Blog
Müslüman ülkelerde cuma namazı kaç rekât kılınıyor? sorusunun cevabı
1. Bizzat o ülkelerde bulunarak,
2. O ülkelerde bulunanlarla görüşme yaparak,
3. O ülkelerde hangi fıkhi mezhebin yaygın olduğuna bakarak araştırılabilir.
Bu üç şıktan size en uygun olanı, kanaatimizce üçüncüsüdür. Bu yüzden Türkiye Diyanet Vakfı İslam Ansiklopedisi‘nin 8. cildinde yer alan “Cuma” maddesini okumanızı tavsiye ederiz. Orada cuma vaktinde kılınacak namazların hükmü ve miktarı konusunda farklı görüş ve uygulamalar mezheplere göre değerlendirilmiştir. O maddeden hangi mezhebin kaç rekât cuma namazı kılınması gerektiğini söylediğini tespit eder, daha sonra mezhep mensuplarının hangi ülkelerde çoğunlukta olduğuna bakar ve bir sonuca varmaya çalışırsınız.
Yaratılan, yaratanı tam olarak kavrayamaz. Bir bilgisayar ne kadar gelişirse gelişsin, üreticisi hakkında fikir sahibi olamaz. Üreticinin koyduğu kapasiteyi aşan bir program yüklenirse donar, çalışamaz. Biz de ancak bize verilen kadarını bilebiliriz. Bu sebeple Allah Teâlâ şöyle buyurmuştur:
“Allah! … Ondan başka ilah yoktur. O diridir, varlığı kendindendir. Onu ne uyuklama tutar, ne uyku. Göklerde ne var, yerde ne varsa, hepsi onundur. Onun huzurunda, birini yanına alabilecek (şefaat edecek) olan da kimmiş; onun izniyle olursa başka. O, onların önlerinde olanı da bilir; arkalarında olanı da. Onlar onun bilgisinden onun imkân verdiği kadarı dışında bir şey kavrayamazlar. Hâkimiyeti gökleri de kapsar yeri de. Bunları korumak ona ağır gelmez. O, yücedir, büyüktür.” (Bakara, 2/255)
“Gözler onu kuşatamaz ama o gözleri kuşatır. O nazik davranır, her şeyin iç yüzünü bilir.” (En’âm, 6/103)
“İlk odur, son da o. Açık olan odur, gizli olan da o. O, her şeyi bilir.” (Hadîd, 57/3)
Bu gibi meselelerin çocuklara izah edilmesi noktasında Mehmet Emin Ay’ın Çocuklarımıza Allah’ı Nasıl Anlatalım adlı kitabından istifade edebilirsiniz.
Bir başkası adına da olsa kredi çekerek faiz günahına ortak olmuşsunuz. Bu yüzden tevbe etmeli, Allah’tan bağışlanma dilemeli ve bir daha başkası için dahi olsa krediye asla bulaşmamalısınız. Böyle yaparsanız Allah Teâlâ günahlarınızı bağışlar, ibadetlerinize de devam ederseniz o günahlarınızı sevaba çevirir. Allah Teâlâ şöyle buyurmuştur:
“Rahman’ın kulları… Allah ile beraber başka bir tanrıyı yardıma çağırmazlar. Haklı bir sebep yoksa Allah’ın dokunulmaz kıldığı canı öldürmezler, zina etmezler. Kim bunları yaparsa günaha girer.
Kıyamet günü onun azâbı katlanır ve orada itibarsız olarak temelli kalır.
Ancak tevbe eden, inanan ve iyi iş yapan başka. Allah, onların kötülüklerini iyiliğe çevirir. Allah bağışlar, ikram eder.
Kim tevbe edip iyi davranış gösterirse şüphesiz o, tevbesi kabul edilmiş olarak Allah’a döner.” (Furkân, 25/68–71)
Bu, anne ve babanıza karşı bir davranış olmadığı için ondan dolayı ayrıca bir günaha girmiş değilsiniz.
Lütfen aşağıdaki linklerde bulunan soru-cevapları da okuyunuz:
www.fetva.net/yazili-fetvalar/bankadan-kredi-cekmek.html
www.fetva.net/yazili-fetvalar/bir-kisi-baskasinin-adina-kredi-cekerse-gunahi-kime-ait-olur.html
Kur’an; ibadet, ahlak, hukuk, fizik… kitabı olmadığı için konu sıralaması yapılmamıştır. O, her şeyden bahseden mucizevî bir kitap olduğu için herhangi bir konuyla ilgili olduğu düşünülen bir ayetin daha pek çok konuyla doğrudan ya da dolaylı ilgisi kurulabilmektedir. Ondaki bu ilahi düzen, onu tüketilemez yapmaktadır. Tıpkı rakamlar gibi… Belli bir disiplin altında sıralanan on rakamla sadece bir tane telefon numarası oluşturulabilirken bir sıralama amacı olmadan fonksiyonel olarak hazırda bekleyen on rakamla sonsuz telefon numarası türetilebilir. Şöyle bir örnek verebiliriz:
Yüce Allah şöyle buyurmaktadır:
“Hatırlayın ki Allah size, iki taifeden (kervan veya Kureyş ordusundan) birinin sizin olduğunu vaat ediyordu; siz de kuvvetsiz olanın (kervanın) sizin olmasını istiyordunuz. Oysa Allah, sözleriyle hakkı gerçekleştirmek ve kâfirlerin ardını kesmek istiyordu.” (Enfâl, 8/7)
Bedir savaşından sonra ganimetlerin dağıtılma sürecinde inen yukarıdaki ayette zikredilen vaadin Kur’ân’da izi sürülmek istendiğinde şu ayetlerin konuyla ilgili yönleri olduğu görülecektir. Allah şöyle buyurmuştur:
“Elif, Lâm, Mîm. Rumlar yenildiler. Çok yakın bir yerde; ancak onlar bu yenilgilerinin ardından yeneceklerdir. Bir kaç yıl içinde… Eninde sonunda buyruk, Allah’ındır. O gün inananların da sevineceklerdir. Allah’ın yardımıyla… O, düzenine uyana yardım eder. Allah mutlak güç sahibidir. Allah’ın verdiği sözdür bu! Allah, verdiği sözden caymaz; ancak, insanların pek çoğu bunu bilmezler.” (Rum 30/1-6)
Müslümanlar Rûm sûresi sebebiyle muhtemelen bu vaadin gerçekleşeceği zamanı takip ediyorlardı. Kuzeyden gelecek bir haber için kulak kabartıyorlardı. Bu esnada kervan haberi gelmişti ve vaadin bu olabileceği düşünülmüş olmalıydı. Bu amaçla yola çıkıldı; ancak Mekke ordusunun yaklaşmakta olması ve kervanın ele geçirilme ihtimali ortadan kaybolunca bir hedef değişikliği ve buna bağlı olarak da belki bir hayal kırıklığı yaşanmıştı. Fakat bir çatışma da kaçınılmaz olmuştu. Bu ruh haliyle Müslümanlar arasında bir tedirginlik yaşanmaktaydı. Enfâl suresinde bu tedirginliği görmekteyiz. Enfâl suresindeki vaadin konu edindiği ayet, bu ruh halinden bahsediyor olmalıdır. Yani “Sizler, Allah’ın vaadinin gerçekleşmesi dileğiyle kervan için yola çıkmıştınız. Bunun kolay olacağını düşünüyordunuz; ancak Allah sizin için daha hayırlı olanı istediği için orduyla karşı karşıya kaldınız. Vaat ve karşınızdaki ordu hakkında endişeler duymaya başladınız, dua ettiniz, Allah da duanızı kabul etti ve savaş esnasında yaptığınız çok hayati bir hataya rağmen Allah’ın vaadi sebebiyle savaşı kazandınız.” demektedir. Yapılan hata, düşman üzerinde ezici bir baskı kurup nihai bir sonuca ulaşmadan Müslümanların esir almakla uğraşmalarıydı.
Enfal suresinin 67 ve 68. ayetlerinde Yüce Allah şöyle buyurmaktadır:
“Savaş alanına ağırlığını koyuncaya kadar hiçbir peygamberin esir alma hakkı yoktur. Siz, hemen elde edeceğiniz bir mal istiyorsunuz Allah ise sonrasını istiyor. Allah güçlüdür, doğru karar verir.”
Yapmaları gereken, esir almakla uğraşmak yerine savaşa devam edip kaçanları kovalamak olmalıydı. Kâfirlerin kökünün kazınması ancak böyle mümkün olurdu ve Allah’ın muradı da aslında buydu.
“Oysa Allah, sözleriyle hakkı gerçekleştirmek ve kâfirlerin ardını kesmek istiyordu.” (Enfâl, 8/7)
Savaş esnasında ve sonrasında yapılması gerekenlerle ilgili olarak Muhammed suresinin 4. ayetinde şunlar belirtilmektedir:
“Kâfirlerle savaşta karşılaşınca boyunlarını vurun. Galip geldiniz mi bağı sıkı tutun. Esirleri ya fidye alarak veya almayarak serbest bırakırsınız. Harp ağırlıklarını bırakıncaya (karşı taraf tamamen bitince, size karşı koyacak gücü kalmayınca) kadar.” (Muhammed, 47/4)
Bu hata sebebiyle savaşın sonu çok acı olabilirdi.
“Daha önce Allah, (iki topluluktan biri sizin olacak diye) yazıya geçirmeseydi, aldığınız esirlerden dolayı başınıza büyük bir felaketin gelmesi kaçınılmazdı.” (Enfal, 8/68)
Nitekim Uhud’da böyle oldu. Mekkelilerin Bedir’de yaşadığı acıyı, Müslümanlar Uhud’da yaşadılar:
“Siz bir yara aldıysanız, karşınızdaki topluluk da vaktiyle benzeri bir yara almıştı. Böyle günleri, bir ona bir öbürüne, insanlar arasında döndürüp dururuz. Bu, Allah’ın inanmış olanları ortaya çıkarması ve içinizden kimilerini tanık tutması içindir. Allah, yanlış yapanları sevmez.” (Âl-i Imran 3/140)
Ama Allah’ın vaadi olduğu için Bedir’de böyle bir acı yaşanmadı. İşte Enfâl suresinde sözü edilen vaat, Rûm sûresindeki vaat olmalıdır.
Görüldüğü üzere, Kur’ân’ın çeşitli surelerinde geçen ayetler farklı bir konunun parçalarını teşkil edebiliyor. Tabiatta dağınık şekilde; ama bir görev icra ederek bulunan farklı maddelerin bir amaç için laboratuarda bir araya getirilmesi gibi, Kur’ân ayetleri de her türlü konunun parçası olarak işleme girmeye hazır malzemelerdir. İlk bakışta dağınık bir görüntü çizen bu ilahi diziliş, sonsuz işlem kabiliyetine sahip bir diziliştir.
Dr. Fatih Orum
Nişanlınız eğer dinen zengin sayılmıyorsa yani kıyıda köşede birikmiş 85 gr altını veya buna denk bir parası yoksa onun masraflarını zekâtınızdan karşılayabilirsiniz. Bunu ona söylemeniz de gerekmez.
www.fetva.net/yazili-fetvalar/zekat-verirken-bu-benim-zekatim-dememiz-gerekiyor-mu.html
Ama nikâhınız kıyılıp da dinen karı koca olduğunuz andan itibaren artık ona zekât veremezsiniz.
Hayır, bu bilgi doğru değildir. Cuma günü öğle namazı kılmayacak olanlar, cuma namazını cemaatle kılan kimselerdir. Eğer kadınlar cuma namazına gidemezlerse o günün öğle namazını kılmakla mükelleftirler. Fakat cuma namazına gitmiş olanlar, o günün öğle namazını kılmazlar.
Kadınların cuma namazı kılmaları ile ilgili cevabımızı aşağıdaki linkten okumanızı tavsiye ederiz.
www.fetva.net/yazili-fetvalar/kadinlara-cuma-namazi-farz-midir.html
Yalan söyleyip gerçek dışı beyanlarda bulunulmadığı taktirde emlakçılık yapılabilir. Burada zihinleri karıştıran şey, komisyonculuktur. Fiyat artışına sebep olmayan hizmetler, yardımlar, aracılıklar, pazarlama ve dağıtım işleri dinen yasak değildir. Üreticinin malını tüketiciye arz eden, satıcıya müşteri bulan ve bunun için de muayyen bir ücret veya yüzde alan hizmetler meşrûdur.
Alınacak olan komisyon için pazarlık yapmak mümkün olduğu gibi emlakçılar arasında oluşmuş örfe göre belirlemek de mümkündür.
Satış yapılıp mal teslim edildikten sonra müşterinin borcu, sadece 100 TL olur. Eğer bu borcu zamanında ödemez, para da enflasyon sebebiyle değer kaybederse ödeme gününden itibaren meydana gelen enflasyon farkını borçlunuzdan isteyebilirsiniz. Bunun dışında bir talebiniz olamaz.
Ödemeyi geciktiren borçluya uygulanacak ceza ile alakalı olarak aşağıdaki linkte geniş bir araştırmamız bulunmaktadır. Okumanızı tavsiye ederiz.
www.suleymaniyevakfi.org/arastirmalar/odemeyi-geciktiren-borcluya-maddi-ceza.html
Osmanlı’nın son döneminde şahsi mülk olan terekenin taksiminde İslâm Miras Hukuku (Ferâiz) hükümleri esas alınırken kişinin mülkü olmayıp devletin çeşitli şartlarla halka verdiği (hala gerçekte mülkiyeti devlete ait olan) toprakların (mîrî arazi) taksiminde ise İntikal Kanunu esas alınmaktaydı. Sorunuzdaki miras taksimi, bu farklılıktan kaynaklanmaktadır.
1284/1868’de yapılan değişiklikle İntikal Kanunu’na göre miri arazinin taksiminde ölenin çocukları veya torunları bulunduğunda eşine hisse verilmemekte, 1328/1912 tarihinde yürürlüğe giren İntikal Kanunu Kararnamesi’ne göre ise mirasçı kalmış karı veya kocaya ölenin çocuğu varsa miri arazinin taksiminde dörtte bir hisse verilmektedir. (Ayrıntı bilgi için bkz: Ömer Nasuhi Bilmen, Hukukı İslâmiyye ve Istılahatı Fıkhiyye Kamusu, c: 5, s: 389-406)
Lina ismi, Haşr sûresinin 5. ayetinde geçen “lîne (لِينَةٍ)” kelimesinin latin harfleri ile yazılmış şekli ise bu kelime, “yumuşak hurma ağacı” manasına gelir. Bunun, çocuklara isim olarak konulmasının bir sakıncası yoktur. Ama telaffuz açısından Türk diline daha uygun bir isim bulmanızı tavsiye edebiliriz.