Namaz kılan kişi rukûdan sonra “semiallâhu li men hamideh” diyerek doğrulur ve “Rabbenâ leke’l-hamd” der. Bundan sonra “Allahu Ekber” diyerek secdeye kapanır. Secdede kişi alnını, burnunu, avuçlarını, iki dizini ve iki ayakuçlarını yere koyar. Alın veya burundan hangisinin önce yere konulacağına dair herhangi bir emir yoktur. Önemli olan bunların secde esnasında yerde olmasıdır.
Konuyla ilgili olarak Peygamberimizden rivayet edilen hadisler şöyledir:
“Resulullah aleyhissalâtu vesselâm buyurdu ki: “Ben yedi kemik üzerine secde etmekle emrolundum: Alın -ve eliyle burnunu işaret etti- eller, diz kapakları, ayakların etrafları. Ne elbiseleri ne de saçı (secde sırasında) toplamayız.” (Buhârî, Ezan 133, 134, 137; Müslim, Salât 227-231 (490); Ebu Dâvud, Salât 155; Tirmizî, Salat 203; Nesâî, İftitah 130; İbn Mâce, İkâmet 19)
Abdullah İbn Ömer radıyallâhu anhümâ, Resulullah aleyhissalatu vesselâm’a nisbet ederek buyurdu ki: “Eller de secde eder, tıpkı alnın secde etmesi gibi. Öyleyse, biriniz alnını secdeye koyunca ellerini de koysun. Alnı secdeden kaldırdı mı onları da kaldırsın.” (Eb Dâvud, Salât 155; Nesâî, İftitah 129).
Bera radıyallâhu anh anlatıyor: “Resulullah aleyhissalâtu vesselâm buyurdular ki: “Secde ettiğin zaman ellerini yere koy, dirseklerini (havaya) kaldır.” (Müslim, Salât 234, (494); Tirmizî, Salât 202).
Abdullah İbnu Malik İbni Buhayne radıyallâhu anh anlatıyor: “Resulullah aleyhissalâtu vesselâm namazda secdeye gidince ellerinin arasını, koltuk altı beyazlıkları görününceye kadar açardı.” (Buhârî, Ezân 130, Müslîm, Salât 235, (495); Nesâî, İftitah 52).
Tirmizi’nin bir rivayetinde şöyle gelmiştir: “Berâ’ya: “Resulullah aleyhissalatu vesselam secde edince yüzünü nereye koyardı?” diye sordum. “Ellerinin arasına” diye cevap verdi.” (Müslim, Salât 234, (494); Tirmizî, Salât 202).
Tag: secde
Konuyla ilgili hadislere baktığımızda secdede ayet ve hadislerde anlatıldığı şekilde Allah’ı tesbih ettikten sonra namaz kılan kişinin istediği gibi dua edebileceğini görmekteyiz.
Ebû Hüreyre (radıyallâhu anh) anlatıyor: “Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) buyurdular ki:
“Kul Rabbine en ziyade secdede iken yakın olur, öyle ise secdede duayı çok yapın.” (Müslim, Salât 215, (482); Ebû Dâvud, Salât 152.)
Resûlullâh da secdede iken çeşitli dualar etmiştir. Bunlar hadis kitaplarında ayrıntılı bir şekilde nakledilmiştir. Bunlardan iki tanesi şöyledir:
“Allâhummağfirlî: Allah’ım beni bağışla”.
“Allâhummağfirlî zenbî kullehû diggahû ve cillehû ve evvelehû ve âhirehû alaniyetehû ve sirrahû: Allah’ım bütün günahlarımı, küçüğünü, büyüğünü, ilkini, sonuncusunu, açığını gizlisini bağışla.”
Resûlullâh’ın bu dualarına bakıldığında bunların ayet olmadığı, yani içinden geldiği gibi dua ettiği görülmektedir. Bu da namazda secdede iken tesbihattan sonra istenilen duanın istenilen dilde yapılacağını gösterir.
Ayrıca hadislerden anlaşıldığına göre secdede dua etmek konusunda farz veya nâfile namaz ayrımı yoktur.
CEVABIN YAYIMLANDIĞI YER İÇİN BKZ: Yahya Şenol – Enes Alimoğlu, İnsanlık Tarihi Boyunca O Namaz, 3. Bs, İstanbul, 2016, s. 80-81.
Elmalılı Muhammed Hamdi Yazır, Araf suresinin 204. ayetinin tefsirinde şunları söylemektedir.
“Akıllı olmayandan ve cansız varlıklardan sadır olan seslere kırâat denilemeyeceği gibi, aks-i sadadan, yani sesin yankılanmasından meydana gelen işe de kırâat denilemez. Bunun içindir ki, fakihler bir kırâatin yankılanmasından hasıl olan yankının kırâat ve tilâvet sayılamayacağını ve bundan dolayı tilâvet secdesi lazım gelmeyeceğini beyan etmişlerdir. Bir kitabı sessiz olarak okumaya kırâat denilemeyeceği gibi, çalan veya çınlayan yankı yapan bir sesi dinlemek de kırâat dinlemek demek değildir. Şu halde Kur’ân okuyan bir okuyucunun sesini aksettiren bir cihazdan gelen sese de kırâat denilemez. Bu gibi sesler bir kırâat değil, bir kırâatin yankısı ve yansımasıdır, bunlara dinleme ve susma emrinin hükmü terettüp etmez. Yani dinlenilmesi ve susulması vacip olan Kur’ân, cihazda çalınan Kur’ân değil, bir insan tarafından okunan Kur’ân’dır.