Skip to content Skip to main navigation Skip to footer

Blog

“Lâ havle ve lâ kuvvete illâ billâhil aliyyil azîm” duasının anlamı nedir?

Bu zikrin anlamı şudur:

“Güç ve kuvvet, sadece Yüce ve Büyük olan Allah’ın yardımıyla elde edilir.”

Bir kişi bu cümleyi söylediği anda “Allah’ım! Senin yardımın olmadan ben hiçbir şey başaramam. Ve senden başka dayanacak hiçbir şeyim yok” itirafında bulunmaktadır.

Görüntülü cevabımız için lütfen aşağıdaki linki tıklayınız:

www.fetva.net/goruntulu-fetvalar/la-havle-ve-la-kuvvete-illa-billah-ne-demek.html

Kur’ân’daki “zenîm” kelimesini nasıl anlamalıyız?

Zenîm, “bir soydan olmadığı halde kendini ondan gösteren kişi” demektir. Bu kişi kendi soyunu inkâr etmiş olacağı için “soysuz” diye tercüme edilmiş.

Soyadı ise farklı bir kavramdır. Soyadı verilirken insanların soyları düşünülmemiştir. Bu sebeple onun tashihine ihtiyaç olmaktadır. “Benim annem ve babam şu değil, şunlardır”, derseniz o zaman soysuz konumuna düşersiniz.

Ailem maddi sıkıntı korkusuyla beni evlendirmiyor. Ne yapmalıyım?

Kur’an-ı Kerim’de Allah Teâlâ şöyle buyurmaktadır:

“Kaynaşmanız için size kendi cinsinizden eşler yaratıp da aranızda sevgi ve merhamet peyda etmesi de O’nun varlığının delillerindendir. Doğrusu bunda, iyi düşünen bir kavim için ibretler vardır.” (Rûm, 30/21).

İçinizden evli olmayanlar ile erkek ve kadın esirlerinizden uygun olanları evlendirin. Yoksul iseler Allah, kendi ikramıyla onların ihtiyaçlarını giderir. İmkânları geniş olan ve her şeyi bilen  Allah’tır.” (Nûr 24/32).

Ayette de görüldüğü gibi gençleri evlendirme emri, onların velilerine verilmiştir. Sizi evlendirecek olan da ailenizdir. Dolayısıyla onların içinde bulundukları durumu tamamen göz ardı edemezsiniz. Fakat oturun, durumunuzu onlara tüm ayrıntıları ile birlikte izah ediniz. Maddi imkânsızlıkların evlilik engeli olmadığını, olmaması gerektiğini yukarıdaki ayette “Eğer fakir olurlarsa Allah onları fazl ve keremiyle zengin kılar.Cümlesi ile belirten Allah Teâlâ’nın bu sözünü onlara aktarın. Ve en kısa zamanda kızı ailesinden isteyerek düğün hazırlıklarına başlayın. Düğününüz oluncaya kadar da sabredin, günaha düşmeyin.

Peygamberimiz de şöyle buyurmuştur:

“Gençler! Kimin maddi imkânı varsa hemen evlensin. Kim de maddi imkân bulamazsa (nafile) oruç tutsun. Çünkü oruç, onun için şehveti kırıcıdır.” (Buhari, Nikâh, 3; Müslim, Nikâh, 1)

Siz Allah ve resulünün emirlerini yerine getirirseniz Allah da sizin işlerinizi kolaylaştıracaktır.

Hadîd sûresinin 19. ayetini nasıl anlamalıyız?

Bahsettiğiniz ayette Allah Teâlâ şöyle buyurur:

“Allah’a ve elçilerine inanıp güvenenler, Rableri katında özü sözü doğru ve şahit sayılacak kimselerdir.”

Sıddîk, özü ve sözü doğru olan demektir. İslam dinine uyanlar, benliklerini koruyan, doğru olduğu için bu dini kabul edenlerdir. Allah Teâlâ bunlarla ilgili olarak şöyle buyurur:

“Rabbimiz Allah’tır diyen, sonra doğru davrananlar.. onların üzerlerine melekler iner ve «korkmayın, üzülmeyin, size söz verilmiş cennet ile sevinin» derler.

Biz dünya hayatında da ahirette de sizin dostlarınızız. Ahirette sizin için canınızın çektiği her şey vardır. Sizin için orada istediğiniz her şey vardır.

Bu, bağışlaması ve ikramı bol olan Allah tarafından bir ziyafet olarak verilecektir.

Allah’a çağıranın, iyi işler yapanın ve «ben müslümanım» diyenin sözünden daha güzeli kimin sözüdür?” (Fussilet, 41/30-33)

İslam’a uymayanlar ise sürekli şüphe içinde olurlar. Allah Teâlâ şöyle buyurur:

“Kurdukları bina, kalplerinde sürekli bir şüphe kaynağı olmaya devam edecektir. Bu, kalpleri parça parça oluncaya kadar böyle gidecektir. Allah bilir, doğru karar verir.” (Tevbe, 9/110)

Şahit olma ise “eşhedü” diyebilmektir. Yani inandığı şeyleri, gözüyle görmüş ve eliyle tutmuş gibi kesin olarak bilmektir. Allah her elçiye, elçiliğini ispatlayacak bir belge vermiştir. Taklidi mümkün olmadığı için o belgeye mucize denir. Mucizeyi gören kişi, Allah’ın ona elçilik görevi verdiğini gözüyle görmüş gibi emin olur. “Eşhedü enne Muhammeden abduhu ve resuluh.” Yani “Ben şahitlik ederim ki, Muhammed Allah’ın kulu ve elçisidir.” dememiz bundandır. Çünkü onun elçilik belgesi olan Kur’ân’ı okuyup anlayan her insan, kolayca bu kanaate varır. Allah Teâlâ şöyle buyurur:

“Doğru yol kendisi için apaçık belli olduktan sonra kim o elçiden ayrı düşer ve müminlerin yolundan başka bir yola girerse onu gittiği yolda bırakır ve cehenneme sokarız. Ne kötü hale gelmedir o!” (Nisâ, 4/115)

Hacca gitmeden önce tanıdıklarla helalleşmek şart mıdır?

Hac ibadeti dinimizin en temel ibadetlerinden biridir ve gücü yetenler için farzdır. Allah Teala şöyle buyurmuştur:

” (…) Bir yolunu bulanların, o Beyt’te hac yapması, Allah’ın insanlar üzerindeki hakkıdır. Kim bunu görmezlikten gelirse bilsin ki Allah’ın hiçbir şeye ihtiyacı yoktur.” (Âl-i İmran 3/97)

Haccın faziletine dair Nebimizden de şu yönde rivayetler nakledilmiştir:

Ebu Hureyre radıyallahu anh anlatıyor: Nebî sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:

“Bir umre, diğer umreye arada işlenenler için keffarettir. Hacc-ı Mebrûr’un karşılığı cennetten başka bir şey olamaz!” (Buhârî, Umre 1; Müslim, Hacc 437, (1349); Tirmizi, Hacc 90; Nesâî, Menâsik 3, 5; İbn Mâce, Menâsik 3; Muvatta, Hacc 65)

Ebû Hureyre radıyallahu anh şöyle dedi: Nebî sallallahu aleyhi ve sellem‘e:

–  En üstün amel hangisidir? diye soruldu.

“Allah ve Resulü’ne iman etmektir” buyurdu.

–  Sonra hangisidir? Denildi.

–  “Allah yolunda cihad etmektir” buyurdu.

–  Sonra hangisidir? Denildi.

“Makbul olan hacdır” buyurdu. (Buhârî, İman 18, Hac 4, 34, 102, Umre 1, Sayd 26, Cihâd 1, Tevhîd 47; Müslim, İman 135, Hac 204, 437)

Yine Ebû Hureyre radıyallahu anh dedi ki, ben Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem’in şöyle buyurduğunu işittim:

“Kötü söz söylemeden ve büyük günah işlemeden hacceden kimse, annesinden doğduğu gündeki gibi günahsız olarak (evine) döner.” (Buhârî, Hac, 4, Muhsar 9, 10; Müslim, Hac, 438)

Bağışlanacağı söylenen günahlara kul hakları dâhil değildir. Bu yüzden kendilerine hak geçmesi muhtemel olan konu komşu, akraba ve dostlarla helalleşmek gerekir ki Allah’ın izni ile bütün günahlar affedilsin.

Hacdan hediye getirilmesi, tebrikleşmeler dinin bir emri olmamakla beraber yapılmasında herhangi bir sakınca bulunmamaktadır. Diğer ibadetlerde bu tür şeylerin olmaması Hac ibadetinin yapısından kaynaklanmaktadır.

Nebîmizin her davranışı bizim için sünnet midir?

Nebîmizin fiilleri üçe ayrılır:

1. Beşer yani insan olarak yaptığı davranışları. Nebîmizin bu tür fiilleri usûl-ü fıkıh ilminde “el-ef’âlu’l-cibilliyye” olarak bilinir. Yani onun yediği, içtiği, giydiği şeyler… Bunların hükmü ibâhadır. Yani kişi bunları yapıp yapmamakta serbesttir. Çünkü bunlar Allah’ın elçisinden bir insan olması sıfatıyla meydana gelmiştir. Fakat bir kişi “Ben Nebîmize benzemek için onun gibi olmak istiyorum” derse niyetindeki samimiyetinden dolayı Allah katında ecre nail olması beklenir.

www.fetva.net/yazili-fetvalar/baston-kullanmak-sunnet-midir-buna-dair-hadis-var-midir.html

2. Nebîmizin kendine has davranışları. Bunlar teheccüd namazının ona farz olması, dörtten fazla kadınla evlenmesi gibi şer’i bir delille belirtilmiş fiillerdir. Müslümanlar, onun bu fiillerini delil olarak alamazlar.

3. Nebîmizin örnek uygulamaları: Namaz kılışı, oruç tutuşu, haccedişi vs. fiillerine uymak şarttır. Zira o, bu gibi fiilleri kendi heva ve hevesiyle değil; Kur’an’dan çıkardığı hükümlere dayanarak yapmıştır.

Ayrıca aşağıdaki linki de tıklamanızı tavsiye ederiz:

www.fetva.net/yazili-fetvalar/nebimizin-devlet-lideri-olarak-verdigi-kararlar-da-baglayici-midir.html

Zemzem suyuna verilen önem doğru mu?

Zemzem suyu mübarek bir sudur. Kâbe’nin yakınından başka bir yerde çıkmaz. Resulullah sallallahu aleyhi ve sellem bu sudan içmiş ve içilmesini tavsiye etmiştir. Hacca veya umreye gidenlerin oradan getirebilecekleri en değerli hediyeler arasında ilk sırada zemzem suyu yer almaktadır. Halkın aşırı sevgi tezahürleri bu suyun değerini gölgelemez.

Bir kadının üvey oğlu öz oğlu gibi olur mu?

Allah Teâlâ Nûr Suresinin 31. aye­tinde şöyle buyurur:

“Mümin kadınlara da söyle gözlerini sakınsınlar; edep yerlerini ve çevresini örtsünler. Görünen kısım dışındaki süslerini açmasınlar.  Başörtülerini yakaları üstüne kadar indirsinler. Kocaları,  babaları, kocalarının babaları, oğulları, kocalarının oğulları, erkek kardeşleri, erkek kardeşlerinin oğulları, kız kardeşlerinin oğulları, kendi kadınları, elleri altında bulunan esirler, ele bakar hale gelmiş ve erkekliği kalmamış kimselerle kadınların edep yerlerinin farkına varamamış çocuklar dışında hiç kimseye süslerini açmasınlar…” (Nûr, 24/31)

Ayette altı çizili yere dikkat ederseniz kadınlar, kocalarının başka kadından olma oğullarının yanında başları açık durabilirler.

Nisa Suresinin 22. ayetinde ise şöyle buyurulmuştur:

“Babalarınızın nikâhladığı kadınları nikâhlamayın. Geçmişte olan oldu. O çirkin, çok iğrenç ve pek kötü bir yoldur!”

Buna göre üvey annelerle üvey çocuklar birbirleriyle ebediyen evlenemezler.

Ölümden korkmak günah mı?

İnsanlar genelde şu sebeplerden dolayı ölümden korkar:

1. Ölümün bizzat kendisinin zor ve acı veren bir olay olduğunu düşünmelerinden.

2. Ölümle birlikte sahip olunan maddi ve manevi değerleri yitirecek olmalarından.

3. Ölüm sonrasında başına gelecek şeyleri tam olarak bilmemelerinden veya kötü şeyler geleceğini tahmin etmelerinden.

Ölüm, zor bir olaydır ve insanların bundan korkmaları da gayet normaldir. Ama ölümden sonra olacaklar yüzünden korkmak, bir Müslümana yaraşmaz. Allah’ın emirlerini elinden geldiğince tutan ve yasaklarından kaçınan Müslüman daima iyi şeyler ummalıdır. Allah Teâlâ şöyle buyurmuştur:

“Kimler inanır, iyi işler yapar, namazı dosdoğru kılar ve zekâtı verirlerse; onlara Rableri katında ödül vardır. Üstlerinde ne bir korku olur, ne de üzülürler.” (Bakara, 2/277)

“Rabbimiz Allah’tır deyip sonra da dosdoğru yaşayanlara korku yoktur ve onlar üzülmeyeceklerdir.” (Ahkâf, 46/13)

Ölümün zorluğu hakkında Hz. Aişe radıyallahu anhâ anlatıyor: “Resulullah aleyhissalâtu vesselâm, kendisini ölüme götüren hastalığa yakalandığı zaman derdi ki:

“Ey Aişe! Ben Hayber’de yediğim (zehirli) yemeğin acısını hep hissediyordum. İşte şimdi kalp damarımın kesildiğini hissettiğim anlar geldi.” (Buhârî, Megâzî, 83)

Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem işte böyle ifade etmiş ölümün zorluğunu… Bunun gibi daha birçok hadis vardır. Ama bunları düşünmekten çok imanlı ölmek için çalışmamız lazım. Zira Allah Teâlâ bize bunu emretmiştir:

“Ey inananlar! Allah’tan nasıl sakınmak gerekiyorsa öyle sakının. Son nefesinize kadar Müslüman kalın!” (Âl-i İmrân, 3/102)

“Bu dini İbrahim kendi oğullarına vasiyet ettiği gibi Yakup da vasiyet etti ve: “Oğullarım! Bu dini size Allah seçti. Son nefesinize kadar Müslüman kalın!” (Bakara, 2/132)

Son nefes için dualarımız şöyle olmalıdır:

“Ey göklerin ve yerin yaradanı olan Allah’ım! Gerek dünyada, gerek ahirette tek dayanağım sensin; canımı müslüman olarak al ve beni iyi kulların arasına kat.” (Yusuf, 12/101)

“Rabbimiz! Üzerimize sabır yağdır ve canımızı müslüman olarak al. (A’raf, 7/126)

Bu tür korkuları yenmek için zihninizi başka şeylerle yormanız gerekir. Size tavsiyemiz bol bol Kur’an meali okumaktır. Kendinize program yapın. Her gün bir sayfa meal okuyun. Ama anlayarak. Anlamadan okursanız hiçbir şeye yaramaz. Zamanla ölüm korkusunun azaldığını göreceksiniz.

Günahlarınıza tevbe edin, bir daha yapmamaya karar verin ve kararınızı uygulamaya koyun. O zaman günahlarınız da affedilir.

Çocuğuma “Mâverâ” İsmini koymam uygun olur mu?

Mâverâ, Arapça “şey” manasına gelen ile “arka” manasına gelen verâ kelimelerinin birleşmesinden oluşmuştur. “Bir şeyin ötesinde, arkasında, gerisinde bulunan yer, zaman” vb., “öte”, “görülen alemin ötesi” manalarına gelmektedir.  ((İlhan Ayverdi, Misalli Büyük Türkçe Sözlük, Kubbealtı Neşriyat.))

Bu kelimenin çocuklara isim olarak konulması yasak olmamakla birlikte daha anlamlı isimler koymanızı tavsiye ederiz.

Bir erkek aynı kadınla kaç kez imam nikâhı yapabilir?

Dinimize göre boşanma en fazla üç defa olabilir. Erkek karısından birinci kez boşanır da kadının iddeti bittikten sonra evlenmek isterse yeni bir nikâh kıyarak tekrar evlenebilir. Aynı şey ikinci kez boşanma için de geçerlidir. (İddet bitmeden dönmek isterse boşanma gerçekleşmiş olmakla birlikte yeni bir nikâha gerek olmaz.) Fakat bir erkek karısından üçüncü kez boşandıktan sonra karısıyla bir daha evlenemez. Bunun bir istisnası vardır. Kadın bir başka erkekle evlenir ve bir zaman sonra bu erkek de onu boşarsa kadın tekrar yeni bir nikâhla ilk kocasına dönebilir.

Boşanmanın hangi durumlarda meydana geldiğini öğrenmek için lütfen aşağıdaki linkte yer alan yazıyı okuyunuz:

www.suleymaniyevakfi.org/kuran-arastirmalari/talak-erkegin-bosama-hakki.html

Uhud Savaşı bazı sahabilerin sarhoş olması yüzünden mi kaybedildi?

İçki haram kılınmadan önce ashab-ı kiramdan birçok kişinin içki içtiği sabittir. Fakat içkiyi haram kılan ayetler nazil olduktan sonra bir iki istisna hariç sahabe içkiyi terk etmiştir. Fakat Uhud savaşının sahabenin sarhoş olması yüzünden kaybedildiği doğru değildir.

Buhâri’de geçen rivayete gelince:

Câbir radıyallâhu anh’ın rivayet ettiği hadis şöyledir:

“Bir takım in­sanlar Uhud harbi gecesi sabaha kadar içki içmişlerdi. O gün bun­ların hepsi şehîd olarak öldürüldüler. Bu, şarâbın haram kılınmasından önce idi.” (Buhari, Tefsîru’l-Kur’an (Maide Suresi), Bab 10) (Bu hadis Buhari’de Maide suresinin tefsiri haricinde Cihad ve Megazi bölümlerinde de yer almaktadır.)

Tecrid-i Sarih Tercümesi ve Şerhinde Kamil Miras bu hadis hakkında şöyle demektedir:

“… Uhud harbi gecesi bir kısım ashab sabaha kadar içki içmişlerdi. O gün henüz içki haram kılınmamıştı. Uhud hezimetinin sebeplerinden birisi de bu işret iptilasıdır. Ve Uhud’u müteakip kati bir surette haram kılınmıştır.” (Bkz: Ahmet Naim, Kamil Miras: Sahih-i Buhari Muhtasarı ve Tecrîd-i Sarih Tercemesi ve Şerhi, Diyanet İşleri Başkanlığı Yay., 2. bs., Ankara, 1972, c: 11, s: 96. 1698 numaralı hadisin açıklaması)

Açıklamada da görüldüğü gibi sebeplerden sadece bir tanesi ashaptan bazılarının içki içmesidir. Dolayısıyla diğer sebepleri tamamen göz ardı ederek “Uhud savaşı içki içen sahabe yüzünden kaybedildi” demek doğru değildir. Uhud savaşının ayrıntıları ve galibiyetten sonra yaşanan hezimetin sebepleri Allah Teâlâ tarafından Âl-i İmrân suresinde şöyle açıklanmıştır:

“Müminleri, savaşacakları yerlere konuşlandırmak için bir sabah erkenden evinden çıkmıştın. Allah her şeyi işitiyor ve biliyordu.

O gün içinizden iki bölük korkudan dağılmak üzereydi. Oysa onların dostu Allah’tır. İnananlar yalnız Allah’a güvenmelidirler.

Şurası bir gerçek ki, siz daha zor bir durumda iken, Allah Bedir’de sizi, yardımıyla zafere ulaştırmıştı. Öyleyse Allah’tan korkun. Belki şükredersiniz.

O gün müminlere şöyle diyordun: “Allah’ın, gökten inen üç bin melekle yardım etmesi size yetmez mi?”

Yeter tabii. Ama eğer sabreder ve iyi korunursanız; onlar da ani baskın yaparlarsa Rabbiniz size, onların peşlerini bırakmayan beş bin melekle destek verecektir.

Allah bu desteği size, sadece bir zafer müjdesi olsun ve kalpleriniz yatışsın diye verir. Yoksa zafer yalnızca Allah katındandır; o güçlüdür, doğru karar verir.

Bu desteği bir de; Allah’ı görmezlik edenlerin önde gelenlerini öldürmek ve onları perişan etmek için verir ki, savaşı kaybetmiş olarak geri dönsünler.” (Âl-i İmrân, 3/121-127)

“Siz bir yara aldıysanız, karşınızdaki topluluk da vaktiyle benzeri bir yara almıştı. Böyle günleri, bir ona bir öbürüne, insanlar arasında döndürüp dururuz. Bu, Allah’ın inanmış olanları ortaya çıkarması ve içinizden kimilerini tanık tutması içindir. Allah, yanlış yapanları sevmez.

Bu, bir de Allah’ın, iman edenleri arındırması ve görmezlikten gelenleri çaresiz bırakması içindir.” (Âl-i İmrân, 3/140-141)

“Bakın, Allah, size verdiği sözü yerine getirdi. O gün onun izniyle kâfirleri kırıp geçiriyordunuz. Sonra bir an endişeye kapılıp gevşediniz, savaşma konusunda anlaşmazlığa düştünüz. Allah size arzuladığınız zaferi gösterdikten sonra emre aykırı davrandınız. Kiminiz dünyayı istiyor, kiminiz de ahireti istiyordu. Sonra Allah sizi onların karşısında bozguna uğrattı ki yıpratıcı bir imtihandan geçesiniz. Sonra da onları sizden tam olarak uzaklaştırdı.  Çünkü Allah’ın inananlara ikramı boldur.

O gün siz dağa doğru kaçıyor, kimseye dönüp bakmıyordunuz. O Elçi de arkanızdan sizi çağırıyordu. Allah sizi kederden kedere uğratıyordu ki, ne elinizden kaçan zafere ne de başınıza gelen bu belaya üzülesiniz. Siz ne yapsanız Allah onun iç yüzünü bilir.

O kederden sonra sizi bir güven duygusu sardı, üzerinize tatlı bir uyku hali çöktü. İçinizden bir takımı böyle bir havaya girmişti. Bir takımı da kendi derdine düşmüş, Allah hakkında, gerçek dışı kuruntuya, cahiliye devri kuruntusuna kapılmıştı. Şöyle diyorlardı: “Bu işten elimize ne geçti ki?” De ki: “Bu iş, tamamıyla Allah rızası içindir”. Onlar, sana açmadıkları bir şeyi içlerinde gizliyorlar, “bu işte bir faydamız olsaydı, burada öldürülmezdik” diyorlardı. De ki: “Siz evlerinizde bile olsaydınız, öldürülecekleri yazılmış olanlar çıkar, yatacakları yere kadar giderlerdi”. Bu, Allah’ın içinizde olanı denemesi, kalplerinizde olanı iyice temizlemesi içindir. Allah içinizde ne olduğunu bilir.

İki ordunun karşılaştığı gün, emre aykırı davrananlarınıza gelince, onların ayağını kaydıran şeytandı. Bu,  yaptıkları bazı işlerden ötürüydü. Allah onları affetti. Çünkü Allah bağışlar, yumuşak davranır.” (Âl-i İmrân, 3/152-155)

“Başınıza bir musibet geldiği zaman “bu da nereden çıktı” demeniz mi gerekirdi? Siz onların başına bunun iki katını getirmiştiniz. De ki, onun sebebi içinizden bazılarıdır. Allah’ın gücü her şeye yeter.

“İki topluluğun karşılaştığı gün başınıza ne geldiyse Allah’ın bilgisi altında geldi. Onun bir sebebi de inananları ortaya çıkarmasıydı.

Onda münafıklık edenleri ortaya çıkarma gayesi de vardı. Onlara dendi ki: “Gelin, Allah yolunda savaşın ya da savunma yapın.”  Dediler ki; savaşmayı bilsek, elbette geliriz”. İçten kabul etmedikleri şeyi ağızlarıyla söylüyorlardı. O gün onlar, imandan çok kâfirliğe yakındılar. Allah onların neyi gizlediklerini çok iyi bilir.

Oturdukları yerden, kardeşleri için şöyle atıp tutuyorlardı: “Sözümüzü dinleselerdi öldürülmeyeceklerdi.” De ki: “Haydi, kendi ölümünüze engel olun bakalım; eğer iddianızda haklıysanız.” (Âl-i İmrân, 3/165-168)

Özellikle 152-155. ayetleri dikkatli bir şekilde okuyunuz. Hezimetin nedenleri o ayetlerde gayet net bir şekilde görülmektedir.

Başparmağa veya işaret parmağına yüzük takmak mekruh mudur?

Yüzüklerin işaret veya başparmağa takılmasını yasaklayan herhangi bir delil mevcut değildir. Fakat sadece taharette kullanılan sol elin parmaklarına takılması hoş karşılanmamıştır. Konu ile ilgili olarak rivayet edilen hadislerin bazısında Peygamberimizin yüzüğü sağ eline, bazında ise sol eline taktığı bildirilmektedir. Bu yüzden Hanefî ve Şafiîlere göre yüzüğü sağ ele takmak daha faziletli iken Malikîlere göre sola ele takmak daha faziletlidir.

Yüzük sol ele takıldığı zaman taharet esnasında yani tuvalette su ile temizlik yapıldığı zaman parmaktan çıkartılır, çünkü sol elle taharet edilir.

İmam Nevevî ulemanın yüzüğü sağa veya sola takmanın cevazında müt­tefik olduklarını fakat hangisinin daha efdal olduğunda ihtilâf ettiklerine işaret ettikten sonra, İmam Malik’in sol ele takmayı müstehap, sağa tak­mayı ise mekruh gördüğünü kendi mezheplerin de (Şafiîlerde) ise sağ elin daha efdal olduğunu söyler. (KAYNAK: Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Necati Yeniel, Hüseyin Kayapınar, Şamil Yayıncılık, İstanbul, 2000, c: 14, s: 316-317.)

Üvey kardeşe nikâh düşer mi?

Kardeşlik üç şekilde olur:

1. Ana bir kardeşlik

2. Baba bir kardeşlik

3. Ana baba bir kardeşlik.

Bir kişi bu üçünden biri ile evlenemez. Bunun dışında üvey kardeşi olursa evlenebilir. Mesela Ahmet adlı kişinin babası, Ahmet’in annesinden başka bir kadınla evlenirse ve o kadının da başka bir erkekten kızı varsa Ahmet o kadının kızı ile evlenebilir.

Melekler insanın kan dökeceğini nereden bildiler?