Tag: İnsanlık Tarihi Boyunca O Namaz
Kendisinden rivayet edilen bir görüşe göre Ebû Hanife, cemaatin imamla birlikte selam vermesi gerektiğini söylemiştir. Onun delili, Buhârî’de geçen ve İtbân b. Mâlik el-Ensârî’nin rivayet ettiği “Biz Resûlullâh ile birlikte namaz kıldık, o selam verdiği vakit biz de verdik” (Buhârî, Ezân, 153) hadisidir.
Kendisinden rivayet edilen diğer görüşe göre Ebû Hanife ve Hanefi mezhebinin diğer âlimleri İmam Muhammed ve Ebû Yusuf ile diğer mezhep imamları İmam Şâfiî, İmam Mâlik ve Ahmed b. Hanbel ise cemaatin imamdan sonra selam vermesi gerektiğini söylemişlerdir. Bu görüşte olanlara göre cemaat, imama tabidir. Tabi olan ise arkadan gelir. Eğer imamla beraber selam verirlerse tabi olmaktan çıkmış, birlikte hareket etmiş olurlar. Bundan dolayı cemaat, imamdan sonra selam vermelidir.
Meşhur muhaddislerden İbn Hacer, yukarıdaki hadisle ilgili olarak Zeyn b. Müneyyir’in şöyle dediğini nakletmiştir:
“Buhârî’nin bu hadisi buraya alması iki ihtimale göredir:
Birincisi: Cemaat, imam selama başladıktan sonra selam vermeye başlar. Yani imam selamı bitirmeden cemaat da selama başlamış olur.
İkincisi: Cemaat, imam selamı bitirdiği zaman selam vermeye başlar. Buna göre şunu söylemek mümkündür: İmam Buhârî’nin kullandığı bu konu (bâb) başlığı iki anlama da gelebildiğine göre müçtehit gerekli inceleme ve araştırmaları yaptıktan sonra dilediği görüşü tercih edebilecektir.”
Daha sonra İbn Hacer kendisi şöyle demiştir: “Bir ihtimal de şudur: İmam Buhârî, ikincisinin şart olmadığını söylemiş olabilir. Çünkü buradaki lafız ikincisinin şart olmadığını, her iki şekilde de selam verilebileceğini, cemaatin hangisini yaparsa yapsın her ikisinin de caiz olacağını göstermektedir.” (Ebu’l-Fadl Şihâbuddîn Ahmed İbn Ali İbn Hacer el-Askalânî: Fethu’l-Bârî bi Şerhi Sahîhi’l-Buhârî, Ta’lîk: Abdurraûf Sa’d vd., Mektebetu’l-Külliyyâti’l-Ezheriyye, y.y., 1978; c: 4, s. 250, 831. hadisin şerhi.)
Bize göre de imam sağa selam verdikten sonra cemaat sağa, imam sola selam verdikten sonra cemaat de sola selam vermelidir. Yani imamla aynı anda değil, imamdan sonra…
Burada namaz kıldıran kişilere, özellikle de cami imamlarına, uzatarak selam vermemeleri gerektiğini hatırlatmak faydalı olacaktır. Zira selamı uzatarak değil, uzatmaksızın vermek sünnettir. Ebû Hureyre radıyallâhu anh’tan gelen rivayete göre, o şöyle demiştir:
“Selamı(n kelime ve harflerini) uzatmamak sünnettir.” (Tirmizî, Salât, 224; Ebû Dâvûd, Salât, 185-186)
Bu rivayeti naklettikten sonra İmam Tirmizî, şu açıklamayı yapmıştır:
“Bu hadis hasen sahihtir. İlim adamları bu şekli müstehap görmüşlerdir. İbrahim en-Nehaî’nin şöyle dediği rivayet olunur: Tekbir ve selam uzatılmaksızın yapılmalıdır.”
“İbn Seyyidi’n-Nâs: Ulemâ, selam lâfızlarını tek tek söylemenin ve onu uzatmamanın müstehap olduğunu söylemişlerdir. Bu konuda ulemâ arasında ihtilâf bilmiyorum der. Namazda sadece selamın değil, intikal tekbirlerinin de imam tarafından uzatılmaması gerekir. Çünkü bu uzatma imamın muktedîden (kendisine uyanlardan) sonraya kalmasına sebep olmaktadır.” (Sünen-i Ebû Dâvûd Tercüme ve Şerhi, Necati Yeniel, Hüseyin Kayapınar, Kontrol: Mehmed Savaş, Şamil Yayınevi, İstanbul, 1988, c: 4, s. 57)
Cevabın yayımlandığı yer için bkz: Yahya Şenol-Enes Alimoğlu, İnsanlık Tarihi Boyunca O Namaz, Süleymaniye Vakfı Yayınları, 3. Baskı, İstanbul, 2016, s. 182-184.
Namazın ikinci rekâtında birinci rekâtta okunan sûre veya ayetlerden daha geride yer alan sûre veya ayetleri okumanın mekruh olduğuna dair herhangi bir ayet veya hadis bulunmamaktadır. Fakat fıkıh mezhepleri, ittifakla, namaz kıraatinde sûrelerin Kur’an’daki tertibine riayet etmemeyi mekruh kabul etmişlerdir.[1] Onların bu konudaki dayanağı ayet ve sûrelerin Mushaf’taki tertibinin tevkîfî yani vahye dayalı olduğu görüşüdür. Bu yüzden namaz kıraatinde Mushaf tertibine uyulması gerektiğini ifade etmişlerdir.
İmam Nevevî’nin bildirdiğine göre Kâdî İyâz, Resûlullâh’ın bir namazda Nisâ sûresinden (4. sûre) sonra Âl-i İmrân sûresini (3. sûre) okuduğu rivayet edilen hadisi[2] açıklarken Ebû Bekir el-Bâkıllânî’nin: “Yazarken, namaz kılarken, derste ve eğitim öğretimde sûrelerin tertibine riayet etmek şart değildir. Çünkü bununla ilgili herhangi bir ayet veya hadis yoktur.” sözünü nakletmiş ve kendisi de şunları söylemiştir:
“Namaz kılan kişinin ikinci rekâtta, birinci rekâtta okuduğu sûreden geride bulunan bir sûre okumasının caiz olduğu konusunda hiçbir fikir ayrılığı yoktur. Mekruh olan, Kur’an tertibine aynı rekâtta ve ayrıca namazın dışında uymamaktır. Bazı âlimler bunu da mubah kabul etmiş ve selefin bu konudaki yasaklamasını, sûrenin sonundan başına doğru tersinden okumakla tevil etmişlerdir.”[3]
Bize göre de namazda ve namaz dışında vahye dayalı Kur’an tertibine riayet ederek okumak daha iyidir. Çünkü Resûlullâh sallallâhu aleyhi ve sellem namaz kıraatlerinde genelde Mushaf tertibine riayet etmiştir. Fakat Müslim’de geçen hadiste görüldüğü gibi ikinci rekâtta bir önceki rekâtta okunan sûreden önceki sûrelerin de okunabileceği ve bunun mekruh olmadığı anlaşılmaktadır. Yani birinci rekâtta Felak sûresini okuyan, ikinci rekâtta daha geride bulunan Kevser sûresini pekâlâ okuyabilir. Mekruh olan, ayet ve sûreleri sondan başa doğru tersinden okumaktır.
İmam Buhârî de el-Câmiu’s-Sahîh’inde “Hz. Osman Mushafı’nın Tertibine Muhalif Olarak Bir Sûreden Evvel Diğer Bir Sûre Okunması” adı altında bir başlık açarak namazda bunun caiz olduğunu ifade etmiştir.[4] Buhârî, o başlıkta tâbiinden “Ahnef b. Kays’ın sabah namazının ilk rekâtında Kehf, ikinci rekâtında Yusuf yahut Yunus sûresi’ni okuyup sabah namazını Ömer radıyallâhu anhın arkasında bu sûreler ile kıldığını söylediğini” rivayet etmiştir.[5] Mushaf tertibine göre Yunus (10. sûre) ve Yusuf (12. sûre) sûreleri, Mushaf’ta Kehf (18. sûre) sûresinden önce yer almaktadır.
Bu arada şunu da hatırlatmakta fayda vardır: Namaz kılarken ikinci rekâtta birinci rekâtta okunan sûreden daha geride bulunan bir sûreyi veya ayetler grubunu okumak mekruh olmadığı gibi birinci rekâtta okunan sûreden sonra tek bir sûre atlayarak okumak da mekruh değildir. Kıraatte en az iki sûre atlanması gerektiğine dair gerekçe olarak “atlanan sûrenin beğenilmemesi” gibi bir durum ortaya çıkmasından bahsedilmektedir ki bunun ne Kur’an’dan delili vardır ne de Sünnetten!
KAYNAK: Yahya Şenol-Enes Alimoğlu, İnsanlık Tarihi Boyunca O Namaz, Süleymaniye Vakfı Yayınları, 3. Baskı, İstanbul, 2016, s. 162-164.
[1] Vehbe Zuhaylî, el-Fıkhu’l-İslâmî, c: 1, s. 772, 7. madde.
[2] Huzeyfe (ra) şöyle rivayet etmiştir: “Bir gece Resûlullâh sallallâhu aleyhi ve sellem ile birlikte namaz kıldım. Bakara sûresine başladı, ben (içimden) yüz ayeti tamamlayınca rükû’ eder; dedim. Sonra devam etti. Ben (içimden) bütün sûreyi bir rekâtta okuyacak; dedim. O yine devam etti. Ben bu sûre ile rükû’a varır; dedim. Sonra Nisâ sûresine başladı. Onu da okudu. Sonra Âl-i İmrân sûresine başladı; onu da okudu. Ağır ağır okuyor, içinde tesbih bulunan bir ayete gelince tesbih ediyor; istek ayetine gelince istiyor; sığınma ayetine gelince (Allah’a) sığınıyordu. Sonra rükû’a gitti…” Müslim, Salâtü’l-Müsâfirîn, 203 (772).
Aynı rekâtta tertibe riayet etmemeyi mekruh kabul eden âlimler, bu hadiste anlatılan olayın, surelerin tertibi konusunda vahiy gelmeden önce olduğunu ve Übeyy b. Ka’b’ın mushafında o surelerin tertibinin Resûlullâh’ın okuduğu şekilde sıralandığını söylemişlerdir. Bkz: Nevevî, Şerhu Sahîh-i Müslim, c: 6, s. 62.
[3] Nevevî, Şerhu Sahîh-i Müslim, c: 6, s. 62.
[4] Buhârî, Ezân, 106.
[5] Buhârî, Ezân, 106.
Hanefi fıkıh kitaplarında erkeklerin kollarını dirseklere kadar sıvayarak namaz kılmaları mekruh kabul edilmiştir. O kitaplarda bu konu anlatılırken dayanak olarak “bu hareketin kibir, gösteriş olacağı”, “secdeye gitmeyi zorlaştıracağı”, “namaz adabına, ciddiyetine uygun olmayacağı” gibi gerekçeler ileri sürüldüğü görülmektedir.
Konuyla ilgili bir hadis ise şöyledir:
Resûlullâh buyurdular ki:
“Bana yedi kemik üzerine secde etmem emredildi. Alın -ve eliyle burnunu işaret etti- eller, diz kapakları, ayakların uçları. Elbiseleri de saçı da (secde sırasında) toplamayız.” (Buhârî, Ezân, 133, 134, 137; Müslim, Salât, 227-231 (490); Ebû Dâvûd, Salât, 155; Tirmizî, Salât, 203; Nesâî, Tatbîk, 40, 43-44; İbn Mâce, İkâmet, 19.)
İmam Nevevî, bu hadisin şerhinde şunları söylemektedir:
“Bu hadise göre namazda saçı veya elbiseyi toplamak mekruhtur. Bu hâl cumhûr-u ulemâya (âlimlerin çoğunluğuna) göre; namaz içinde de namaza girmezden önce de mekruhtur. Buradaki kerâhet, kerâhet-i tenzîhiyye’dir (tenzîhen mekruh). Bu şekilde namaz kılmak her ne kadar hoş olmasa da namaz geçerli olur. İbnu’l-Munzir, Hasan-ı Basri’nin bu şekilde kılınan namazın iade edilmesi gerektiğini anlatır. Âlimlerden Dâvûdi ise bu elbise toplama/kıvırma işinin sadece namaz için olması halinde mekruh olacağını söylemiştir. Hâlbuki cumhurun görüşü tercihe şayandır.” (İmam Nevevî, Şerhu Sahîh-i Müslim, c: 4, s. 209)
Hanefi mezhebine göre ise mekruh olan, elbisenin kollarını dirseklere kadar kıvırmaktır. Dirsekten aşağı -mesela bileklerin hemen üstüne kadar- kıvırmak mekruh değildir. (Zuhaylî, el-Fıkhu’l-İslâmî, c: 1, s. 781, 24. madde.)
İnsanlar genelde bir işe girişirken elbiselerinin kollarını sıyırırlar. Bunu yaparken elbisenin kollarının yapılacak işe engel olmamasını veya -işin yapısına bağlı olarak- herhangi bir pislik bulaşmamasını isterler. Fakat namaz, böyle değildir. Bu yüzden namaza başlarken sanki böyle bir işe girişiyormuş gibi elbisenin kollarını veya pantolonların paçalarını sıvamak hoş karşılanmaz. Ama -yukarıda da belirtildiği gibi- namaz dışında kolları kıvrılmış olan gömlekle veya kısa kollu bir gömlek ya da tişörtle namaza durmakta herhangi bir sakınca yoktur.
KAYNAK: Yahya Şenol-Enes Alimoğlu, İnsanlık Tarihi Boyunca O Namaz, Süleymaniye Vakfı Yayınları, 3. Baskı, İstanbul, 2016, s. 167-168.
Resûlullâh farz namazlarının haricindeki namazlarını mescidinde değil evinde kılar, ashabına da böyle yapmalarını tavsiye ederdi. Konuyla ilgili hadisler şöyledir:
“Ey insanlar! Evinizde namaz kılınız. Zira farz namaz dışındaki namazların en makbulü, insanın evinde kıldığı namazdır.” (Buhârî, Ezân 81, İ’tisâm 3)
“Namazınızın bir kısmını evlerinizde kılınız da oraları kabirlere çevirmeyiniz.” (Buhârî, Salât, 52, Teheccüd, 37; Ebû Dâvûd, Salât, 199, Vitir, 11; Tirmizî, Salât, 213; Nesâî, Kıyâmü’l-Leyl, 1.)
“Biriniz farz namazını mescitte kıldığı zaman, o namazından evine de bir pay ayırsın. Zira Allah Teâlâ bu namaz sebebiyle evinde hayır yaratır.” (Müslim, Salâtü’l-Müsâfirîn, 210; İbni Mâce, İkâmet 186.)
Nâfile namazları evlerde kılmanın çeşitli sebepleri vardır. Bunlardan biri, evlerin şerefini artırmak, oraları bereketlendirmektir. Çok önemli bir diğer sebep de evlerde kılınan namazın, insanın manevi dünyasını alt üst eden riya ve gösterişten insanı korumasıdır. Resûlullâh’ın evinin mescide bitişik olduğu halde sünnet namazları evinde kılması dikkatimizi çekmelidir.
Evlerde namaz kılmanın bir diğer hikmeti de evleri mezarlık gibi cansız ve ölü hale getirmemek şeklinde ifade edilmiştir. Ölüp de kabre girmiş kimseler için “namaz kıl!”, “Kur’an oku!” emirleri bir mana ifade etmez. Bu sebeple onlar kabristanda ne namaz kılabilirler ne de Kur’an okuyabilirler. Müslümanlar bu durumu dikkate alarak evlerini kabristana benzetmemeli, orayı içinde yatıp uyunan birer otel durumuna getirmemeli, evlerinde ibadet etmeli, namaz kılıp Kur’an okumalıdırlar. (M. Yaşar Kandemir, İ. Lütfi Çakan, Raşit Küçük, Riyâzu’s-Sâlihin Tercümesi ve Şerhi, Erkam Yay., 2006, c: 5, s: 332-333, 1132 numaralı hadisin açıklaması.)
Bunun yanı sıra sünnet namazları camide değil de evinde kılan bir Müslüman camiye gidemeyen eş, anne, baba, dede, çocuk gibi aile fertlerine de güzel bir örnek olur. Bu sayede onlara namazı nasıl kılacaklarını göstermesinin yanı sıra namaz vaktinin girdiğini ve onların da namaz kılmaları gerektiğini hatırlatmış olur.
KAYNAK: Yahya Şenol-Enes Alimoğlu, İnsanlık Tarihi Boyunca O Namaz, Süleymaniye Vakfı Yayınları, 3. Baskı, İstanbul, 2016, s. 156-158.
Sünnet namazlar hakkında geniş bilgi için lütfen aşağıdaki linki tıklayınız:
Dinimiz namazların sünnetlerini kılmayı kesin olarak emretmemiş; teşvikte bulunmuştur. Kılanlar büyük sevaplar elde eder; ama kılmayanlar herhangi bir günaha girmiş olmazlar. Farz namaz gibi anlaşılmaması için sünnet namazların bazen terk edilmesi uygundur.
Sabah namazının sünneti, öğle namazının sünnetleri, akşam namazının sünneti ve yatsı namazının son sünneti Nebîmizin devamlı kıldığı, nadiren terk ettiği sünnetlerdir. Bunlara sünnet-i müekkede denir. Bunları kılmak her ne kadar kişiye çok büyük sevaplar kazandırsa da farz değildirler; terk edilmeleri halinde kişiye uhrevî bir azap gerektirmez. Yani kişi kılmaması halinde Allah katında bu namazlardan hesaba çekilmez. Fakat Nebîmizin nadiren terk edip sürekli kılması, bir Müslüman için bu namazları kılma konusunda yeterli bir sebeptir. Zira o bize her konuda örnektir. O, bu namazları sürekli kılmışsa bizim de sürekli kılmaya çalışmamız gerekir. Nebîmiz bu namazları kendi başına ihdâs etmemiş, bazı ayetlerden yola çıkarak kılmıştır. Bu ne kadar böyle olsa da kesin bir emir olmadığı için bunların farz gibi algılanmaması da önemlidir. Bu yüzden bazen terk edilebilir.
Cevabın yayımlandığı yer için bkz: Yahya Şenol-Enes Alimoğlu, İnsanlık Tarihi Boyunca O Namaz, Süleymaniye Vakfı Yayınları, İstanbul, 2016, s. 158-159.
Sünnet namazlar hakkında geniş bilgi için lütfen aşağıdaki linki tıklayınız:
Farzlardan önce ve sonra kılınan sünnet namazların ayetten delili var mı?
“Yukarıdaki ayetin tamamı şöyledir:
“Sabır göstererek ve namaz kılarak yardım isteyiniz. Bu, saygılı olanlardan başkasına gerçekten ağır bir görevdir.” (Bakara, 2/45)
Huşû sahibi olmak, saygılı olmaktır, bir ruh kıvamına ulaşmak değildir. Bu, kendini düşük, Allah’ı yüce mertebede görenlerde olur. İnsan bundan dolayı Allah’a boyun eğer. Bu olmasa kimse namazı sürekli kılmaz. Çünkü namaz zevk için değil, Allah emrettiği için kılınır. Bazen kişinin elinde olsa ne abdest alır ne namaz kılar. Ama Allah’ın emrine uyma inancı ona o namazı kıldırır. İşte kulluk budur. Yani bir şeyi, kendi istediği için değil, Allah istediği için yapmaktır. Kulluğun verdiği zevki de hiçbir şey veremez.
Mâûn sûresinde şu ayetler geçer:
“Yazıklar olsun o, namaza duranlara ki onlar, namazlarının farkında olmazlar. Onlar gösteriş yaparlar. Yardımdan alıkoyarlar.” (Maûn, 107/4-7)
Müslüman namazı başkaları görsün diye değil, Allah’ın emri yerine gelsin diye kılar.
Münafık, içten inanmadığı halde inanmış gözüken kişidir. O, namazı, Allah için değil, toplumdan dışlanmamak için kılar. Onun namazı Müslümanın namazıyla kıyaslanamaz.”[1]
Namazda akla çeşitli düşüncelerin gelmesi gayet doğaldır. Buhârî’de geçen bir rivayete göre Hz. Ömer “Ben namazda iken (kafamda) ordumun mühimmatını hazırlar, tertip ve tanzim ederim!” demiştir. (Buhârî, el-Amel fi’s-Salât, 18)
Yine Buhârî’de geçen bir rivayete göre Peygamberimizin de namazdayken aklına çeşitli düşünceler gelirmiş. İlgili rivayet şöyledir:
Ukbe b. Hâris radıyallâhu anh şöyle demiştir: “Ben Hz. Peygamber ile beraber ikindi namazını kıldım. O, selam verince, süratle kalktı; acele acele hanımlarından birinin yanına girdi. Sonra dışarı çıktı ve süratle gitmesinden dolayı cemaatin yüzlerindeki hayretlerini gördü ve şöyle buyurdu:
‘Ben namazda iken bizde biraz altın bulunduğunu hatırladım. Ve bizim yanımızda akşama ulaşmasını (veya) bizim yanımızda gecelemesini istemedim de onun taksim edilip dağıtılmasını emrettim.” (Buhârî, el-Amel fi’s-Salât, 18.)
Şeytan, Allah Teâlâ’dan kıyamete kadar süre alınca şöyle demişti:
“…. Ant olsun ki ben de onlar için, senin doğru yolunun üzerinde oturacağım. Sonra onlara; önlerinden, arkalarından, sağlarından, sollarından sokulacağım. Onların çoğunu sana şükreder bulamayacaksın.” (A’râf, 7/16-17)
Şeytana genel bir izin verildiği için onun vesvesesinden peygamberler bile kurtulamamışlardır. Allah Teâlâ şöyle buyurur:
“Senden önce gönderdiğimiz bir tek nebî ve elçi yoktur ki bir şeyi arzuladığı zaman, şeytan onun arzusuna vesvese karıştırmış olmasın. Allah şeytanın karıştırdığını giderir, sonra Allah kendi ayetlerini pekiştirir. Allah bilendir, hakîmdir.” (Hacc, 22/52)
Ayetlerden anlaşıldığında göre namaz gibi önemli ibadetlerle uğraşan insanlara bu tür vesveselerin gelmesi gayet normaldir. Önemli olan, bu vesveselere kapılmamak ve ibadetleri terk etmemektir.
KAYNAK: Yahya Şenol-Enes Alimoğlu, İnsanlık Tarihi Boyunca O Namaz, Süleymaniye Vakfı Yayınları, İstanbul, 2016, s. 143-145.
[1] Bu cevap Abdülaziz Bayındır’ın Altınoluk Dergisi’nde yayımlanan bir röportajından alıntılanmıştır. Yıl: 2001, sayı: 182. Röportajın yayımlandığı yer için bkz: http://www.suleymaniyevakfi.org/elestiriler/altinoluk-dergisinin-roportaji.html
Bir kadının eli, yüzü ve ayakları haricinde bütün vücudu, açılmaması gereken süs/ziynet/avret olarak kabul edildiği için bir kadının namazda eli, yüzü ve ayakları hariç bütün vücudunu örtmesi gerekir. Avret sayılmadığı için[1] ayaklarında çorap bulunması şart değildir.
KAYNAK: Yahya Şenol-Enes Alimoğlu, İnsanlık Tarihi Boyunca O Namaz, Süleymaniye Vakfı Yayınları, İstanbul, 2016, s. 174.
[1] Talebesi Hasan b. Ziyâd’ın rivayet ettiğine göre İmam-ı Azam Ebû Hanife kadının ayağına (bilekten aşağısına) bakılmasının mubah olduğunu söylemiştir. İmam Tahâvî de aynı görüştedir. Çünkü kadınlar alım satım gibi bazı işlemlerde erkeklere karşı nasıl yüzleri ve ellerini açabiliyorlarsa yalınayak veya terlikle yürürken de ayaklarını açmak zorunda kalabilirler. Çünkü her zaman ayakkabı/bot/çizme gibi (ayağı tamamen kapatan) bir şey bulamayabilirler. Bkz: Serahsî, el-Mebsût, c: 10, s: 153. Ayrıca bkz: www.suleymaniyevakfi.org/arastirmalar/basortusu-ve-ortunme.html
Namazda niyet, hangi namazı kıldığının farkında olmaktır. Arapça, Türkçe veya başka bir dille telaffuz edilmesi şart değildir. Zaten Nebîmizim namaza dururken “niyet ettim falan namazın farzını/sünnetini kılmaya” şeklinde niyet ettiği vaki değildir. O, şöyle buyurmuştur:
“Ameller niyetlere göredir.” (Buhârî, Bed’ül-Vahy, 1, İman, 41; Müslim, İmâret, 155)
Niyetle ilgili olarak sadece bu hadis vardır. Öyleyse hangi namaz kılınacaksa kılınsın, namaz kılan kişi namaza başlama esnasında bunun şuurunda, farkında olursa bu, onun niyetidir; yani özellikle “niyet ettim şu namazın farzını/sünnetini kılmaya” şeklinde söylemesi şart değildir.
KAYNAK: Yahya Şenol-Enes Alimoğlu, İnsanlık Tarihi Boyunca O Namaz, Süleymaniye Vakfı Yayınları, İstanbul, 2016, s. 140.
Sorunun görüntülü cevabını da aşağıdaki linkten izleyebilirsiniz:
Her Müslümanın namazını kılabilecek kadar Kur’an’dan ayet veya sûre bilmesi gerekir. Madem siz bu miktarda sûre biliyorsunuz namaz için bu size yeterlidir. Fil sûresinden aşağısı, kısa sûrelerden meydana geldiği için halk arasında “namaz sûreleri” olarak meşhur olmuştur. Halkımızın büyük çoğunluğu sadece bu sureleri ezbere bildiği için namazda bunları okumaktadır. Ama namazda sadece bunların okunacağı şeklinde bir şart yoktur!
Çevrenizdekilerin namaz sûrelerini “mutlaka ezberlemen lazım” demesi bu alışkanlıklarından dolayıdır. Tabii ki bunları ezberlemeniz arzu edilir. Zira Allah’ın kitabı Kur’an-ı Kerim’den ne kadar fazla ayet ezberlerseniz sizin için o kadar iyi olur. İbadetlerinizi daha şuurlu bir şekilde yerine getirirsiniz. Fakat bundan da önemlisi metnini ezberlediğiniz ayet veya sûrelerin anlamlarını da bilmenizdir. Çünkü bir şeyin “zikir” olmasının önemli özelliklerinden biri onun ne manaya geldiğinin biliniyor olmasıdır. Bu açıdan namazda okuyacak kadar ezberleyebildiğiniz yerlerin anlamlarını da bilmeniz namazı daha bir huşû içerisinde kılmanız açısından hayli önemlidir.
Son olarak Kur’an’da geçen dua ayetlerini anlamlarıyla birlikte ezberleyip bunları namazda zamm-ı sûre olarak okumanızı da bir tavsiye olarak buraya kaydedebiliriz.
KAYNAK: Yahya Şenol-Enes Alimoğlu, İnsanlık Tarihi Boyunca O Namaz, Süleymaniye Vakfı Yayınları, İstanbul, 2016, s. 165-166.
Peygamberimiz sallallâhu aleyhi ve sellem namaz için özel elbiseler giymezdi. Yaşadığı bölgenin sıcak olması sebebiyle genelde başı örtülü gezip dolaştığı için namazlarını da başı örtülü bir şekilde kılmıştır. Günümüzde yaygın olarak kullanıldığı gibi yanında namaza özel bir başlık (takke, sarık) taşımazdı.
Erkeklerin namazı başları açık ve çorapsız bir şekilde kılmalarının herhangi bir sakıncası bulunmamaktadır, günah değildir. Çünkü erkeklerin baş ve ayakları namazda örtülmesi gereken yerlerden değildir.
Fıkhu’s-Sünne adlı kitabında Seyyid Sâbık bu konuda şu bilgilere yer vermiştir:
“İbn Asâkir’in İbn Abbas’tan rivayet ettiğine göre Resûlullâh sallallâhu aleyhi ve sellem çoğu kez başındaki başlığı çıkarır, önüne sütre olarak koyardı.
Hanefilere göre erkeklerin başları açık olarak namaz kılmalarında bir sakınca yoktur. Fakat huşû için daha uygun olduğu düşünülürse baş açık olarak namaz kılmak müstehap olur. Namazda başı örtmenin fazileti hakkında herhangi bir delil yoktur.” (Seyyid Sâbık, Fıkhu’s-Sünne, Dâru’l-Feth, 12. Bs., Kahire, 1996, c: 1, s. 98.)
KAYNAK: Yahya Şenol-Enes Alimoğlu, İnsanlık Tarihi Boyunca O Namaz, Süleymaniye Vakfı Yayınları, İstanbul, 2016, s. 149-150.
Bununla ilgili görüntülü bir cevabımız için lütfen aşağıdaki linki tıklayınız:
www.fetva.net/goruntulu-fetvalar/takke-ve-sarikla-namaz-kilmak-daha-faziletli-midir.html
Allah Teâlâ şöyle buyurmuştur:
“Ey iman edenler! Sabır ve namaz ile Allah’tan yardım isteyin. Çünkü Allah muhakkak sabredenlerle beraberdir.” (Bakara, 2/153)
Buna göre Allah’tan bir şey isteneceği zaman namaz kılınması aslen ayetin hükmüdür. Dört Sünnî mezhebe ve Caferiler’e göre müstehap olan hacet namazının meşruiyetine dair şu hadis zikredilmektedir:
“Kimin Allah’tan veya insanlar tarafından giderilecek bir ihtiyacı varsa usulüne uygun abdest alıp iki rekât namaz kılsın, arkasından Allah’a hamd edip Peygambere salâvat getirsin ve şöyle desin:
لاَ إِلَهَ إِلاَّ اللَّهُ الْحَلِيمُ الْكَرِيمُ سُبْحَانَ اللَّهِ رَبِّ الْعَرْشِ الْعَظِيمِ الْحَمْدُ لِلَّهِ رَبِّ الْعَالَمِينَ أَسْأَلُكَ مُوجِبَاتِ رَحْمَتِكَ وَعَزَائِمَ مَغْفِرَتِكَ وَالْغَنِيمَةَ مِنْ كُلِّ بِرٍّ وَالسَّلاَمَةَ مِنْ كُلِّ إِثْمٍ لاَ تَدَعْ لِي ذَنْبًا إِلاَّ غَفَرْتَهُ وَلاَ هَمًّا إِلاَّ فَرَّجْتَهُ وَلاَ حَاجَةً هِيَ لَكَ رِضًا إِلاَّ قَضَيْتَهَا يَا أَرْحَمَ الرَّاحِمِينَ
“Allah’tan başka ilâh yoktur. O Halîmdir, Kerîm’dir. Büyük arşın rabbi olan Allah tüm eksikliklerden münezzehtir. Her şeyin sahibi ve yaptığı her şeyi güzel yapan Allah’a hamdüsenalar olsun. Allahım! Senden rahmetine ve affına ulaştıracak davranışlarda bulunmayı, her türlü iyiliği elde etmeyi, her türlü günahtan salim olmayı diliyorum. Bende bağışlamadığın günah, gidermediğin keder ve karşılamadığın rızana uygun bir ihtiyaç bırakma, ey merhametlilerin en merhametlisi olan Allahım!” (Tirmizî, Vitir, 17; İbn Mâce, İkâme, 189)
Her ne kadar bu hadis, hadis uzmanlarınca senet açısından tenkide tabi tutulup zayıf olarak nitelendirilmişse de yukarıda görüldüğü gibi bir hacet için namaz kılmak ayetle sabit olan bir uygulamadır. Buna göre, herhangi bir ihtiyacı olan kişi en az iki olmak üzere miktarını kendisi belirleyeceği kadar nafile namaz kılar ve ardından ister hadisteki duayı isterse de kendi istediği şekilde dua eder.
KAYNAK: Yahya Şenol-Enes Alimoğlu, İnsanlık Tarihi Boyunca O Namaz, Süleymaniye Vakfı Yayınları, İstanbul, 2016, s. 163-164.
Kur’an-ı Kerim’de cemaatle namazın önemine işaret eden birkaç ayet bulunmaktadır.[1] Peygamberimiz de cemaatle namaz kılmaya büyük önem vermiştir. Bu önem sebebiyle sahabe dönemde özürsüz yere cemaate katılmayanlara neredeyse münafık gözü ile bakıldığı rivayetlere yansımıştır![2] Bunun yanı sıra Resûlullâh, gözleri görmeyen bir sahabiye bile ezanı işittiği müddetçe cemaati terk etmemesi konusunda uyarıda bulunmuştur.[3]
Bazı âlimler konu hakkındaki delillerden hareketle cemaatle namaz kılmayı farz-ı ayn, bazıları da farz-ı kifâye kabul etmişlerdir. Fakat çoğunluğun görüşü bunun sünnet-i müekkede olduğu yönündedir ki bizce de doğrusu budur. Çünkü Abdullah İbn Ömer’den nakledilen bir hadise göre Peygamberimiz şöyle buyurmuştur:
“Cemaatle kılınan namaz tek başına kılınan namazdan yirmi yedi derece daha faziletlidir.”[4]
Buradaki “daha faziletlidir” sözü cemaatle namazın farz olmadığını göstermektedir. Fakat mümkün mertebe özürsüz olarak cemaatin terk edilmemesi gerekir. Çünkü unutmamak lazımdır ki cemaatle namaz kılmak; ezan, minare, kurban gibi ümmet-i Muhammed’in sembollerinden, nişanelerinden biri olmuştur. Asrı saadetten bu yana Müslümanlar, vakit namazlarını camide diğer kardeşleri ile birlikte omuz omuza kılmışlar, çocuklarına bu güzel ibadeti miras bırakıp bugünlere kadar gelmesine vesile olmuşlardır. Zaman zaman dini hayatta olumsuzluklar, gevşeklikler yaşanmasına rağmen bu, cemaatle namaza yansımamıştır. Sahabeden Ebu’d-Derdâ radıyallahu anh’ın “Cemaatle namaz kılmaları müstesna vallahi Muhammed ümmetini tanıyamaz oldum”[5] demesinden de anlaşıldığı gibi selef cemaatle namaz konusunda oldukça titiz davranmış, bazı şeylerden olsa da cemaatle namaz kılmaktan asla taviz vermemişlerdir.
Aslında bizzat mescitlerin/camilerin ve ezanın varlığı bile namazların cemaatle eda edilmesi gerektiğini gösterir. Zira mescitler/camiler, insanlar namazlarını cemaatle birlikte burada kılsınlar diye inşa edilmiştir. Eğer namazların evlerde/iş yerlerinde tek başına kılınması gerekli olsaydı camilerin yapılmasına ihtiyaç duyulmazdı. Aynı şey ezan için de geçerlidir. Ezan, namaz vaktinin girdiğini haber vermek için değil, namazın birlikte kılınması için yapılan bir çağrıdır. “Hayye ale’s-salât/haydi namaza”, “Hayye ale’s-felâh/haydi kurtuluşa” cümlelerinin cemaate davetten başka ne anlamı olabilir ki!
[1] Bkz: Bakara, 2/43; Nisâ, 4/102; Mâide, 5/58.
[2] Abdulah İbn Mes’ud’un bu konuda şöyle söylediği rivayet edilmiştir: “Allah’a yemin ederim ki ben nifâkı malum münafıktan veya hasta olanlardan başka hiçbirimizin cemaatle namaza katılmaktan geri kaldığını görmedim! Hatta hasta olanlar bile iki adamın arasına girerek (onların omuzlarına tutunarak) de olsa mutlaka namaza gelirlerdi…” (Müslim, Mesâcid, 256 (654).
[3] Bkz: Müslim, Mesâcid, 255 (653),
[4] Buhârî, Ezân, 30; Müslim, Mesâcid, 249-250 (650); Nesâî, İmâmet 42; İbni Mâce, Mesâcid 16. Cemaatle kılınan namazın tek başına kılınan namazdan yirmi beş derece daha faziletli olduğuna dair de hadisler vardır. Bunun için bkz: Buhârî, Ezân 30; Müslim, Mesâcid , 245-247 (649).
[5] Buhârî, Ezân, 31.
KAYNAK: Yahya Şenol-Enes Alimoğlu, İnsanlık Tarihi Boyunca O Namaz, Süleymaniye Vakfı Yayınları, İstanbul, 2016, s. 175-176.
Konuyla ilgili görüntülü cevaplarımız için lütfen aşağıdaki linkleri tıklayınız:
Dinimizde ibadetlerle yükümlü olmak, ergenlik çağı ile başlar. Ali radıyallâhu anh’dan rivayete göre Resûlullâh sallallâhu aleyhi ve sellem şöyle buyurmuştur:
“Kalem (sorumluluk) üç kişiden kaldırılmıştır: Uyanıncaya kadar uyuyan kimseden, akıl baliğ oluncaya kadar çocuktan, aklî dengesi yerine gelinceye kadar deli ve benzeri kişilerden.” (Tirmizî, Hudûd, 1. Ayrıca bkz: Buhârî, Talak, 11, Hudûd, 22; Ebû Dâvûd, Hudûd, 17; Nesâî, Talak, 21; İbn Mâce, Talak, 15; Ahmed b. Hanbel, 1/116, 118.)
Diğer ibadetler gibi namaz da ergenlik çağına girmiş ve akıllı olan kadın-erkek her Müslümana farzdır. Ergenlik erkeklerin ihtilam olmaya (rüyalarında boşalmaya), kızların da âdet görmeye başladıkları zamandır.
Ergenlik çağının başlangıcı kızlar için 9, erkekler için de 12 yaştır. Ebû Hanife’ye göre erkekler 18, kızlar 17 yaşını tamamlayınca, İslam hukukçularının büyük çoğunluğuna göre ise kız-erkek ayrımı gözetilmeksizin çocuklar 15 yaşını tamamlayınca hükmen ergen olmuş sayılırlar. (Ali Bardakoğlu, “Bülûğ”, DİA, İstanbul, 1992, c: 6 s: 414) 15 yaşına kadar âdet görmeye başlamamış bir kız ile ihtilam olmamış bir erkek de ergenliğe girmiş sayılır. Dolayısıyla bu yaşta olanların namaz kılmaları farz olur.
KAYNAK: Yahya Şenol-Enes Alimoğlu, İnsanlık Tarihi Boyunca O Namaz, Süleymaniye Vakfı Yayınları, İstanbul, 2016, s. 139-140.
Görüntülü cevabımız için lütfen aşağıdaki linki tıklayın:
www.fetva.net/namaz/namaz-cocuklara-kac-yasinda-farz-olur.html
Abdest ve namaz diğer ibadetlerde olduğu gibi sadece Nebîmize ve biz ümmetine değil, her nebîye ve ümmetlerine farz kılınmıştır. Übeyy İbn Ka’b’ın şöyle dediği rivayet olunmuştur:
“Resûlullâh su istedi ve abdest uzuvlarını birer defa yıkayarak abdest aldı. Sonra buyurdu ki:
‘Bu, kişinin öyle bir abdestidir ki onu almazsa Allah, hiç bir namazını kabul etmez.’
Bundan sonra o, uzuvlarını ikişer defa yıkayarak abdest aldı ve şöyle buyurdu:
‘Bu, kişinin öyle bir abdestidir ki onu aldığı zaman Allah iki kat sevap verir.’
Daha sonra o, uzuvlarını üçer defa yıkamak suretiyle abdest aldı ve sonra şöyle buyurdu:
‘Bu, benim ve benden önceki Resûllerin abdestidir.’ (İbn Mâce, Tahâret, 47)
Hadisin Ahmed b. Hanbel rivayetinde bu son cümle “Bu, benim ve benden önceki nebîlerin abdestidir.” şeklinde yer almaktadır. (Ahmed b. Hanbel, 2/98.)
Hadiste görüldüğü gibi Nebîmiz “Bu, benim ve benden önceki Resûllerin/Nebîlerin abdestidir.” dediğine göre, abdestin Mekke’de biliniyor olması ve namazların ta en başından beri abdestli olarak kılınmış olması gerekir.
Üsâme b. Zeyd’in, babası Zeyd b. Hârise’ye dayanarak rivayet ettiği bir başka hadise göre abdest ve namaz, ilk gelen vahiyle birlikte Cebrail Aleyhisselâm tarafından Nebîmize öğretilmiştir. (Ahmed b. Hanbel, 4/161)
Abdest ayeti olarak bilinen Mâide sûresi 6. ayetin Medine döneminde nazil olması, içerdiği bir kolaylıkla alakalıdır ki o da abdest alırken ayakların mesh edilebilmesidir. Öyle bir kolaylık gelmeyecek olsaydı muhtemelen abdesti tarif eden herhangi bir ayet bulunmayacak; fakat buna rağmen namazlar yine de abdestsiz kılınmayacaktı. Çünkü tarihi geçmişi ilk peygambere kadar dayanan namaz ibadetinin hangi ön şartlar (abdest, gusül, vakit, kıble vs.) altında ifa edileceği gayet iyi bir şekilde biliniyor olacaktı.
İlave bilgi olarak şunlar da söylenebilir:
“ … Cebrail’in Hz. Peygamber’e namaz ve abdesti öğreterek birlikte abdest alıp namaz kıldıkları ve söz konusu ayetin nüzulünden önce asla abdestsiz namaz kılınmadığı, siyer âlimlerinin üzerinde ittifak ettikleri bir husustur. Abdestin ilgili ayetle farz kılındığı, daha önceleri ise namaz için abdest almanın mendub olduğu yolundaki münferit görüşler bir yana, bütün Müslüman âlimler abdestin Cebrail’in öğretmesiyle Mekke’de namazla birlikte farz kılındığını, zikredilen ayetin de mevcut bir hükmün ehemmiyetine binaen teyit ve takriri mahiyetinde olduğunu kabul ederler. Böylece abdest, üzerinde ihtilâf söz konusu olamayacak kesin ve müstakil bir nassa dayandırılmış olup, namaza bağlı tâli bir hüküm mülahazasıyla zamanla önemsenmeyerek ihmal edilmesi ihtimali ortadan kaldırılmıştır.” (Abdulkadir Şener, “Abdest”, Diyanet İslam Ansiklopedisi, c: 1, s: 69.)
Cevabın yayımlandığı yer için bkz: Yahya Şenol-Enes Alimoğlu, İnsanlık Tarihi Boyunca O Namaz, Süleymaniye Vakfı Yayınları, İstanbul, 2016, s. 141-143.
Kur’an-ı Kerim’de sık sık İbrahim Aleyhisselâmın kıssasına yer verildiği görülmektedir. Birçok ayette Allah Teâlâ Resûlullâh’a “İbrahim’in dinine tabi ol” emri vermektedir. Aynı emir diğer Müslümanlara, Mekkeli müşriklere, Yahudilere ve Hristiyanlara da verilmiştir. Zira bu üç zümre de kendilerini İbrahim aleyhisselâma nispet etmekte ve ona değer vermektedirler. Bu açıdan İbrahim Aleyhisselâm diğer nebîlerden farklıdır. O, “nebîlerin babası” olarak da bilinir. Resûlullâh’ın namazlarda ona dua etmesinin sebebi bu olabilir.
Ayrıca Kur’an’da İbrahim Aleyhisselâmın “(Rabbim!) Sonrakilerin beni güzel şekilde anmalarını sağla.” (Şuarâ, 26/84) şeklindeki duasına yer verilir. Namazlarımızda ona da salât ve bereket dilenmesi bu duanın kabulü sayılabilir.
Bârik, “bereketlendir” anlamına gelir. Bereket; çoğalma ve artma demektir. İbrahim Aleyhisselâma bereket dilenmesi, maddi ve manevi olarak kendisinin ve mü’min zürriyetinin Allah’ın nimetlerinden bolca faydalanmasını ve isminin kıyamete kadar baki kılınmasını ve sürekli onun övülmesini, hayrının, iyiliğinin hatırlanmasını Cenab-ı Allah’tan niyaz etmektir. Bir ayette şöyle buyurulmuştur:
“İnsanlar içinde İbrahim’e en yakın olanlar, ona tâbi olanlar, bu Nebî ve bu Nebî‘ye iman edenlerdir. Allah müminlerin dostudur.” (Âl-i İmrân, 3/68)
Ayette görüldüğü gibi İbrahim Aleyhisselâma en yakın olanlardan biri bizim Nebîmizdir. Dolayısıyla onun, namazlarda İbrahim Aleyhisselâma dua etmesinin ve bizlerden dua etmemizi istemesinin bir sebebi de bu yakınlık olabilir.
Cevabın yayımlandığı yer için bkz: Yahya Şenol-Enes Alimoğlu, İnsanlık Tarihi Boyunca O Namaz, Süleymaniye Vakfı Yayınları, 3. Baskı, İstanbul, 2016, s. 164-165.
Karanlıkta namaz kılmayı yasaklayan ayet veya hadis yoktur. Aksine Resûlullâh’ın karanlıkta namaz kıldığı rivayet edilmiştir. Konuyla ilgili bir hadis şöyledir:
Âişe validemiz şöyle demiştir:
“Ben Resûlullah’ın ön tarafında, ayaklarım onun kıblesine (yani secde edeceği yere) gelmek üzere uyurdum. O secdeye vardığı zaman eliyle beni dürterdi, ben de ayaklarımı geriye çekerdim. Secdeden kalktığı zaman yine uzatırdım.” Âişe validemiz devamla demiştir ki: “O zamanlarda evlerde kandiller (yani ışıklar) yoktu.” (Buhârî, Salât, 22, 104; Müslim, Salât, 272; Nesâî, Tahâret, 19; Muvatta, Salâtü’l-Leyl, 2; Ahmed b. Hanbel, 6/148, 225)
Önemli olan secde edilecek olan yerin namaz kılmaya elverişli olmasıdır. Bazen namaz kılınacak yerde namaza engel bir necaset veya secde edildiğinde kişiye zarar verebilecek cam kırıkları, iğne vb. şeyler bulunabilir. Eğer böyle bir şey yoksa karanlıkta namaz kılmakta herhangi bir sakınca olmaz.
Cevabın yayımlandığı yer için bkz: Yahya Şenol-Enes Alimoğlu, İnsanlık Tarihi Boyunca O Namaz, Süleymaniye Vakfı Yayınları, 3. Baskı, İstanbul, 2016, s. 179-180.
Bacakların çıplak olarak birbirine değmesi namazı bozmaz. Bayanlar ayaklarına kadar uzanan etekleri ile namaz kılabilirler. Eteğin altına pijama vs. giymeleri şart değildir. Resûlullâh mescitte erkeklerin arkasında namaz kılan kadınlara erkeklerden önce başlarını kaldırmamaları gerektiğini söylemişti. Bunun sebebi, secdeye varan erkeklerin arkadan avret bölgelerinin görülme ihtimalidir. Demek ki onların üzerlerindeki elbiseden başka iç elbiseleri yoktu ve o şekilde namaz kılıyorlardı.
Konuyla ilgili rivayetler şöyledir:
Sehl ibn Sa’d şöyle demiştir: Bazı insanlar Resûlullâh sallallâhu aleyhi ve sellem ile birlikte namaz kılardı. O halde ki bunlar bellerindeki futalarını[1], küçük olduğu için (çocuklar gibi) boyunlarına bağlamış olurlardı. Bu sebepten (cemaate gelen kadınlara): Erkekler doğrulup oturmadıkça başlarınızı secdeden kaldırmayınız, denirdi. (Buhârî, Amel fi’s-Salât, 14)
Esma bint Ebî Bekr demiştir ki: Resûlullâh’ı, erkeklerin avret mahallerini görmelerinin çirkinliğinden dolayı; “(Ey kadınlar topluluğu) sizden kim Allah’a ve ahiret gününe inanıyorsa erkekler (secdeden) başlarını kaldırmadıkça başını kaldırmasın” buyururken işittim. (Ebû Dâvûd, Salât, 141-142)
[1] Futa: Vücudun belden aşağı kısmını örtecek şekilde kuşanılan, genellikle ipekten bir nevi önlük, peştemal.
Cevabın yayımlandığı yer için bkz: Yahya Şenol-Enes Alimoğlu, İnsanlık Tarihi Boyunca O Namaz, Süleymaniye Vakfı Yayınları, 3. Baskı, İstanbul, 2016, s. 181-182.
Mâlikîler kıyasa dayanarak namazda ellerin bağlanmayacağı hükmüne varmışlardır. Onlar, bunu namazda bir yere veya bir şeye dayanmaya kıyas etmişlerdir. Yani namazda bir yere/bir şeye yaslanmak, ondan kuvvet almak nasıl mekruh ise elleri bağlamak da aynı şekilde mekruhtur. Bu mezhebin kurucusu İmam Mâlik, namazda ellerin bağlanması hususunda kendisine herhangi bir bilgi ulaşmadığını, dolayısıyla farz namazlarda ellerin bağlanmaması gerektiğini söylemiştir. Ona göre nafile namazlarda kıyâm uzun sürerse o zaman ellerin bağlanmasında bir sakınca olmaz. (Sehnûn b. Saîd et-Tenûhî, el- Müdevvenetu’l-Kübrâ, Mısır, tarihsiz, c: 1, s. 74; Ebu’l-Berekât Ahmed b. Muhammed b. Ahmed ed-Derdîr, eş-Şerhu’s-Sağîr alâ Akrebi’l-Mesâlik ilâ Mezhebi’l-İmam Mâlik, Dâru’l-Maârif, Beyrut, tarihsiz, c: 1, s. 324.)
Mâlikîlerin bu konudaki ikinci delili ise Nebîmizin namazda ellerini bağladığını zikretmeyen rivayetlerin, namazda ellerin bağlanacağına dair rivayet edilen hadislerinden daha çok olduğudur. Buna rağmen bir kısım Mâlikî âlimler (ve İmam Mâlik’ten rivayet edilen başka bir görüşe göre) namazda ellerin bağlanmasını, hem bağlanacağına dair rivayet edilen diğer hadislere hem de namazdaki huşû haline daha uygun olduğu için kabul etmişlerdir.
Cevabın yayımlandığı yer için bkz: Yahya Şenol-Enes Alimoğlu, İnsanlık Tarihi Boyunca O Namaz, Süleymaniye Vakfı Yayınları, 3. Baskı, İstanbul, 2016, s. 160-161.
İslam dini kolaylık dinidir. Allah Teâlâ Kur’an-ı Kerim’de şöyle buyurmaktadır:
“Allah, kimseye gücünün yeteceğinden fazlasını yüklemez.” (Bakara, 2/286)
Dinin emrettiği konular hususunda Allah Teâlâ insanlara hiçbir zorluk yüklememiştir. O şöyle buyurmaktadır:
“Allah size bir güçlük çıkarmak istemiyor, fakat sizi arındırmak ve size olan nimetini tamamlamak istiyor. Belki şükredersiniz.” (Mâide, 5/6)
“(Allah) Din konusunda size hiçbir zorluk yüklememiştir.” (Hacc, 22/78)
“Köre vebal yoktur, topala da vebal yoktur, hastaya da vebal yoktur.” (Fetih, 48/17)
Namazı ayakta kılmaya güç yetiremeyenlerle ilgili olarak şöyle bir hadis bulunmaktadır:
İmrân b. Husayn şöyle demiştir: Bende hemoroit (basur) hastalığı vardı. Resûlullâh sallallâhu aleyhi ve selleme bu durumdayken nasıl namaz kılacağımı sordum. O da şöyle cevap verdi:
“Namazı ayakta kıl. Buna gücün yetmezse oturarak; buna da gücün yetmezse yan üstü yatarak kıl.” (Buhârî, Taksîru’s-Salât, 19; Ebû Dâvûd, Salât, 174)
Siz ancak yapabileceklerinizden sorumlusunuz. Kılabildiğiniz kadar oturarak kılın. Bunu da yapamazsanız hadiste belirtildiği gibi yatarak dahi kılarsınız.
Cevabın yayımlandığı yer için bkz: Yahya Şenol-Enes Alimoğlu, İnsanlık Tarihi Boyunca O Namaz, Süleymaniye Vakfı Yayınları, 3. Baskı, İstanbul, 2016, s. 166-167.