Büyü-Fal
Vefk (الوفق); harf, rakam, kelime, esmâ-i hüsnâ, âyet ve sûrelerin belli bir düzene göre kareler içine yazılarak bunda bâtınî manalar arayan bir tılsım türüdür.
Vefk, ebced harfleri olarak bilinen, harflerin sayı değerlerinden yola çıkarak, değişik ve çoğu anlaşılmaz şekiller yapılarak duaların rakamlara, geometrik çizim ve biçimlere dökülmesidir.
Sözlükte “uyum, uygun, münasip” anlamındaki vefk; harflerin tek olarak veya terkip halinde özelliklerini (havâs) konu edinen Hurûfiliğin bir kolu olup harflerle rakamların sihrî anlamlar taşıdığı düşüncesine dayanır.
Hiçbir dînî ve ilmî temeli olmayan, câhiliye Araplarında da kısmen bilinen vefkin İslâm coğrafyasına Hint ve Sâbiîlerden geçtiği tahmin edilmektedir.
Bunu yapan kişiler daha sonra buradan şifa, derman ve kurtuluş çaresi ürettiklerini ileri sürüyorlar. Bu gibi şeylerin dinimizde yeri yoktur. Kesinlikle kaçınılması gerekir.
Ayrıntı için bkz: İlyas Çelebi, “Vefk”, Türkiye Diyanet Vakfı İslam Ansiklopedisi, c: 42, s. 605-607.
Büyü, hedef kitlenin bilmediği yöntemlerle olağanüstü güce sahip olduğu izlenimini vererek insanları etkileyip çıkar sağlamaya yönelik söz ve uygulamalardır. Yalana dayandığı için büyü yoluyla hiçbir sonuç alınamaz. Allah Teala şöyle buyurmuştur:
“Sihirbazlar ne yaparlarsa yapsınlar, hedefe ulaşamazlar.” (Tâhâ 20/69)
Büyücü, insanüstü güçlere sahip olduğu izlenimini vererek kendini tanrılaştırır. Nebimiz şöyle demiştir:
“Kim büyü yaparsa şirke düşer.” (Nesâî, Tahrîm, 19)
Gelecekten haber verdiğini söyleyen kişiler de vardır. Bunlarla ilgili olarak Nebimiz demiştir ki:
“Gelecekten haber veren kişiye giderek bir şey soran ve söylediğini doğru sayan kişinin kırk gün namazı kabul edilmez.” (Müslim, Selâm, 125, (2230))
Gelecekten haber verdiği iddia eden kişiye gidip bir şey soran ve onu tasdik edenlerin “namazlarının kabul olmaması” ile kast edilen, onların bu namazlardan herhangi bir sevap elde edemeyeceğidir. Yoksa bu namazlarını daha sonra tekrar kılmaları gerekmez.
Kısaca fal bakmak, falcılık yapmak olarak adlandırılabilecek olan bu gibi şeyleri dinimiz kesin olarak yasaklamıştır. Bu tür işlerle uğraşan insanlar geleceği bildiklerini iddia ederler. Eğlence maksadı ile bile olsa bundan uzak durmak gerekir.
Gaybı ne insan ne melek ne cin ne de Allah’ın Elçisi bilebilir. Allah Teâlâ şöyle buyurur:
“De ki, göklerde ve yerde, hiç kimse gaybı bilmez, onu sadece Allah bilir.” (Neml 27/65)
Şu ayetler, özellikle meleklerle ilgilidir. Allah Teâlâ şöyle buyurur:
“Şurası bir gerçek ki, insanı yaratan biziz. Ona şahdamarından da yakın olduğumuzdan biz, içinin ona ne fısıldadığını biliriz.
Sağında ve solunda oturmuş iki kayıt memuru bulunur.
Bu sebeple ağzından çıkan her sözü kayıt için hazır bekleyen bir gözcü mutlaka vardır”. (Kaf 50/16–18)
Demek ki, Allah kişinin içini bildiği halde melekler ancak ağızdan çıkan sözü bilebilirler.
Cinlerin gaybı bilemeyecekleri ile ilgili olarak da şöyle buyurulur:
“… Rabbinin izniyle, yanında çalışacak cinleri Süleyman’ın emrine verdik. Onlardan hangisi buyruğumuzdan çıksa ona alevli ateşin azabını tattırırdık.
Süleyman’ın istediği her şeyi, yüksek binaları, heykelleri ve büyük havuzlara benzer çanakları ve taşınması güç kazanları yaparlardı. Ey Davud ailesi, şükredin! Kullarımdan şükredenler pek azdır dedik.
Süleyman’ın ölümüne karar verdiğimiz zaman, onun öldüğünü gösterecek bir işaret yoktu; yalnız bir güve böceği değneğini yiyordu. Ne zaman Süleyman yere yıkıldı, iyice ortaya çıktı ki eğer cinler gaybı bilselerdi, kendilerini küçük düşüren o azap içinde kalmazlardı.” (Sebe 34/12–14)
Peygamberler sadece Allah’ın kendilerine vahyettiği şeyleri bilirler. Allah Teâlâ şöyle buyurur:
“De ki: “Ben size, Allah’ın hazineleri yanımdadır, demiyorum. Gaybı da bilmem. Size, “işte ben bir meleğim.” de demiyorum. Ben bana vahyolunandan başkasına uymam.” De ki: “Görenle görmeyen bir olur mu? Hiç zihninizi yormaz mısınız?” (En’am 6/50)
“De ki: “Eğer gaybı bilseydim, daha çok iyilik yapmak isterdim ve bana kötülük de gelmezdi. Ben, inanan kesim için bir uyarıcı ve bir müjdeciden başka bir şey değilim.” (Araf 7/188)
Allah’a kul olamayanlar, kulluk yapacağı kimseler ararlar. Büyücülerin kapısını aşındıranlar, Allah’a kul olamamış kimselerdir. Bunların sayıları çok olduğu için büyücülerin müşterileri de çok olmaktadır.
Bu tür şeyler insanın içini daraltır. İnsan kendini rahatlatmak ister. Kur’an-ı Kerim’in bir özelliği de okundukça insanı huzura kavuşturmasıdır. Çünkü o, insanlar için bir rahmet ve şifadır:
“Ey insanlar! Size Rabbinizden bir öğüt, gönüllerde olan (dertlere) bir şifa, mü’minler için bir hidayet ve rahmet gelmiştir.” (Yunus, 10/57)
“Biz Kur’an’dan öyle bir şey indiriyoruz ki o, mü’minler için bir şifa ve rahmettir; zalimlerin ise yalnızca ziyanını artırır.” (İsra, 17/82)
Kur’an’ın bir diğer adı da “zikir” dir:
“O Zikri (Kur’an’ı) biz indirdik ve onu elbette biz koruyacağız.” (Hicr, 15/9)
Kur’an’ı Zikir olarak vasıflandıran Allah-u Teala, kalplerin ancak bu zikri okumakla tatmin olacağını bildirmektedir:
“(Onlar) İman edenler ve gönülleri Allah’ın zikri ile sükunete erenlerdir. Bilesiniz ki, kalpler ancak Allah’ın zikri ile sükunet bulur.” (Ra’d, 13/28)
Bu ayetlerde işaret edildiği gibi Kur’an okumak insanı huzura sevk eder, ona şifa ve gönül huzuru verir. Bu sebeple müslüman bir insanın, her daim Kur’an’ı anlayarak okuması ve ondan öğrendiklerini hayatına geçirmesi lazımdır ki her türlü kötülüklere karşı sağlam bir koruyucusu olsun.
Büyü insanda ağır psikolojik etkiler bırakır. Büyüyü bozmak, bu etkiyi ortadan kaldırmak demektir. Bunun için büyücüye gidilmez. Yapılacak şey, kişinin kendine güvenini sağlayıcı çalışmalardır. Kur’an’ın anlamını düşünerek okumak, bu konuda çok etkili olur.
Büyü; gerçek sebebi gizli olduğu için, olduğundan başka şekilde hayal edilen göz bağlama, şarlatanlık ve hilekarlık demektir. Doğruyu yanlış, yanlışı doğru; hayali gerçek, gerçeği hayal gibi algılamaya sebep olduğundan kötü bir şeydir. Mesela; Hz. Musa (a.s.)’ın asasının bir mucize olarak büyük bir yılana dönüşmesi karşısında bunalan Firavun, sihirbazları yardımına çağırmış, onlar da insanların gözlerini boyamış ve onları korkutmuşlar, (A’raf, 7/116) attıkları ipleri ve değnekleri koşuyor gibi göstermişlerdi. (Taha, 20/66)
Bazı tefsirlerde bildirildiğine göre sihirbazlar, koyun barğırsaklarına civa doldurmuşlar, üstten tutunca değnek, ortadan tutunca ip gibi görünen bu bağırsakları sıcak kumların üzerine atmışlar. Sıcaktan çok etkilenen civa hareketlenince bağırsaklar, yılan gibi kıvrılmaya başlamışlardı. Oraya yılan görmek için gelen insanlar gördükleri manzara karşısında korkuya kapılmış onları koşan birer yılan gibi algılamışlardı. Hz. Musa (a.s.) değneğini atınca değneği sihirbazların yılanlarını yutmuş orada bulunanlardan önce sihirbazlar, bunun bir sihir olmadığını anladıkları için secdeye kapanmış ve Hz. Musa’ya inanmışlardı. (A’raf, 7/120)
Tabiatta bilmediğimiz bir çok kanun vardır. Bazı kimseler bu kanunlardan bazısını öğrenerek insanları etkileyebilirler. Mesela; televizyonun hiç bilinmediği bir yerde kapalı devre televizyon yayınıyla insanları etki altına almak mümkündür. İnsanların büyü için kullandıkları yöntemler yeni keşifler ve yeni gelişmelerle değişebilir.
Cinler aracılığıyla da büyü yapılabilir. Mesela; bir cinci yanına gelen bir kişiyle ilgili bilgileri ilişkide olduğu bir cinden alarak ona söyleyince o şahsı etkisi altına alabilir. “Ben hiç bir şey konuşmadan benim adımı, yaptığım işi, arkadaşlarımla ilişkilerimi vs. bildi” diyerek o şahsa insan üstü değer veren ve etkisi altına giren kişilere her zaman rastlanabilir.
Sihirbazlar yaptıkları işin gerçeğini gizleyerek kendilerini olağanüstü güçlere sahip kişiler olarak takdim edip insanları etkileri altına almaya çalıştıkları için yaptıkları iş haramdır. Allah’ın vermediği bir gücün kendilerinde olduğunu; kendilerinin Allah’a ait bir kısım yetkileri kullanabileceklerini gösterdikleri için aynı zamanda şirk içine girmiş olurlar.