Skip to content Skip to main navigation Skip to footer

Tag: tarikatlarda keramet

Keramet hak mıdır, değil midir? Sizin buna inancınız var mı?

Kerâmet sözlükte kerîm olmak, değerli ol­mak anlamına gelir[1.] Allah Teâlâ insanı değerli (kerametli) yarattığını ve birçok şeyi on­un em­rine verdiğini açıklamıştır.

“Âdemoğullarına gerçek­ten çok değer verdik (çok kerametli kıldık). Onları ka­rada ve denizde taşıdık ve güzel şeylerle rızık­landırdık. Ya­rattık­larımızın birçoğundan da üstün kıldık.” (İsra 17/70)

İnsanoğlunun dışında, gideceği yere başka­ları tarafından taşınan bir mahlûk yoktur. Bir in­sanın denizde ba­lık gibi yüzerek gitmesi mi kerâmettir, yoksa bir gemide oturarak ve yata­rak gitmesi mi?

Havada kuşlar uçar. İnsanın kuş gibi uçarak is­tediği yere git­mesi mi, yoksa bir uçağın içinde git­mesi mi kerâmettir? Bun­lara bakarak Allah’ın in­sana ne kadar değer verdiğini anlamak gere­kir.

Allah’ın insanoğluna en büyük ikrâmı, şüp­hesiz ki, şirkten uzak bir imandır.

“İnananlar ve imanlarını şirkle[2] bulandırma­yan­lar var ya işte güven onların hakkıdır; doğru yolu tutturan­lar da onlar­dır.(En’am 6/82)

İnsanların en kerîminin, yani en kerâmetli ola­nının kim oldu­ğunu da Allah Teâlâ açıkla­mıştır:

“Ey insanlar, biz sizi bir erkekle bir dişiden yarattık. Birbirinizle tanı­şasınız diye sizi milletlere ve kabile­lere ayırdık. Allah katında en ke­rîm ola­nınız takvâsı en iyi olanınızdır.” (Hucurât 49/13)

Kerâmet deyince yu­karıda anlatılanlar değil, olağanüstü şeyler­ kastedilir. Bunlar bir  el­çide görü­lürse adına mucize, velide görülürse kerâmet denir. Veli, Allah’a karşı gelmekten sa­kınan her müslümandır.

“İyi bilin ki Allah’ın velilerine korku yoktur. Onlar üzüle­cek de de­ğil­lerdir.

Bunlar inanmış olan ve takvâ ehli bulunan kim­selerdir.

Onlara bu dünya hayatında da ahirette de müjde vardır. (Yunus 10/62-64)

O müjde en sıkıntılı anda bile müminleri ra­hat­latır. Allah bu dostlarını yalnız bırakmaz.

“Kim Allah’a karşı gelmekten sakınırsa Allah ona bir çıkış yolu gös­terir.

Onu, hiç ummadığı yerden rızık­landırır. Her kim Allah’a dayanırsa o ona yeter. Çünkü Allah işini tastamam yapar. Al­lah her şeye, muhak­kak bir ölçü koymuştur. (Talâk, 65/2-3)

Yardım eden Allah olduğuna göre yardımı ola­ğan yol­larla da yapar olağan dışı yollarla da. İşte Allah’ın olağan dışı yollarla yaptığı yardıma kerâ­met denir.

Kerâmet Allah’ın bir ni­metidir; bütün ni­metler gibi ona da şükretmek gerekir. Mal, mülk, mevki ve ma­kam gibi kerâmet de insanı saptırabilir. İn­san ke­râmeti değil, Allah’ın rıza­sını aramalıdır.

Allah Teâlâ sıkışık zaman­larda mü­‘min kul­la­rına, şu veya bu şekilde mutlaka ikramda bulu­nur. Yukarıdaki ayet bunu göstermektedir. İnsan bu ik­ramı ken­dinden değil, Allah’tan bilmelidir. Mal ve mülkle övünmek nasıl çirkinse kerâmetle övünmek de çirkindir.

Bedir Savaşı’nda sıkışan Müslü­manların yar­dımına Allah Teâlâ melekleri göndermiş ama zaferin me­leklerin yardımıyla değil Allah katından verildiğini de vurgulamıştır. Onu açıklayan âyet zihin­le­rimizde hep yankılan­malıdır.

“Hani siz Rabbinizden yardım istiyordunuz. O da; “İşte ben size birbiri ardınca gelen bin melekle yardım gönderi­yorum” diyerek isteğinizi ka­bul et­mişti.

Allah bunu, sadece size müjde olsun ve gönlünüz bununla rahat­la­sın diye yapmıştı. Yoksa zafer (meleklerden değil) yalnız Allah ka­tındandır.  Allah güçlüdür ve her şeyi yerli ye­rinde ya­par. (Enfal 8/9-10)

Kendisinde kerâmetler görülen kimse kurtuluşa erdiğini zannetmemelidir. Dünya hayatı en­ge­beli bir ko­şu­dur. Her an bir şeye takılıp düşebiliriz.

Ölünceye kadar kulluğa devam etmek gerekir. “Ölünceye kadar Rab­bine ibadet et.” (Hicr 15/99)

(Abdulaziz Bayındır, Kur’an Işığında Tarikatçılığa Bakış, Süleymaniye Vakfı Yayınları, 6. Baskı, İstanbul, 2010, s: 116-119)

Lütfen aşağıdaki linkleri de tıklayınız:

www.fetva.net/goruntulu-fetvalar/keramet-var-midir-varsa-kimler-keramet-gosterebilir.html

—————————————————-
[1]- Mütercim Asım, Kamus Tercümesi, c.IV, s.464,465.

[2]- Ayette şirk diye tercüme edilen kelime “zulüm” dür. Bu anlam hem bir önceki ayetten, hem de Lokman suresinin 13. ayetindeki “Şirk gerçekten büyük bir zu­lümdür.” ifadesinden anlaşılmaktadır.

Belkıs’ın tahtının ta Yemen’den Kudüs’e getirilmesi keramet değil midir?

Bu olayın herhangi bir olağanüstülükle, kerametle uzaktan yakından alakası yoktur. Olay tamamen ilim ile alakalıdır. Konuyla ilgili olarak KUR’AN IŞIĞINDA DOĞRU BİLDİĞİMİZ YANLIŞLAR kitabımızın “Kur’an’ı Açıklamada Usul” başlıklı sekizinci bölümünün ilgili paragraflarını aşağıya alıyoruz:

“Süleyman aleyhisselam zamanında Kitap’tan bilgisi olan bir kişi, Belkıs’ın tahtını göz açıp kapayıncaya kadar, Yemen’den Kudüs’e getirmiştir.

Süleyman kuşdilini bilirdi. Kuşlara, cinlere, insanlara ve bunlardan oluşan ordulara hükmeden büyük bir krallığı vardı. Saba Kraliçesi Belkıs, ona karşı konamayacağını anlamış, Kudüs’e gelmek ve Süleyman’a teslim olmak üzere yola çıkmıştı. Onun, büyük ve gösterişli bir tahtı vardı. Bu haberi alan Süleyman, önde gelen adamlarını topladı ve şöyle dedi:

“Ey önderler! Onlar gelip teslim olmadan önce sizin hanginiz kraliçenin tahtını bana getirebilir? Cinlerden bir ifrit dedi ki: Ben, onu sana sen makamından kalkıncaya kadar getiririm. Bana güvenebilirsin, benim buna gerçekten gücüm yeter. O Kitap’tan bir bilgiye sahip olan kişi de: Ben onu sana gözünü açıp kapayıncaya kadar getiririm dedi ve getirdi. Süleyman tahtı, yanına kurulu görünce dedi ki: Bu beni denemek için rabbimin bir ikramıdır; şükür mü edeceğim, yoksa nankörlük mü? Kim şükrederse faydasını görür. Nankörlük eden etsin. Rabbimin kimseye ihtiyacı yoktur, onun iyiliği boldur.” (Neml 27/38-40)

Tahtı, göz açıp kapayıncaya kadar getiren kişinin bilgi aldığı kitap Tevrat’tır. İsrail peygamberlerinden olan Süleyman’ın makamında “O Kitap=el-Kitab” diye bahsedilen kitap başkası olamaz.

Kitabı bilen” değil de “Kitap’tan bilgisi olan” ifadesi önemlidir. Demek ki o kişinin Kitab’ın tamamını bilmesi gerekmemiş, kendi uzmanlık sahası ile ilgili ayetleri bilmesi yeterli olmuştur. Bu, uzaktaki eşyayı getirme bilgisidir. Bugün eşyanın ışınlanması ile ilgili çalışmalar yapılıyor ama uzaktaki bir eşyayı getirmek hayal bile edilemiyor.

Kur’ân’ı, sadece din kitabı sayanlar yukarıdaki ayetleri anlayamazlar. Bu sebeple tefsir bilginleri bu konuda zorlanmışlardır. Kimisi bu olayı bir keramet, kimisi de Süleyman aleyhisselamın mucizesi sanmış ve çelişkiye düşmüşlerdir.

Mucize, bir peygamberin peygamberlik belgesi; keramet de Allah’ın bir kuluna ikramıdır. Kimse Allah adına söz veremeyeceği için keramette de mucizede de iddia olmaz. Allah Teâlâ şöyle buyurur:

“Hiçbir elçi, Allah’ın izni olmadan bir mucize getirme yetkisine sahip değildir.” (Ra’d 13/38)

Tahtın getirilmesi olayında iddia vardır. Kitap’tan bir bilgiye sahip olan kişi, Süleyman’a “Ben onu sana gözünü açıp kapayıncaya kadar getiririm” demiştir. Dolayısıyla bu olay ne mucizedir, ne keramet. Ayette belirtildiği gibi Allah’ın kitabından alınmış bir ilimdir. Bu ilim Kur’ân’da da olmalıdır. Kur’ân’ın gösterdiği yöntemle hareket edilirse o bilgiyi bulup çıkarmak mümkün olur.” (Abdülaziz Bayındır, Kur’an Işığında Doğru Bildiğimiz Yanlışlar, Süleymaniye Vakfı Yayınları, 2. Bs., İstanbul, 2007, s: 297-299)