Skip to content Skip to main navigation Skip to footer

Blog

Sa’lebe kıssası gerçek mi, yoksa sadece bir hikâye mi?

Dr. Kadir Paksoy’un Yeni Ümit Dergisi’nde yayımlanan Sa’lebe Kıssasıyla İlgili Rivayet Üzerine Sened ve Metin Esaslı Tahliller başlıklı makalesinde, bu kıssa ile ilgili olarak özetle şu bilgiler yer almaktadır:
 
“Hadis otoritelerinin raviler hakkında beyan ettikleri ifadelere göre Sa’lebe hadisi, isnâd yönünden son derece zayıf, illetli ve münker bir rivayettir.
 
İbn Hazm, Sa’lebe hadisinin Mu’ân b. Rifâa, Ali b. Yezîd ve Kâsım gibi zaîf raviler kanalıyla nakledilen asılsız ve bâtıl bir rivayet olduğunu; ayrıca nüzul sebebi yönünden de Tevbe 75-77 âyetlerinin münafıklar hakkında genel olduğunu, dolayısıyla bunun Sa’lebe ile bir ilgisinin bulunmadığını kaydeder.
 
İbnu’l-Esîr, Sa’lebe kıssasının sahih olmadığını yahut Bedir’e katılan Sa’lebe hakkında şaibeli olduğunu belirtir.
 
Zehebî, Sa’lebe hadisinin münker olduğuna temas eder.
 
Irâkî ve Heysemî, Taberânî’nin naklettiği Sa’lebe hadisinin Ali b. Yezîd adında metrûk bir ravi sebebiyle zayıf olduğuna dikkat çekmişlerdir.
 
Abdulfettah Ebû Gudde, Sa’lebe hadisinin illetli ve münker bir rivayet olmasına rağmen bilhassa müfessirler tarafından illetine ve nekaretine temas edilmeksizin nakledildiğine dikkat çeker.
 
Âlimlerin de ifade ettikleri bu tenkit ve değerlendirmelere göre Sa’lebe hadisi, son derece zayıf, illetli, münker, hatta asılsız ve bâtıl bir rivayettir. Elbette böyle bir rivayet, muhtevada sunulan hususlarda delil olamaz. Hatta bu kabil rivayetlerin nakledilmesi uygun düşmez.
 
Rivayette Sa’lebe’nin pişman olup zekâtını getirdiği halde, gerek Resulullah tarafından, gerekse halifeleri tarafından kabul edilmediği anlatılmaktadır. Zekâtını getiren kimseyi reddetmek, başta Resulullahın, sonra da Raşit Halifelerin uygulamalarına zıt düşmektedir. Özellikle Resulullah’ın münafıklara karşı izlediği tavır ve stratejiler incelenirse, nifâklarını açıkça yüzlerine vurmadığı, İbn Selûl gibi meşhur münafıkları dahi sabırla idare ettiği görülür.
 
Ayrıca Resulullah’ın ve ilk halifelerin uygulamalarına göre imkân sahiplerinden zekât alınması, gerekirse güce başvurulması söz konusudur. Üstelik bu mevzuda ilk halife Hz. Ebû Bekr’in zekât vermeyenlere karşı kararlı tutumu ve harp ilan etmesi bilinen bir vak’a iken, elbette gönül rızasıyla zekâtını getiren kimselerden reddedilmesi diye bir şey olamaz.
 
Bu itibarla Sa’lebe’nin geri çevrilmesi, ne İslâm ahkâmını tatbik eden Resulullah’ın ne de onun sünnetini takip eden halifelerin uygulamalarıyla bağdaşmaz. Bütün bu veriler, Sa’lebe hadisinin metin/ muhteva açısından çelişkilerle dolu olduğunu göstermektedir.” (Kadir Paksoy, Sa’lebe Kıssasıyla İlgili Rivayet Üzerine Sened ve Metin Esaslı Tahliller“, Yeni Ümit Dergisi, Sayı: 70, 2005.)

Namazda eteğin altına pijama vs. gibi bir şey giymek şart mı?

Bacakların çıplak olarak birbirine değmesi namazı bozmaz. Bayanlar ayaklarına kadar uzanan etekleri ile namaz kılabilirler. Eteğin altına pijama vs. giymeleri şart değildir. Resûlullâh mescitte erkeklerin arkasında namaz kılan kadınlara erkeklerden önce başlarını kaldırmamaları gerektiğini söylemişti. Bunun sebebi, secdeye varan erkeklerin arkadan avret bölgelerinin görülme ihtimalidir. Demek ki onların üzerlerindeki elbiseden başka iç elbiseleri yoktu ve o şekilde namaz kılıyorlardı.

Konuyla ilgili rivayetler şöyledir:

Sehl ibn Sa’d şöyle demiştir: Bazı insanlar Resûlullâh sallallâhu aleyhi ve sellem ile birlikte namaz kılardı. O halde ki bunlar bellerindeki futalarını[1], küçük olduğu için (çocuklar gibi) boyunlarına bağlamış olurlardı. Bu sebepten (cemaate gelen kadınlara): Erkekler doğru­lup oturmadıkça başlarınızı secdeden kaldırmayınız, denirdi. (Buhârî, Amel fi’s-Salât, 14)

Esma bint Ebî Bekr demiştir ki: Resûlullâh’ı, erkeklerin avret mahallerini görmelerinin çir­kinliğinden dolayı; “(Ey kadınlar topluluğu) sizden kim Allah’a ve ahiret gününe inanıyorsa erkekler (secdeden) başlarını kaldırmadıkça başını kaldırmasın” buyururken işittim. (Ebû Dâvûd, Salât, 141-142)

[1]  Futa: Vücudun belden aşağı kısmını örtecek şekilde kuşanılan, genellikle ipekten bir nevi önlük, peştemal.

Cevabın yayımlandığı yer için bkz: Yahya Şenol-Enes Alimoğlu, İnsanlık Tarihi Boyunca O Namaz, Süleymaniye Vakfı Yayınları, 3. Baskı, İstanbul, 2016, s. 181-182.

Nikâh şahitlerinden birinin kadın olması nikâh zarar verir mi?

Kızın/kadının velisinin izni olması ve nikâhın gizli olmaması gibi nikâhla ilgili şartlar tamamlanmışsa bir erkek ve bir kadının şahitliği ile kıyılan nikâh geçerli olur.

Nikâh şahitlerinden birinin veya her ikisinin kadın olmasının nikâha bir zararı olmaz. Kadının şahitliği ile ilgili olarak aşağıdaki linkte yer alan yazıyı okumanızı tavsiye ederiz:

www.suleymaniyevakfi.org/arastirmalar/kadinlarin-sahitligi.html

Sadece öpüşmek gusül abdestini gerektirir mi?

Sadece öpüşmek veya okşamakla gusül abdesti gerekmez. Gusül abdestini gerektiren durum ya cinsel ilişki ya da cinsel ilişki olmasa da boşalma meydana gelmesidir. Öpüşme veya okşama neticesinde boşalma olmaz da şehvetten dolayı sadece zevk suyu/kayganlaştırıcı su gelirse gusül abdesti almak gerekmez. Bundan dolayı sadece abdest bozulur.

Benzer soru-cevaplar için lütfen aşağıdaki linkleri tıklayınız:

www.fetva.net/yazili-fetvalar/kadinlar-da-ihtilam-olur-mu.html

www.fetva.net/yazili-fetvalar/meni-mezi-ve-vedi.html

Psikolojik kökenli hastalıklara dair dinimizin bir çözümü var mı?

Bahsettiğiniz hastalıkların çoğu psikolojik kökenli hastalıklardır. İnsanlar, Allah’ın kendilerinden istediği davranışları yapmadığı zaman fıtratları zedelenir. Fıtrat yara aldıktan sonra da bu tür hastalıkların ardı arkası kesilmez.
 
Öncelikle kişilerin dini düşüncelerini ve yaşantılarını düzeltmeleri gerekir. Bundan sonra Allah’ın izni ile bu tür psikolojik rahatsızlıklar görülmez olur.
 
Bir ayette Allah Teâlâ şöyle buyurmuştur:
 
“İnsanların kendi elleriyle işledikleri yüzünden karada ve denizde fesat çıktı; Allah da belki dönerler diye yaptıklarının bir kısmını böylece kendilerine tattırır.” (Rum, 30/41)

Hacamat nedir? Bilgi verir miniz?

Vücudun herhangi bir yerini hafifçe çizip üzerine boynuz, bardak veya şişe oturtarak kan alma işlemine hacamat denilir.

“Bu yöntemle kan al­mak yahut vücudun istenen yerine kan toplamak için, küçük bir fanus ters tutu­larak içine süratle sokulup çıkarılan bir alev vasıtasıyla havası boşaltıldıktan son­ra vücuda kapatılmakta, böylece kanın, üzerindeki hava basıncının azaldığı o ke­sime hücum etmesi sağlanmaktadır. Eğer amaç sadece kan toplamak değil kılcal damarlardan kan almaksa fanus, o ke­sim bir bıçakla çizildikten sonra kapatılır ve bu durumda kan iç basıncın etkisiyle kolaylıkla dışarı çıkar, yani fanus tarafın­dan emilmiş olur. Bu işlemlerden birinci­sine “kuru hacamat”, ikincisine “kanlı ha­camat” denir. Ancak Türkçede hacamat denilince akla daha çok ikincisi veya atar ve toplardamarlardan fazla miktarda kan alınması gelmektedir ki bunun adı Arap­ça’da fasddır; bu işi yapana da fassâd adı verilir. Türk halkı arasında kuru hacamat için “şişe çekme” tabiri kullanılır.”

“Hacamatın Hz. Peygamber zamanında da sağlığı koruma ve bir te­davi metodu olarak uygulandığı, bizzat kendisinin hacamat yaptırdığı, hatta haca­matı teşvik ettiği bilinmektedir. Hacamatı o dönemde uygulanan en iyi tedavi me­totları arasında sayan (Buhari, Tıp, 13; Müslim, Müsâkat, 62, 63) Resul-i Ek­rem’in ve ashabının genel olarak ağrıya ve baş ağrısına karşı (Buhari, Tıp, 15; Ebu Dâvûd, Tıp, 3) baş, omuz, boyun damarları, kalça ve ayağın üstünden haca­mat yaptırdığı (Buhari, Tıp, 14, 15; Ebû Dâvûd, Menâsik, 35, Tıp, 4. 5; Tirmizî, Tıp, 12; İbn Mâce, Tıp, 21), hacama­tın akla ve hafızaya kuvvet verdiğini söy­lediği (İbn Mâce, Tıp, 22) rivayet edil­mektedir.

(KAYNAK: Abdullah Köşe, Mahmut Rıdvanoğlu, “Hacamat”, Diyanet İslam Ansiklopedisi, c: 14, s: 422-423)

Yoğun bakımdayken kılınamayan namazlar kaza edilir mi?

Yoğun bakımda yatan hasta, bilinci açık olduğu sürece namaz kılmakla mükelleftir. Bir şekilde ona abdest veya teyemmüm aldırılır ve namazlarını ima ile dahi olsa kılar. Ama bilinci açık olmadığı zamanlar namaz mükellefiyeti olmadığı için kendine geldiğinde o namazları kaza etmesine gerek yoktur.

Ayla isminde bir sakınca var mıdır?

Ayla, “hâle” anlamındadır. Yani bazı zamanlarda güneş ve ayın etrafında beliren ışıklı halka, nur halkası demektir. Bunu çocuğunuza isim olarak koymanızda bir sakınca yoktur. Bundan dolayı ahirette azap çekmezsiniz. Konulması uygun olmayan isimler, anlamı dine, tevhide aykırı olan isimlerdir.

Açık saçık giyinen kadınlara baktığımızda asıl suçlu kim olur?

Allah Teâlâ Nur suresinin 30. ayetinde erkeklere harama bakmamalarını, 31. ayette de kadınlara harama bakmamalarını ve süslerini kendilerine yabancı olan erkeklerden gizlemelerini emretmiştir. 
 
“(Resulüm!) Mümin erkeklere söyle; bakışlarını kıssınlar, edep yerlerini korusunlar. Onlar için temiz olan budur.  Allah, onların ne yaptıklarından haberdardır.”
 
“Mümin kadınlara da söyle; bakışlarını kıssınlar ve edep yerlerini korusunlar…” (Nur, 24/30-31)
 
Açık saçık giyinen kadın, Allah’ın bu emrini tutmadığı için günah işlemiş olur. Bu şekilde giyinen kadınlara bakan erkekler de Allah’ın harama bakma yasağını çiğnemiş olur. Yani her ikisi de günahkârdır. Burada erkeklerin kadınları veya kadınların erkekleri suçlaması gerekmez. Her bir birey kendi sorumluluğun bilinciyle hareket ederse herhangi bir sorun çıkmaz. Bazı kadınların açık saçık giyiniyor olması erkeklere, onlara bakma hakkı vermez. Peygamberimizden nakledilen şu hadisi de unutmamak gerekir: 
 
“Gözün zinası bakmaktır.” (Buhârî, İsti’zan, 12)

Kayınvalideme bakmak zorunda mıyım?

Kocanız annesi ile aynı evde oturmak zorunda değildir; fakat annesine bakmak, onun ihtiyaçlarını gidermek zorundadır. Anne ve babasının her türlü ihtiyacını karşılamak oğullarının görevidir. Kur’an-ı Kerim’de Allah’a imandan sonra ilk olarak ana – babaya iyilik etmek tavsiye edilmiştir. Allah Teâlâ bu konuda şöyle buyurmuştur:

“Rabbin, sadece kendisine kulluk etmenizi, ana-babanıza da iyi davranmanızı kesin bir şekilde emretti. Onlardan biri veya her ikisi senin yanında yaşlanırsa, kendilerine «of!» bile deme; onları azarlama; ikisine de güzel söz söyle.

Onları esirgeyerek alçakgönüllülükle üzerlerine kanat ger ve: «Rabbim! Küçüklüğümde onlar beni nasıl yetiştirmişlerse, şimdi de sen onlara (öyle) rahmet et!» diyerek dua et.

Rabbiniz sizin kalplerinizdekini çok iyi bilir. Eğer siz iyi olursanız, şunu bilin ki Allah, kötülükten yüz çevirerek tevbeye yönelenleri son derece bağışlayıcıdır.” (İsra, 17/23-25)

“Biz insana, annesine babasına iyi davranmasını emrettik. Zira annesi onu nice zahmetlerle karnında taşımıştır. Sütten kesilmesi de iki yıl kadar sürer. İnsana buyurduk ki: «Hem Bana, hem de annene babana şükret! Unutma ki sonunda Bana döneceksiniz.»

Eğer onlar seni, hakkında bilgin olmayan bir şeyi (körü körüne) bana ortak koşman için zorlarlarsa, onlara itaat etme. Onlarla dünyada iyi geçin. Bana yönelenlerin yoluna uy. Sonunda dönüşünüz ancak banadır. O zaman size, yapmış olduklarınızı haber veririm.” (Lokman, 31/14-15)

Siz de kocanıza anlayışla yaklaşmalısınız. Sonuçta eşlerden biri  mutsuz olursa o aile yürümez, bunu bilmelisiniz. Bir de kendi annenizi ve kendinizi düşünün, aynı durum sizin başınıza gelse annenizi sokağa mı terk edersiniz? Size nasıl davranılmasını istersiniz?

İkiniz el ele verin. O, annesine babasına, siz de kayınvalidenize en iyi şekilde nasıl yardımcı olabilirsiniz onu planlayın. Aynı evde oturmak zorunda değilsiniz. Eğer ona Allah rızası için iyi davranırsanız, yardımcı olursanız Allah size bunun karşılığı olarak dünyada da mutlu bir yuva, mutlu bir evlilik ve ahirette de cennet nasip eder inşaallah.

Gelinlerin kayınvalidelerine, kayınpederlerine bakması konusunda sitemizde yayınlanan cevabımızı okumak için lütfen aşağıdaki linki tıklayınız:

www.fetva.net/yazili-fetvalar/kayinvalide-ve-kayinpedere-bakmak.html

Peygamberimiz Allah Teala’yı gördü mü?

Başta Aişe validemiz olmak üzere Sahabenin ileri gelenlerinden Abdullah İbn Mes’ud, Ebu Hureyre, Tabiun ulemasının önde gelenlerinden Katade, Mücahit ve Rabî’ ve ulemanın çoğu Peygamberimizin Mirac gecesinde Allah’ı değil; melek Cebrail’i gördüğünü belirtmişlerdir. Onların dayandığı delil Aişe validemizden nakledilen şu hadistir:

“Kim Muhammed’in Rabbini gördüğünü iddia ederse o kişi Allah’a karşı büyük bir yalan uydurmuş olur. Zira o (peygamberimiz) Cebrail’i kendi suretinde, ufku kaplamış bir halde görmüştür.” (Buhari, Bed’ül-Halk, 7. Benzer hadisler için ayrıca bkz.: Buhari, Tevhid, 4; Müslim, İman, 77)

Mirac gecesi Peygamberimizin Allah Teâlâ’yı gördüğüne dair nakledilen rivayet ise Abdullah İbn Abbas’a aittir. Fakat ulema tarafından diğer rivayetlerin yanında bu rivayete itibar edilmemiş, bunun İbn Abbas’ın kendi yorumu olduğu kanaati ağır basmıştır.

(Bu konuda daha geniş bilgi için bkz.: Süleyman Mollaibrahimoğlu, Mirac Gerçeği, İstanbul, 1991 ).

Bununla ilgili görüntülü cevabımızı aşağıdaki linkten izleyebilirsiniz:

www.fetva.net/goruntulu-fetvalar/peygamberimizin-allahi-gordugune-veya-gormedigine-dair-ayet-var-mi.html

Eş cinselliği nasıl terkedebilirim?

O soruyu bize soran kardeşimiz bir daha bizimle irtibata geçmedi. Fakat son gönderdiği mesajında cevabımızda belirttiğimiz hususlara elinden geldiğince riayet edeceğine dair söz vermişti.

Bu iş kararlılık işidir, azim işidir. Kişi ne kadar zor olursa olsun bir işi yapmaya ya da yapmamaya karar verirse başarıya ulaşır. Çalışan kişiye başarı garantisini, sonuç alma garantisini bizzat Allah Teâlâ vermektedir. O şöyle buyurmuştur:

“Erkek olsun kadın olsun, kim mümin olarak güzel işler yaparsa elbette ona güzel bir hayat yaşatacak ve onları işledikleri en güzel işleri esas alarak ödüllendireceğiz.” (Nahl, 16/97)

“İnsanın çalıştığından başkası kendinin değildir. Çalışmasına bakılacak; sonra karşılığı tastamam verilecektir.” (Necm 53/39-41)

Eğer benzer duyguları siz de yaşıyorsanız orada verilen cevaplar sizin için de geçerlidir. Siz yeter ki o işi bırakmayı isteyin. Allah’a da dua edin, size yardımcı olsun diye. Göreceksiniz ki başarılı olacaksınız.

Bir de orada yazılanlara ilaveten konunun uzmanı olan doktorlara görünmenizi ve onlardan yardım almanızı tavsiye ederiz. Her ne kadar medyada ve halk arasında “bu tür şeylerin tedavisi yok, Allah böyle yaratmış” dense de bunlar kesinlikle doğru değildir! Allah bir dert vermişse mutlaka devasını da vermiştir. Peygamberimizden nakledilen bir rivayet şöyledir:

Üsâme b. Şerîk (r.a.)’den rivâyete göre, şöyle demiştir: Bedeviler: Ey Allah’ın Rasûlü! Hastalanırsak tedavi yoluna gidelim mi? Dediler. Resulullah sallallahu aleyhi ve sellem:

“Evet, tedavi görün. Ey Allah’ın kulları tedavi olunuz. Çünkü Allah yarattığı her bir hastalık için mutlaka şifasını (devasını) yaratmıştır. Ancak bir hastalık müstesnadır” buyurdular. Bunun üzerine “o bir hastalık nedir, ey Allah’ın Rasûlü?” dediklerinde; “O ihtiyarlıktır” buyurdu. (Tirmizi, Tıp, 2; Ebû Dâvûd, Tıp: 1; İbn Mâce: Tıp: 1)

Bazı hallerde Cuma namazı terk edilebilir mi?

Cuma namazı ile ilgili ayette Allah Teala şöyle buyurmuştur:

 “Ey inanıp güvenenler! Cuma günü namaz için çağrı yapıldığında alış verişi bırakın; Allah’ın zikrine koşun. Bilseniz bu sizin için daha hayırlıdır.

 Namazı bitirdiğinizde yeryüzüne dağılın ve Allah’ın lütfunu arayın. Allah’ın sözlerini sık sık hatırlayın ki umduğunuza kavuşasınız.” (Cuma, 62/9–10)

Namazlardan hiç biri için Kur’an’da “daha hayırlıdır” ifadesi geçmez. Çünkü beş vakit namaz, her durumda kılınır; ama Cuma bazen kılınmayabilir. Rivayetlere göre sahabeden Abdullah b. Abbas radıyallâhu anh yağmurlu bir günde müezzinine dedi ki: “Ezan okurken ‘Eşhedü enne Muhammeden Resulullâh’ dedikten sonra ‘Hayye ale’s-salâh’ deme. ‘Namazınızı evlerinizde kılın’ de.

İnsanlar bu davranışı yadırgar gibi oldular. O da dedi ki: Bunu benden daha hayırlı olan biri (yani Resûlullâh) yapmıştır. Cuma namazı farz olduğundan size sıkıntı vermek istemedim. O zaman çamurlu ve kaygan zemin üzerinde yürüyecektiniz.” (Buhârî, Cuma, 14)

Aişe validemiz de şöyle buyuruyor: Halk menzillerinden ve Avâlî’den nöbetleşe Cumaya gelirlerdi. Tozlar içinde gelir, toz toprak ve ter içinde, kendilerinden ter akardı. Resûlullâh yanımdayken onlardan biri gelmişti. O buyurdu ki: Keşke bu gün için temizlenmiş olsaydınız.” (Buharî, Cuma, 15)

Bu rivayetler gösteriyor ki bazı zorunlu hallerde cuma namazı terk edilebilir. Hastalık, salgın tehlikesi, öğrencilik, öğretmenlik, hastabakıcılık, askerlik, polislik vs. bu zorunlu hallerdendir. Bu gibi durumlarda o günün öğle namazı kılınmalıdır.

Gayrimüslim ülkelerde mahkemeye başvurmak küfür müdür?

Sözünü ettiğiniz ayetler şöyledir:

60. “Şunları görmez misin? Hem sana indirilene hem senden önce indirilene inandıklarını sanıyorlar hem de o azgının / tağutun önünde yargılanmak istiyorlar. Oysa bunlara, onları tanımama emri verilmiştir. O şeytan ise bunları derin bir sapıklığa düşürmek istemektedir.

61. Onlara “Allah’ın indirdiğine ve bu Elçi’ye gelin” dendiği zaman, o münafıkların senden büsbütün uzaklaştıklarını görürsün.

62. Kendi elleriyle yaptıkları yüzünden başlarına bir iş geldiğinde halleri ne olacak? O zaman sana gelip Allah’a yemin ederek diyecekler ki, “Biz sadece iyilik etmek ve arayı bulmak istemiştik.”

63. Onlar var ya onlar! Onların kalplerinde olanı Allah bilir. Onlara karşı dikkatli ol, öğüt ver, Onların içlerine işleyecek etkili sözler söyle.

64. Biz hangi elçiyi gönderdiysek, bizim bilgimiz altında kendisine boyun eğilsin diye göndermişizdir. Onlar kendi­lerini kötü duruma düşürdüklerinde sana gelseler ve (senin huzurunda) Allah’tan bağış dileselerdi, sen de onla­rın bağışlanması için dua etseydin, o zaman Allah’ın tevbeleri kabul ettiğini ve ne kadar merhametli olduğunu elbette göreceklerdi.

65. Hayır; Rabbine and olsun ki bunlar inanmazlar. Ama aralarında çekiştikleri şeylerde seni hakem yapar, sonra verdiğin kararı, içlerinde bir sıkıntı duymadan kabul eder ve tam olarak teslim olurlarsa o başka.” (Nisa, 4/60-65)

Bu ayetleri dikkatle düşünürseniz bunların sizin durumunuzda olan biri ile ilgili olmadığını kolayca anlayabilirsiniz. Bulunduğunuz yerde hakkınızı almanın tek yolu onların mahkemesine gitmek olduğu için gidebilirsiniz.

Ölen kardeşimin karısı ile imam nikâhı kıyabilir miyim?

Yalnız kaç-göçün önlenmesi ve kadınla erkeğin haram işlemek­sizin bir araya gelerek konuşabilmeleri ve gezebilmeleri için kıyılan ayrı bir nikâh çeşidi yoktur. Bir tek nikâh vardır ve o nikâh kıyılınca evlilik dönemi başlar. Artık kadınla erkek birer evli çift olmuş olurlar. Bu yüzden ölmüş kardeşinizin geride kalan eşinin ve ailesinin onayı ile kıyacağınız bir nikâhla o artık sizin eşiniz olur, eşe ait bütün haklara sahip olur.

Lütfen aşağıdaki linki de tıklayın:

www.fetva.net/yazili-fetvalar/erkek-kardes-olen-abisinin-hanimini-es-olarak-alabilir-mi.html

Network marketing caiz midir?

Görünüşte bu bir mal veya hizmet alımıdır. Fiyatlar her ne kadar fahişse de alıcıyla satıcı anlaştığı taktirde yapılacak bir şey yoktur. Gerçekte bu işlem bir malın satın alınması maksadıyla yapılmamaktadır. Asıl maksat o yolla sisteme girmek, grup oluşturmak ve o grubun paralarının bir kısmını almaktır. Bir malı satın almakla böyle bir gelir elde etme arasında meşru bir ilişki yoktur. Burada zincirleme olarak insanların birbirlerini sömürmesi, herkesin bir başkasının sırtından kazanç elde etmesi hedeflenmektedir. Bu yolla elde edilecek kazanç haramdır. Meşru bir alışveriş görüntüsü altında zihinleri karıştırarak gayri meşru bir kazanca zemin hazırlaması sebebiyle bu işlem aynı zamanda büyük bir aldatma içermektedir.

Allah Teâlâ şöyle buyurur:

“Mümin­ler, mallarınızı aranızda batıl yolla değil, karşılıklı rızaya dayalı ticaretle yiyin. Kendinizi öldürmeyin; Allah size karşı merhametlidir.” (Nisa 4/29)

Geniş bilgi için lütfen aşağıdaki linki tıklayınız:

www.fetva.net/yazili-fetvalar/network-marketing-neden-caiz-degil.html

Alışverişten vazgeçen müşteri ceza öder mi?

Alım satım, tarafların anlaşıp “aldım” ve “sattım” demeleriyle gerçekleşir. Malın teslimi, satışın şartı değil, doğurduğu sonuçlardan biridir. Bundan sonra alıcı, malı teslim almaktan vazgeçemez. Malı almalı ve bedelini anlaşmaya göre ödemelidir.

Satıcı razı olursa müşteri malı geri verebilir. Geri verme, yeni bir satış sayılacağı için farklı fiyatla olabilir. Böylece satıcının bir kısım zararı da karşılanmış olur.

Zayıf hadisle amel edilir mi?

Hadis kitaplarında yer alan hadislere “sahihlik”, “zayıflık” vasfı, anlamlarının Kur’an’a uygunluğuna göre değil; rivayet zincirlerinin sahih olup olmamasına göre verilmiştir. Kendisine “sahih” vasfı verilen hadis, onu kitabına alan âlime ve senedine göre sahihken aynı hadis bir başka âlime göre sahih olmayabilir. Bu yüzden temel ölçüt daima Kur’an olmak durumundadır. Yani bir hadis senet itibariyle sahih olsa ama anlamı Kur’an’a açıkça aykırı olsa onunla amel edilmez. Bunun gibi senedi zayıf görülen ama anlamı Kur’an’a uygun hadislerle amel edilebilir. Fakat hadis kitaplarında zayıf hadislerle amel meselesi anlatılırken bu konu üzerinde pek durulmaz. Kitaplarda anlatılan, Kur’an’da yer almayan bazı faziletli ameller/ibadetler konusunda gelen zayıf hadislerle amel edilip edilmeyeceğidir. Bu konuda Subhi es-Salih’in söyledikleri gerçekten kayda değerdir. Okumanızı tavsiye ederiz:

“Fezâil-i a’mâl (amellerin faziletleri) mevzuunda zayıf hadisle amel etmek caizdir” sözünü herkes söyler durur. Bu sözle, rivayetinde müsama­halı davrandıkları, kendilerince sahih olmayan bütün hadisleri bu gruba katarlar ve böylece sabit ve malum bir esasa dayanmadan bir­çok prensipleri dine ilâve ederler. Aradan asırlar geçmesine rağmen bu söz, Ahmed b. Hanbel, Abdurrahman b. Mehdî ve Abdullah b. Mübârek gibi üç büyük Hadis imamının söylediği buna benzer bir sözün aks-i sadâsıdan başka bir şey değildir. Bu üç büyük imâmın sözü şudur: “Helâl ve haram mevzuunda bir şey rivayet ettiğimizde pek sıkı, fezâil ve benzeri mevzularda bir şey rivayet ettiğimizde de müsa­mahakâr davranırdık.”

Bu imamların sözleri tam olarak anlaşılmamıştır. Nasıl ki bizim nazarımızda sahîh’in mukabili zayıfsa, onların pek sıkı davranmak sözünden kastettikleri de, böyle karşılığı olan bir şey değildir. Helâl ve harama dâir bir şey rivayet ettiklerinde daha temkinli davranarak ancak hadisin en yüksek derecesinde bulunanlarla ihticâc ediyorlardı ki, bu da kendi zamanlarında ittifakla “sahih” diye adlandırılan dere­cedir. Helâl ve haram ile ilgisi olmayan, fezâile dâir bir şey rivayet ettiklerinde pek sıkı davranmak ve sadece sahihleri rivayet etmek zaruretini duymuyorlar, aksine mertebece sahihten aşağıda bulunup, kendi asırlarında henüz yerleşmemiş bir tabir olan Hasen’i de kabule taraftardırlar. Her ne kadar hasen, kendilerinden sonra zayıf adı verilen hadislerden mertebece daha üstün görülüyorsa da, mütekaddimînin ıstılahında zayıf hadisin bir nev’i olarak kabul ediliyordu. Halk bu imamların fezâil babında müsamahalı davranmaları sözüyle, sahih derecesine varmayan hasen hadisleri rivayete elverişli bulmaları şek­linde anlasalar bile, “Fezâil-i a’mâlde zayıf hadisle amel etmek caiz­dir” sözünü pek doğru bulmuyorlardı.

Şu noktada hiç şüphe yoktur ki, -din nazarında- zayıf rivayetler ne şer’î bir hüküm, ne de ahlâkî bir fazilet için kaynak olur; zira zan, gerçekten hiçbir şey ifade etmez. Fezâil de ahkâm gibi dinin esas prensiplerindendir. Binaenaleyh bu prensipleri çürük bir temel üzerine, paramparça olacağı bir uçurum kenarına bina etmek doğru olamaz.

Müsamahakâr davrananların, fezâil-i a’mâl mevzuunda zayıf hadis rivayet edebilmek için öne sürdükleri şartlar ne kadar çok ve müsait olursa olsun, anlattığımız sebebe binaen bunu kabul etmiyoruz. Bilindiği üzere bu şartlar üç tanedir:

1 – Rivayet edilen hadis pek zayıf olmayacak.

2 – Kitap veya sahîh sünnetle sabit olan bir asla dayanacak.

3 – Kendinden daha kuvvetli bir delile muhalif olmayacak.

Zayıf hadis rivayetini – bu şartlara rağmen – kabul etmiyoruz.

Gerek şer’î ahkâm ve gerekse fezâil babında, elimizde, başkasına lüzum bırakmayacak kadar çok sahîh ve hasen hadis vardır. Biz -bu şart­ların çokluğuna rağmen- zayıf hadislerin sabit olduğuna bir türlü inanamıyoruz. Böyle olsaydı ona hiç zayıf der miydik? Hâsılı, zayıf hadisler hakkında şüphe etmekten kendimizi alamıyoruz. Zaten dinde, yakînî olmayan şeylerin hiçbir değeri yoktur.” (Subhi es-Sâlih, Hadis İlimleri ve Hadis Istılahları, Tercüme: M. Yaşar Kandemir, 4. Bs, Ankara, 1986, s: 177-180)

Secdeye giderken önce alın mı yere konur, burun mu?

Namaz kılan kişi rukûdan sonra “semiallâhu li men hamideh” diyerek doğrulur ve “Rabbenâ leke’l-hamd” der. Bundan sonra “Allahu Ekber” diyerek secdeye kapanır. Secdede kişi alnını, burnunu, avuçlarını, iki dizini ve iki ayakuçlarını yere koyar. Alın veya burundan hangisinin önce yere konulacağına dair herhangi bir emir yoktur. Önemli olan bunların secde esnasında yerde olmasıdır. 
 
Konuyla ilgili olarak Peygamberimizden rivayet edilen hadisler şöyledir:
 
“Resulullah aleyhissalâtu vesselâm buyurdu ki: “Ben yedi kemik üzerine secde etmekle emrolundum: Alın -ve eliyle burnunu işaret etti- eller, diz kapakları, ayakların etrafları. Ne elbiseleri ne de saçı (secde sırasında) toplamayız.” (Buhârî, Ezan 133, 134, 137; Müslim, Salât 227-231 (490); Ebu Dâvud, Salât 155; Tirmizî, Salat 203; Nesâî, İftitah 130; İbn Mâce, İkâmet 19)
 
Abdullah İbn Ömer radıyallâhu anhümâ, Resulullah aleyhissalatu vesselâm’a nisbet ederek buyurdu ki: “Eller de secde eder, tıpkı alnın secde etmesi gibi. Öyleyse, biriniz alnını secdeye koyunca ellerini de koysun. Alnı secdeden kaldırdı mı onları da kaldırsın.” (Eb Dâvud, Salât 155; Nesâî, İftitah 129).
 
Bera radıyallâhu anh anlatıyor: “Resulullah aleyhissalâtu vesselâm buyurdular ki: “Secde ettiğin zaman ellerini yere koy, dirseklerini (havaya) kaldır.” (Müslim, Salât 234, (494); Tirmizî, Salât 202).
 
Abdullah İbnu Malik İbni Buhayne radıyallâhu anh anlatıyor: “Resulullah aleyhissalâtu vesselâm namazda secdeye gidince ellerinin arasını, koltuk altı beyazlıkları görününceye kadar açardı.” (Buhârî, Ezân 130, Müslîm, Salât 235, (495); Nesâî, İftitah 52).
 
Tirmizi’nin bir rivayetinde şöyle gelmiştir: “Berâ’ya: “Resulullah aleyhissalatu vesselam secde edince yüzünü nereye koyardı?” diye sordum. “Ellerinin arasına” diye cevap verdi.” (Müslim, Salât 234, (494); Tirmizî, Salât 202).

Bakara Suresi 54. ayette yer alan “nefislerinizi öldürün” ne manaya gelir?

Bakara suresinin 54. ayeti mealen şöyledir:

“Bir gün Musa ulusuna şöyle seslenmişti: “Ey ulusum! Siz o buzağıya tutulmakla kendinizi kötü duruma düşürdünüz. Hemen Yaratıcınıza tevbe edin, sonra kendinizi öldürün. Bu, Yaratıcınız katında sizin için daha iyidir.” Sonra Allah tevbenizi kabul etmişti. O, tevbeleri kabul eder, ikramı boldur.”

Ayetteki “Nefislerinizi öldürün” ifadesi “birbirinizi öldürün” anlamındadır. Nitekim buna benzer bir ifade yine aynı surenin 85. ayetinde de geçmektedir.

Bu konu Tevrat’ta şöyle geçer:

“Musa ordugâhın girişinde durdu, «RAB’den yana olanlar yanıma gelsin!» dedi. Bütün Levililer çevresine toplandı.

Musa şöyle dedi: «İsrail’in Tanrısı RAB diyor ki: “Herkes kılıcını kuşansın. Ordugâhta kapı kapı dolaşarak kardeşini, komşusunu, yakınını öldürsün.»

Levililer Musa’nın buyruğunu yerine getirdiler. O gün halktan üç bine yakın adam öldürüldü.

Musa, «Bugün kendinizi RAB’be adamış oldunuz» dedi, «Herkes öz oğluna, öz kardeşine düşman kesildiği için bugün RAB sizi kutsadı.» (Tevrat: Çıkış, 32/26-29)

Bu cevabın videosunu izlemek için lütfen aşağıdaki linki tıklayınız:

www.fetva.net/goruntulu-fetvalar/bakara-suresi-54-ayette-gecen-nefislerinizi-oldurun-ne-manaya-gelir.html