Blog
Kezban; Farsça “ev hanımı”, “hamarat hanım” manasına gelen ked-bânû (كد بانو) kelimesinin Türkçeleşmiş şeklidir. (Bkz: İbrahim Olgun, Cemşit Drahşan, Farsça-Türkçe Sözlük, Ankara Üniversitesi Basımevi, 1966, s: 279)
Bu açıdan kız çocuklarına Kezban isminin konulmasında bir sakınca bulunmamaktadır. Konulan bu ismin değiştirilmesi de gerekmemektedir.
Kelâle, çocukları ile birlikte annesi veya babası yahut her ikisi olmadan ölen kişi demektir. Bu durumda onun mirası, kardeşlerine veya kardeşlerinin çocuklarına kalır.
Çocukları ve annesi olmayan kişinin mirası ile ilgili ayet şöyledir:
“…Miras bırakan erkek veya kadın kelâle ise (çocuğu ve anası yok da ana tarafından) erkek veya kız kardeşi varsa bunlardan her biri altıda bir paya; kardeşler birden çok ise eşit oranda üçte bir paya, yapılan vasiyetin veya borcun, zarar vermeyecek şekilde edasından sonra sahip olurlar.” (Nisâ, 4/12)
Çocuğu ve babası olmayan kişinin mirasıyla ilgili ayet de şudur:
“Senden fetva istiyorlar. De ki; kelâle konusundaki fetvayı size Allah veriyor. Bir kimse ölür, çocuğu olmaz, tek bir kız kardeşi bulunursa bıraktığı mirasın yarısı ona kalır. Kız kardeş ölür de çocuğu bulunmazsa erkek kardeş onun bütün mirasını alır. Kız kardeşler iki tane ise mirasın üçte ikisi onlarındır. Mirasçılar; erkekli ve kızlı kardeşler ise erkek, iki kız payı alır. Yanılırsınız diye açıklamayı size Allah yapıyor. Allah her şeyi bilir.” (Nisa, 4/176)
Nebîmiz sallallâhu aleyhi ve sellem’den de “Kim ölür de geride veledi ve vâlidi kalmazsa onun mirasçıları kelâledir.” (Cessâs, Ahkâmu’l-Kur’ân, c: 2, s. 87; Beyhaki, Sünenü’l-Kübrâ, c: 6, s. 224) şeklinde bir hadis nakledilmesinin yanında onun bu konuda kendisine soru soranları da Nisâ suresinin 176. âyetine yönlendirdiği de kaydedilmektedir (Bkz: Müslim, Ferâiz, 2; Ahmed b. Hanbel, 1/318)
Nitekim kelâlenin veledi ve vâlidi olmayan olduğunda ittifak edildiği de söylenmiştir. (Bkz: İbn Adilber, el-İstizkâr, c: 15, s. 461).
Veled; alt soy, kız veya erkek evlat ve onların çocukları; vâlid ise anne ve baba anlamındadır.
Konu hakkında daha geniş bilgi edinmek isteyenler, aşağıda künyesi verilen makaleye müracaat edebilirler:
Abdurrahman Yazıcı, “İslâm Hukukunda Kelâle: Öz ve Üvey Kardeşlerin Fürû ve Usûl Hısımlarla Mirasçılığı”, Dini Araştırmalar, c: 16, sayı: 42, Ocak-Haziran 2013, s. 216-237.
Baston taşımakla alakalı olarak bazı kitaplarda şu rivayetler yer almaktadır:
“Asa/baston taşımak, müminin alametidir, Nebîlerin de sünnetidir.”
“Asaya dayanmak Nebîlerin sünnetidir.”
“Kim kırk yaşına gelir de eline asa almazsa âsî olmuş olur.”
Fakat söz konusu bu rivayetlerin hiçbiri sahih kaynaklarda yer almamakta ve muhaddislerin beyanıyla herhangi bir asılları bulunmamaktadır. Rivayet zincirinde yer alan ravilerinden bazılarının da (Yahya b. Hâşim el-Ğassânî gibi) hadis uydurmakla meşhur oldukları belirtilmiştir. (Bkz: Deylemî, Kitâbu Firdevsi’l-Ahbâr, Tahkîk: Fevvaz Ahmed Zümerli, Muhammed Mu’tasım Billah el-Bağdadi, Dâru’l-Kitâbi’l-Arabî, Beyrut, 1986; c: 2, s. 147, hadis no: 2750; Ali el-Kari, el-Esrâru’l-Merfûa, Tahkîk: Muhammed Lütfi es-Sabbâğ, 2. Baskı, Beyrut, 1986, s: 179, hadis no: 147)
Muhaddislerden Ali el-Kârî, bastonla dolaşmaya Tâhâ sûresinin 17-18. ayetlerinden ve Nebîmizin zaman zaman bastonla dolaşmasından dolayı sıcak bakıldığını vurgulamıştır.
İlgili ayetler şöyledir:
“(Allah sordu:) Sağ elindeki nedir, Musa?”
“O, değneğimdir” dedi. Ona dayanır, onunla davarıma yaprak silkerim; başka işlerime de yarar.”
Ayetlerin hemen devamında Allah Teâlâ, Musa Aleyhisselâma değneğini yere atmasını emretmiş, değnek yere atılınca da bir anda yılana dönüverdiği haber verilmiştir. Yani sadece kuru bir değnek olan şey, bir mucize eseri olarak yılana, daha sonra da tekrar eski haline geri dönmüştür. Dolayısıyla ayetlerde bir mucizenin anlatılması söz konusu olup baston kullanmanın faziletine dair herhangi bir bilgi yer almamaktadır.
Nebîmizin yaşının ilerlemesinden sonra zaman zaman baston kullandığı vakidir, doğrudur. Fakat bu da baston kullanmanın sünnet olduğunu göstermez. Zira bu; onun yemek, içmek, uyumak, giyinmek gibi insani olan davranışlarından biridir. Bunların hükmü de mubahlıktır. Yani Müslümanlar, bu gibi konularda Nebîmizin yaptıklarını yapmak veya terk etmekte serbesttirler.
Nebîmizin hangi davranışlarının sünnet kapsamında olduğuna dair aşağıdaki linkte bulunan cevabımızı okumanızı tavsiye ederiz:
www.fetva.net/yazili-fetvalar/nebimizin-her-davranisi-bizim-icin-sunnet-midir.html