Skip to content Skip to main navigation Skip to footer

Blog

Belkıs’ın tahtının ta Yemen’den Kudüs’e getirilmesi keramet değil midir?

Bu olayın herhangi bir olağanüstülükle, kerametle uzaktan yakından alakası yoktur. Olay tamamen ilim ile alakalıdır. Konuyla ilgili olarak KUR’AN IŞIĞINDA DOĞRU BİLDİĞİMİZ YANLIŞLAR kitabımızın “Kur’an’ı Açıklamada Usul” başlıklı sekizinci bölümünün ilgili paragraflarını aşağıya alıyoruz:

“Süleyman aleyhisselam zamanında Kitap’tan bilgisi olan bir kişi, Belkıs’ın tahtını göz açıp kapayıncaya kadar, Yemen’den Kudüs’e getirmiştir.

Süleyman kuşdilini bilirdi. Kuşlara, cinlere, insanlara ve bunlardan oluşan ordulara hükmeden büyük bir krallığı vardı. Saba Kraliçesi Belkıs, ona karşı konamayacağını anlamış, Kudüs’e gelmek ve Süleyman’a teslim olmak üzere yola çıkmıştı. Onun, büyük ve gösterişli bir tahtı vardı. Bu haberi alan Süleyman, önde gelen adamlarını topladı ve şöyle dedi:

“Ey önderler! Onlar gelip teslim olmadan önce sizin hanginiz kraliçenin tahtını bana getirebilir? Cinlerden bir ifrit dedi ki: Ben, onu sana sen makamından kalkıncaya kadar getiririm. Bana güvenebilirsin, benim buna gerçekten gücüm yeter. O Kitap’tan bir bilgiye sahip olan kişi de: Ben onu sana gözünü açıp kapayıncaya kadar getiririm dedi ve getirdi. Süleyman tahtı, yanına kurulu görünce dedi ki: Bu beni denemek için rabbimin bir ikramıdır; şükür mü edeceğim, yoksa nankörlük mü? Kim şükrederse faydasını görür. Nankörlük eden etsin. Rabbimin kimseye ihtiyacı yoktur, onun iyiliği boldur.” (Neml 27/38-40)

Tahtı, göz açıp kapayıncaya kadar getiren kişinin bilgi aldığı kitap Tevrat’tır. İsrail peygamberlerinden olan Süleyman’ın makamında “O Kitap=el-Kitab” diye bahsedilen kitap başkası olamaz.

Kitabı bilen” değil de “Kitap’tan bilgisi olan” ifadesi önemlidir. Demek ki o kişinin Kitab’ın tamamını bilmesi gerekmemiş, kendi uzmanlık sahası ile ilgili ayetleri bilmesi yeterli olmuştur. Bu, uzaktaki eşyayı getirme bilgisidir. Bugün eşyanın ışınlanması ile ilgili çalışmalar yapılıyor ama uzaktaki bir eşyayı getirmek hayal bile edilemiyor.

Kur’ân’ı, sadece din kitabı sayanlar yukarıdaki ayetleri anlayamazlar. Bu sebeple tefsir bilginleri bu konuda zorlanmışlardır. Kimisi bu olayı bir keramet, kimisi de Süleyman aleyhisselamın mucizesi sanmış ve çelişkiye düşmüşlerdir.

Mucize, bir peygamberin peygamberlik belgesi; keramet de Allah’ın bir kuluna ikramıdır. Kimse Allah adına söz veremeyeceği için keramette de mucizede de iddia olmaz. Allah Teâlâ şöyle buyurur:

“Hiçbir elçi, Allah’ın izni olmadan bir mucize getirme yetkisine sahip değildir.” (Ra’d 13/38)

Tahtın getirilmesi olayında iddia vardır. Kitap’tan bir bilgiye sahip olan kişi, Süleyman’a “Ben onu sana gözünü açıp kapayıncaya kadar getiririm” demiştir. Dolayısıyla bu olay ne mucizedir, ne keramet. Ayette belirtildiği gibi Allah’ın kitabından alınmış bir ilimdir. Bu ilim Kur’ân’da da olmalıdır. Kur’ân’ın gösterdiği yöntemle hareket edilirse o bilgiyi bulup çıkarmak mümkün olur.” (Abdülaziz Bayındır, Kur’an Işığında Doğru Bildiğimiz Yanlışlar, Süleymaniye Vakfı Yayınları, 2. Bs., İstanbul, 2007, s: 297-299)

Mitinglerde görülen alkış, slogan, ıslık çalma eylemlerinin hükmü nedir?

Dinimizde bunları yasaklayan bir hüküm yoktur. Bunları hoş görmeyenler şu ayeti delil getirmektedirler:

“Onların Kâbe yanındaki ibadetleri, ıslık çalmak ve el çırpmaktan başka bir şey değildir.”(Enfal, 8/35)

Kâbe’yi tavaf eden Mekke müşrikleri ibadet saydıkları için ıslık çalı­yor ve el çırpıyorlardı. Siyasî faaliyetlerdeki alkış ve ıslık çalma eylem­leri her ne kadar bi­zim örfümüze sonradan girmiş ise de müşriklerin Kâbe etrafında yaptıkları ibadete benzemez.

Slogan atmaya gelince, İslam’a aykırı anlamlar içermedikçe bunda bir mah­zur yoktur.

Gizli nikâhla evlenip ayrıldım. Başka biriyle nasıl evlenebilirim?

Kızın ailesinin izni ve onayı olmadan kıyılan nikâh geçersizdir. Peygamberimiz sallallâhu aleyhi ve sellem şöyle buyurmuştur:

“Hangi kadın, velisinin izni olmadan nikâhlanırsa onun nikâhı bâtıldır (geçersizdir), onun nikâhı bâtıldır, onun nikâhı bâtıldır. Erkek onunla ilişkiye girmişse bu ilişkiye karşılık kadının mehir alma hakkı vardır. Eğer anlaşamazlarsa sultan (yetkili kişi) velisi olmayanın velisidir.” (Ebû Dâvûd, Nikâh, 20; Tirmizî, Nikâh, 14; İbn Mâce, Nikâh, 15; Ahmed b. Hanbel, Müsned, 6/66)

Eğer o kişi ile ilişkiye girdiyseniz ondan mehir alırsınız ve hamile olup olmadığınızın anlaşılması için bir kere âdet görüp temizleninceye kadar beklemeniz gerekir. Fakat ilişkiye girmemişseniz nikâhınız geçerli olmadığı için herhangi bir işlem yapmadan yeni bir evlilik yapabilirsiniz.

Velisiz nikâhla alakalı olarak aşağıdaki linkte bulunan yazımızı okumanızı tavsiye ederiz:

www.suleymaniyevakfi.org/arastirmalar/velisiz-nikah.html

Esnaftan kredi kartı çektirerek nakit para almak faiz midir?

Bu işlem caiz değildir. Bu, alım satım görüntüsü adı altında doğrudan doğruya faizdir. Çünkü esnaftan nakit olarak 97 lira alınacak ama bankaya 100 lira ödenecektir. Borçlanmalarda bunun gibi her fazlalık faizdir. Çünkü faiz, borçtan elde edilen gelir demektir.

Tarih, alım satım görüntüsü adı altında nice faiz yollarının ortaya çıkmasının örnekleri ile doludur. www.suleymaniyevakfi.com sitemizden ulaşabileceğiniz TİCARET VE FAİZ adlı kitabımızda konu ile ilgili geniş bilgilere ulaşabilirsiniz.

Osman ismi “yılan yavrusu” manasına mı geliyor?

Peygamber sallallahu aleyhi ve sellemin, anlamı hoş olmayan bazı isimleri değiştirdiği doğrudur. Mesela Harb, Asıye gibi. Fakat Osman ismini değiştirmediğine göre, anlaşılmaktadır ki bu isim Peygamberimiz tarafından makul karşılanmıştır.

Osman isminin bir anlamı “yılan/ejderha” yavrusudur. Fakat bir diğer anlamı da gözleri oldukça güzel olan “Toy kuşu yavrusu”dur. (Bkz: İbn Manzûr, Lisânu’l-Arab, a-s-m maddesi, c: 12, s: 385) Peygamberimiz bundan dolayı bu ismi değiştirmemiş olabilir.

İslam ülkelerinde yaşayan gayrimüslimler neye göre yargılanırlar?

Ehl-i kitabın diğer kâfirlerden bir ayrıcalığı yoktur. Ancak tarih boyunca bu, yanlış algılanmıştır. Bu konuda www.kurandersi.com sitemizdeki oldukça geniş bilgi bulunmaktadır. Aşağıdaki linklerden ehl-i kitap ve müşriklerle ilgili olarak düzenlediğimiz dersleri izleyebilirsiniz:

www.kurandersi.com/konulu-kuran-sohbetleri/2009/ehli-kitap.html

www.kurandersi.com/konulu-kuran-sohbetleri/2009/ehli-kitap-ve-musrikler.html

www.kurandersi.com/mukayeseli-fikih-muzakereleri/2009/ehli-kitap-ve-musrikler-1.html

www.kurandersi.com/mukayeseli-fikih-muzakereleri/2009/ehli-kitap-ve-musrikler-2.html

Sorunuzun kâfirlerle ilişkiler kısmı hakkında da www.suleymaniyevakfi.org sitemizin ARAŞTIRMALAR bölümünde bulunan Müslüman Olmayanlarla İlişkiler başlıklı yazıyı okumanızı tavsiye ederiz:

www.suleymaniyevakfi.org/arastirmalar/musluman-olmayanlarla-iliskiler.html

Diğer dinlere mensup olan kişiler, özel hukuku ilgilendiren konularda, varsa kendi hukuklarına tabi tutulabilirler. Yoksa İslam ülkesinde, zorunlu olarak İslam hukukuna uymaları gerekir. Kamu hukuku ile ilgili hususlarda ve Müslümanlarla ilgili davalarda da Müslümanların mahkemesine gitmeleri zorunludur.

Kul hakkından helalleşmek nasıl olmalı?

Helalleşme sadece sözle olmaz. Hakkın ne olduğu söylenir, borç varsa ve ödenirse karşı taraf hakkını helal etmese de helalleşme meydana gelir.

Zarar giderilmeden “hadi hakkını helal et” denilirse muhatap ya susmak zorunda kalır ya da içten helal etmek istemediği halde “helal olsun” diyebilir. Muhatabı bu şekilde zor durumda bırakarak yapılan helalleşme, helalleşme değildir.

Müslümana düşen, hiç kimsenin hakkına saldırmamaktır. Böyle bir günah işlediğinde ise önce verilen zarar giderilmeli, ardından o kişiden helallik dilemeli ve bu günahından dolayı tevbe istiğfar etmelidir. Önemli olan, ahirette Allah’ın bütün günahlarını bağışlayacağı kullardan olabilmek için çalışmaktır.

Tayy-i mekân var mı? Şeyhler insanın içinden geçenleri bilirler mi?

“İçinde bulunulan mekânla birlikte aynı anda başka yerlerde de görünmek” manasına gelen tayy-i mekân diye bir şey olamaz. Şahit dedikleri adamlarla görüşmek istediğinizi söyleyin, hiç biri bunu gördüğünü ifade etmeyecektir. Eden olursa yemin teklif edin. Çünkü bu tür şeyler organize yalanlardır.  Bir şeyin olmadığı değil, olduğu ispat edilir. Bu sebeple ispat bize değil, iddia sahiplerine düşer. Siz onlardan bunu ayet ve hadislerle ispat etmelerini isteyin.

Şeyhlerin insanların içinden geçen şeyleri bilmesine gelince: Allah Teâlâ üzerimizde görevlendirdiği meleklerle ilgili olarak şöyle buyuruyor:

“Üzerinizde koruma görevlileri vardır; onlar değerli yazıcılardır. Ne yapsanız bilirler.” (İnfitâr, 82/10–12)

“Şurası bir gerçek ki, insanı yaratan biziz. Ona şahdamarından da yakın olduğumuzdan biz, içinin ona ne fısıldadığını biliriz.

Sağında ve solunda oturmuş iki kayıt memuru bulunur.

Bu sebeple ağzından çıkan her sözü kayıt için hazır bekleyen bir gözcü mutlaka vardır”. (Kaf 50/16–18)

Dikkat ederseniz bu melekler sadece “yaptıklarımızı” bilirler; içimizde olanları değil. Demek ki, Allah kişinin içini bildiği halde melekler ancak ağızdan çıkan sözü bilebilirler.

İnsanların içinden geçenler gaybtır ve gaybı ne insan, ne melek, ne cin, ne de Allah’ın Elçileri bilebilirler.

Allah Teâlâ şöyle buyurur: “De ki, göklerde ve yerde, hiç kimse gaybı bilmez, onu sadece Allah bilir.” (Neml 27/65)

Birçok ayette “insanların kalplerinde/içlerinde olanı sadece Allah’ın bildiği” özellikle vurgulanmaktadır. Diğerleri ise sadece tahmin edebilirler; tahminleri bazen tutar, bazen tutmaz. Zaten böyleleri öyle genel şeyler söylerler ki, biri tutmazsa diğeri tutar ve bağlılarını kandırmayı başarırlar.

Benzer bir soru-cevap için lütfen aşağıdaki linki tıklayınız:

www.fetva.net/yazili-fetvalar/tarikatlarda-seyhi-yuceltme-ve-batil-inanislar.html

Hüküm koyma açısından demokrasiyi bir kez daha değerlendirir misiniz?

Her insan, elindeki imkânlar ölçüsünde sorumlu olur. Yöneticileri seçme hakkınız varsa bunu en iyisinden yana kullanmanız gerekir. Çünkü yapabileceğiniz başka bir şey yoktur.

Seçildiyseniz ve hüküm koyma mevkiindeyseniz, yine gücünüze göre hareket edersiniz. Eğer hüküm koyacak kadar gücünüz varsa onu inançlarınız doğrultusunda kullanırsınız. Eğer yoksa bu defa doğruları tebliğ etmekle yetinirsiniz, çünkü yapabileceğiniz ancak o kadardır.

Demokrasi ile ilgili duyduğunuz endişeler her türlü sistem için de duyulabilir. Şu ayeti bir kez daha hatırlayalım:

“Allah kimseye gücünün üstünde bir yük yüklemez.” (Bakara, 2/286)

Dolayısıyla yapmamız gereken şey, içinde bulunduğumuz şartları en iyi şekilde değerlendirmekten ibarettir.

Kenzü’l-Arş ve Kadeh dualarının aslı var mıdır?

Kenzü’l-Arş ve Kadeh duası ne Peygamberimiz zamanında ne de sahabe döneminde bulunan dualardandır. Bunlar çok sonraları ortaya çıkmış ve çeşitli rakam ve vaatlerle abartılmış şeylerdir. Bunların yerine ayet ve hadislerde tavsiye edilen duaları anlamları ile birlikte öğrenmek ve bunlarla Allah’a dua etmek gerekir.

Kur’an-ı Kerim’den örnek dualar için lütfen aşağıdaki linkte bulunan yazıyı okuyunuz:

www.suleymaniyevakfi.org/ramazan/ramazan-ve-dualarimiz.html

Peygamberimizden nakledilen duaları görmek için de İmam Nevevi’nin Türkçeye birçok defa tercüme edilen “el-Ezkâr/Peygamberimizden Dualar” adlı kitabını tavsiye edebiliriz.

Akraba evliliklerinde niçin sakat doğumlara rastlanıyor?

Kur’an-ı Kerim’de bunlar yasak değildir. Akraba evliliğinden doğma oldukları halde bir sakatlığı olmayan binlerce insan vardır. Sakat doğum olan evliliklerde süt akrabalığının olup olmadığına bakılmamaktadır. Bu yönde bir araştırma Kur’an verilerine göre yapılmazsa çıkacak sonuç tabii ki tatminkâr olmaz.

Evlenilmesi haram olan ve olmayan akrabanın hangisi/hangileri olduğuna dair lütfen aşağıdaki linkte yer alan cevabımızı okuyunuz:

www.fetva.net/yazili-fetvalar/akraba-evlilikleri-hangi-batna-kadar-haramdir.html

Erkeklerin serçe parmaklarına kına yaktırmaları haram mıdır?

Hayır, haram değildir. Bu, örfle ilgili bir husustur. Burada erkeklerin kadınlara benzemeye çalışması söz konusu değildir. Sakıncalı olan, erkeklerin tıpkı kadınlar gibi giyinmesi ve süslenmesi yani onlar gibi olmaya çalışmasıdır. Örfümüzde yer etmiş olan bu âdetin hadislerde yasaklanan durumla bir ilgisi yoktur.

Şefkat tokadı diye bir şey var mı?

Günahların cezası hemen verilmez. Zira kul, günah işler ama tevbe ederse Allah o günahları affeder. Ama tevbe etmez ve günahta ısrar ederse Allah günahlarından “bir kısmının” cezasını dünyada verir, diğerlerini ahirete bırakır. Allah Teâlâ şöyle buyurmuştur:

“İnsanların bizzat kendi işledikleri yüzünden karada ve denizde düzen bozuldu ki Allah yaptıklarının bir kısmını onlara tattırsın; belki de (tuttukları kötü yoldan) dönerler.” (Rum, 30/41)

Aşağıdaki ayetler de konuya açıklık getirmektedir:

“Sana ne iyilik gelse Allah’tan gelir, sana ne kötülük gelse senden kaynaklanır…” (Nisa, 4/79)

“Senden önceki topluluklara da elçiler göndermiştik.  Belki yalvarıp yakarırlar diye onları sıkıntıya ve zarara uğratmıştık.

Verdiğimiz sıkıntılar başlarına gelince yalvarıp yakarsalardı olmaz mıydı? Ama kalpleri katılaştı ve yapmakta olduklarını Şeytan onlara güzel gösterdi.

Kendilerine hatırlatılan görevleri unuttukları zaman önlerine bütün kapıları açarız. Verilen nimetlerle şımardıkları bir sırada da onları yakalayıveririz. Birden bire umutsuzluğa düşerler.” (En’âm, 6/42-44)

Bu ayetlerde de görüldüğü gibi Allah Teâlâ, akıllarını başlarına almaları için zaman zaman kullarını bir takım sıkıntılara maruz bırakmaktadır. Halk arasında “şefkat tokadı” olarak bilinen durum da bu ayetlere göre anlaşılabilir.

Ailelerinin istememesine rağmen gençler resmi nikâhla evlenebilirler mi?

Resmi nikâhları yapıldıysa bu nikâh dinen de geçerli olur. Burada şu hadis devreye girer:

“Veli ve iki güvenilir şahit olmadan nikâh olmaz. Bu şekilde kıyılmayan nikâh bâtıldır. Anlaşamaz­larsa sultan (yetkili makam) velisi olmayanın velisidir.” (Ebû Dâvûd, Nikâh, 20, (2083); Tirmîzî, Nikâh, 14 (1102); İbn Mâce, Nikâh, 15, (1879); Ahmed b. Hanbel, Müsned,  6/66.)

Şimdi gidip bir de imam nikâhını kıydırsınlar. Çünkü resmi nikâhta mehir belirleme başta olmak üzere birkaç eksiklik bulunmaktadır. Bunları da imam nikâhı ile tamamlasınlar. Nikâhta önemli olan, denetimdir. Bu denetim de nikâhın hukuken kontrole alınması ile sağlanmıştır. Dolayısıyla herhangi bir sorun yoktur.

Bununla ilgili olarak aşağıdaki linkte bulunan görüntülü cevabımızı izlemenizi de tavsiye ederiz:

www.fetva.net/goruntulu-fetvalar/bir-kiz-ailesinin-rizasi-olmadan-evlenirse-ailesinin-tutumu-ne-olmali.html

Ev almak için biriktirilen paraya zekât düşer mi, düşmez mi?

Diyanet’in bu konudaki görüşü şöyledir:

Temel ihtiyaçlar için biriktirilen para zekâta tabi midir?

Aslî ihtiyaçlar; ev, ev eşyası, giyecek, ulaşım ve yiyecek gibi hayatın güvenli ve sağlıklı bir şekilde devamı için gerekli olan şeylerdir. Bu ihtiyaçları temin etmek için biriktirilen paralarla onları karşılamak üzere sözlü ya da yazılı herhangi bir taahhüde girilmişse o takdirde bu paralardan zekât vermek gerekmez. Çünkü sözlü ya da yazılı taahhüde girildiğinde bu para, artık temel ihtiyaç için harcanmış demektir. Ancak böyle bir taahhüde bağlanmamış paranın, nisap miktarına ulaşması ve  üzerinden bir yıl geçmesi halinde, zekâtının verilmesi gerekir.

www2.diyanet.gov.tr/dinisleriyuksekkurulu/Documents/Zekat.pdf

Yukarıda altı çizili yerden de görüleceği gibi eğer borçlanılmadıysa ev almak için biriktirilen paranın zekâta tabi olduğu Diyanet tarafından da kabul edilmiştir. Bizim bu konudaki cevaplarımız ise aşağıdaki linklerde bulunmaktadır:

www.fetva.net/yazili-fetvalar/ev-icin-para-biriktiriyorum-zekat-verecek-miyim.html

www.fetva.net/yazili-fetvalar/evi-olmayan-bir-insan-zekat-verir-mi.html

Sağ yanağına vurana sol yanağını çevir düsturu İslam’da var mıdır?

Hayır, bizim dinimizde böyle bir anlayışa yer yoktur. İslam’ın bir ceza hukuku prensipleri vardır. Buna göre haksızlığa uğrayan biri, uğradığı haksızlılığın mislini yapmak veya affetmek arasında muhayyerdir ama affetmesi tavsiye edilmiştir. Yani sağ yanağına bir tokat yiyen kimse, o kişiye aynı ölçüde iki tokat atma hakkına sahiptir. Biri yediği tokadın karşılığı, diğeri de onun cezasıdır. İsterse o kişiyi affeder ama öbür yanağını dönmez.

Konuyla ilgili daha geniş bilgiye www.suleymaniyevakfi.com sitemizde bulunan KUR’AN IŞIĞINDA DOĞRU BİLDİĞİMİZ YANLIŞLAR kitabının “Ceza Hukuku Prensipleri” bölümünden ulaşabilirsiniz.

İnsan niçin günah işler? Her günahın tevbesi olur mu?

İnsanda “huysuzluk” vardır. Allah Teâlâ şöyle buyurur:

“İnsan gerçekten pek huysuz yaratılmıştır. Başına bir fenalık gelince feryat eder, imkân verildiğinde de pinti kesilir.” (Meâric, 70/19-21)

İnsanda “nankörlük” vardır. Allah Teâlâ şöyle buyurur:

“İnsan, başı sıkışınca yan üstü veya oturarak ya da ayaktayken bize yalvarıp durur.  Sıkıntısını giderdiğimizde de sanki sıkışıp da hiç yardım istememiş gibi geçer gider. Aşırılık edenlere, yaptıkları şey böylece güzel gösterilmiştir.” (Yunus, 10/12)

İnsanda “cimrilik” de vardır. Allah Teâlâ şöyle buyurur:

“Mallarınız ve evlatlarınız sadece sınanmanız içindir. Allah’a gelince, büyük ödül, onun yanındadır.

Onun için gücünüzün yettiği kadar Allah’tan sakının. Dinleyin; itaat edin, infak edin ve kendiniz için hayır yapın. Kim nefsinin cimriliğinden korunursa onlar umduklarını bulurlar.

Allah’a güzel bir ödünç verirseniz o, onu sizin için kat kat artırır ve sizi bağışlar, Allah iyiliği karşılıksız bırakmaz ve yumuşak davranır.” (Teğabun, 64/15-16-17)

Bütün bu özellikler, insanın kusurlu davranmasına sebep olur. Ama insan, neyi doğru neyi yanlış yaptığını tespit edecek güçtedir. Allah Teâlâ şöyle buyurur:

“(Nefse) isyankâr­lı­ğını ve takvasını ilham ede­nin hakkı için, onu arındıran gerçekten um­du­ğuna kavuşmuş, kirle­tip karartan da her şeyini kaybetmiş olur.” (Şems, 91/8-10)

İyilik yapan, o iyiliğin neşesini içinde duyar, kötülük yapan da vicdan azabı çeker. Bu, Allah’ın büyük bir ikramıdır. Bu sayede kişi, hatadan dönme ve tevbe etme ihtiyacı duyar. Günah ne kadar ağır olursa olsun, tevbe kapısı daima açıktır. Allah Teâlâ şöyle buyurur:

“De ki: Ey aşırı gidip kendilerini tüketen kullarım! Allah’ın ikramından umudunuzu kesmeyin. Çünkü Allah günahların hepsini bağışlar. O, bağışlayıcıdır, ikramı boldur.

Rabbinize yönelin de size azap gelmeden önce ona teslim olun; yoksa yardım görmezsiniz.

Rabbinizden size indirilenlerin en güzeline, Kuran’a uyun. Sonra o azap size, beklemediğiniz bir anda gelir de hiç anlayamazsınız.” (Zümer, 39/53-55)

Allah Teâlâ şöyle buyurur:

“Allah size açık açık anlatmak, sizden öncekilerin uygulamalarını göstermek ve tevbenizi kabul etmek ister. Allah bilir, doğru karar verir.

Allah ister ki, sizin tevbelerinizi kabul etsin; arzularının peşine takılanların isteği ise sizin iyice onlara yönelmenizdir.

Allah sizi rahatlatmak ister. İnsanoğlu zaten zayıf yaratılmıştır.” (Nisa, 4/26-28)

Kişi, tevbe etmeden ölmüş olsa, bu durumda Allah’ın bağışlamayacağı tek günah şirk günahıdır. Allah Teâlâ şöyle buyurur:

“Allah şirki bağışla­maz, onun dışında kalanı dilediği kimse için bağışlar.” (Nisa, 4/48)

Şirk, ortak etmek demektir. Allah’a şirk, ona ait özelliklerden birini veya bir kaçını başka bir varlıkta da görmektir. Bu varlık kimi zaman kişinin kendi arzuları olur. Ama çoğunlukla bunlar, Allah’a yakın sayılan büyükler ve ruhanilerdir. Din büyükleri ve ruhaniler, yarı insan yarı tanrı sayılarak Allah ile insan arasında arabuluculuk konumuna getirilirler. Onları din adamları temsil eder. Allah’ın ortağı ile ilişkide olmak, Allah ile ilişkide olmak sayılacağından din adamları bu yolla büyük bir din sömürüsü yaparlar. Her namazda okunan Fatiha suresinde “Allahım! Yalnız sana kul olur, yalnız senden yardım dileriz” ayetleri yer alır. Bu ayetlerin gereğini yapan Müslümanlar, şirkten ve sömürüden uzak bir dini hayat sürerler.

Sonuç olarak insan, bilerek veya bilmeyerek her türlü günah ve kusur işleyebilir. Ne zaman günahtan dönmek isterse tevbe kapılarının açık olduğunu bilmeli ve asla umutsuzluğa kapılmamalıdır.

Benzer bir görüntülü cevabımızı aşağıdaki linkten izleyebilirsiniz:

www.fetva.net/goruntulu-fetvalar/insan-sonunu-bile-bile-nicin-gunah-isliyor.html

 

Annemi razı etmek için istemediğim bir kişi ile evlenmeli miyim?

Dinimiz ana baba hakkına, onları görüp gözetmeye büyük önem vermiştir. Birçok ayette ana babaya ihsân emredilmiştir. İhsân, “iyi ve güzel davranmak” demektir. Allah Teâlâ şöyle buyurmuştur:

“Rabbin, sadece kendisine kulluk etmenizi, ana-babanıza da iyi davranmanızı kesin bir şekilde emretti. Onlardan biri veya her ikisi senin yanında yaşlanırsa, kendilerine «of!» bile deme; onları azarlama; ikisine de güzel söz söyle.

Onları esirgeyerek alçakgönüllülükle üzerlerine kanat ger ve: «Rabbim! Küçüklüğümde onlar beni nasıl yetiştirmişlerse, şimdi de sen onlara (öyle) rahmet et!» diyerek dua et.

Rabbiniz sizin kalplerinizdekini çok iyi bilir. Eğer siz iyi olursanız, şunu bilin ki Allah, kötülükten yüz çevirerek tevbeye yönelenleri son derece bağışlayıcıdır.”
(İsra, 17/23-25)

“Biz insana, annesine babasına iyi davranmasını emrettik. Zira annesi onu nice zahmetlerle karnında taşımıştır. Sütten kesilmesi de iki yıl kadar sürer. İnsana buyurduk ki: «Hem Bana, hem de annene babana şükret! Unutma ki sonunda Bana döneceksiniz.»

Eğer onlar seni, hakkında bilgin olmayan bir şeyi (körü körüne) bana ortak koşman için zorlarlarsa, onlara itaat etme. Onlarla dünyada iyi geçin. Bana yönelenlerin yoluna uy. Sonunda dönüşünüz ancak banadır. O zaman size, yapmış olduklarınızı haber veririm.”
(Lokman, 31/14-15)

Bu ayetlerde yer alan ihsân/iyi davranma ile körü körüne itaati birbirine karıştırmamak gerekir. Annenizin sizi istemediğiniz bir kişi ile evlendirmeye hakkı yoktur. Bu konuda en fazla bir tavsiyede bulunabilir. Evleneceğiniz kişi ile bir hayat geçirecek olan siz olduğunuz için bu konudaki karar da size aittir. Annenizi kırmadan bunu ona iyice izah etmeli, onun da gönlünü almak suretiyle bu meseleyi halletmelisiniz.

Sınava girip aynı fakülteyi ikinci kez kazansam kul hakkı olur mu?

Devlet size böyle bir hak tanıyorsa bunda bir sakınca olmaz. Neticede bu bir sınav ve herkes birbiri ile yarışarak bu bölümleri kazanıyor. Siz eğer diğer öğrencilerden daha iyi bir konumda iseniz orası bir kez daha sizin hakkınız olur. Ama yine de son karar size aittir. Vicdanınız rahat etmeyecekse böyle bir şey yapmaz, yolunuza devam edersiniz. Şu hadisi hatırlatmak yeterli olacaktır.

Vâbısa b. Mabed adındaki bir sahabî di­yor ki, Hz. Muhammed sallal­lahu aleyhi ve sellem’e git­tim buyurdu ki; “iyi­likten ve günahtan sormak için mi geldin?”

Evet, dedim.

Parmaklarını bir araya getirerek göğsüne vurdu ve üç kere şöyle dedi:

“Nefsine danış, kalbine danış Vâ­bısa (“istefti kalbek”)! İyilik, nefsin yatış­tığı, kalbin yatıştığı şeydir. Günah da içe dokunan ve göğüste te­reddüt do­ğuran şeydir. İsterse in­san­lar sana fetva vermiş, yaptığını uygun bul­muş ol­sunlar.” (Sünen-i Dârimî, Büyû’, 2; Ahmed b. Hanbel, 4/228)