Paranın kendisi, hiçbir ihtiyacı karşılamaz. Ne yenir ne içilir ne de giyilir. Ama kimin eline geçerse onun ihtiyacını karşılamanın vasıtası olur. Bu sebeple para, damardaki kan gibi dolaşımda olmalıdır. Dolaşımda olmayan paranın kimseye faydası olmaz.
Kur’an, biriktirmeyi değil; infakı emreder. Arapçada tünele “nafak” (النفق), bir şeyi tünelden geçirmeye “infâk” (انفاق) denir. Kan, nasıl damarlardan geçip vücuda yayılırsa gelir ve servet de infak yoluyla, yani harcama kanallarıyla topluma yayılır.
Dolaşımdaki para, uğradığı her kişinin işini görür. Kiminin borcunu öder, kimine mal alır, kimine üretim yaptırır, kimileri için işçi ücreti olur… Üretimi artırıcı ve işsizliği azaltıcı etki yapar. Fakat bu süre içinde o paranın miktarı ne artar ne de eksilir. Kendinde bir artma ve eksilme olmamasına rağmen para nemalanan mal sayılır. Çünkü piyasaya giren her para, ekonomiye hareket kazandırır. Piyasadan çekilen her para da ekonomiyi daraltır. Bu sebeple yastık altına gitmemesi için paradan zekât alınması gerekir.
Eskiden para, altın ve gümüştü. Bununla ilgili olarak Allah Teâlâ şöyle buyurur:
“… Altını ve gümüşü kasalarda saklayıp da Allah yolunda harcamayanları acıklı bir azap ile müjdele.
O alevli ateş içinde kızdırılarak bunlarla(altın ve gümüşle) alınlarının, sırtlarının ve yanlarının dağlanacağı gün onlara şöyle denecektir. “İşte kendiniz için biriktirdikleriniz! Birikimlerinizin tadına varın bakalım.” (Tevbe 9/34-35)