Blog
Ölmüşlerimizin ardından Kur’an okunması gerektiğine veya okunacak Kur’an’ın sevabının onlara ulaşacağına dair herhangi bir ayet veya hadis bulunmamaktadır.
Ölmüşlerimizin ardından yapılması ve yapılmaması gerekenlerle alakalı geniş bilgi aşağıdaki linklerde bulunmaktadır. Lütfen tıklayınız:
www.fetva.net/yazili-fetvalar/olulerin-ruhlarina-kuran-okunur-mu.html
www.fetva.net/yazili-fetvalar/cenaze-defnedildikten-sonra-imamin-telkin-yapmasi-gerekir-mi.html
www.fetva.net/yazili-fetvalar/olulerin-ardindan-verilen-sadakanin-sevabi-onlara-ulasir-mi.html
www.fetva.net/yazili-fetvalar/olen-kisi-adina-kurban-kesilebilir-mi.html
Talakla ilgili ayetlerde (Talak, 65/1-2, Bakara, 2/229), birinci ve ikinci boşanmanın iddet süresinin üç kur’ yani üç temizlik dönemi olduğu bizlere bildirilmektedir. Talak Suresinin “Bilemezsin, belki Allah bunun ardından yeni bir durum ortaya çıkaracaktır.” (Talak 65/1) ayetinde ise, iddet beklemenin hikmeti açıklanmaktadır. Talakla ilgili tüm ayetleri (Bakara, 2/229 ve Talak, 65/2) göz önünde bulundurduğumuzda, o ayetlerde anlatılan iddetin, ric’î (dönüşlü) talak için olduğu görülmektedir.
Üçüncü talaktan sonra eşlerin birbirilerine dönmeleri helal olmadığından (Bakara, 2/230), bu durumda kadının üç kur’ iddet beklemesi de gerekmemektedir. Böyle birinin bekleyeceği süre bir hayız dönemidir. Bu da “istibra” yani kadının hamile olmadığının belli olması içindir.
Üçüncü talaktan sonra iddet beklenmesi/beklenmemesi ile ilgili olarak peygamber aleyhisselam’dan çok sayıda hadis rivayet edilmemiş olması da bu konunun ayetlerde gayet açık olmasından dolayıdır. Konuyla ilgili bir hadis şöyledir:
Ebû Amr b. Hafs, Fatıma’yı gıyaben boşamış da vekili ona arpa göndermiş. Fâtıma buna razı olmamış. Fakat Ebû Amr’ın vekili;
— Vallahi senin bizde bir hakkın yoktur; demiş. Bunun üzerine Fatıma, Resülüllah aleyhisselama gelerek bu meseleyi ona anlatmış. Peygamber aleyhisselam: “Senin onda nafaka hakkın yoktur.” buyurmuş ve iddetini Ümmü Şerîk’in evinde geçirmesini emretmiş. Sonra: “Ümmü Şerik ashabımın daima ziyaretine gittikleri bir kadındır. Sen İbn Ümmi Mektûm’un yanında iddet bekle, çünkü o a’mâ bir adamdır. (Yanında) çarşafını atabilirsin! (evlenmek için) helâl olduğun zaman bana bildir!” buyurmuşlar….” (Müslim Talak, 36(1480)
Hadiste görüleceği gibi Peygamber aleyhisselam Fatıma bnt. Kays’a, “git üç kur’ bekle” dememiş, aksine “git, iddetini geçir ve helal olduğunda (yani evlenebileceğin zaman geldiğinde) bana gel” demiştir.
Bu hadisle ilgili olarak İbn Teymiyye şunları söylemiştir:
“Bu hadisin lafızlarında “üç hayız müddeti iddet bekle” ibaresi yoktur. Bize ulaştığı kadarıyla âlimler de böyle bir şey söylememişlerdir. Şayet bu görüş icma ise, bu haktır ve ümmet batıl üzerinde birleşmez. “Üçüncü boşanma sonrası kadının beklemesi gereken süre üç hayız süresi değildir ancak istibra’dır” sözü, şayet bazı âlimlerin görüşü ise, bu taktirde bu görüşü güçlü kılacak bir yön vardır. Şöyle ki: İddet süresinin uzun olması, ric’at hakkının sabit olmasıyla ilgilidir. Yani iddetin üç hayız süresi olması bundandır. Ric’at hakkı olmayanlar, üç hayız süresi beklemez. Kur’an’ın zahirinde bu söze uygunluktan başka bir şey de yoktur.” (İbn Teymiyye, Mecmûu’l-Fetava, c: 32, s: 342)
Hul’ yoluyla kocasından ayrılan kadının durumuna gelince: Bu konu talaktan bahseden Bakara Suresinin 229. ayetinin devamında anlatılmaktadır. Ancak bu olay ayet-i kerimede hul’ veya talak olarak değil, “iftidâ” şeklinde geçmektedir.
Kur’an-ı Kerim ve Peygamber aleyhisselamın sünnetinde iftida, talak sayılmadığından bu yolla eşinden ayrılan kadının da üç kur’ iddet beklemesi gerekmemektedir.
Abdullah İbn Abbas (r.a.)’tan gelen rivayete göre Sabit b. Kays’ın karısı Resûlullah aleyhisselam zamanında Sabit’ten hul’ yoluyla (yani bir bedel karşılığında) ayrılmıştı. Peygamber aleyhisselam ona bir hayız müddeti iddet beklemesini emretmişti. (Tirmizi, Hul’, 10)
Görüldüğü gibi iftidâ sonucu kocasından ayrılan kadının beklemesi gereken süre, bir hayız müddetidir. Bu da kadının hamile olup olmadığının tespiti içindir.
Allah içkiyi haram kılmış ve ondan uzak durmamızı emretmiştir. O şöyle buyurmuştur:
“Müminler! İçki, kumar, dikili taşlar ve fal okları şeytan işi pisliklerdir. Onlardan uzak durun ki umduğunuza kavuşasınız.
Şeytanın istediği tek şey içki ve kumarla aranıza düşmanlık ve kin sokmak bir de Allah’ın zikrinden (Kur’an’dan) ve namazdan sizi alıkoymaktır. Artık vazgeçersiniz değil mi?
Allah’a itaat edin, Elçi’ye itaat edin ve dikkatli olun. Eğer yüz çevirirseniz bilin ki Elçimizin sorumluluğu açık tebliğden ibarettir.” (Maide, 5/90-92)
İçki içmek zemzem içmeden de haramdır, içtikten sonra da… Zemzem içmek içkinin günahını ne artırır ne de azaltır. Dolayısıyla “ben Müslümanım” diyen herkesin ayette belirtildiği gibi Allah’ın haram kıldığı şeylerden uzak durması gerekir.
www.fetva.net/yazili-fetvalar/ickiye-neden-kesin-olarak-haramdir-diyorsunuz.html
Tâhâ suresinin 114. ayetinde Yüce Allah, vahiy süreci tamamlanmadan önce Resûlullah’a, Kur’an’la hüküm verme konusunda acele etmemesi gerektiğini bildiriyor. Vahiy süreci ile kastedilen, bütün Kur’an’ın değil, o konu ile ilgili ayetlerin inişidir. Çünkü Kur’an, anlam kümelerinden oluşan bir kitaptır. Konuyla ilgili anlam kümeleri tamamlandıktan sonra hüküm verilir. Resûlullah’tan istenen buydu. Kıyâmet suresinin 16 – 19. ayetleri ile İsrâ suresinin 106. ayeti bu gözle değerlendirilmelidir.
Bazı ayetler, bir konuyu çok açık olarak anlatır. O açık hüküm hemen uygulanabilir. Ama o ayette tam olarak anlaşılamayan başka hükümler de olabilir. O hüküm, ancak ilgili âyet kümesi tamamlanınca netleşir. İşte Resûlullah’a emredilen, o oluşumu beklemesidir. Yoksa ondan Kur’an’ın son ayeti ininceye kadar yani 23 yıl boyunca hiç hüküm vermemesi istenmiş değildir.
Dr. Fatih Orum
Hûd suresinin 1 ve 2. ayetleri mealen şöyledir:
“Elif, Lâm, Râ. Bu, ayetleri hakîm (doğru karar veren) ve habîr (her şeyden haberdar) olan Allah tarafından muhkem kılınmış ve de açıklanmış bir kitaptır. Böyle olması Allah’tan başkasına kulluk etmemeniz içindir. (De ki:) Ben de O’nun tarafından size uyarı yapan ve müjde veren biriyim.”
Görüldüğü üzere Kur’an’ı açıklamayı bizzat Yüce Allah üzerine almıştır. Kıyamet suresinin 16 ila 19. ayetlerini de aynı doğrultuda anlamak gerekir. Bize düşen, Allah’ın açıklamalarını tespit etme gayreti göstermektir. İctihad faaliyeti ancak bu aşamada söz konusu olabilir. Bu ön kabulden hareketle, Allah’ın açıklamalarına ulaşmak için gösterilen ictihadî faaliyet, insan olmamız sebebiyle hatalara açıktır ve bu mazur görülür. Yapılan ictihadî faaliyetlerde niyet, Allah’ın açıklamalarını tespit değil de Kur’ân’da olmadığı iddia edilen çözümlerin oluşturulması olursa pek çok şâri’ (kural koyan kişi, makam) ortaya çıkar ki bu durumda “indirilmiş” değil “oluşturulmuş” dinin dindarları oluruz.
Kur’an’ın açıklanması usulüne dair aşağıdaki linkte geniş bilgi vardır. Okumanızı tavsiye ederiz:
www.suleymaniyevakfi.org/arastirmalar/kurani-aciklamada-usul.html
Dr. Fatih Orum
Şeytan mü’minlerin ahiret yurdu olan cennetten değil, Allah Tealanın huzurundan ve o ana kadar bulunduğu yüce mevkiden kovuldu.
Âdem ve eşi Havva ise dünyada yaratıldılar ve yine dünyada bulunan bir cennete yani bir bahçeye yerleştirildiler. Şeytanın onları kandırması da burada oldu. Yani Âdem aleyhisselamın yaşadığı cennet de ahiretteki cennet değil, dünyada bulunan bir bahçedir. Adem ve Havva’nın yasak ağacın meyvesini yemelerinin ardından hepsi birden buradaki cennetten kovuldular.
Bununla ilgili geniş bilgi için lütfen aşağıdaki linkleri tıklayınız:
www.fetva.net/goruntulu-fetvalar/adem-aleyhisselam-cennette-mi-yaratildi-yoksa-bu-dunyada-mi.html
www.suleymaniyevakfi.org/sizden-gelenler/adem-aleyhisselam-ve-cennet.html
Kur’ân’ın açık bir kitap olması, açıklamayı Allah’ın yapması anlamındadır. Bize düşen ise açıklamaları tespit etme gayreti göstermektir. Bunu belli bir usul çerçevesinde yapmamız gerekir. Bu usule dair Kur’ân’da detaylı açıklamalar olduğunu görüyoruz.
www.suleymaniyevakfi.org/kuran-arastirmalari/kurani-aciklamada-usul.html
Muhkem ve müteşabih ayetleri mesânî prensibine göre anlam kümeleri oluşturacak şekilde bir araya getirmek bu usulün ana prensibini oluşturuyor. Ancak irtibat kurarken çeşitli kriterleri de dikkate almamızı bizzat Kur’ân emrediyor. İşte bunlardan biri de Arap dilidir.
Bir meselede çözüme gitmenin, yani o meseleyle ilgili anlam kümesini oluşturmanın yolu, anlam ve lafızda irtibat kurmayla olur. Lafız boyutuyla ilgilenirken o lafza Kur’ân’ın verdiği anlamların önemi çok büyüktür. Bu aşamada sözlükler de kullanılır. Ancak sözlükler salt delil olamaz. Sözlükler, insanların oluşturdukları ıstılahları ve belli bir görüşü ön plana çıkarma gayreti içinde de olabilir. Bu yönüyle sözlük alıntıları kontrol dâhilinde olmalı ve lafızlara anlam verirken Kur’ân’ın bütünlüğü dikkate alınmalıdır. Mesela
ما بال الحائض تقضي الصوم ولا تقضي الصَلاة ؟ فَقَالَتْ: أحَرُورِيَّةٌ أنْتِ؟ قلت لست بحرورية ولكني أسأل. قالت كان يصيـبنا ذلك فَنُؤْمَرُ بقَضَاءِ الصَّوْمِ وَلا نُؤمَرُ بِقَضَاءِ الصَّلاةِ.
hadisinde geçen “kaza” kelimesine, bir ibadeti vaktinden sonra yerine getirme anlamı veren sözlükler vardır. Hâlbuki kelimenin doğru anlamı, bir ibadeti vaktinde ve tam yapmaktır.
Dr. Fatih Orum