Ruh
İnsan, ruh ile vücudun birleşmiş halidir. Vücut, ruhun evi gibidir; oturulacak hale gelince oraya yerleştirilir. Ruh, vücudu bir uykuda iken bir de ölümü sırasında terk eder. Kur’ân her iki durumu da “vefat” kelimesi ile ifade eder. Şu ayet bunu anlatmaktadır:
“Allah ölüm esnasında ruhları vefat ettirir, ölmeyenlerinkini de uykuda vefat ettirir. Ölümüne hükmettiğini tutar, ötekini belli bir vakte kadar salıverir Bunda düşünen bir toplum için ayetler vardır.” (Zümer, 39/42)
“Geceleyin sizi vefat ettiren, gündüzün ne yaptığınızı bilen odur. Sonra belirli süre doluncaya kadar gündüzün sizi kaldırır.” (En’âm, 6/60)
Vefat, ruhun bedenden alınmasıdır. Uyuyan ve ölen ruh değil bedendir. Uyku, vücudun dinlenmesi, ölüm de sonsuz ahiret hayatına uygun olarak yeniden yaratılması için zorunludur.
Kur’ân’a göre ölüm bir uyku, kabir bir uyuma yeri, öldükten sonra dirilme de uykudan uyanmadan başka bir şey değildir. Uyuyan kişi, uykuda ne kadar zaman geçtiğini bilemez. Ölü de aynıdır. Nitekim Kur’ân’da biri ölü, diğeri uyuyanla ilgili iki örnek vardır.
Ashab-ı Kehf, mağarada 309 yıl uyumuştu (Kehf, 18/25) Allah Teâlâ onlarla ilgili olarak diyor ki:
“Birbirlerine sorsunlar diye onları uyandırdık. İçlerinden biri: ‘Ne kadar kaldınız?’ diye sordu. ‘Bir gün, belki de daha az kaldık’ diye cevap verdiler.” (Kehf, 18/19)
Ölümle ilgili ayet de şudur:
“Şuna da bakmaz mısın? O, tavanları çökmüş ve duvarları üzerlerine yıkılmış bir kente uğramıştı da ‘Allah burayı ölümünden sonra nasıl diriltecek?’ demişti. Bunun üzerine Allah onu orada yüz yıl ölmüş halde bıraktı, sonra kaldırdı ve ‘Ne kadar kaldın?’ diye sordu. O da ‘Bir gün, belki de bir günden az kaldım.’ dedi. Allah buyurdu ki: ‘Yok, tam yüz yıl kaldın. Şimdi yiyeceğine ve içeceğine bak, bozulmamışlar bile. Bir de şu eşeğine bak. Seni insanlara bir ibret yapalım diye bunu yaptık. Kemiklere bak, onları nasıl birleştirecek, sonra onları ete büründüreceğiz.’ Bunlar apaçık belli olunca şöyle dedi: ‘Ben artık anladım ki, Allah’ın gücü gerçekten her şeye yeter.’” (Bakara, 2/259)
Yüz sene ölü kalıp dirilen ile 309 sene uykuda kalanlar orada “Bir gün veya bir günden az.” kaldıklarını sanıyorlar.
Uyuyan kişi, vücudundan nasıl habersizse ölü de habersizdir. Beden canlı olduğu için uyuyanın ruhu gelip tekrar aynı bedene girer. Yukarıdaki ayette; “Ölümüne hükmettiğini tutar” (Zümer, 39/42) buyurulmuştur. Yani Allah ölümüne hükmettiği bedenden ayrılan ruhu tutar, bedene geri göndermez. Ahirette vücut yeniden yaratılıp ruh ile eşleşince kişi, kendini uykudan uyanmış gibi hisseder ve “Bizi yattığımız yerden kim kaldırdı?” (Yasin, 36/51-52) der. Beden toprakta çürümüş, yeniden yaratılmış; ama o bunun farkında değil, uyuyup uyandığını zannediyor! Aradan geçen zamanın da farkında değil. İşte ölüm bize bir uyku kadar, kıyâmet de uykudan uyanmak kadar yakındır.
Peygamberimiz sallallahu aleyhi ve sellem şöyle demiştir:
“Her kul, ne üzere öldüyse o şekilde diriltilir.” (Müslim, Cennet, 83 -(2878)
Veda Haccı’nda birisi bineğinden düşmüş, boynu kırılmıştı. Muhammed sallallahu aleyhi ve sellem buyurdu ki: “Onu su ve sidr ile yıkayın, iki parça bez içinde kefenleyin, koku sürmeyin ve başını örtmeyin. Çünkü o, kıyamet günü telbiye getirir durumda kaldırılacaktır.” (Buhârî, Cenâiz, 20)
Peygamberimiz o şahsın ölümünü, ihramlı bir hacının uyuması gibi saymıştır. İhramlı koku sürünmez, uyurken başını örtmez. Uykudan kalkınca da telbiye getirir.
Görüldüğü gibi aşağıdaki linkte verilen cevapla Tarikatçılığa Bakış kitabının “Ölüden Yardım İsteme” bölümünde anlatılanlar arasında herhangi bir çelişki yoktur. Dirilerin ölülere seslerini işitememeleri ve ölülerin dirilere yardım edememesi başka bir şeydir; ölen ruhun, ölmüş bedenin parçalarının bulunduğu kabirle ilgisini kesmemiş olması başka bir şeydir.
www.fetva.net/yazili-fetvalar/insan-olunce-ruhu-ile-bedenin-iliskisi-tamamen-kesiliyor-mu.html
Resûlullâh aleyhissalâtu vesselâm’ın ve şehitlerin savaşlara katılması mümkün değildir. Fakat Allah Teâlâ kendi kurallarına uyan kullarının yardımına meleklerini gönderir. Konu ile ilgili olarak Allah Teâlâ şöyle buyurmuştur:
“Siz güvenlik zaafına düşmüşken bile Allah, Bedir’de yardımıyla sizi zafere ulaştırdı. Öyleyse Allah’tan çekinerek kendinizi koruyun ki O’na karşı görevinizi yerine getiresiniz.
O gün müminlere şöyle diyordun: Allah’ın, inen üç bin melekle yardım etmesi size yetmez mi?
Yeter tabii. Ama koruma tedbirlerinizi alarak sabırlı davranırsanız onlar da bu hırsla üzerinize gelirlerse Rabbiniz size, onların peşlerini bırakmayan beş bin melekle destek verecektir.
Allah bu desteği, sadece bir zafer müjdesi olsun ve kalpleriniz yatışsın diye verir. Yoksa zafer, yalnızca Allah katındandır. O üstündür, doğru kararlar verir.” (Âl-i İmrân, 3/123-126)
“O gün Rabbinizden yardım istiyordunuz. O da ‘Bir biri ardınca bin melek ile size destek veriyorum’ diye cevap vermişti.
Allah bunu size, sırf bir müjde olsun ve kalpleriniz yatışsın diye yapmıştı. Yoksa zafer, sadece Allah katındandır. Allah güçlüdür, doğru kararlar verir.
O gün güven içinde sizi uykuya daldırmış, sizi arındırmak, sizden şeytanın pisliğini gidermek, kalplerinizi birbirine bağlamak ve ayaklarınızı yere sağlam bastırmak için üzerinize gökten yağmur yağdırmıştı.
O gün meleklere de şunu vahyediyordu: Ben sizinle beraberim, kâfirlerin yüreklerine korku salacağım. Siz de müminleri cesaretlendirin. Öyleyse (ey müminler!) onların boyunlarının üstüne ve parmak uçlarına vurun!” (Enfâl, 8/9-12)
Yukarıdaki ayetlerden net bir şekilde anlaşıldığına göre Allah Teâlâ melekleri, kâfirleri öldürsünler diye değil; müminler için müjde olsun ve kalpleri yatışsın diye göndermiştir. Bedir savaşında müşriklerin sayısı binden azdı. Gelen bin melek onların boyunlarına ve parmak uçlarına vursaydı hiçbir müşrik ayakta kalamazdı. Bu sebeple ayetteki “boyunlarının üstüne ve parmak uçlarına vurun” emri meleklere değil, Müslümanlara verilmiştir. Dolayısıyla melekler, mücahitler gibi elde kılıçla savaşmamış; fakat yanlarında bulunmaları sebebiyle müminlere moral, müjde ve güven sağlamışlardır.
Ayrıca “Yetiş ya Muhammed! Kitabın gidiyor.” sözü şirktir. Allah Teâlâ şöyle buyurmuştur:
“Allah ile aranıza koyup yardım istedikleriniz de sizin gibi kullardır. Samimi iseniz seslenin de size cevap versinler. Ayakları mı var ki yürüsünler. Elleri mi var ki tutsunlar. Gözleri mi var ki görsünler. Kulakları mı var ki işitsinler. De ki: ‘Çağırın ortaklarınızı, sonra bana tuzak kurun, hiç göz açtırmayın. Benim velim, bu Kitabı indiren Allah’tır. O, iyilere velilik eder. Allah ile aranıza koyup yardıma çağırdıklarınız size yardım etmek şöyle dursun, kendilerine bile yardım edemezler.” (A’râf, 7/194-197)
“Belki yardımları dokunur diye Allah ile aralarına ilahlar koyup onlara tutundular. Onlar, aracılar için hazır asker oldukları halde, aracıların onlara yardıma güçleri yetmez.” (Yâsin, 36/74-75)
“Kendileri için bir güç olsun diye, Allah ile aralarına koydukları ilahlara tutundular. Aksine onlar bu kişilerin kulluğunu tanımayacak ve onlarla ters düşeceklerdir.” (Meryem, 19/81-82)
İnsan, ruh ile bedenin birleşiminden oluşur. Ruh, bedeni ev gibi kullanır. Uykuda çıkar gider; uyanınca geri gelir. Ölen beden, yıkılan ev gibidir; yeniden yaratılıncaya kadar ruh oraya dönmez. Şu ayet bunu anlatır:
“Allah ölümü esnasında ruhları alır, ölmeyenlerinkini de uykuda alır. Ölümüne hükmettiğini tutar, ötekini belli bir vakte kadar salıverir. Düşünen bir toplum için bunda belgeler vardır.” (Zümer 39/42)
Uyuyan ve ölen bedendir. Ruh ne ölür, ne de uyur. Kur’ân bize, ölmüş bedenden ayrılan ruhun yapacağı şu konuşmayı bildirir:
“Onlardan birine ölüm gelince der ki: “Rabbim! Beni geri çeviriniz. Belki terk ettiğim dünyada iyi bir iş yaparım. Hayır; bu onun söylediği sözdür. Arkalarında yeniden dirilecekleri güne kadar berzah (engel) vardır.” (Müminun 23/99-100)
Bu ayetlerde, ölen insanların ruhlarının tekrar dünyaya dönmesi, insanların bulunduğu ortamlara girmesi ile ilgili bir ifade yoktur. Allah, vefat ettirdiği kişilerin ruhlarını tuttuğunu ve dünyaya dönememeleri için arkalarına bir berzah / engel koyduğunu açık bir şekilde bildirmiştir.
İlgili âyet şudur:
“Ayetlerimiz karşısında yalana sarılan ve büyüklük taslayanlar var ya, onlara göklerin kapıları açılmayacak, gemi halatı iğne deliğinden geçinceye kadar da Cennet’e giremeyeceklerdir. Suçluları işte böyle cezalandırırız. Onlar için cehennem döşeği ve üzerlerinde örtüler olacaktır. Zalimleri işte böyle cezalandırırız.” (Araf 7/40-41)
Bu konuda hadisler de vardır. Berâ b. Azib’in şöyle dediği rivayet edilmiştir:
Resulullah sallallahu aleyhi ve selem ile birlikte Ensardan birinin cenazesine çıktık. Kabre kadar gittik, henüz kazılması tamamlanmamıştı. Resulullah sallallahu aleyhi ve sellem oturdu, biz de onun çevresine oturduk. Sanki başımızda bir kuş var gibi hareketsizdik. Peygamberimizin elinde bir odun parçası vardı, yeri eşeliyordu. Kafasını kaldırdı ve iki üç kere şöyle dedi:
“Kabir azabından Allah’a sığının!” Sözlerine şöyle devam etti: “Mümin bir kulun dünyadan ayrılıp Ahirete yöneleceği sırada gökten ak yüzlü melekler iner, yüzleri adeta güneş gibidir. Yanlarında cennet kefenlerinden kefenler ve cennet kokularından kokular olur. Nihayet göz görebildiğince otururlar. Sonra ölüm meleği gelir, başı ucunda oturur da der ki; “Ey içi rahat olan ruh! Allah’ın bağışlamasına ve rızasına doğru yol al.” Ruh çıkar, suyun musluktan aktığı gibi akar. Ölüm meleği onu alır. Diğer melekler bir an bile bırakmaz, onu onun elinden alır, Cennetten gelen kefenin ve kokunun içine koyalar. O ruhtan, yeryüzünün misk kokularının en güzeli gibi bir koku çıkar. Onunla birlikte yukarı çıkarlar. Meleklerin önde gelenlerinden hangisine uğrasalar; “Bu temiz ruh kimdir?” diye sorarlar. Bunlar; “Falan oğlu falan” diyerek dünyadaki isimlerinden en güzelini söylerler. Nihayet birinci kat semaya varır, kapının açılmasını isterler. Kapı onun için açılır, sonra her semadan mukarreb melekler diğer semaya kadar ona eşlik ederler. Yedinci kat göğe çıkıncaya kadar böyle olur. Sonra Allah Teâlâ şöyle der; “Kulumu İlliyyun’un arasına kaydedin ve yeryüzüne döndürün. Çünkü onları topraktan yarattım, toprağa döndüreceğim ve bir kere daha topraktan çıkaracağım.”
… Peygamberimiz şöyle devam etti: Kâfir bir kul, dünyadan ayrılıp Ahirete yöneleceği sırada gökten kara yüzlü melekler iner, ellerinde eski çullar vardır. Nihayet göz görebildiğince otururlar. Sonra ölüm meleği gelir, başı ucunda oturur da der ki; “Ey pis ruh! Allah’ın kızgınlığına ve gazabına doğru yol al. “Ruh cesedinden ayrılır, sanki pütürlü şişi yaş yünden ayırıyormuş gibi olur. Ölüm meleği onu alır. Onu alınca diğer melekler bir an bile onu onun elinde bırakmaz alır, eski çulların içine koyalar. O ruhtan, yeryüzünün en pis leş kokusu gibi bir koku çıkar. Onunla birlikte yukarı çıkarlar. Meleklerin önde gelenlerinden hangisine uğrasalar “Bu pis ruh kimdir?” diye sorarlar. Bunlar; “Falan oğlu falan” diyerek dünyadaki isimlerinden en kötüsünü söylerler. Nihayet birinci kat semaya varır, kapının açılmasını isterler. Kapı onun için açılmaz. Sonra Peygamberimiz şu âyeti okudu: “… onlara göklerin kapıları açılmayacak, deve iğne deliğinden geçinceye kadar da Cennet’e giremeyeceklerdir. (Araf 7/40) Sonra Allah Teâlâ şöyle der; “Onu yerin en alt katındaki Siccîn’e kaydedin….” (Ahmed b. Hanbel, 4/287-288)