Skip to content Skip to main navigation Skip to footer

Blog

Kur’an’da yasaklanan şeylerin illetleri neye göre tespit edilir?

Sırf imtihan için olanlar dışında, Yüce Allah’ın emir ve yasaklarının sebepsiz olabileceği düşünülemez. Ancak illet ile hikmet birbirine karıştırılmamalıdır. Kur’ân’da hamr yani yenildiğinde, içildiğinde, kullanıldığında kişiyi sarhoş edici her şey yasaklanmıştır. İlleti, bizzat isminden anlaşılacağı gibi aklı örtmesi yani sarhoş etmesidir. Bu durumda, hamr, illeti Şâri’ (Allah Teala) tarafından belirlenmiş bir yasak olur ve bu yasağın kapsamına, sarhoş edici tüm maddeler girer.

Sarhoş edicilerin yasaklanmasının hikmeti ise bunların şeytan işi pislikler olması, insanların arasına düşmanlıklar sokması, Allah’ı anmaktan alıkoymasıdır.

Ribânın (faizin) illeti, borçtan gelir elde etmektir ve bu kapsamdaki tüm işlemler ribâdır. Yasağın hikmeti ise, sömürü düzeninin oluşması, ekonomik krizlere sebebiyet vermesi vb. dir.

Sorunuzun en önemli tarafı; yasakların illetlerinin çok iyi tespit edilmesinin gereğidir. Bu illet, mutlaka Kur’ân’dan tespit edilmelidir. Tespit edilen illetin kapsamına nelerin girdiği meselesi ictihadi bir konudur. Bu aşamada yapılacak hatalar affedilir. Ancak bizzat ictihatla illet tespiti kabul edilemez. Çünkü o bir hata değil, haddi aşmak olur.

Fıkıhta kıyas anlayışı ve değerlendirmesi konusunda kaleme aldığımız bir makaleyi aşağıdaki linkten okuyabilirsiniz:

www.suleymaniyevakfi.org/arastirmalar/fikihta-kiyas-ve-degerlendirilmesi.html

Dr. Fatih Orum

Umreye giden herkesin kurban kesmesi veya oruç tutması mı gerekiyor?

İfrad haccı yapanların veya sadece umreye gidenlerin kurban kesmeleri gerekmez. Bakara sûresinin 196. ayetinde hacca gidip de hac zamanı gelinceye kadar umre yapanların yani temettu’ veya kıran haccı yapanların bir kurban kesmeleri; ama (kurban bulamama, maddi imkânsızlık gibi sebeplerle) kurban kesemeyenlerin üçü hacda, yedisi hac dönüşünde olmak üzere toplam on gün oruç tutmaları gerektiği bildirilmiştir.

www.fetva.net/yazili-fetvalar/ifrad-hacci-ve-hacda-kurban-kesmeye-guc-yetiremeyen-kimseler.html

Bakara suresi 196. ayetin ilgili bölümü mealen şöyledir:

“… Güven içinde olursanız hacca kadar umreden yararlanan kişi, kolayında olan bir kurban keser. Bulamayan, üç gün hacda, yedi gün de geri döndüğünde oruç tutar. Toplamı on gün eder. Bu, ailesi Mescid-i Haram civarında oturmayanlar içindir. Allah’tan çekinerek kendinizi koruyun. Bilin ki Allah, vereceği sevap ile yapılan iş arasında sıkı bir bağ kurar.”

Dolayısıyla hac mevsimi dışında umre yapanların kurban kesmeleri veya oruç tutmaları gerekmemektedir.

Helal gıda araştırmalarını Müslümanlar olarak nasıl değerlendirmeliyiz?

“Dindar ve özellikle de Müslüman olan insanlar için gıdaların sağlığa uygun olup olmadığı kadar, dini açıdan helal olup olmadığı da önemlidir. Hatta işin dini boyutu bir adım önde yer alır. Dinin kesin bir dille yasakladığı (haram) bir gıdanın, sağlık yönünden faydasının olup olmamasının bir Müslüman için hiçbir önemi yoktur. İşte bu noktada hangi gıdanın helal, hangisinin haram olduğunun çok iyi bilinmesine ihtiyaç vardır. Çünkü Allah Teâlâ: “Allah’ın size verdiği rızıkların helâl ve temiz olanından yiyin.” (Mâide, 5/88, Nahl, 16/114) buyurarak gıdaların mutlaka “helal” olmasını şart koşmuştur.”

Helal Gıda Araştırmalarının Önemi başlıklı yazımızdan yapılan bu alıntının devamı için lütfen aşağıdaki linki tıklayınız:

www.suleymaniyevakfi.org/helal-gida-arastirmalari/helal-gida-arastirmalari.html

Seninle konuşursam kafir olayım sözünün hükmü nedir?

Babanızın ettiği yemin, onun hayırlı bir iş yapmasına engel olmamalıdır. Bu yeminini bozsun ve keffaretini ödesin.

Bir ayette Allah Teala şöyle buyurmuştur:

“Yeminlerinizde Allah’ı; iyilik yapmanıza, takvanıza ve insanların arasını düzeltmenize engel yapmayın. Allah işitir ve bilir.” (Bakara, 2/224)

Peygamberimizden de şöyle rivayet edilmiştir:

“Günaha yemin edenin yemini yemin değildir. Akraba ile ilişkiyi kesmeye yemin edenin yemini yemin değildir.” (Ebu Davud, Talak, 7)

“Bir konuda yemin eder, sonra başkasını hayırlı görürsen yeminini boz, keffaretini ver ve hayırlı gördüğüne gel.” (Buhari, Eyman 1, Müslim, Eyman, 11 (1650)

Bu konu ilmihallerde de şöyle anlatılır: “Bir kimse: “Şöyle yaparsam kâfir olayım” yahut “Yahudi, Hristiyan olayım”, yahut “Allah’ın kulu, Peygamberim ümmeti olmayayım”, yahut “Kıblesi başka tarafa olanlardan olayım” yahut “Allah ruhumu imansız alsın” yahut “Allah’a iki demişlerden olayım, Peygamberin ümmetinden olmayayım” yahut “Peygambere dil uzatanlardan olayım”, demiş olsa onun inancına ve maksadına bakılır. Eğer bu sözü yemin maksadı ile sözünü sadece kuvvetlendirmek için söylemişse, bu bir yemin olur. Yeminini bozunca üzerine keffaret gerekir.” (Ömer Nasuhi Bilmen, Büyük İslam İlmihali, “Yeminin Mahiyeti ve Yemin Sayılmayan Şeyler”, 193. paragraf)

Hz. Adem’in ilk doğan kız ve erkek çocuklarının isimleri nelerdir?

“İsrâiliyat’tan kaynaklanan bazı bilgi­lere göre Âdem ile Havva, cennetten çıktıktan 223 gün sonra evlenmişlerdir. Havvâ, Âdem’e her batında bir kız ve bir erkek olmak üzere, yirmi batında kırk çocuk doğurmuştur. İlk ikizler Kabil ile kız kardeşi Aklima, son ikizler ise Abdülmugis ve Emetülmugis‘tir. Sadece Şît tek doğmuştur. Kabil ve Aklima‘dan sonra ise Hâbil ile Lebuda doğmuştur.

Âdem’in ilk çocuk­larının isimleri, apokrif kabul edilen ki­taplarda farklı şekillerde verilmektedir. “Hazineler Mağarası“na göre Kabil (Cain) ile Lebuda, Hâbil (Adel) ile Kelimath; “Âdem’in Ve­fatı” (La mort d’Adam) adlı esere göre Kabil ile Kainan, Hâbil ile Ema; “Âdem ve Havva’nın Mücadelesi”‘ne göre ise Kabil ile Luva, Hâbil ile de Aklejane dünyaya gel­miştir.” (Süleyman Hayri Bolay, “Âdem”, Diyanet İslam Ansiklopedisi, c: 1, s: 363)

Yukarıda da söylendiği gibi bu bilgiler ayet veya hadis değil, İsrailiyat kaynaklıdır. Yani doğruluğu şüphelidir. O gözle değerlendirilmesi gerekmektedir.

Mezarlıklar şehrin dışında mı, yoksa içinde mi olmalıdır?

Mezarlıkların şehrin dışına yapılması dinin bir emri veya tavsiyesi değildir. Medine’de bulunan ve Peygamberimiz zamanından beri kullanılan Bakî’ Mezarlığı (Cennetü’l-Bakî’) Peygamberimizin evinin yaklaşık 50 m yakınında bulunmaktadır. Bu da mezarlıkların evlerin yakınında bulunabileceğini göstermektedir.

Bunun yanı sıra Peygamberimizin, Ebu Bekir ve Ömer radıyallahu anhumanın (üçünün yan yana) Peygamberimizin yaşadığı eve defnedilmesi de ayrı bir delil olarak kabul edilebilir.

Bu açıdan yukarıda adı geçen eserdeki tespitler yerindedir.

Kur’an’a göre soğan, sarımsak, mercimek değersiz yiyecekler midir?

Allah Teâlâ şöyle buyurur:

“Bir ara şöyle demiştiniz: “Musa! Biz tek çeşit yemeğe katlanamayız. Haydi, bizim için Rabbine yalvar, bize yerde yetişen şeylerden çıkarsın; sebzesinden, hıyarından, sarımsağından, mercimeğinden ve soğanından…” O da şöyle demişti: “Yani üstün olanı daha aşağı olanla değiştirmek mi istiyorsunuz? İnin bir şehre, orada istediğiniz her şeyi bulursunuz”. Başlarına sefillik ve çaresizlik çöktü. Tekrar Allah’ın azabına çarpıldılar. Evet, öyle! Çünkü Allah’ın âyetlerini görmezlikten geliyorlar, peygamberlerini haksız yere öldürüyorlardı. Evet, öyle! Çünkü isyana dalıyorlar ve aşırı gidiyorlardı.” (Bakara 2/61)

“…Üstün olanı daha aşağı olanla değiştirme…” gıdaların karşılaştırılması şeklinde yorumlanmıştır. Bize göre burada karşılaştırılan, tarım toplumu ile avcı toplumdur. Çünkü âyette yer alan istekler, Yahûdileri tarım toplumu haline getirir. Hâlbuki kudret helvası ve bıldırcın avı, onları avcı toplum yapmıştı. Böyle toplumlar, av peşinde koştukları için çok gezer ve yeni şeyler öğrenme konusunda duyarlı ve istekli olurlar. Güvenliklerini de en üst düzeyde sağlarlar. Toprağa bağlı olanların dünyaları toprakları ile sınırlı olur. Gelişmeleri takip edemez, kolayca sömürülürler. “Yerin bitirdiği sebze, hıyar, sarımsak, mercimek ve soğan”ı tercih edenlerin “… başlarına sefillik ve çaresizlik çökmüş….” olmasının sebebi bu olmalıdır. Çölde kalan Yahûdiler ise Calut’u yenerek büyük bir başarı elde etmişlerdi.

Bugünkü Yahudilerde de çoğunlukla avcı toplumu özelliği görülür. Av aletleri artık para; peşine koştukları ise ekonomik değeri olan işlerdir. Dünyanın neresinde önemli bir ekonomik değer üretilirse onları orada bulmak mümkün olur.

Musa aleyhisselam onların talep ettikleri yiyecekleri küçük görmedi, “… İnin bir şehre, orada istediğiniz her şeyi bulursunuz” dedi. Yani istediğiniz yiyecekleri elde etmek için tarım yapmanız gerekmez. Hangi şehre inseniz onları bulursunuz, demiş oldu. Böylece onları, tarım yerine ticarete teşvik ediyordu.

KAYNAK: Abdulaziz Bayındır, Kur’an Işığında Doğru Bildiğimiz Yanlışlar, Süleymaniye Vakfı Yayınları, 3. Baskı, İstanbul, 2010, s: 278-279.

Gusül abdesti nasıl alınmalıdır?

Gusül tepeden tırnağa iyice yıkanmak demektir. Ancak gusülde ağza ve burna su vermek Hanefi ve Hanbelî mezheplerine göre farz; Şafii ve Maliki mezheplerine göre ise sünnettir. Bunun sebebi, ağız ve burnun bedenin iç kısmından mı dış kısmından mı sayılacağı konusundaki tercihtir. Hanefi ve Hanbelî mezhepleri, ağız ve burnu bedenin dış kısmından saymış ve bunların iyice yıkanması gerektiğine hükmetmiş, Şafii ve Malikiler ise bunları bedenin iç kısmından saydıkları için yıkanmasını farz görmemişlerdir.

Gusül abdestinde dikkat edilmesi gereken husus bütün vücudun yıkanmış olup olmadığıdır. Bu sağlandığında gusül abdesti tamamlanmış demektir. Gusül abdesti için söylenen diğer şeyler, gusül için müstehap veya sünnettir. Yani olmasa da olur şeylerdendir.  Mesela gusülden önce besmele getirmek, namaz abdesti almak, önce sağ, sonra sol omuza, sonra baştan aşağı su dökmek guslün sünnetlerindendir.

Tekrarlamak gerekirse gusül abdesti şöyle alınır: Varsa avret mahallindeki pislikler giderilir. Daha sonra namaz abdesti alır gibi eller yıkanır ve ağız ve burun iyice temizlenir. Daha sonra da bütün vücut iyice yıkanır, kuru yer kalmamasına özen gösterilir. Gusül abdesti bu kadardır.

Nebîmizin gusül abdestini anlatan hadislerden birkaçı şöyledir:

Âişe radıyallahu anha’dan: “Resûlullâh sallallâhu aleyhi ve sellem cünüplükten yıkanacağı zaman ellerini yıkamaktan başlardı. Sonra namaz için abdest alır gibi abdest alırdı. Sonra parmaklarını suya daldırır ve onlarla saçlarının diplerini hilâllerdi (yani aralıklarına su geçirirdi). Sonra iki eliyle başı üzerine üç avuç su dökerdi. Ondan sonra suyu bütün bedeni üzerinden akıtırdı.” (Buhârî, Gusül, 1)

Meymûne radıyallahu anha’dan: “Resûlullâh yalnız ayaklarını yıkamayarak namaz için abdest alışı gibi abdest aldı. Bacak aralarını ve oralarına isabet eden yıkanacak şeyleri de yıkadı. Sonra kendi üzerine su döktü. Sonra ayaklarını yerinden ayırıp yıkadı. Onun cünüplükten dolayı yıkanması işte budur.” (Buhârî, Gusül, 1)

Meymûne radıyallahu anha’dan: “Ben Resûlullâh’a yıkanması için su koydum. Kendisi iki yahut üç kere ellerini yıkadı. Ondan sonra sol eli üzerine su boşaltıp hayalarını yıkadı. Sonra elini yere sürdü. Sonra ağzını çalkaladı ve burnuna su çekti. Yüzünü ve ellerini yıkadı. Sonra bedeni üzerine su akıttı. Sonra yerinden ayrılıp ayaklarını yıkadı.” (Buhârî, Gusül, 5)

Serra isminin manası nedir? Kur’an’da geçiyor mu?

Serrâ (السَّرَّاءُ) Arapça’da “bolluk, saadet, refah, genişlik” gibi manalara gelmektedir. Kur’an-ı Kerim’de iki ayette (Âl-i İmrân, 3/134 ve A’râf, 7/95) bu manalarda kullanılmıştır.

Buna göre Serra isminin çocuklara isim olarak konulmasında herhangi bir sakınca bulunmamaktadır.