanları da sizin için, Allah’a kulluğun simgelerinden yaptık. Onlarda sizin için hayır vardır. Sıra sıra dururlarken üzerlerine Allah’ın adını anın. Yanları yere yapıştığı zaman onlardan yiyin, halinden memnun olana da isteyene de yedirin. Onları bu şekilde sizin hizmetinize verdik, belki şükredesiniz.” (Hac, 22/36)
Ayetlerden anlaşılacağı üzere kurban ibadetinin temel amaçlarından biri, insanların o hayvanları keserken üzerlerine Allah’ın adını anmalarıdır. Müslümanlara da kurbanlarını keserlerken özellikle Allah’ın adını anmaları emredilmiştir.
“Kurbanı, hayvanın eti veya derisi için kesiminden (zebh, tezkiye) ayıran temel fark, onun Allah’ın rızasını kazanma ve isteğine boyun eğme gayesi ile kesilmiş olmasıdır. İbadetin özünü teşkil eden bu gaye ancak şâriin (Allah’ın) bildirdiği şekil şartlarına uyulduğunda gerçekleşmiş olur. Bu yönüyle kurban ibadetinin özü ve biçimselliği dini bildirime dayanır.” (Ali Bardakoğlu, “Kurban”, Diyanet İslam Ansiklopedisi, Ankara, 2002, c: 26, s: 436.)
Resûlullâh’ın, ailesi adına veya onlara vekâleten kurban kestiğiyle alakalı olarak Aişe Validemizden şöyle bir rivayet nakledilmiştir:
“Biz Mina’daydık ve bize sığır eti getirildi. Bu nedir, diye sordum. Resûlullâh, zevceleri adına sığır kurban etti, dediler.” (Buhârî, Edâhî, 3)
Hz. Ali’nin de Resûlullâh’a vekâleten kurban kestiği, kurbanlık hayvanlara nezaret ettiği kaynaklarda zikredilmektedir. İlgili bir rivayet şöyledir:
“Resûlullâh bana kurbanlara nezaret etmemi ve bunların kesimi hususunda develerine bakmamı, etleriyle, derilerini ve çullarını tasadduk etmemi, kasaba bunlardan bir şey vermememi bana emir buyurdu ve: ‘Ona (kasaba) biz kendimizden (bir şeyler) veririz.’ dedi.” (Müslim, Hac, 348 (1317). Ayrıca bkz: Buhârî, Hac, 120, 121)
Lütfen aşağıdaki linki de tıklayınız:
www.fetva.net/yazili-fetvalar/vakif-ve-derneklere-kurban-bagislamak-dogru-bir-davranis-mi.html
Kredi, faizli borç demektir. Faiz de Allah’ın en büyük yasaklarından biridir. Hacca gitmek veya kurban kesmek gibi bir ibadeti yerine getirmek için dahi olsa hiçbir şekilde faize bulaşmak caiz değildir. Bankaların faizi ibadetlerimize bulaştırmalarına da müsaade edilmemelidir.
Maddi durumu iyi olmayan kimselerin zaten kurban kesmesi gerekmez. Bu açıdan kendinizi sıkıntıya sokmayınız.
Kimlerin kurban kesmesi gerektiğiyle alakalı bilgi için lütfen aşağıdaki linkleri tıklayınız:
www.fetva.net/goruntulu-fetvalar/kurana-gore-kimlerin-kurban-kesmesi-gerekiyor.html
www.fetva.net/yazili-fetvalar/kredi-karti-ile-veya-borc-alarak-kurban-kesmek-caiz-midir.html
Eski zamanlarda elektrik olmadığından muhtemel yaralanmaların önüne geçmek için geceleyin hayvan kesilmesini hoş karşılamayanlar olmuştur. Fakat bunu yasaklayan herhangi bir delil mevcut değildir. Dolayısıyla akşam güneş battıktan sonra da kurban kesilebilir. Yeter ki ortam müsait olsun; kurbana, insanlara ve çevreye zarar gelmesin.
Günlük beş vakit farz namazların öncesinde veya sonrasında kılınan sünnet namazlarla ilgili hadis kaynaklarında çeşitli rivayetler bulunmaktadır. Abdullah İbn Ömer ve Hz. Aişe’den gelen sahih rivayetlerde Resûlullâh’ın farz namazların öncesinde ve sonrasında toplam on iki rekât nafile namaz kıldığı rivayet edilmiştir. Bunlar; sabah namazından önce iki, öğleden önce dört ve sonra iki, akşam namazından sonra iki ve yatsı namazından sonra iki rekâttır. Düzenli olarak kılındıkları için “revâtip sünnetler” ve Resûlullâh’ın çoğu zaman kıldığı için de “müekked sünnetler” olarak adlandırılan bu namazlara devam edenlere Allah’ın cennette bir ev/köşk bina edeceği ifade edilmektedir. (İlgili hadisler için bkz: Buhârî, Teheccüd, 25, 29, 34, Cuma, 39; Müslim, Salâtü’l-Müsafîrîn, 291 (729), Cuma, 71 (882); Muvatta, 69; Ebû Dâvûd, Salât, 290, 299; Nesâi, İkâmet, 64, Kıyâmu’l-Leyl, 66, Cuma, 43; Tirmizî, Salât, 206)
Ayrıca ikindi namazının sünnetiyle ilgili Hz. Ali ve Abdullah İbn Ömer’den gelen rivayetlerde Resûlullâh’ın ikindiden önce iki rekât veya dört rekât kıldığı ve bu namazı kılana dua ettiği rivayet edilmiştir. Resûlullâh sürekli olarak kılmadığı için ikindinin sünneti “sünnet-i gayri müekkede” olarak isimlendirilmiştir. (İlgili hadisler için bkz: Ebû Dâvûd, Salât, 297, (1271, 1272), Tirmizî, Salat, 318).
Yatsı namazının farzından önce kılınan dört rekâtla ilgili olarak ise hadis kaynaklarında herhangi bir rivayet bulunmamaktadır.
Nebîmizin kıldığı bu namazlara Kur’an-ı Kerim’de işaret edilmiştir. Allah Teala şöyle buyurmuştur:
فَاصْبِرْ عَلَى مَا يَقُولُونَ وَسَبِّحْ بِحَمْدِ رَبِّكَ قَبْلَ طُلُوعِ الشَّمْسِ وَقَبْلَ غُرُوبِهَا وَمِنْ آنَاءِ اللَّيْلِ فَسَبِّحْ وَأَطْرَافَ النَّهَارِ لَعَلَّكَ تَرْضَى
“Onların sözlerine katlan. Güneşin doğmasından önce de batmasından önce de her şeyi güzel yapması sebebiyle Rabbine kulluk et; gece vakitleri ile gündüzün bölümlerinde de kulluk et; belki memnun kalırsın.” (Tâhâ, 20/130)
Bu ayet sünnet namazların ne zaman kılınacaklarını açıklamaktadır. Farz namazların vaktini bildiren ayetlerde “namazı dosdoğru kıl.” (أَقِمِ الصَّلَاة) ifadesi geçmektedir.( Bkz: Hûd, 11/114, İsra, 17/ 78.). Fakat bu ayette “tesbih et” (وَسَبِّحْ) ifadesi geçmektedir. Bu vakitlerin farz namaz vakitlerine değil de sünnet namaz vakitlerine işaret ettiğini gösteren ayetteki “belki razı olursun” (لَعَلَّكَ تَرْضَى) ifadesidir. Eğer bu ayetteki vakitler farz namazlar için olsaydı böyle bir ifade yer almazdı. Çünkü farz olan ibadetlerde kişilerin rızaları aranmaz, kesin bir şekilde emredilir. Yine aynı şekilde Kâf suresinin 39 ve 40. ayetlerinde “tesbih et” (وَسَبِّحْ) ifadesinden sonra “güneş doğmadan önce, batmadan önce ve gece” ifadeleri sünnet namazlarının vakitlerine işaret etmektedir.
Bu anlamda Tâhâ suresi 130. ayeti incelediğimizde “güneşin doğmasından önce” ifadesi sabah namazının iki rekâtlık sünnetine, “güneşin batmasından önce” ifadesi ikindi namazının sünnetine, “gecenin anlarında” ifadesi akşam ve yatsı namazlarından sonraki iki rekata ve gece kılınan teheccüd namazına işaret etmektedir. Bu ayetteki “آنَاءِ” kelimesi çok önemlidir. Bu kelime “آن” kelimesinin çoğuludur. Arapçada çoğul ifade en az üç şeyi gösterir. “ gündüzün taraflarında” ifadesi de, kuşluk namazı ile öğleden önce ve sonra kılınan sünnet namazlara işaret etmektedir. Yine bu ifadedeki “أَطْرَافَ” kelimesi çok önemlidir. Bu kelime “طرف” kelimesinin çoğuludur. Dolayısıyla bu ifade de en az üç şeyi göstermektedir.
Bütün bunlar gösteriyor ki sünnet namazlar, Resûlullâh (s.a.v.)’ın Kur’an’dan çıkarmış olduğu doğru hükümlerden ibarettir. Zaten Allah Teala ona: “Kendinde olan ayetlerle öncekileri tasdik eden ve koruma altına alan bu kitabı, sana hak olarak indirdik. O halde aralarında Allah’ın indirdiği ile hükmet…” buyurmuştur. (Mâide 5/48-49).
Nafile namazlarla ilgili diğer bir önemli bir konu da niyet meselesidir. Bu namazları kılmak için niyet edilirken sanki bu namazların Resûlullâh için kılındığı gibi çok yanlış bir algı söz konusudur. Diğer bütün ibadetler gibi bu namazlar da yalnızca Allah için yapılır. Resûlullâh da bizim için örnek teşkil ettiği için elbette O’nun yapmış oldukları bizim için önemlidir. Fakat Resûlullâh örnek almak ibadetleri onun için yapmak anlamında değildir. Bu nedenle tüm ibadetlerde olduğu gibi bu namazların niyetinde de önemli olan kişinin Allah rızası için namaz kılacağını bilmesidir. Bu şekilde niyette bulunmak yeterlidir.
Sünnet namazların terk edilip edilemeyeceği meselesi de diğer önemli bir konudur. Çünkü birçok kişi bu namazları sünnet olarak değil de terk edilmesi halinde büyük vebali olan farz namazlar gibi görmektedirler. Fakat bu namazlar, farz değil nafile namazlardır. Hiçbir ayette ve Resûlullâh’tan nakledilen hadislerde bu namazları kılmayanlar için, bir tehdit ve ceza öngörülmemiştir. Aksine, kılanlar için büyük mükâfatlar olduğundan bahsedilmiştir. Dolayısıyla bu namazları terk etmekle kimse günahkâr olmaz. Bu konuda kişinin sorumluluğu, yalnızca farz namazlardır. Ama sünnetleri kılan kişi de bunların sevabını alır.
Konuyla ilgili görüntülü cevaplarımız için de lütfen aşağıdaki linkleri tıklayınız:
www.fetva.net/goruntulu-fetvalar/sunnet-namazlari-peygamberimize-allah-mi-emretmistir.html
www.fetva.net/goruntulu-fetvalar/sunnet-i-muekkede-neye-denir-sunnetler-kilinmazsa-ne-olur.html
Kur’an-ı Kerim’de yanlışlıkla (hataen) adam öldürme durumunda, konunun birinci derecede mağduru olan maktul yakınlarına, kişisel hakların telafisi olarak bir diyet ödenmesi gerektiği bildirilmiştir.
www.fetva.net/yazili-fetvalar/hataen-adam-olduren-kisi-diyeti-nasil-ve-ne-kadar-odemeli.html
Bunun dışında bir de özgür olmaması sebebiyle manevî şahsiyetten yoksun, diğer bir ifadeyle toplumsal kimliği yok sayılan, toplumdan eksilen manevî bir şahsiyetin hükmen yerine konulması anlamında, mümin bir esirin özgürlüğüne kavuşturulması (tahrîr-i rakabe) yaptırımı da öngörülmektedir. İlgili ayetler şöyledir:
“Bir müminin bir mümini öldürmeye hakkı yoktur; yanlışlıkla olursa başka. Kim bir mümini yanlışlıkla öldürürse bir mümin köle azat etmesi ve öldürülenin ailesine ödenecek diyet vermesi gerekir; bağışlarlarsa başka. Eğer öldürülen mümin, size düşman olan toplumdan ise mümin bir köle azat etmek gerekir. Eğer aranızda anlaşma olan bir toplumdan ise ailesine ödenecek diyet ve bir mümin köle azadı gerekir. Kim bulamazsa art arda iki ay oruç tutar. Bu Allah tarafından tevbesinin kabulü içindir. Allah bilir, doğru karar verir.
Kim bir mümini kasten öldürürse (onun) cezası, içinde sürekli kalacağı cehennemdir. Allah ona gazap etmiş, onu lanetlemiş ve onun için büyük azap hazırlamıştır.” (Nisâ, 4/92-93)
92. ayette boyunduruğun/esaretin çözülmesi ve özgürlüğe kavuşturma olarak ifade edebileceğimiz “tahrîr-i rakabe (تَحْرِيرُ رَقَبَةٍ)” tabirinin kullanılması, söz konusu olaydaki hak ihlalini tam anlamıyla karşılamasının yanında, uygulanabilirlik açısından da esnek bir yapı oluşturmaktadır. Özgürlüğüne kavuşturulacak kişiler, tutsak durumda olan savaş esirleri olabileceği gibi sosyal, siyasal veya ekonomik sebeplerle suçsuz olduğu halde boyunduruk altına alınmış ve özgürlüğünü yitirmiş kişiler de olabilir. İçinde bulunduğumuz dönemde dünyanın çeşitli bölgelerinde insan ticareti ve kadınların cinsel anlamda köleleştirilmesi gibi söz konusu esaretin farklı boyutlarının varlığı da bir gerçektir.
Sonuç olarak, günümüzde de “tahrîr-i rakabe” yaptırımının ulusal ve uluslararası uygulama alanlarının bulunabileceğini söyleyebiliriz.
Hazırlayan: Suat ERDOĞAN