Skip to content Skip to main navigation Skip to footer

Blog

Hanefiler seferilik müddetini nasıl bir kıyasla belirlemişlerdir?

Hanefiler, hakkında herhangi bir nass, yani ayet veya hadis olmayan takdirat cinsinden konularda rey ile hüküm verilemeyeceğini söylerler. Mesela, “Zina etmese de bir kadını taciz edene, zina haddine kıyasla 50 sopa vurulmalıdır.” denemez. Bununla birlikte Hanefiler, alt ve üst sınırları belli olan takdirat cinsinden meselelerin alt ve üst sınırları arasındaki ölçülerde rey ile hüküm verilebileceğini söylerler. Mesela, buluğ çağına erme yaş sınırları 10-20 arasında ise, bu ikisi arasındaki ölçülerde kişilere göre rey ile hüküm verilebilmektedir. (Serahsî, Usûl, c: 2, s: 112-112)

Kadınların iki adet arasındaki asgari temizlik sürelerinin en az on beş gün olmasından hareketle seferilik süresinin de on beş gün olduğuna dair kıyas (el-Hidaye, c: 1, s: 81; Şerhu Fethi’l-Kadîr, c: 2, s: 35), esasında Hanefi kıyas anlayışına göre geçerli bir kıyas değildir. Böylesi bir kıyasla ibtidaen hüküm koymanın mümkün olmadığını el-Hidâye kitabını şerh eden Kemaleddin İbnü’l-Hümam dile getirmektedir. O, böylesi bir kıyasın ancak rivayetle sabit olan bir hükmü teyit edici (destekleyici) rolünün olabileceğinin altını çizmektedir. (Bkz: İbnü’l-Hümam, Şerhu Fethi’l-Kadîr, c: 2, s: 35)

Yani Hanefilere göre seferiliğin müddeti, kadınların temizlik günlerine kıyasla değil, bu konuda var olduğunu öne sürdükleri bir esere (rivayete /habere) göre belirlenmiş; kıyas ise bunu “destekleyici” ikinci bir delil olarak kullanılmıştır.

Dr. Fatih Orum

7 aylık bebeğim var. Dinen ne kadar emzirmem gerekiyor?

Çocukların emzirilmesi ile ilgili olarak Allah Teâlâ şöyle buyurmuştur:

“Anneler çocuklarını iki tam yıl emzirirler. Bu, emzirmeyi tamamlamak isteyenler içindir. Onların marufa uygun yiyecek ve giyeceği, çocuğun babasına aittir. Kimseye gücünün yettiğinden fazla yük yüklenmez. Çocuğu yüzünden ne ana ne de baba zarara sokulur…” (Bakara, 2/233)

Buna göre en güzeli, çocuğu iki yaşını dolduruncaya yani 24 aylık olana kadar emzirmektir. Ayette de görüldüğü gibi iki yaşından önce çocuğunu memeden kesmek isteyen anne, bu kararı tek başına veremez; ancak kocası ile karşılıklı anlaşmak suretiyle çocuğunu erken bir zamanda sütten kesebilir.

Bununla ilgili görüntülü bir cevabımızı aşağıdaki linkten izlemenizi tavsiye ederiz:

www.fetva.net/goruntulu-fetvalar/kurana-gore-bebekler-24-ay-mi-30-ay-mi-emzirilir.html

Kaddafi’ye yapılanları İslam’a göre nasıl değerlendirmemiz gerekiyor?

Sorunuzu iki başlık altında ele alarak cevaplandırmaya çalışalım:

1. Televizyonlardan izlediğimiz görüntülere göre Kaddafi’ye yapılanlar, işkencedir. Dinimizce, ölümü hak etmiş olsa bile işkence ile adam öldürmek asla caiz değildir.

“Hz. Peygamber haklı cezalandırmada bile yüze vurulmasını kı­namış (Müslim, Birr, 113), Müslüman-gayri müslim, hür-köle veya suçlu-suçsuz ayırımı yapmaksızın insanlara ve sa­vaş şartlarında azılı düşmanlara bile iş­kence yapılmasını, haklı cezalandırmada ölçüyü kaçırıp işkence boyutuna vardırılmasını uygun bulmamıştır ve şöyle buyurmuştur:

“Dünyada insanlara işken­ce edenlere Allah da âhirette ceza verir.” (Müslim, Birr, 117-119; Ebû Dâvûd, İmâre, 32)

Kur’an’a göre (Muhammed 47/4) savaş esirleri öldürülemez, karşılıklı veya karşılıksız serbest bırakılırlar. Serbest bırakılıncaya kadar esirlere iyi davranmak ve onlara yemek ye­dirmek de iyi kulların örnek davranışı olarak övülmüştür. Hz. Peygamber de çeşitli talimat, tavsiye ve uygulamalarıy­la esirlere iyi davranılması, onlara eziyet ve işkence edilmemesi gerektiği üzerin­de ısrarla durmuş, kendisinden bilgi al­mak maksadıyla bile olsa esirin dövülme­sini, işkenceye mâruz bırakılmasını uygun görmemiş, hatta esirlerin dağıtı­mında annelerle çocuklarının birbirinden ayrı düşürülmesini yasaklamıştır.

Yine Resûlullah’ın, azılı düşmanlarından biri esir alın­dığında ona işkence yapılmasını isteyen­lere, “Ben ona işkence yapmam. Peygam­ber bile olsam Allah beni de aynı şekilde cezalandırır.” cevabını vermesi  düşmanın öldürülmesiyle ilgili ola­rak “Öldürme konusunda insanların en çekingeni, müminlerdir.” demesi onun bütün canlılara karşı gösterdiği merhametin bir parçası olduğu kadar Müslümanlar için de temel bir insanî ilke anlamı taşır.” (Şamil Dağcı, “İşkence”, Diyanet İslam Ansiklopedisi, c: 23, s: 430.)

 

2. Muhammed Suresinin 4. ayetinde Allah Teala şöyle buyurmuştur:

“(Savaşta) Kâfirlerle karşılaştığınız zaman, onları yere serinceye kadar boyunlarını vurun. Sonra (esirlerin) bağını sıkı tutun. Daha sonra da onları karşılıklı veya karşılıksız serbest bırakın. O savaş, ağırlıklarını bırakıncaya kadar böyle yapın…” (Muhammed, 47/4)

Bu ayete göre savaş meydanında ve savaş henüz devam ederken ele geçirilen “kâfirler” öldürülmelidir. Savaş bittikten sonra alınan esirler ise ya fidye karşılığı ya da tamamen karşılıksız olarak serbest bırakılmalıdırlar.

Yukarıdaki ayette yer alan hükümlerin Kaddafi’ye uygulanması gerektiği söylenemez. Zira o, her ne kadar yanlış davranışlar içinde bulunmuş olsa da bir Müslümandı ve savaş meydanında ele geçirilmiş değildi. Dolayısıyla öldürülme veya esir alınma hükümleri ona tatbik edilemezdi.

Kaddafi’yi ele geçiren muhalifler, onu yargılayabilirlerdi. Yargılama neticesinde daha önce adam öldürdüğü kesinleşseydi öldürdüğü kişi veya kişilerin ailelerinin talebine göre kısas veya diyet ödeme cezasına çarptırılır, suçsuz bulunması halinde de serbest bırakılırdı. Dinimize göre yapılması gereken buydu.

Yahya Şenol

Süt inekçiliği yapan çiftçiler zekâtlarını nasıl verirler?

Süt inekçiliğinde inekler, sâime* vasfı taşımadığı yani yılın neredeyse tamamında kapalı bir alanda ve yem ile beslendiği için bunlara zekât düşmez.

Bu işle uğraşanlar, nisap miktarına ulaşması halinde sattıkları sütten kazandıkları paranın zekâtı verirler.

* Sâime: Senenin yarısından çoğunu kırlarda ve meralarda otlayarak beslenen hayvandır. Altı ay ve daha az otlayarak beslenen hayvanlar “saime” sayılmadığından zekâta tabi değillerdir. (Ömer Nasuhi Bilmen, Büyük İslam İlmihali, “Ehli Hayvanlara Ait Zekâtlar”, 35. paragraf)

İçerisinde malt bulunan yiyecek ve içecekler caiz midir?

Malt, bira yapmak için çimlendirilip kurutularak hazırlanmış arpaya denir. Bunun bazı yiyecek ve içeceklere katılmasında bir sakınca yoktur. Önemli olan, maltın karıştığı yiyecek veya içeceğin bira gibi sarhoş edici vasfı olmamasıdır. Yani içinde malt bulunan herhangi bir gıda maddesi, sarhoş edici bir özelliğe sahip değilse caiz, sarhoş ediyorsa caiz değildir.

Benzer bir soru-cevap için lütfen aşağıdaki linki tıklayınız:

www.fetva.net/yazili-fetvalar/icki-yapiminda-kullanilan-anason-bitkisinin-cayini-icmek-caiz-midir.html

Osmanlı’daki kardeş katli uygulaması yanlış mıydı?

Allah Teâlâ, insanoğlunu üstün bir varlık olarak yaratmış ve onun haksız yere öldürülmesini kesin olarak yasaklamıştır. O, şöyle buyurmuştur:

“Haklı sebeple olması dışında Allah’ın dokunulmaz kıldığı cana kıymayın.” (En’âm, 6/151; İsra, 17/33)

“Onlar, haklı sebeple olması dışında Allah’ın dokunulmaz kıldığı cana kıymazlar…” (Furkan, 25/68)

Dokunulmaz kılınan, insanın bizzat kendisidir ve bu konuda mü’min-kâfir ayrımı yoktur. Her insan, doğuştan bu dokunulmazlığa sahiptir.

Yukarıdaki ayetlerde yer alan “haklı sebep”, Kur’an’ın belirtmiş olduğu sebeplerdir. Bunlar ise üçtür:

1.  Kısas: Allah Teâlâ, “Ey iman edenler! Adam öldürmelerde kısas size farz kılındı: Hüre hür, köleye köle, kadına kadın…” (Bakara, 2/178) buyurarak haksız yere adam öldürenlerin öldürülmeleri gerektiğini bildirmiştir.

2. Savaş: Allah Teâlâ, birçok ayette Müslümanlara savaş açanlarla savaşmayı farz kılmıştır. (Bkz: Bakara, 2/190, 244; Tevbe, 9/36) Bu, savaş meydanlarında düşmanların öldürülmesinin “haklı bir sebebe dayanan adam öldürme” olduğunu göstermektedir. Allah Teâlâ şöyle buyurmuştur:

“Savaşta kâfirlerle karşılaştığınız zaman boyunlarını vurun…” (Muhammed, 47/4)

3.  Terör ve yol kesme suçu: Bununla ilgili olarak da şöyle buyurulmuştur:

“Allah’a ve elçisine karşı savaşan ve yeryüzünde bozgunculuk çıkarmaya çalışanların cezası, öldürülmeleri veya asılmaları yahut ellerinin ve ayaklarının çapraz olarak kesilmesi ya da bulundukları yerden sürülmeleridir. Bu, dünyada uğrayacakları rezilliktir. Ahirette ise onları büyük bir azap beklemektedir.

Ele geçirmenizden önce tevbe ederlerse başka. Bilin ki Allah bağışlar ve ikramda bulunur. ” (Mâide, 5/33-34)

Allah Teâlâ’nın dokunulmaz kıldığı canlara ancak bu üç haklı sebeple dokunulabileceği, bunun dışında şüphe ve ihtimallere dayanarak hiç kimsenin öldürülemeyeceği, gayet açık bir şekilde görülmektedir.

Bize düşen, bu konuda kimin doğru, kimin yanlış yaptığını söylemek ve insanları buna göre yargılamak değil, Kitap ve Sünnet’te tarif edilen doğruları saklamadan, gizlemeden, olduğu gibi söylemektir. Anamız, babamız ve ecdadımız da olsa insanları amellerine göre yargılayacak olan, sadece Allah Teâlâ’dır. Bu gibi konularda fetvalar veren, kitaplar yazan âlimler ve bu fetvaları uygulayan sultanlar, halifeler ölmüşlerdir. Bizler onları mü’min bildiğimiz için bağışlanmaları için arkalarından hayır dualar etmeliyiz. Allah Teâlâ şöyle buyurmuştur:

“Onlardan sonra gelenler: «Rabbimiz! Bizi ve bizden önce inanmış olan kardeşlerimizi bağışla; kalbimizde müminlere karşı kin bırakma. Rabbimiz! Şüphesiz Sen şefkatlisin, merhametlisin» derler.” (Haşr, 59/10)

Yahya Şenol

NOT: Bununla ilgili görüntülü cevabımızı aşağıdaki linkten izleyebilirsiniz:

www.fetva.net/goruntulu-fetvalar/devletin-bekasi-icin-kardes-katlinin-kurana-gore-hukmu-nedir.html

İfrad haccı yapan bir kişi, en erken ne zaman umre yapabilir?

Hac yapan kişi, bayramın birinci günü büyük şeytanı taşladıktan sonra kurban kesip tıraş olur ve ihramdan çıkar. Bu ihramdan çıkmakla o kişi için karı-koca ilişkisinden başka ihram yasağı kalmaz. Daha sonra Kâbe’ye giderek tavaf ve sa’y yapar. Aynı gün tekrar Mina’ya döner. Zilhicce ayının 11 ve 12. günleri orada kalır ve her gün üç şeytanı da taşlar. İsterse 13. günü de orada kalır. Öğleden sonra üç şeytanı da taşlayıp Mekke’ye döner.

İfrad, kıran veya temettu’ olsun, hac bu şekilde olur.

Teşrik günlerinde en az iki gün şeytan taşlamadıkça hac ibadeti bitmiş sayılmaz. Dolayısıyla bu araya umre ibadeti sokulamaz.

Gececi olarak çalışmakta dinen bir sakınca var mıdır?

Şayet işinizin durumu bunu gerektiriyor, bu sırada dinlenmek durumunda olanları rahatsız etmiyor, ayrıca bedeniniz ve aile fertlerinize karşı görevlerinizi ihmal etmiyorsanız gece çalışmanızda bir sakınca yoktur.

Doç. Dr. Servet Bayındır

Lütfen aşağıdaki linki de tıklayınız:

www.fetva.net/goruntulu-fetvalar/gece-calisip-gunduz-uyudugu-icin-namaz-kaciran-kisinin-hukmu-nedir.html

Hiç çocuğu olmadan ölen kişinin mirası kime kalır?

Eşi öldüğünde tek başına mirasçı kalan kadın “… Eğer sizin çocuğunuz yoksa bıraktıklarınızın dörtte biri eşlerinizdir.(Nisâ, 4/12) ayeti hükmünce terekenin dörtte birini alır. Mirasın geri kalan kısmına ölenin çocukları olmadığı için anne ve babası, onlar yoksa nine ve dedesi, kardeşleri ve kardeş çocukları, amca veya halaları gibi yakın akrabaları mirasçı olurlar. Sorunuzda mirasçı olarak bu akrabalardan kimlerin bulunduğunu söylemediğiniz için hangi akrabanın hangi oranda mirasçı olacağını belirtemiyoruz.

Karı-kocanın birbirlerine mirasçılıkları evlilik, diğer hısımlarınki akrabalık (rahim) yoluyladır. Evlilik yoluyla mirasçı olanlar hisselerini aldıktan sonra rahim yoluyla akraba olan hısımlar hisselerini alırlar. İlgili ayetlerde şöyle buyurulmaktadır:

“Allah’ın kitabında rahim yoluyla akrabalar birbirlerine (vâris olmaya) daha lâyıktırlar.” (Enfâl, 8/75; Ahzâb, 33/6)

“Erkekler için anne ile babanın ve akrabanın bıraktığı mirastan bir pay vardır. Kadınlar için de anne ile babanın ve yakın akrabanın bıraktığı  mirastan bir pay vardır. Miras olarak kalan mal az olsun çok olsun.” (Nisâ, 4/7)

Kız çocuklarına Erva ismini koymakta bir sakınca var mıdır?

Ervâ, Nebîmiz Muhammed Aleyhisselamın halası (Ervâ bint Abdülmuttalib), halasının kızı ve aynı zamanda Hz. Osman’ın annesinin (Ervâ bint Küreyz) adıdır. Her ikisi de sahabi hanımlardır.

Ervâ Arapçada “dişi dağ keçisi” anlamına gelen Urviyye kelimesinin çoğuludur. “Yumuşaklık, hafiflik, letafet, dolgunluk ve güzel görünümlülük” manalarını içermektedir.

Kız çocuklarına bu ismin konulmasında dinen bir sakınca yoktur.