Blog
Cennetliklerin Cennette; eşleri, ataları ve soylarıyla birlikte olacağını Allah Teâlâ şöyle bildirmiştir:
“Rabbinden sana indirilenin doğru olduğunu bilen kişi, kör gibi olur mu? O bilgiden yararlananlar sadece özü temiz olanlardır.
Bunlar Allah’a verdikleri sözü yerine getiren ve antlaşmayı bozmayan kimselerdir.
Bunlar, Allah’ın kurulmasını istediği bağı kuran, Rablerinden korkan ve kötü hesap vermekten endişe edenlerdir.
Yine bunlar, Rableri yüzlerine baksın diye çaba sarf eden, namazı kılan, kendilerine verdiğimiz rızıktan gizli-açık harcayan ve kötülüğü iyilikle savan kimselerdir. Bu dünyanın sonu onlarındır.
Kalıcı bahçelere/cennetlere gireceklerdir; babalarından, eşlerinden ve evlatlarından uygun olanlar da girecekler. Melekler her kapıdan yanlarına girerek ‘Sabrınızın karşılığı olarak huzur ve güvendesiniz. O dünyanın sonu ne güzelmiş!’ diyeceklerdir.” (Ra’d, 13/19-24)
Cennete giren herkesin kötü alışkanlıkları, içlerindeki kin, nefret ve kıskançlıklar giderilmiş olacaktır:
“İçlerindeki kötü bağlantıları söküp atmışızdır. Alt taraflarından ırmaklar akacak ve diyeceklerdir ki: ‘Bizi bu nimetlere kavuşturan Allah, her şeyi pek güzel yapmış. Allah bize bu yolu göstermeseydi onu kendiliğimizden bulamazdık. Rabbimizin elçileri gerçekten doğruyu getirmişler (doğruları gösterir içerikte).’ Onlara şöyle seslenilecektir: ‘İşte size Cennet… Siz, yaptıklarınıza karşılık ona sahip oldunuz.’” (A’râf, 7/43)
“Allah’tan çekinenler ise bahçelerde ve pınar başlarında olurlar.
‘Oralara esenlikle ve güvenle girin.’ denmiştir.
İçlerindeki bütün engelleri söküp atmışızdır. Kardeşler halinde karşılıklı tahtlar üzerindedirler.
Onlar orada yorgunluk nedir bilmezler. Oradan çıkarılacak da değildirler.” (Hicr, 15/46-48)
Cennete giden kadınlar, hurilerle kıyaslanamayacak kadar güzel olacaklardır. Dünyada onların benzetilebileceği bir şey olmadığı için Allah Teâlâ şöyle buyurmuştur:
“Aranıza ölüm kuralını biz koyduk; bizim önümüze geçilemez
Bu, görüntünüzü değiştirip bilemeyeceğiniz bir yapıda sizi yeniden yaratmamız içindir.” (Vâkıa, 56/60-61)
“Bu, vücutlarını, daha iyisiyle değiştirmemiz içindir…” (Meâric, 70/41)
Aynı şey erkekler için de olacaktır. Ancak şu ayetler sırf kadınlarla ilgilidir:
“Biz onları yeni bir vücut yapısına kavuşturacağız.
Bakireler haline getirecek; kocalarına düşkün ve aynı yaşta yapacağız.” (Vâkıa, 56/35-37)
Dolayısıyla ahirette bahsettiğiniz şekilde bir adaletsizlik olmayacak, ayetlerde belirtildiği gibi herkes eşleri ve çoluk-çocuğu ile mutlu-mesut bir şekilde yaşayacaktır.
Bankaya paranın faize verilmesi de bankadan faizli kredi alınması da haramdır. Dolayısıyla bankadaki faize bırakılmış paranın bir an önce oradan çekilip tahakkuk etmiş olan faizin de bir karşılık beklemeksizin, fakirlere, felakete uğramışlara harcama suretiyle elden çıkarılması gerekir.
Faiz parasını alıp yemekle, onunla daha önceden doğan bir borcu kapatmak arasında fark yoktur. Fakat bahsedilen şekilde bir durum söz konusu ise mevcut mahzurlu durumdan bir an önce kurtulmak için, öncelikle faizli borcun kapatılması gerekir. Bunun için bankadaki paranın sadece faizini değil tümünü çekip faizli borcu kapatmak, daha sonra da borcun kapatılması için ödenen faize tekabül eden miktarı, uygun yerlere harcamak suretiyle sorumluluğundan kurtulmak gerekir.
Doç. Dr. Servet Bayındır
Faiz parasının ne yapılması gerektiğine dair aşağıdaki linklerde bulunan cevapları okumanızı tavsiye ederiz:
www.fetva.net/yazili-fetvalar/banka-hesaplarinda-istenmeden-olusan-faizi-fakirlere-vermek.html
Kendinize başka bir iş bulmaya gayret edin. “İmkânsız” demişsiniz; ama başka bir iş bulmak imkânsız değildir. Çalışıp gayret ederseniz bulabilirsiniz. Aksi takdirde zamanla psikolojiniz bozulur ve şeytan sizi daha kötü alanlara çeker, başka yanlış işler yapmaya sevk eder.
Yeni bir iş buluncaya kadar da bu işten para kazanmaya devam edersiniz. Kazandığınız bu para da “zaruret” dolayısıyla size haram olmaz. Ama bunun şartı, başka bir iş bulmaya gayret etmektir.
Fıkıhta bu uygulama, “ıskât-ı salât (namaz borcunu düşürme)” ve “ıskât-ı savm” (oruç borcunu düşürme) olarak meşhurdur. Ancak eldeki bütün deliller böyle bir iskâtın olmayacağı yönündedir. Allah Teâlâ şöyle buyurmaktadır:
وَأَنْفِقُوا مِنْ مَا رَزَقْنَاكُمْ مِنْ قَبْلِ أَنْ يَأْتِيَ أَحَدَكُمُ الْمَوْتُ فَيَقُولَ رَبِّ لَوْلَا أَخَّرْتَنِي إِلَى أَجَلٍ قَرِيبٍ فَأَصَّدَّقَ وَأَكُنْ مِنَ الصَّالِحِينَ
“Sizden birine ölüm gelmeden verdiğimiz rızıktan hayra harcasın. Yoksa şöyle der: ‘Rabbim! Kısa bir süreliğine ölümü ertelesen de sadaka versem ve salihlerden olsam!’ Allah eceli gelmiş olan hiç kimseyi ertelemez. Allah yaptığınız her şeyin iç yüzünü bilir.” (Münâfikûn, 63/10-11)
Ölen kişinin geriye bıraktığı mal, artık mirasçılarınındır. Öldükten sonra tereke doğrudan mirasçılarına intikal ettiğinden terekeden ölmüş kişi adına harcama yapmak söz konusu değildir.
عَلِمَتْ نَفْسٌ مَا قَدَّمَتْ وَأَخَّرَتْ
“Her insan neyi yapmış neyi sonraya bırakmış bilecektir.” (İnfitâr, 82/5)
Ebû Hureyre radıyallahu anh’tan: Resulullah sallallahu aleyhi ve selleme bir adam gelerek:
“Ya Resûlallah! (Sevap itibarı ile) sadakanın hangisi daha büyüktür?” diye sordu. Resulullah da şöyle buyurdular:
“Senin sıhhatli, son derece cimri olduğun, fakirlikten korkar ve zenginliği umar bir halde verdiğin sadakadır. (Bu işi), can gırtlağa gelip de filâna şu kadar, filâna da şu kadar (verilsin) deyinceye kadar geri bırakma. Dikkat et ki (o mal) zaten filanın olmuştur.” (Buhari, Zekât, 10; Müslim, Zekât, 92 (1032)
www.fetva.net/yazili-fetvalar/olulerin-ardindan-verilen-sadakanin-sevabi-onlara-ulasir-mi.html
www.fetva.net/goruntulu-fetvalar/olen-kisinin-namaz-ve-oruc-borclari-iskat-ile-dusurulebilir-mi.html
www.fetva.net/goruntulu-fetvalar/iskat-konusunda-bize-bilgi-verebilir-misiniz.html
Konu ile ilgili olarak Türkiye Diyanet Vakfı İslam Ansiklopedisi’nde şu bilgiler vardır:
“Bu ıskat namaz, oruç, kurban, adak, kefaret gibi ibadet ve borçları ifade etmeden ölen bir kimseyi bu borçlarından kurtarmak için fakirlere fidye ödenmesi işlemini ifade eder… Hz. Peygamber, sahabe ve tâbiîn ve tebe-i tâbiîn dönemlerinde bu anlamda ıskat söz konusu değildir.
İbadetler ve bu nitelikteki keffaretler Allah hakkı grubunda yer aldığı için kural olarak ıskat kabul etmez. Dinî mükellefiyetlerin ifasında mükellefin niyeti ve ibadetin Allah rızası için yapılması ibadetin özünü, şekil şartları ise maddi unsurunu teşkil edeceğinden ibadetler ancak şâriin (Allah’ın) belirlediği sebeplere bağlı olarak ve O’nun emrettiği tarzda yerine getirilirse ifa edilmiş sayılır.” (Ayrıntı için bakınız. Ali Bardakoğlu, “Iskat”, Türkiye Diyanet Vakfı İslam Ansiklopedisi, c: 19, s: 137-143).
Iskat konusunda geniş bilgi edinmek isteyenler, 16 Ocak 2010 tarihinde yapılan ve aşağıdaki linkte bulunan mukayeseli fıkıh müzakeresini izleyebilirler:
www.kurandersi.com/mukayeseli-fikih-dersleri/iskat-olen-kimseyi-ibadet-borclarindan-kurtarmak/
Öncelikle anneniz mirasın sekizde birini alır. Kalanı da çocuklar, erkeklerin iki kız hissesi alacağı şekilde paylaşırlar. Buna göre terekenin toplamı 64 hisse kabul edilirse anneniz sekizde biri olan 8 hisseyi alır. Kalan 56 hisseden de her bir erkek çocuk 14’er hisse, her bir kız çocuk 7 hisse alır.
150.000 lirayı 64 eşit hisseye böldüğümüzde bir hisse 2.343,75 liraya tekabül eder. Buna göre mirası şu şekilde paylaşmanız gerekir:
Miras bırakanın eşi yani anneniz: 8 x 2.343,75 = 18.750 lira
Her bir erkek çocuk: 14 x 2.343,75 = 32.812 lira (toplam 98.437)
Her bir kız çocuk: 7 x 2.343,75 = 16.406 lira (toplam 32.812)
Bir Müslüman, gençler vakitlerini heba etsin, kumara alışsın, sigara içsin diye oyun salonu açamaz, haramdır. Fakat gençleri başıboş dolanmaktan, kahve köşelerinden çekip çıkarmak ve hiç olmazsa hayırlı bir işe yönlendiririz düşüncesi ve niyeti ile olursa bu mazur görülebilir.
Belirttiğiniz şekilde kumara vb. haram ve kötü alışkanlıklara bulaşılmayan oyunların oynatıldığı, helal yiyecek ve içeceklerin satışının yapıldığı iş yerini işletmenizde bir sakınca yoktur.
Öncelikle tarihi olayları incelerken ilgili konuları sebep ve sonuçlarıyla bir bütün olarak öncesi ve sonrasıyla birlikte değerlendirmek, parçacı yaklaşmamak oldukça önemlidir.
Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem ve ashabı, sadece dini inançları sebebiyle yurtlarını ve tüm varlıklarını terk etmeye zorlanmış, bunlardan bir kısmı Habeşistan’a bir kısmı da Medine’ye hicret etmek zorunda kalmışlardır. Mekkeliler, Müslümanları yurtlarından çıkartmak ve mal-mülklerini ele geçirmekle kalmamış, aynı zamanda Müslümanların sığındıkları Habeşistan ve Medine idarecilerine, bunların nüfuzlu insanlarına çeşitli siyasi baskılar uygulayarak onları korumamalarını da istemişlerdir. (Bkz: İbn Hişam, Sîretü İbn Hişâm, s. 217 vd.; Ahmed b. Hanbel, c: 4, s: 198)
Kur’an’da Müslümanların gayrimüslimlerle ilişkilerinde uymaları gereken kırmızıçizgiler şöyle belirtilmektedir:
“Allah, din hususunda sizinle savaşmayan ve sizi yurdunuzdan çıkarmayan kimselere iyilik etmenizi ve değer vermenizi yasaklamaz. Allah değer bilenleri sever. Allah sadece, din hususunda sizinle savaşmış, sizi yurdunuzdan çıkarmış ve çıkarılmanıza destek vermiş kimselere yakınlık göstermenizi yasaklar. Onlara yakınlık gösterenler zalimlik etmiş olurlar.” (Mümtahine, 60/8–9)
Ayetlere göre gayrimüslimlerle ilişkide üç kırmızıçizgimiz vardır:
1- Dinimizden dolayı bizimle savaşmaları,
2- Bizi yurdumuzdan çıkarmaları,
3- Yurdumuzdan çıkaranlara destek vermeleri.
Mekkelilerin bu kırmızıçizgilerin üçünü de çiğnedikleri açıkça görülmektedir.
Müslümanlar da Medine’ye hicret ettikten sonra onları iktisadi baskı altına almak ve kendi kontrol veya nüfuzu altında tuttukları Medine havalisinden Kureyşlilere ait kervanların geçmesini yasak etmek (engellemek) suretiyle misliyle mukabelede bulunuyorlardı. (Bkz. Muhammed Hamidullah, Hazreti Peygamberin Savaşları, Yağmur Yayınları, 4. bs., s: 56)
Dolayısıyla Medine’de Müslümanların Kureyş’e ait kervanlara saldırmalarına ilişkin rivayetler, savaş hukuku açısından tabiidir, normal karşılanmalıdır.
Benzer bir soru-cevap için lütfen aşağıdaki linki de tıklayınız:
www.fetva.net/yazili-fetvalar/islam-savas-dini-midir-yoksa-baris-dini-mi.html