Skip to content Skip to main navigation Skip to footer

Blog

Konut kredisinde bankalarla katılım bankaları arasında fark var mıdır?

Mevcut kredili ev alım/satımı işlemlerinde (faizli) banka, müşteriye belli miktarda kredi verir. Fakat krediyi, müşteriye teslim etmeyip, konutu satana, müşteri adına teslim eder.

Müşteri aldığı kredi ve başlangıçta belirlenen faizi kadar bankaya borçlanır. Bu işlemde banka konutu satın alıp, müşteriye satmamakta; müşterinin fiilen ve hukuken satın aldığı konutu finanse etmekte; müşteriye borç vermekte, karşılığında ise faiz almaktadır.

Katılım bankalarında da şayet aynı uygulama varsa hüküm aynı olur.

Eğer katılım bankaları, konutu, sahibinden peşin olarak alır, size vadeli şekilde satarsa veya finansal kiralama yaparsa alışverişinize haram karışmaz.

Ödenen meblağın ve vade farkının önceden belirli olması değil, bu ödemelere temel teşkil eden işlemin hukuki yapısı hüküm bakımından önemlidir. Kısaca borçtan elde edilen gelir faiz, ticaretten elde edilen gelir ise kâr olup helaldir.

Doç. Dr. Servet Bayındır

Sabit bir kâr garantisi ile ortaklık yapmak caiz mi?

Bahsettiğiniz ortaklık fıkıhta mudarebe diye adlandırılır. Mudarebenin temel kuralı; sermaye bir taraftan onun çalıştırılması ise diğer taraftan olmak üzere kârın anlaşılan oranda bölüşülmesidir.

Zarar olması durumunda ise, sermayedar sermayesini işletmeci ise emeğini kaybeder. Bu tür bir ortaklığın meşru ve caiz olması için önceden sabit bir getirinin ve sermaye garantisinin olmaması gerekir. Soruda senet imzalandığı ve her ay belli oranda getiri ödendiği belirtilmiş. Bu durum, sermaye ve gelir garantili bir anlaşma olduğunu hissettiriyor. Şayet durum anlaşıldığı gibi ise ondan elde edilen gelir faiz olur.

Şöyle bir uygulama yapılabilir:

Aranızda sermaye-emek ortaklığı anlaşması yaparsınız. Anlaşmada sermayenin hangi alanlarda (hatta ne kadar süre ile hangi malın alımı satımında vb.) işletileceği ve oluşacak kar’ın yüzde üzerinden nasıl paylaşılacağını belirlersiniz. Zarar olması durumunda, zararın sermayeden gideceği, işletmecinin ise bu zarar mukabili emeğini kaybetmiş olacağını yazarsınız. İşletmecinin, kasıt, kusur veya ihmali sonucu doğan zararın işletmeciden tahsil edileceğini kabul ve imza edersiniz. O zaman yaptığınız ortaklık ve o yolla aldığınız gelir caiz olur.

Doç. Dr. Servet Bayındır

Âmin kelimesi İslâm’a Yahudilik’ten mi geçmiştir?

Dualardan sonra “kabul buyur”, “icâbet eyle” anlamında kullanılmakta olan âmin (آمين) kelimesini söylemek sünnettir. Bu, bizzat Nebîmiz tarafından böyle yapılmış ve yapılması tavsiye edilmiştir. Konu ile ilgili hadisler şöyledir:

Ebû Hureyre radıyallâhu anh anlatıyor:

“Resûlullâh aleyhissalâtu vesselâm buyurdular ki: “İmam âmin deyince siz de âmin deyin. Zira kimin âmini meleklerin âminine tevafuk ederse geçmiş günahları affedilir.” İbn Şihâb der ki: “Resûlullâh âmîn derdi.” (Buhârî, Ezân 112; Müslim, Salât 72, (410); Muvatta, Salât 44, (1, 87); Ebû Dâvûd, Salât 172; Tirmizî, Salât 185; Nesâî, İftitâh 34, 35; İbn Mâce İkâmet 14).

Buhârî’de diğer bir rivayette şöyle gelmiştir:

“Kârî (okuyucu) âmîn deyince siz de âmîn deyin. Zira melekler de “âmin” der. Kimin âmin’i meleklerin âmin’ine tevafuk ederse geçmiş günahları affedilir.” (Buhârî, Daavât, 63.)

Bazı kaynaklara bakarak bu kelimenin İsrailiyattan gelmiş olabileceğini kabul edenler acaba niçin aynı kaynaklarda geçen yukarıdaki bilgilere itibar etmezler?! Kelimenin kaynağından ziyade Arap dilinde ve Resûlullâh tarafından hangi anlamda kullanıldığının bir önemi yok mudur? Sadece Resûlullâh tarafından kullanılmış olması bile bir Müslüman için yeterli değil midir?

Amin kelimesinin kökenine ve anlamlarına dair geniş bilgi için lütfen aşağıdaki linkte belirtilen kaynağa müracaat ediniz:

cdn.islamansiklopedisi.org.tr/dosya/3/C03001070.pdf

Benzer bir soru-cevap için lütfen aşağıdaki linki tıklayınız:

www.fetva.net/goruntulu-fetvalar/amin-demenin-dini-dayanagi-nedir.html

www.fetva.net/goruntulu-fetvalar/sumer-kitabeleri-ve-dinler-arasindaki-iliskiyi-nasil-degerlendiriyorsunuz.html

Hz. Zekeriyya üç gün boyunca konuşmadı mı, konuşamadı mı?

Zekeriya aleyhisselam olayında, “üç gün boyunca kimseyle konuşmayacaksın” tarzında bir yasak söz konusu değildir. Mesele şöyledir: Zekeriyya aleyhisselama melekler tarafından bir erkek evladı olacağı müjdelenince, aynen İbrahim aleyhisselam gibi (Bakara, 2/260) kalbinin yatışması içi Cenâb-ı Hak’tan bir ayet/işaret ister. Bunun üzerine Allah (c.c) şöyle buyurur:

“Senin ayetin üç gün boyunca, işaretleşme dışında insanlarla konuşamamandır. Rabbinin adını çokça an ve sabah akşam ibadet et.” (Âl-i İmrân, 3/41)

Dil açısından ayete bakıldığında olayın “konuşamama” olduğu görülecektir. Şöyle ki, “أَن لا تُكَلِّمَ” fiilin sonu mansub yani üstünle bitmektedir. Bu da fiilin başındaki “لا”nın nehyeden/yasaklayan “lâ” olmadığını, nefyeden yani olumsuzluğu ifade eden “lâ” olduğunu gösterir. Bundan dolayı fiilin sonu “أَن” ile üstün olmuştur.

Zekeriyya aleyhisselamın konuşamamasının hikmetine dair Razi tefsirinde şu açıklamalar vardır:

“Bil ki, Zekeriyya aleyhisselam kendisine verilen müjdenin aşırı sevinci, Rabbinin ikramı ve kendisine verdiği nimetinden dolayı, bu hamileliğin bulunduğuna dair bir alâmetin gösterilmesini istedi. Çünkü hamilelik durumu hemen belli olmaz. İşte bunun için O, “Ya Rabbi, bana bir alâmet göster” deyince, Cenâb-ı Hak da, “Senin alâmetin, işaretleşmen dışında, insanlara üç gün bir şey söyleyememendir” buyurmuştur.

Bunda şu iki fayda vardır:

1- Bunun, hanımının çocuğa hamile kaldığına alâmet olması.

2- Allah Teala, o süre içerisinde kendini zikir ve kendisine tâatla meşgul olsun da bu büyük nimete şükretsin diye, onun dilini dünyevî şeylerden alıkoymuş ve onu zikir, tesbih (subhânallâh) ve tehlilde (lâ ilâhe illallâh) bulunmaya teşvik etmiştir. ” (Fahreddîn er-Râzî, et-Tefsîru’l-Kebir, Dâru İhyâi’t-Türâsi’l-Arabî, 3. bs: , Beyrut, 1999, c: 3, s: 215)

Kur’an hangi konuda bize aydınlatıcı bilgiler verir?

Kur’ân, insanın dünya ve ahireti ile ilgili her konuda bilgi verir. Kur’ân bunu “hatırlatma”, “uyarma”, “aydınlatma”, “müjdeleme” gibi usullerle yapar.

Şirk konusu üzerinde ısrarla durur. Bununla, insanı bu dünyada hür ve ahirette mutlu kılmayı amaçlar.

Dünyanın bir imtihan yurdu olduğunu sık sık hatırlatır. Böylece kulun, hayatı anlamlandırmasını ister.

Kur’an’da Allah-kul ilişkisinin sağlam bir temele oturtulabilmesi için ibadetler üzerinde durulur.

Yeryüzünde fesadın olmaması için haklara dokunulmamasını ve geçmiş milletlerden ders alınmasını ister.

İnsanın kendisini ve çevresini keşfedip medeniyet kurabilmesi için fıtrata vurgu yapar.

Çok genel hatlarıyla toparlayacak olursak Kur’ân, kişinin Allah ile, kendisi ile ve çevresi ile ilgili tüm ilişkilerini düzenler.

Dr. Fatih Orum