Skip to content Skip to main navigation Skip to footer

Blog

Miskin kime denir? Bu kavram Kur’an’da nasıl tanımlanmıştır?

Miskin kelimesi Arapçada “Sakin olmak, hareketi sona ermek” anlamlarına gelen “s-k-n” kökünden türetilmiş bir kelimedir. Hareketin zıddına, sükûn denilmektedir.[1] Muhtaçlık, kişinin çabasını ve gayretlerini sona erdiği ve onu hareketsiz hale getirdiği için[2] veya insanlara karşı sürekli bir suskunluğa ve hareketsizliğe sebep olduğundan dolayı[3] yoksullara, bu kökten ism-i fail olan miskin denmiştir.

Miskin kavramı, Kur’an’da dokuzu Mekkî[4], on dördü Medenî[5] surelerde olmak üzere 23 ayette geçmektedir. Kavramın geçtiği ayetlere göre miskinlerin şu özellikleri ön plana çıkmaktadır:

  1. Kur’an’ın nüzul sürecinin başından sonuna kadar her aşamasında yer alan bir kavramdır.
  2. Miskin kavramının geçtiği ayetlerde özellikle onların doyurulmaya (yemeğe) muhtaç kimseler olduğu vurgulanmaktadır. Ayrıca ayetlerde onları doyurmayan müşriklerin de kınandığı görülmektedir.
  3. Akraba ve yolcularla birlikte insanların mallarında hakkı olan kimselerdir
  4. Fidye ve kefâretlerde doyurulması veya giydirilmesi gereken kimselerdir.
  5. Ganimetin beşte biri ile fey’in dağıtılacağı kimseler arasında yer almaktadırlar.

Kanaatimizce ayetler, herkesin ihtiyaç sahibi olduğunu bildiği/gördüğü, her toplumda, her zaman karşılaşılabilecek mutlak manada yoksulları tarif etmektedir. Bu çerçevede miskinin tarifi şöyle yapılabilir:

Miskin; ihtiyacını dile getirsin veya getirmesin, çalışsın veya çalışmasın, özürlü olsun veya olmasın toplum tarafından ihtiyaç sahibi olduğu hemen fark edilen, öncelikli ihtiyaçları sebebiyle çoğunlukla kendilerine temel ihtiyaç maddelerinden gıda ve giyim yardımı yapılan ve muhtaç denilince ilk akla gelen, Müslim veya gayrimüslim kimselerdir.

 

KAYNAK: Beytullah Aktaş, Kur’an’a Göre Zekâtın Harcama Kalemleri (Yayımlanmamış Doktora Tezi), İstanbul Üniversitesi SBE, İstanbul, 2013, s. 69-76.

[1] İbn Manzûr, Lisânü’l-Arab, “s-k-n” md., c. III, s. 2052.

[2] Muhammed Ali et-Tehânevî (v. 1158/1745), Keşşâfü Istılâhâti’l-Fünûni ve’l-Ulûm, thk. Ali Dehrûc, Mektebetü Lübnân Nâşirûn, Beyrut, 1996, c. I, s. 1538.

[3] Cârullâh Ebû Kâsım Mahmûd bin Ömer ez-Zemahşerî (v. 538/1144), el-Keşşâf an Hakâiki Gavâmidi’t-Tenzîl ve Uyûni’l-Ekâvîl fî Vucûhi’t-Te’vîl, Mektebetü’l-Abîkân, Riyad, 1998, c. I, s. 366.

[4] İsrâ, 17/26;     Kehf, 18/79; Rûm, 30/38; Kalem, 68/24; Hakka: 69/34;Müddessir: 74/44; Fecr, 89/18; Beled, 90/16; Mâ’ûn, 107/3. Bu surelerin Mekkî olduğuna dair bkz. Zerkeşî, el-Burhân, c. I, s. 193; Suyûtî, el-İtkân, c. I, s. 49 vd..

[5] Bakara, 2/83; 177; 184; 215; Nisa, 4/8; 36; Mâide, 5/89; 95; Enfâl, 8/41; Tevbe, 9/60; Nûr, 24/22; Mücâdele, 58/4; Haşr, 59/7; İnsan, 76/8. Medenî iki ayette ise Yahudilere meskenet damgası vurulduğu bildirilmektedir. Bkz. Enfâl, 8/41; Haşr, 59/7. Bu surelerin Medenî olduğuna dair bkz. Zerkeşî, el-Burhân, c. I, s. 194; Suyûtî, el-İtkân, c. I, s. 49 vd..

Kur’an’da geçen “fakir” ile Türkçedeki “fakir” aynı anlama mı geliyor?

“F-k-r” kökünden gelen ve ihtiyaç duyulan şey anlamında “fakr” kelimesinin sıfat hali olan “fakir”, zengin kavramının zıddı olarak kullanılan bir kavramdır.[1] Fakir kelimesinin, Arapçada “omurga, bel kemiği” anlamlarına gelen “fakâr” kelimesinden türemiş olma ihtimali vardır ki bu durumda “omurgası, belkemiği kırılmış kimse” manasına gelmektedir. Omurgası kırık kimse gibi maddi bakımdan başkasına muhtaç olması sebebiyle işlerini yürütemeyen bütün zayıf kimseler için bu kelime kullanılmaktadır.[2]

Fakir kelimesi, hem tekil hem de çoğul haliyle Kur’an’da on üç ayette geçmektedir. Bu ayetlerin çoğunda fakir kavramı zengin kavramının zıddı olarak yer almaktadır. Kavram, Mekkî surelerde iki ayette[3] geçerken, çoğunlukla Medenî surelerde[4] geçmektedir. Özellikle yardımın söz konusu edildiği ayetler Medenî’dir ve bu ayetlerde belli vasıflara vurgu yapılarak fakir kavramına yeni bir anlam yüklendiği görülmektedir.

Bakara sûresinin 273. ayetinde şöyle buyrulur:

“(Yapacağınız hayırlar), kendilerini Allah yoluna adamış, bu sebeple yeryüzünde kazanç için dolaşamayan fakirler için olsun. Bilmeyen kimseler, iffetlerinden dolayı onları zengin zanneder. Sen onları simalarından tanırsın. Çünkü onlar yüzsüzlük ederek istemezler. Yaptığınız her hayrı muhakkak Allah bilir.”

Haşr sûresi 8. ayette ise: “(Allah’ın verdiği bu ganimet malları,) yurtlarından ve mallarından uzaklaştırılmış olan, Allah’tan bir lütuf ve rıza dileyen, Allah’ın dinine ve Peygamberine yardım eden fakir muhacirlerindir. İşte doğru olanlar bunlardır” ifadeleri yer alır.

Neticede Kur’an’ın, bilinenden farklı ve yeni bir anlam yüklediği fakir kavramı şöyle tanımlanabilir:

Fakir; kendini Allah yoluna adayan –ve bu uğurda gerekirse hicret eden-, geçimini temin etmek için fırsatı olmayan ama ihtiyacını da bildirmeyen, görünüşte zengin zannedilen (fakirliği belli olmayan) kimsedir.

Cenâb-ı Hak Kur’an’da, zekâtın harcama kalemleri içinde, fakirleri ilk sırada sayarak bu sınıfa verdiği önemi göstermiştir. Bazı âlimlere göre, kazanma gücüne sahip olduğu halde ibadet için bir yere çekilen kimseye zekât verilmez. Ancak kendini tamamen yararlı ilim tahsiline veren kimseye zekât verilebilir.[5] Bu sebeple günümüzde ilim tahsil etmek, İslam’ı anlatmak gibi ulvî gayelerle meşgul olduğu için geçimini temin ile uğraşamayan kimselerin şahsî ihtiyaçlarının karşılanmasına öncelik verilmelidir. Yine bu fon, yurt içinde ve yurt dışında öğrenim yapmak isteyen öğrencilere burs vermekte kullanılabilir.[6]

KAYNAK: Beytullah Aktaş, Kur’an’a Göre Zekâtın Harcama Kalemleri (Yayımlanmamış Doktora Tezi), İstanbul Üniversitesi SBE, İstanbul, 2013, s. 62-69.

[1] İbn Manzûr, Lisânü’l-Arab, “f-k-r” md., Dâru’l-Meârif, Kahire, t.y., c. V, s. 3444.

[2] İbn Manzûr, Lisânü’l-Arab, “f-k-r” md., c. V, s. 3445; ez-Zebîdî, Tâcu’l-Arûs, “f-k-r” md., Kuveyt, 2001, c. XIII, s. 337.

[3] Bkz. Fâtır, 35/15; Kasas, 28/24.

[4] Bkz. Bakara, 2/ 268; 271; 273; Âl-i İmrân, 3/ 181; Nisâ, 4/ 6; 135; Tevbe, 9/60; Hacc, 22/28; Nûr, 24/32; Muhammed, 47/38; Haşr, 59/8.

[5] Bkz. Ebu’l-Hasan Ali b. Süleyman b. Ahmed el-Merdâvî, el-İnsâf fî Ma’rifeti’r-Râcihi mine’l-Hilâf, I-XXXII, Hicr li’t-Tibâati ve’n-Neşri ve’t-Tevzîi’ ve’l-İ’lân, y.y., 1995, c. VII, s. 210; Kardâvî, Fıkhu’z-Zekât, s. 379.

[6] Kardâvî, Fıkhu’z-Zekât, s. 379.

Kaskoya “caiz” derken bireysel emekliliğe niye “caiz değil” diyorsunuz?

Kaskoya para yatırıp bir yardımlaşma ve dayanışma organizasyonuna katılıyorsunuz. Süre sonunda bu organizasyonla ilişkiniz kesiliyor. Para elinizden çıktığı an, sigorta şirketinin mülkiyetine geçtiği için onun parayı nereye kullandığı, sizin sorumluluğunuz altında değildir.

Bireysel emeklilik sisteminde ise paranız sigorta şirketinin mülkiyetine geçmiyor. Paranın sahibi siz olduğunuz için onun nemalandırılmasında kullanılan yöntemden de siz sorumlu olursunuz. İkisi arasındaki fark budur.

Kasko ve bireysel emeklilikle ilgili cevaplarımıza aşağıdaki linklerden ulaşılabilir:

www.fetva.net/yazili-fetvalar/aracimizi-kasko-yaptirmanin-hukmu-nedir-2.html

www.fetva.net/yazili-fetvalar/bireysel-emeklilik-nedir-caiz-midir.html

Ortak malların zekâtı nasıl hesaplanır?

Koyunların zekât nisabı şöyledir:

1 koyundan 39 koyuna kadar zekâttan muaf,

40  koyundan 120 koyuna kadar  1 koyun,

121 koyundan 200 koyuna kadar 2 koyun,

201 koyundan 399 koyuna kadar 3 koyun

400 koyundan 499 koyuna kadar 4 koyun.

Her bir ortağın kaç koyunu olduğu belli olup koyunlar sadece bir arada bulunduruluyorsa bu durumda ortaklar koyunları 40 olana kadar zekât vermezler. 40 olunca her biri birer koyun zekât verirler.

Eğer koyunlar tamamen müşterek ise yani kardeşlerin koyunları ayrı ayrı belli değilse yukarıdaki miktarlara göre bu müşterek koyunların zekâtı verilmelidir. Bu durumda 200 koyun için 2 koyun, 201 olduğunda ise 3 koyun zekât verilmelidir.

Benzer bir soru-cevap için aşağıdaki linki tıklamanızı da tavsiye ederiz:

www.fetva.net/yazili-fetvalar/45-koyun-ve-50-kecinin-zekati-nasil-verilir.html

Ramazanda kasten oruç bozmanın cezası 61 gün müdür?

Ramazan günü imsak vaktinden sonra yemek içmek ve cinsel ilişkiye girmek haramdır. Bu davranışlar, Allah’a isyan anlamı taşır. Vebali çok büyüktür. Bir hadisi şerifte Nebîmiz şöyle buyurmuştur:

“Her kim Ramazandan bir günün orucunu özürsüz ve hastalıksız olduğu hâlde bozarsa ömür boyu tutacağı oruç o bozduğu orucun yerine geçmez.” (Buhârî, Savm, 29)

Bu durumda olan bir kişinin yapması gereken, tevbe etmek ve Allah’tan bağışlanma dilemektir. Tevbenin kabulü için de bir miktar sadaka vermesi gerekir. Kaza veya keffaret orucu tutması gerekmez.

Mâlikî fakihlerinden Ebû Bekir İbnü’l-Arabî’nin şöyle dediği nakledilir:

“Ramazan’da kasten yiyip içen kişiyle ilgili olarak bir grup; hem kaza hem keffâret gerekir derken diğer bir grup; sadece kaza gerekir, dedi. Ben, böyle bir kişiye kaza da keffâret de gerekmez görüşündeyim. Böyle bir kişinin, tutmadığı orucu kaza hakkı asla yoktur. Bağışlanma talebiyle nafile oruçlar tutar. Çünkü bize göre ibadetler vakitle sınırlıdır. İbadetlerin vaktini kasten kaçıranların hiçbir surette kaza hakları yoktur.

www.fetva.net/oruc/orucu-bilerek-bozmanin-cezasi-nedir.html

Konuyla ilgili geniş bilgi için aşağıdaki linkte bulunan “Oruç Keffâreti” başlıklı yazıyı okuyunuz:

www.suleymaniyevakfi.org/ramazan-ve-oruc/oruc-keffreti.html

Zekât vermeyen kişinin kıldığı namazlar kabul edilmez mi?

Zekât, İslam’ın beş esasından biridir. Diğer ibadetlere göre toplumu ilgilendiren yönü daha büyüktür. Ayet ve hadislere bakıldığında mal-mülk biriktirip de onu Allah yolunda harcamayanlara yani malın hakkı olan zekât veya sadaka vermeyenlere çok şiddetli azap tehditleri bulunmaktadır. Mesela bir ayet şöyledir:

“… Altını ve gümüşü kasalarda saklayıp da Allah yolunda infak etmeyenleri can yakıcı bir azap ile müjdele!” (Tevbe, 9/34)

Zekât vermeyenlerle ilgili olarak hadis kitaplarında da bir hayli hadis bulunmaktadır. Bunları Kütüb-ü Sitte hadis programından rahatlıkla bulabilirsiniz.

Hoca efendinin vaazda söylediği şekli ile bir hadise rastlayamadık. Fakat zekâtın farziyetini inkâr edenlerin veya hafife alanların imanının gideceğinde hiç şüphe yoktur. Lakin farziyetini kabul ettiği halde çeşitli gerekçelerle zekât vermeyenlerin imanı gitmez; onlar fasık olurlar. Bu kişilerin kıldıkları namazlar geçerli olur. Yapılan ibadetleri silip süpüren, geçersiz kılan eylem şirktir.

Allah Teâlâ şöyle buyurmaktadır.

“Kim imanını göz ardı ederse yaptıkları boşa gider ve Ahirette de kaybedenlerden olur.” (Mâide, 5/5)

“(Ey Muhammed!) Sana da senden öncekilere de kesin olarak bildirilmiştir ki: Eğer şirke düşersen (bütün) yaptıkların yok olur gider ve kesinlikle kaybedenlerden olursun!” (Zümer, 39/65)

Ölürken kelime-i şehâdet getiremeyenlerin durumu nedir?

Ölüm anında kelime-i şehâdet getirilmesi şart değildir. Önemli olan, son nefesi imanlı bir şekilde verebilmektir.

Hayatınız boyunca Cenâb-ı Hakk’ın istediği şekilde imanlı olarak yaşarsanız kelime-i şehâdet getiremeseniz de Allah’ın izni ile ruhunuzu imanlı bir şekilde teslim edersiniz.

Daha geniş bilgi için lütfen aşağıdaki linki tıklayınız:

www.fetva.net/yazili-fetvalar/iman-yazili-fetvalar/olum-aninda-iman.html

Alacağı tahsil etmek için borçluya evini sattırmak zulüm müdür?

Borçlu borcunu keyfi olarak ödemiyorsa bundan sorumludur. Alacaklı bunun için  her türlü meşru yola başvurabilir. Fakat başına gelen bir musibet dolayısıyla borcunu ödeyemiyorsa ona bolluğa çıkıncaya kadar süre vermek Allah’ın emridir. Allah Teâlâ şöyle buyurmuştur:

“Borçlu darlık içinde ise rahata çıkıncaya kadar beklemeniz gerekir. Alacağınızı sadakaya/zekâta saymanız sizin için daha hayırlıdır. Bunu bir bilseydiniz!” (Bakara, 2/280)

Borçlu borcunu ödeme niyeti ve gayreti içerisinde olmuyorsa alacaklı bütün teşebbüsleri gösterdikten sonra en son sıra eve kadar gelinmiş ve başka çare de kalmamışsa evi sattırıp borcunu tahsil edebilir. Bunda fıkhi bir mahzur yoktur.

Borçlunun yapması gereken, alacaklı ile anlaşıp borcunun ödenmesi için bir vade belirlemesi ve uygun taksitlerle borcunu ödemesidir. Ya da evini satıp paraya çevirmesi, bununla borcunu ödemesi, -şayet kalırsa- kalan miktar ile de daha mütevazi bir ev alıp bu evde oturmasıdır.

Kısacası asıl olan, borcun ödenmesidir. Borcunu tahsil için alacaklının kullandığı meşru bütün yöntemler fıkhen de geçerlidir.

Prof. Dr. Servet BAYINDIR

Küfür etmek orucu bozar mı?

Küfür etmek orucu bozmaz; ama sevabını alır götürür! Bir taraftan oruç tutup diğer taraftan insanlara küfürler savuran, onların kişilik haklarına tecavüz eden bir kişi boş yere aç kalmış olur. Allah Teâlâ, Kur’an-ı Kerim’de orucun amacını şöyle belirtmiştir:

“Ey inanıp güvenenler! O oruç, sizden öncekilere yazıldığı şekliyle size de yazıldı ki kendinizi koruyasınız.” (Bakara, 2/183)

Bu ayete göre, oruç tutan bir mümin, günahlara karşı kendisini diğer zamanlardan daha çok korumak durumundadır. Nebîmizden rivayet edilen bir hadis şöyledir:

 “Oruç tutan öyle insanlar vardır ki kârları sadece açlık ve susuzluk çekmektir.” (İbn Mace, Sıyâm, 21; Ahmed b. Hanbel, 2/373)

Madem orucunuzu tutarak Allah’ın bir emrini yerine getiriyorsunuz; o halde onun yasakladığı şeylerden de uzak durmalısınız.

Nebîmizden rivayet edilen başka bir hadis de şöyledir:

“Oruç bir kalkandır. Oruçlu kimse kötü söz söylemesin. Kendisiyle itişmek ve dalaşmak isteyene ‘ben oruçluyum, ben oruçluyum’ desin ve onunla dalaşmasın.” (Buhârî, Savm, 2; Müslim, Sıyâm, 163; Ebû Dâvûd, Sıyâm, 25; Tirmizi, İman, 17; Nesâî, Sıyâm, 42; İbn Mâce, Sıyâm, 1; Dârimî, Savm, 27; Muvatta, Sıyâm, 57; Ahmed b. Hanbel, 1/195, 196, 2/257, 273)

YAYIMLANDIĞI YER: Yahya Şenol, Ramazan ve Oruç, 3. Baskı, Süleymaniye Vakfı Yayınları, İstanbul, 2017, s. 95-96.

Bununla ilgili görüntülü cevabımızı aşağıdaki linkten izleyebilirsiniz:

www.fetva.net/oruc/oruc-tutan-kisi-kufur-ederse-orucu-bozulur-mu.html

Oruç tutan bir müminin kazanması gereken dînî ve ahlaki değerleri anlatan bir yazımızı aşağıdaki linkten okumanızı tavsiye ederiz:

www.suleymaniyevakfi.org/ramazan-ve-oruc/firsatlar-ayi-ramazan.html

Kadınlardan gelen günlük akıntılar abdesti bozar mı?

Allah Teâlâ şöyle buyurur:

“… Hasta veya yolcu olur veya sizden biri ayakyolundan gelir ya da kadınlara temas etmiş olur da su bulamazsanız temiz toprağa teyemmüm edin; onunla yüzünüzü ve ellerinizi mesh edin…” (Mâide, 5/6)

Bu ayet, abdestin, tuvalette olan şeylerle bozulacağını bildirmektedir. Bir kadından gelen günlük akıntılar, tuvalette olan şeylerden olmadığı için abdesti bozmaz. Onun abdesti bozacağına dair sahih veya zayıf herhangi bir hadis, sahabe veya tabiin sözü de yoktur.

Konu ile ilgili tıbbî bilgiler özetle şöyledir:

“Vajinal akıntı bir salgıdır ve burun salgısı olan sümük, ağız salgısı olan tükürük, gözyaşı, kulak salgısı olan buşon gibi, bulundukları ortamı koruyan, ya da işlevlerine yardımcı olan maddelerdir.”

“Vajinal salgı mutlaka olması gereken yani fizyolojik bir salgıdır; olmaması hastalıktır. Ve burun salgısı, gözyaşı, ağız salgısı ve diğer salgılar gibi, olmadığı zaman yani bu salgılar salgılanmadığı zaman vücutta hastalık ortaya çıkar.”

“Vajen, cinsel bölgede bulunan üç açıklıktan birisidir. Burası çok önemli, çünkü dini olarak iki açıklıktan bahsediliyor. Önde idrar torbasından gelen üretra denen bir idrar kanalı vardır. Arkada bağırsak son kısmı olan rektum denilen bölgenin çıkış kısmı yani anüs vardır ve dışkının atılımını sağlar. Vajen bu iki açıklığın ortasında yer alan bir açıklıktır.”

“Anüs ve üretradan yani idrar torbasından ve büyük abdest yaptığımız kalın bağırsaktan atıkların dışarı atılması iradi olarak ortaya çıkar. Biz bunları dışarıya çıkartırken değişik kaslarımızı kullanarak bunları dışarı atıp atmama konusunda bir iradeye sahibiz. Oysa akıntıyla ilgili böyle bir iradeye sahip olmayız. Yani bunların dışarı atılmasını engelleyecek bir kas sistemi, bir kapak sistemi ya da kasılmayı sağlayan sfinkter dediğimiz bir sistem ortada yoktur ve akıntının dışarı atılması irade haricinde ortaya çıkar.”

“Vajen-döl yolunda salgı bezi yoktur. Beyaz bir akıntıdır, kokusu yoktur, yapışkandır. Yapışkan olmasını sümük gibi değerlendiriyoruz, biz buna mukus diyoruz. Mukus hem burundan hem de vajenden gelen akıntı için geçerli olan bir ifadedir. Kaşıntı yapmaz, nonirritan’dır yani değdiği dokuda rahatsızlık vermez. Bu özellik idrar ve dışkıda yoktur. Çünkü idrar ve dışkı gerçekten zararlıdır, içinde birtakım zararlı maddeler vardır, mikroorganizmalar bulunur.” (Ayşe Filiz Yavuz Avşar, “Kadınlardan Gelen Vajinal Akıntının Tıbbî Keyfiyeti”, Güncel Dini Meseleler İstişare Toplantısı -V, Diyanet İşleri Başkanlığı Yayınları, Afyon, 2012, s. 443-448)

Kadınların özel halleri konusunda sağlam ve geniş bilgi edinmek için kadın hastalıkları ve doğum uzmanı bir jinekolog doktor tarafından vakfımızda verilen semineri izlemenizi tavsiye ederiz. Bu seminerde kadınların âdet günleri, âdet düzensizlikleri, âdet dışı lekelenmeler, lohusalık, lohusalık müddeti ve günlük normal akıntılar hakkında bilgi verilmiştir. Semineri aşağıdaki linkten izleyebilirsiniz:

KOAH hastalarının kullandığı inhalasyon ilaçları orucu bozar mı?

Bu ilaçlar ile mideye herhangi bir sıvı veya gıda gitmez. Zira kendileri zaten gıda içermez, solunum yollarını açan bazı maddeler içerir. Bu yüzden bunlar orucu bozmaz.

Doç. Dr. Zeki Bayraktar

Aşağıdaki linkte bulunan cevabı da gözden geçirmenizi tavsiye ederiz:

www.fetva.net/yazili-fetvalar/astim-ve-bazi-hastaliklar-icin-kullanilan-spreyler-orucu-bozar-mi.html

Kan vermek orucu bozar mı?

Kan vermek orucu bozan hallerden değildir. Yemek, içmek ve cinsel ilişkinin bozduğu orucu vücuttan çıkan hiçbir şey bozmaz. Sahabeden Abdullah İbn Abbâs, Resûlullâh’ın ihramlı ve oruçlu iken kan aldırdığını bildirmiştir. (Buhârî, Savm, 32; Ebû Dâvûd, Sıyâm, 29; Tirmizî, Savm, 61)

Hadisten anlaşıldığına göre oruçlu olmak da ihramlı olmak da kan vermeye engel değildir.

YAYIMLANDIĞI YER: Yahya Şenol, Ramazan ve Oruç, 3. Baskı, Süleymaniye Vakfı Yayınları, İstanbul, 2017, s. 105-106.

Namaza nasıl niyet edilir?

Namazda niyet, hangi namazı kıldığının farkında olmaktır. Arapça, Türkçe veya başka bir dille telaffuz edilmesi şart değildir. Zaten Nebîmizim namaza dururken “niyet ettim falan namazın farzını/sünnetini kılmaya” şeklinde niyet ettiği vaki değildir. O, şöyle buyurmuştur:

“Ameller niyetlere göredir.” (Buhârî, Bed’ül-Vahy, 1, İman, 41; Müslim, İmâret, 155)

Niyetle ilgili olarak sadece bu hadis vardır. Öyleyse hangi namaz kılınacaksa kılınsın, namaz kılan kişi namaza başlama esnasında bunun şuurunda, farkında olursa bu, onun niyetidir; yani özellikle “niyet ettim şu namazın farzını/sünnetini kılmaya” şeklinde söylemesi şart değildir.

KAYNAK: Yahya Şenol-Enes Alimoğlu, İnsanlık Tarihi Boyunca O Namaz, Süleymaniye Vakfı Yayınları, İstanbul, 2016, s. 140.

Sorunun görüntülü cevabını da aşağıdaki linkten izleyebilirsiniz: