Skip to content Skip to main navigation Skip to footer

Blog

Vahdet-i vücûd nedir, bu inanca sahip olmanın bir sakıncası var mıdır?

Vahdet-i vücûd; ‘varlığın birliği’ ve ‘varlıkta birlik’ anlamında bir tasavvuf terimidir. Bu bağlamda Tanrı-âlem-insan ilişkilerini açıklayan düşünce sistemidir. Muhyiddin İbn Arabî tarafından sistemleştirilmiştir. Bunu İbn Arabî’nin değil öğrencilerinin sistemleştirdiğini söyleyenler de olmuştur.

Vahdet-i vücûd öğretisi Allah’ın varlığının zorunluluğu ilkesine dayanır ve varlığın “mümkün” ve “zorunlu” diye yapılan ayrımına karşı bir teoridir. Nitekim İbn Arabî’nin, “Varlık birdir, o da Hakk’ın varlığıdır.” sözü bunu göstermektedir. Genel hatlarıyla vahdet-i vücûd; Allah’ın tek varlık olduğu, evrenin Allah’ın dışlaşmış biçimi ve yansıması, Allah’ın da evrenin özü olduğu düşüncesidir. (Ayrıntı için bkz: Ekrem Demirli, “Vahdet-i Vücud”, Diyanet İslam Ansiklopedisi, c: 42, s: 431 vd.; Ahmet Özalp, “Vahdet-i Vücud”, Şamil İslam Ansiklopedisi, c: 8, s. 166 vd.)

Vahdet-i vücûd inancında tek varlık olarak Allah kabul edilmekte, bunun dışındaki varlıklar ise Allah’ın tezahür ve tecellisi sayılmaktadır. Oysa Allah Teala yarattığı her şeyi ayrı ve gerçek varlıklar olarak yarattığını bildirmiştir. Nitekim birçok ayette “…Göklerde ve yerde ne varsa hepsi onundur…” (Bakara, 2/255, 284; Nisâ, 4/131; Yunus, 10/155; Lokman, 31/26) buyurarak bunların gerçek ve ayrı birer varlık olduğunu söylemiştir. Bizim varlığımız da gerçek bir varlıktır. Konu ile ilgili çok sayıda ayetten ikisi şöyledir:

“Allah’ın gökleri, yeri ve ikisinin arasında bulunanları, gerçek olarak ve belirli bir süre için yarattığını kendi kendilerine düşünmezler mi? Doğrusu insanların çoğu, Rablerine kavuşacaklarını inkâr ederler.” (Rûm, 30/8)

“Allah, gökleri ve yeri bir gerçek olarak yaratmıştır. Böylece herkes kazancına göre karşılık görür. Onlara haksızlık edilmez.” (Câsiye 45/22)

Aynı zamanda O, bizlere doğru yolu göstermek için yarattığı şeylerde işaretler var etmiştir. Bir ayette şöyle buyurulmuştur:

“Biz yakında belgelerimizi, her yerde olduğu gibi, kendi üzerlerinde de göstereceğiz. Artık Kur’an’ın doğru olduğu onlarca da anlaşılsın diye. Senin Rabbinin her olana bitene tanık olması yetmez mi?” (Fussilet, 41/53)

Çevremize baktığımızda elbette Allah’ın varlığını, birliğini, kudretini kavrarız; ama onları Allah’ın birer parçası veya bizzat kendisi olarak görmek yanlıştır.

Sonuç olarak vahdet-i vücûd denen ve insanı Allah’ın bir parçası sayan inanç, hiçbir şekilde kabul edilemez. Bununla ilgili görüntülü cevabımızı da aşağıdaki linkten izlemenizi tavsiye ederiz:

www.fetva.net/goruntulu-fetvalar/tasavvuftaki-vahdet-i-vucud-inanci-hakkinda-bilgi-verir-misiniz.html

Cevşenin hadis ilmi açısından değeri nedir?

Cevşen Duasının Hadis İlmi Açısından Kritiği başlıklı bir yüksek lisans tezi hazırlayan Adnan Yeniay, çalışmasının “Sonuç” bölümünde Cevşen ile ilgili olarak ulaştığı bulguları şöyle sıralamıştır:

1- Cevşen duası ne Ehl-i Sünnet’in, ne de Şia’nın hadis kitaplarında yer almaktadır.

2- Cevşen duasının faziletleri hakkında gelen rivayetler, İslam’ın özüne ters düşmektedir. Cevşen duası okunduğunda veya insanların üzerinde taşındığında söz konusu faziletlerin gerçekleşeceğini söylemek ilmen doğru görünmemektedir.

3- Cevşen duasıyla ilgili akla-mantığa uymayan rivayetler bulunmaktadır.

Örneğin; rivayete göre Cebrail’in, Peygamberimizden duayı kâfirlere öğretmemesini istediği iddia edilmektedir, fakat Cevşen duası iddia edilen rivayetin aksine herkesin vâkıf olabileceği bir açıklıkta literatüre geçtiği için, duanın gizli tutulması imkânsızdır. Bu durumdan da anlaşılmaktadır ki Cebrail, Peygamberimize böyle bir şey söylememiştir.

4- Peygamberimiz ve sahabe döneminde kendisine ümit bağlanılan, güvenilen ve onunla korunulacağı düşünülen tek varlık Allah’tır. Allah’tan başka böylesine ümit bağlanılan, güvenilen ve onunla korunulacağı düşünülen hiçbir şey olmamıştır. Rasûlullâh’ın sünnetine bakıldığında da sadece Allah’a güvenildiği ortaya çıkmaktadır. Mesela Hz. Peygamber, sahabelerine ayakkabılarının bağı koptuğunda, onu dahi Allah’tan istemeyi talim etmiştir.

5- Peygamberimize nispet edilen bu duanın Rasûlullâh’ı, sahabeyi ve duayı okuyan kişiyi koruyacağı söylenmektedir. Ancak Hz. Peygamber’e ve sahabeye yapılan onca işkenceler, çektikleri sıkıntılar ve gazalarda aldıkları yaralar söz konusudur. Cevşen duası madem Rasûlullâh’ı ve sahabeyi koruyacaksa Hz. Peygamber ve ashabı niçin bu duayı okuyup sıkıntılardan, işkencelerden kurtulma yoluna gitmediler? Oysa Cevşen duası Hz. Peygamber’e gelseydi ve bahsedilen koruma işlevini ifa edecek olsaydı, Hz. Peygamber bu duayı hem okur hem de sahabelerine okumalarını tavsiye ederdi, fakat böyle bir durum olmadığı için Cevşen duasının da Rasûlullâh’a ait olmadığı ortaya çıkmaktadır.

6- Kendisine Arapça vahiy inen bir Peygambere, Farsça kalkan anlamına gelen Cevşen duasının geldiğinin iddia edilmesine karşın; Cevşen, ne birinci derece ne de ikinci derece hadis kaynaklarında bulunmaktadır.

Yukarıda sıraladığımız sebeplerden dolayı Peygamber’e nispet edilmiş bir hadis olarak rivayet edilen yaklaşık on beş sayfalık metnin sahih olması mümkün görünmemektedir. Cevşen duasının tamamı peygamberimize ait değildir, bazı bölümleri, cümleleri hadis veya ayet olarak nitelendirilebilirse de tamamının peygamberimize aidiyeti imkânsız görünmektedir.”

KAYNAK: Adnan Yeniay, Cevşen Duasının Hadis İlmi Açısından Kritiği, Cumhuriyet Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, Yüksek Lisans Tezi, 2008, Danışman: Enbiya Yıldırım, s: 70-71.

Cevşen hakkında sitemizde yayımlanan cevabımızı aşağıdaki linkten inceleyebilirsiniz:

www.fetva.net/yazili-fetvalar/cevsen-hakkinda-bilgi-verir-misiniz-hukmu-nedir.html

Çocuklara isim koyarken Ebced hesabını dikkate almak gerekir mi?

Anne ve babaların çocuklarına karşı birinci görevi, onlara güzel isimler koymalarıdır. Çocuğa isim olarak konulması caiz olmayanlar anlamı İslam’a, genel edep ve ahlaka aykırı olan isimlerdir.

Ebced ise Arap alfabesinin ilk tertibi ve harflerinin taşıdığı sayı değerlerine dayanan hesap sistemine, alfabedeki harflerin kolaylıkla hatırda tutulmasını sağlamak için eski dönemlerde geliştirilmiş formüle verilen addır. (Mustafa Uzun, “Ebced”, Türkiye Diyanet Vakfı İslam Ansiklopedisi, c: 10 s. 68-70)

Dolayısıyla Ebced’in sanat ve edebiyattaki kullanımı bir kenara bırakılırsa dînî bir temeli bulunmamaktadır. Buradan hareketle isimlerin harflerinden yola çıkarak ebcede göre farklı analizler yapmanın da ilmî ve dînî bir temeli yoktur. Anlamı güzel olan,  nebîmiz tarafından yasaklanmayan, Müslümanların örf ve âdetine uygun her isim çocuklara konulabilir.

İsimlerin çocukların kaderine etkisi konusunda sitemizde bulunan bir cevabımızı da aşağıdaki linkten okumanızı tavsiye ederiz:

www.fetva.net/yazili-fetvalar/bebeklere-konulan-isimler-onlarin-kaderlerini-etkiler-mi.html