Skip to content Skip to main navigation Skip to footer

Blog

“Âlimler, nebîlerin varisleridir” hadisi sahih midir?

Söz konusu rivayet, farklı lafızlarla Tirmizî, Ebû Dâvûd, İbn Mâce ve Ahmed b. Hanbel’de geçmekte olup rivayet zincirinde yer alan ravileri yüzünden “zayıf”tır. Bu zayıflık sebebiyle de bu metni Nebîmize dayandırmanın zor olduğunu söyleyebiliriz.

Rivayetle ilgili hükmü bu şekilde kısaca belirttikten sonra cevabın detaylarına geçebiliriz:

Hadisin tam metni şöyle kaydedilmiştir:

“Kays b. Kesîr’in anlatımına göre Medine’den bir adam Şam’da bulunan (sahabî) Ebu’d-Derdâ’ya geldi. Ebu’d-Derdâ adama ‘Buraya seni getiren nedir kardeşim?’ diye sordu. Adam gelişini şöyle açıkladı: ‘Rasûlüllah’tan naklettiğini duyduğum bir hadis’. Ebu’d-Derdâ ‘bir ihtiyacın için mi geldin?’ deyince adam ‘Hayır’ dedi. Ardından ‘Bir ticaret için mi geldin?’ sorusuna adam ‘Hayır, sadece bu hadisi senden talep etmek için geldim’ yanıtını verdi. Bunun üzerine Ebu’d-Derdâ, Rasûlüllah’ı şöyle derken işittiğini söyledi:

‘Kim ilim talep etme isteğiyle bir yol tutarsa Allah onun yolunu cennete ulaştırır. Melekler ilim talebesine, hoşnutlukla kanatlarını sererler. Muhakkak ki âlim için göklerde ve yerde bulunanlar istiğfar dilerler. Hatta denizdeki balıklar bile. Âlimin âbide (ibadet eden kişiye) üstünlüğü, ayın (bazı rivayetlerde ‘dolunay halindeyken’) diğer yıldızlara üstünlüğü gibidir. Şüphesiz ki âlimler nebîlerin varisleridir (إِنَّ الْعُلَمَاءَ وَرَثَةُالأَنْبِيَاءِ). Nebîler dinar veya dirhem miras bırakmazlar. Onlar sadece ilmi miras bırakırlar. Kim bu mirası alırsa çokça nasip almış demektir.’

Rivayeti bu metinle İmam Tirmizî kaydetmiş ve hadisin sadece Âsım b. Recâ’ b. Havye rivayeti ile bilindiğini ifade etmiştir. Tirmizî, bu rivayeti Âsım b. Recâ’ – Kays. b. Kesîr – Ebu’d-Derdâ senediyle vermiş ve bunun muttasıl olmadığını belirtmiştir. Doğrusunun ise Âsım – el-Velid b. Cemil – Kesîr b. Kays – Ebu’d-Derdâ senediyle nakledildiğini söyleyerek bu konuda en sahih olan senedin bu olduğunu eklemiştir.[1]

Tirmizî’nin açıklamalarından şu iki sonuca ulaşmak mümkündür:

1. Bazı kitaplarda hadisin yalnızca “Âlimler nebîlerin varisleridir (الْعلمَاء وَرَثَة الْأَنْبِيَاء) kısmı nakledilmiş olsa bile, bu konuda esas alınacak ve en sahih olan rivayet, yukarıda kaydedilendir. Ayrıca Tirmizî’nin bu açıklamasıyla Ebû Dâvûd’un verdiği başka bir rivayet kanalının maruf/bilinen bir sened olmadığı ortaya çıkmış olmaktadır.[2] Dolayısıyla Tirmizî’nin işaret ettiği bu senet ve metin üzerinde durulmalıdır.[3]

2. Rivayeti Ebu’d-Derdâ’dan yapan kişinin Kays b. Kesîr mi yoksa Kesîr b. Kays mı olduğu hususunda bir karışıklık görülmektedir. Her ne kadar Tirmizî, ravinin isminin Kesîr b. Kays olduğuna dair tercihini ortaya koymuş olsa da böyle bir tereddüdün varlığı, senedin “muzdarib” olduğunu, yani muhtelif şekillerde karıştırılarak nakledildiğini göstermektedir.

Bu iki noktaya işaret ettikten muhaddis Sehâvî’nin bu rivayetle ilgili değerlendirmesine değinmek gerekmektedir. O şöyle demiştir:

“Hadisi, Ahmed, Ebû Dâvûd, Tirmizî ve başkaları Ebu’d-Derdâ’dan nakletmişlerdir. Bunu İbn Hibbân, Hâkim ve başkaları sahih görmüştür. Hamza el-Kettâni hadise “hasen” derken, bazıları ise senedindeki ıztırab nedeniyle “zayıf” görmüşlerdir. Ancak bu rivayeti takviye eden başka şahitleri (rivayetleri) vardır.”[4]

Sehâvî’nin açıklamalarından hadisin hükmü etrafında ihtilaf olduğu anlaşılmaktadır. Bunun nedeni senedinde olan “ızdırâb” olarak gösterilmiştir. Bu kusurun, Ebu’d-Derdâ’dan nakli Âsım b. Recâ’ya yapan tabiînin ismi hakkındaki karışıklık olduğunu söylemek mümkündür. Hadisin kaydedildiği kaynakların yazarlarına göre daha eski devirde yaşayan bir muhaddis olan Vekî’in eserinde bu karışıklığı açıkça görmekteyiz. Nitekim Vekî’ hadisi, Âsım b. Recâ – bir kişi – Ebu’d-Derdâ senediyle kaydetmiştir.[5] Daha açık bir ifadeyle, tespitimize göre hadisin yazılı olduğu ilk kaynakta tâbiî ravisinin mechul olduğu ve daha sonraki devirde bu ravinin ismi üzerinde karışıklıkların vuku bulduğu görülmektedir.

Buna göre, hadisin özellikle iki ravisi üzerinde durmak gerekmektedir. Öncelikle ismi karıştırılan Kesîr b. Kays’tan bahsetmek uygundur.

Kesîr b. Kays’ın Şamlı olduğu ve Ebu’d-Derdâ’dan bu hadisi naklettiği bilinmektedir. Ayrıca Abdullah b. Ömer’den bir rivayeti olduğu söylenmiştir. Aynı zamanda kendisine Kays b. Kesîr de denilmiştir; ancak bu bir hatadır. Kesîr b. Kays’ı İbn Hibbân güvenilir görmüştür. Ancak hadis ravisi uzmanlarından İbn Hacer’in tercihinin bu ravinin zayıf olduğu doğrultusunda olduğu söylenebilir. Çünkü kendi görüşünü belirtirken sadece Kesîr’in zayıf olduğunu söyleyen muhaddislerin görüşlerini vermektedir.[6] Bununla birlikte, Kesîr b. Kays’ın rivayetleri ile ilgili farklı bir rivayet örneği getirilmemiştir. Bu bilgiler ışığında Kesîr’in pek de tanınan bir ravi olmadığı söylenebilir.

Kesîr b. Kays’ın tanınan bir ravi olmadığı görüşünü, ondan bu hadisi nakleden el-Velid b. Cemil hakkında verilen bilgiler de teyit etmektedir. Kesîr’de olduğu gibi el-Velid’in ismi hakkında da ihtilaf olduğunu görmekteyiz. Nitekim ona Dâvûd b. Cemil de denilmiştir. Muhaddislerin el-Velid’in zayıf ve mechul bir ravi olduğuna dair görüşleri ağır basmaktadır. Hatta Ebu’d-Derdâ’nın rivayetlerinde hem el-Velid’in hem de hadisi aldığı kişinin zayıf olduğu da ifade edilmiştir. Onun sadece bu hadisin senedinden bilindiğini belirtmek mümkündür.[7]

Verilen bu bilgiler ışığında ilgili hadisin en kuvvetli isnadında, sahabe ravisi Ebu’d-Derdâ’dan sonra peş peşe gelen iki ravinin mechul ve zayıf olduğu görülmektedir. Bu nedenle İmam Sehavi’nin görüşünün aksine, böyle bir zaafa sahip rivayetin başka hadislerle kuvvetleneceği veya takviye edileceğini söylemenin uygun olmadığı görüşündeyiz. Hadisin taşıdığı bu zayıflık nedeniyle de bu metni Resûlullâh’a dayandırmanın zor olduğunu söyleyebiliriz.

 

HAZIRLAYAN: Cüneyt Coşkun

 


[1] Tirmizî, İlim 19. Ayrıca hadis benzeri lafızlarla ve aynı isnatla şu kaynaklarda da geçmektedir: Ebû Dâvûd, İlim, 1; İbn Mâce, Mukaddime 17. bab, 223 numaralı hadis; Ahmed b. Hanbel, el-Müsned, thk.: Ahmed Muhammed Şakir ve Hamza Ahmed ez-Zeyn, 20 c., Dâru’l-Hadis, Kahire, 1995/1416,  c. 16, s. 71, hadis no: 21612.

[2] Bkz.: Ebû Dâvûd, İlim 1.

[3] Ebu’l-Ferec İbnü’l-Cevzi (v. 597), bu rivayetle ilgili bir bölüm açmış ve bazı farklı versiyonların sahih olmadığını ortaya koymuştur. Bkz.: İbnü’l-Cevzi, el-İlelü’l-Mütenâhiye, Daru’l-Kütübi’l-İlmiyye, Beyrut, thk.: Halil el-Meys, 2 c, c. 1, s. 81. Ayrıca Veki’ b. el-Cerrâh’ın Zühd isimli eserini tahkik eden Abdurrahman Abdülcebbâr el-Ferivâî, hadisin farklı versiyonları bir araya getirmiştir. Onun değerlendirmesinde de hadisin diğer versiyonlarında pek çok kusurun varlığı gözlemlenmektedir. Örneğin Kesîr b. Kays’ın ismı üzerinde yaşanan karışıklığın bir benzeri diğer bir ravi için de söz konusudur. Bu ravi el-Velid b. Cemil’dir. Bazı rivayetlerde onun ismi Cemil b. Kays; bazılarında ise Davud b. Cemil olarak geçmektedir. Geniş açıklama için bkz.: Ebû Süfyan Veki’ b. el-Cerrâh, Kitâbü’z-Zühd, 197/812 ; thk.: Abdurrahman Abdülcebbar el-Ferivâî, 3 c., Medine, Mektebetü’d-Dâr, 1984, c. 3, s. 833- v.d., 519. hadisin değerlendirilmesi.

[4] Ebü’l-Hayr Şemsüddîn Muhammed b. Abdirrahmân b. Muhammed Sehâvî, el-Makasıdü’l-Hasene fî Beyâni Kesîrin mine’l-Ehâdîsi’l-Müştehire ale’l-Elsine, thk.: Muhammed Osman el-Huşt, Beyrut, Dârü’l-Kitâbi’l-Arabi, 2002, s. 340.

[5] Veki’, hadis metninin “Alimler nebilerin varisleridir…” kısmından sonrasını kaydetmiştir. Veki’ b. el-Cerrâh, Zühd, c. 3, s. 833.

[6] Ebü’l-Fazl Şehabeddin Ahmed İbn Hacer el-Askalani, Tehzîbü’t-Tehzîb, 12 c., Dâiretü’l-Maarifi’n-Nizamiyye, Haydarabad, 1325, c. 8, s. 426.

[7] Nitekim onun hadis hocası olarak sadece bu hadisteki hocası Kesîr b. Kays gösterilmektedir. Diğer taraftan Velid’den hadis nakleden talebe olarak bu hadisi ondan nakleden Âsım b. Recâ’ kaydedilmiştir. Bunun dışında hadis aldığı veya hadis naklettiği bir ravinin adı verilmemiştir. Geniş bilgi için bkz.: İbn Hacer, Tehzîb, c. 3, s. 181.

Kardeşimle her türlü ilişkiyi kesmeye dair yemin etmiştim, bozabilir miyim?

Allah’ın bir emrini terk etmek veya bir günahı işlemek üzere yemin eden kimse, bu yeminine uymaz; bundan dolayı dola­yı keffâret verir.  Sizin de farz olan akraba ziyaretini terk etmeye dair ettiğiniz yemini bozmanız gerekir.

Allah Teâlâ yeminle ilgili olarak şöyle buyurmuştur:

قَدْ فَرَضَ اللَّهُ لَكُمْ تَحِلَّةَ أَيْمَانِكُمْ وَاللَّهُ مَوْلَاكُمْ وَهُوَ الْعَلِيمُ الْحَكِيمُ

“Allah (gerektiğinde) yeminlerinizi bozmanın kuralını koymuştur. Sizin yardımcınız Allah’tır. O, bilir, doğru karar verir.” (Tahrîm, 66/2)

وَلَا تَجْعَلُوا اللَّهَ عُرْضَةً لِأَيْمَانِكُمْ أَنْ تَبَرُّوا وَتَتَّقُوا وَتُصْلِحُوا بَيْنَ النَّاسِ وَاللَّهُ سَمِيعٌ عَلِيمٌ

“Yeminlerinizde Allah’ı; iyilik yapmanıza, takvanıza ve insanların arasını düzeltmenize engel yapmayın.  Allah işitir ve bilir.” (Bakara, 2/224)

Bazı durumlarda yeminin bozulması ve haram olan şeyleri yapmaya dair yemin edilmeyeceği hakkında Hz. Peygamber’in şöyle dediği rivayet edilmiştir:

“Günaha yemin edenin yemini yemin değildir. Akraba ile ilişkiyi kesmeye yemin edenin yemini de yemin değildir.” (Ebû Dâvûd, Talak, 7)

Bu hadis, ulemanın çoğunluğu tarafından “Bir konuda yemin eder, sonra başkasını hayırlı görürsen yeminini boz, keffaretini ver ve hayırlı gördüğüne gel.” (Buhârî, Eymân 1, Müslim, Eymân, 11 (1650) hadisinden dolayı şu şekilde anlaşılmıştır:

“Kim akraba ziyaretini kesmek üzere yemin eder­se bu yeminini yerine getirmesin. Bilakis o yeminin aksine hareket etsin; fakat yeminini bozduğu için de keffaretini versin.”

Yemin keffareti hakkında daha geniş bilgi için lütfen aşağıdaki linki tıklayınız:

www.fetva.net/yazili-fetvalar/keffaret-ne-demektir-yemin-keffareti-hakkinda-bilgi-verebilir-misiniz.html

Keffaret ne demektir? Yemin keffareti hakkında bilgi verebilir misiniz?

Keffaret; dinin belirli yasaklarını ihlâl eden kimsenin cezasını çekmesi ve bağışlanması için yaptığı bir esir azat etmek, oruç tutmak, fakir doyurmak ve giydirmek gibi malî ve bedenî nitelikli ibadetlerin genel adıdır.

Yemin keffareti ise bozulan bir yeminden sonra yerine getirilmesi gereken bazı şeyleri ifade eder. Bununla ilgili olarak Allah Teâlâ şöyle buyurmuştur:

“Allah düşünmeden ettiğiniz yeminlerden sizi sorumlu tutmaz. Ama yeminlerinizle bağladığınız şeylerden dolayı sorumlu tutar. Onun kefareti; ailenize yedirdiğinizin ortalamasından on çaresizi doyurmak veya giydirmek ya da bir esiri hürriyetine kavuşturmaktır. Bunları bulamayan ise üç gün oruç tutar. Bu, yemin bozmanın keffaretidir. Yeminlerinizi yerine getirin. Allah ayetlerini size böyle açıklar ki şükredesiniz.” (Mâide, 5/89)

Ayetten de anlaşılacağı asıl olan, edilen yeminlere sadık kalmaktır. (Bununla ilgili başka ayetler için bkz. Nahl, 16/91-95) Fakat bazen yeminlerin bozulması gerekmekte ve hatta emredilmekte, bazen de çeşitli sebeplerle yeminlere uyulamamaktadır. Bu gibi durumlarda yemin bozulduğunda keffaret verilmesi gerekir. Bununla ilgili olarak Peygamberimizin şöyle dediği rivayet edilmiştir:

“Bir konuda yemin eder, sonra başkasını hayırlı görürsen yeminini boz, keffaretini ver ve hayırlı gördüğüne gel.” (Buhari, Eyman 1, Müslim, Eyman, 11 (1650)

Yemin keffareti hakkında başka bir soruya verdiğimiz cevabı okumak için aşağıdaki adresi de inceleyebilirsiniz:

www.fetva.net/yazili-fetvalar/yeminden-donmek-nasil-olur.html

Haksızca el konulan malımızı almak için rüşvet versek günah olur mu?

Rüşvet ile ilgili ayet şöyledir:

“İnsanların mallarından bir kısmını, günaha girerek, bile bile yemek için o mallarla yetkililere ulaşmayın.” (Bakara, 2/188)

Rüşvet “rişâ” kelimesinden alınmıştır. Rişâ ise “ip” demektir. Rüşvet, ipi kovaya bağlayıp kuyunun suyuna ulaşmaya benzer. Rüşvet alan, kova gibidir. Rüşvet veren, onu kullanarak hakkı olmayan bir mala ulaşır. Âyet, rüşveti iki şarta bağlamıştır:

1. Başkasının malını bile bile haksız yere yeme amacı.

2. Bu amaca ulaşmak için yetkililere mal verme eylemi.

Kişi, kendi hakkını almak için yetkili kişiye mal verirse bakılır: Yetkili kişi, bir şey beklemeden görevini yapmışsa verilen mal hediye olur. Görevini, hakkı olmayan bir malı alma şartıyla yapmışsa o mal, alan için rüşvettir ama veren için değildir. Çünkü veren, bir hakkını almak için vermek zorunda kalmıştır.

Mesela ev yapmak için gereken bütün işlemleri tamamladığı halde ilgili makamdan hakkı olan ruhsatı alamayan kişi, rüşvet vermek zorunda kalırsa verene değil, alana haram olur. Ama başkasının hakkını almak için olursa ikisine de haram olur.

Siz gayrimeşru bir şekilde el konulduğunu iddia ettiğiniz arsanızı geri almak için hiç istemediğiniz halde para vermek zorunda kalırsanız bu, karşı taraf için haram olur; ama siz günaha girmiş olmazsınız.

Faiz ile riba aynı şeyler midir? Kur’an’da hangisi haram kılınmıştır?

Erkek doktora muayene olan kadının gusül abdesti alması mı gerekir?

Erkek doktora muayene olan kadınların gusül abdesti almalarını gerektiren herhangi bir delil yoktur.

Guslü gerektiren durumlar; cinsel ilişki, rüyada veya uyanıkken boşalma ve kadınların adet ve lohusalık bitimidir. Erkek doktora muayene olmak bunlardan herhangi biri değildir.

Ayrıca konuyla ilgili olarak aşağıdaki adresleri de inceleyebilirsiniz:

www.fetva.net/yazili-fetvalar/jinekolojik-muayeneden-sonra-gusul-abdesti-almak-gerekir-mi.html

www.fetva.net/yazili-fetvalar/bayan-doktor-varken-erkek-doktoru-tercih-etmek-caiz-midir.html

Alışveriş merkezlerinin çekilişle hediye vermeleri kumara girer mi?

Eğer hediye çekiliş kuponu için ayrıca bir ücret ödenmiyor, sadece yapılan alışverişin ücreti ödeniyorsa bunda sakınca olmaz, bu durum kumar kapsamına girmez.

Alışveriş merkezinin, araba hediye edeceği kişileri kura ile belirlemesi, onu kumar haline getirmez.  Fakat yaptığınız alışveriş ücretinden ayrı bir şekilde belirli bir bedel vererek çekilişe katılıyorsanız işte o zaman bu organizasyon kumar olur.

Konuyla ilgili görüntülü cevaplarımıza aşağıdaki linklerden ulaşabilirsiniz:

www.fetva.net/goruntulu-fetvalar/hediye-cekilis-kuponlari-ve-onlardan-cikan-hediyeleri-almak-caiz-mi.html

www.fetva.net/goruntulu-fetvalar/bazi-alisverislerden-sonra-verilen-hediye-cekleri-caiz-midir.html

Cennete girme açısından zenginler fakirlere göre bir adım öndeler mi?

Cennet para ile değil; iman ve salih amelle satın alınır. Para, insanın önüne salih amel yapma imkânlarını açtığı gibi daha önce karşısına gelmeyen birçok günahın kapılarını da açar. Dolayısıyla cennete girme açısından zenginlerin fakirlere bir üstünlüğü yoktur.

Zenginlik de fakirlik gibi imtihandır. Cenab-ı Allah bazen para, makam, imkân vererek kulunu imtihan eder, bazen de bunları alarak… Ve O, imtihanda kullarına zerre miktarı haksızlık yapmayacağını bildirmiştir.

İlgili ayetlerden bir kısmı şöyledir:

“…O gün herkese kazancı tam olarak verilecek ve kimse haksızlık görmeyecektir. ” (Âl-i İmrân, 3/25)

“Allah zerre kadar haksızlık yapmaz; bir iyilik olsa onu kat kat artırır ve kendi katından ona büyük bir karşılık verir.” (Nisâ, 4/40)

 “Ne sizin kuruntularınız ne de ehl-i kitabın kuruntuları geçerlidir. Kötülüğü kim yaparsa cezasını görür. Böylesi kendine Allah’ın yakınından ne bir dost ve ne de yardımcı bulacaktır.

İster erkek, ister kadın olsun, kim mümin olarak iyi işler yaparsa onlar da cennete gireceklerdir. Onlara kıl kadar haksızlık yapılmayacaktır.” (Nisâ, 4/123-124)

“Allah müminlerin kendilerini ve mallarını Cennete karşılık satın almıştır. Allah yolunda çarpışırlar; öldürürler ve ölürler. Bu Allah’ın Tevrat’ta, İncil’de ve Kur’an’da verdiği gerçek sözdür.  Sözünü Allah’tan daha iyi tutan kimdir? Öyleyse yaptığınız bu satıştan dolayı sevinin. Bu, büyük bir kurtuluştur.” (Tevbe, 9/111)

Kısacası önemli olan, neye sahip olduğumuzdan çok, sahip olduklarımızı, imkânlarımızı nasıl kullandığımızdır. Allah Teala şöyle buyurmuştur:

“İnsanın çalıştığından başkası kendinin değildir. Çalışmasına bakılacak; sonra karşılığı tastamam verilecektir.” (Necm, 53/39–41)

Hadislere göre günümüzde yaygın olan e-ticaret caiz değil mi?

Elde olmayan malın satışını yasaklayan hadis şöyledir:

Hakîm b. Hizâm’dan: Allah’ın Elçisi’ne geldim ve dedim ki: “Bana biri geliyor ve bende olmayan bir malı satın almak istiyor. Ben de çarşıdan onun için alıp ona satıyorum. (Bununla ilgili ne dersin)” Resûlullah şöyle cevap verdi: “Yanında olmayan şeyi satma.” (Tirmizî, Büyû’, 19; Ebû Dâvûd, Büyû’, 68; Nesâî, Büyû’, 60)

Bu hadiste elde olmayan malın satışının yasak olmasının sebebi, taraflardan birinin mağduriyetine yol açmamaktır. Elektronik ortamda yapılan ticarette, malın bütün özellikleri anlatılıyor. O şartlara aykırılık olursa müşterinin malı iade etme imkânı da oluyor. Ayrıca satıcı malı teslim edemezse para hesaba yatmamakta, hadiste kast edilen mahzurlar meydana gelmemektedir. Ancak, bir takım suistimallerle insanlara mal satılıp para tahsil edildikten sonra teslim yapılmıyorsa bu tür işlemler bahsedilen hadis kapsamında haram olur.

Doç. Dr. Servet Bayındır

Katılım bankalarında çalışmak sakıncalı mıdır?

Katılım bankaları, hataları ile birlikte İslam’ın emrettiği doğrultuda faaliyet göstermek amacıyla kurulmuş ve kendilerini o şekilde ilan etmişlerdir.

Katılım bankalarının üzerine kurulduğu felsefe doğrudur; fakat işleyişte bazı eksiklikler, hatalar, kusurlar ve hatta “bilerek” yanlışlar yapılmaktadır.

Tüm uygulamaları haram olmadığı ve kendilerini helal yöntemle çalıştıkları şeklinde deklare ettikleri için aldığınız/alacağınız maaşın tümü haram olmaz. Ancak işin bizzat uygulayıcısı olduğunuz ve işin iç yüzünü bildiğiniz için, kalbiniz mutmain değilse iyi bir iş bulmanız uygun olur.

Doç. Dr. Servet Bayındır