Skip to content Skip to main navigation Skip to footer

Blog

Katılım bankalarından vadeli olarak araç almanın bir sakıncası var mı?

Sorunuzla ilgili olarak Ticaret ve Faiz adlı kitabımızda yer alan aşağıdaki bilgileri okumanızı tavsiye ederiz:

“Belli mallar tüketici kredisiyle de vadeli olarak da alınabilir. Tüketici kredisinin daha hesaplı olduğu iddia edilerek deniyor ki:

“Otomobili tüketici kredisi ile alırsam banka adıma kredi tahsis eder ve parayı satıcıya verir. Ben de krediyi, bankaya taksit taksit öderim. Alınan borçla yapılan ödeme arasında bir fark doğar. Benzeri fark veresiye satışta da doğar. Neticede veresiye satanın da bankanın da yaptığı finansman sağlama işlemidir. Helâl ise her ikisi de helâl, haramsa her ikisi de haram olmalıdır.”

Tüketici kredisi, bankadan alınan borçtur. Onun üzerine yapılan her ilave faizdir. Otomobili kredi ile alınca iki işlem yapılmış olur. Birincisinde bankadan mesela 15.000 lira borç alınır ve 17.000 lira borçlanılır. Bu, açıkça faizdir. İkinci işlemde otomobil peşin 15.000 liraya alınır.

Vadeli alımda ise peşin fiyatı 15.000 lira olan otomobil 18.000 liraya alınmış olur. Bunda faiz yoktur.

Vadeli alım

Otomobil bedeli

18.000 TL
Toplam borç 18.000 TL

Kredili alım

Otomobil bedeli 15.000 TL
Bankadan alınan kredi 15.000 TL
Bankaya ödenecek faiz 2.000 TL
Toplam borç 17.000 TL

Örneğimizde otomobil, faizli borçla daha ucuza alınmıştır. Ucuzluk – pahalılık ayrı, faizli olup olmamak ayrıdır.

Konuyu bir de şöyle anlatalım. Aynı marka ve aynı model birer otomobil almak için Ahmet ile Mehmet birlikte bir oto galerisine giderler. Otomobilin peşin fiyatı 15.000 lira. Ahmet onu, bir yıl vadeli 18.000 liraya alır. O sırada Hasan gelir; Mehmet’e “15.000 lira vereyim, otomobili peşin al, bana bir yıl içinde 16.000 lira öde” der; Mehmet de kabul eder ve otomobili peşin 15.000 liraya alır. Bunun faizli borç olduğu açıktır. Ama otomobili Hasan alıp Mehmet’e satsaydı faiz olmazdı.

Deniyor ki:

“Asıl mesele finansman sağlamak değil midir? Hasan otomobili kendi adına alıp satsa bile onun niyeti otomobil almak değil, finansman sağlamaktır. Esas burayı aydınlatmak gerekir. Evet, burada şeklen bir farklılık var, ama işin aslı itibariyle faizli işlemle bunun arasında bir fark yokmuş gibi gözüküyor. İki şahıstan biri otomobili, ticarî yoldan daha pahalıya, diğeri faizli dediğimiz yoldan daha ucuza almış oluyor. İşin aslı bir araba almaktır. Bu bir hukukî fark gibi gözüküyor; ikisi arasında temel bir fark var mıdır?”

Hukukî fark, temel farktır. O fark bu iki şeyi ayırmakta, birine alım satım, diğerine de faizli işlem denmesine sebep olmaktadır. Bu basit bir fark olmadığı için bankalar taşıt kredisi verme yerine taşıt satışı yapamazlar. Çünkü o zaman kredi kurumu değil, ticari kurum olurlar. Bu onların ne yapısına ne de işleyişine uyar.

“İşin aslı bir araba almaktır.” deniyor. Doğru, ama biri faizli yoldan, diğeri de faizsiz yoldan almaktır. Mesela bir elma ağacının yanına iki kişi gelse, biri kabını doldurup gitse, diğeri ağacın sahibinden izin aldıktan sonra kabını doldursa, birincisi hırsız sayılıp cezalandırılır, ama ikincisine bir şey denemez. Bu hırsızlık olayı, “İşin aslı elma yemektir.” denerek savunulamaz.

Hukukî fark, temel fark olduğu için, otomobillerde bir kusur ortaya çıksa ve geri verilse, onu veresiye alan, ödediği peşinatı, taksitleri ve imzaladığı senetleri alır ve işi bitirir. Diğeri sadece 15.000 lirayı alır, ama faizli borcu devam eder. Otomobili Hasan veya banka alıp Mehmet’e satsaydı; “Otomobil almaya niyetim yoktu, onu senin için aldım.” deyip geri almazlık edemezdi.

Bir de vadeli satışlarda fiyat farkının, geçerli faiz hadlerine göre hesap edildiği öne sürülüyor. Malını vadeli satan herkes, vade farkı isterken bir hesap yapar. Hesabı, faiz hadlerini dikkate alarak yapmanın bir zararı olmaz. Sonuçta satıcı müşteriye bir fiyat teklif eder. Müşteri bu fiyata razı olursa satış olur, yoksa olmaz. Yani burada yapılan, faizli borç verme değil mal satışıdır.” (KAYNAK: Abdulaziz Bayındır, Ticaret ve Faiz, Süleymaniye Vakfı Yayınları, İstanbul, 2007, s. 147-149.)

NOT: “Ticaret ve Faiz” adlı kitaba aşağıdaki linklerden ulaşabilirsiniz:

www.suleymaniyevakfi.org/hizmetlerimiz/Kitaplarimizi-indirin.html

www.suleymaniyevakfi.com

 

İnsanın dini ve kalbi fesada uğrar mı?

Mutaffifin Suresinin 14. ayetine göre insanın kalbi işlediği günahlarla kirlenir. Dolayısıyla bozulur. Allah Teâlâ şöyle buyurur:

“Hayır, hayır! Aslında kazançları, yürekleri üzerinde pas oluşturmuştur.” (Mutaffifin, 83/14)

Peygamberimiz sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurmuştur:

“Bakın, vücutta bir et parçası vardır. O iyi olursa vücudun tamamı iyi olur, o bozulursa vücudun tamamı bozulur. İşte o kalptir.” (Müslim, Müsâkât, 107)

İş bu dereceye ulaştığında kalp aklın doğru tespitlerini kabul etmemeye başlar. Çünkü akıl daima doğruyu doğru, yanlışı yanlış olarak tespit eder. Kalp ise bir nevi onay merkezidir. Akla uyarak karar verdiği zaman doğru karar verir, akla değil de, kendi çıkarlarını gözeterek karar verdiği zaman da yanlış karar verir. Pişmanlıklar bu nedenle olmaktadır. Kalp, doğruyu yanlış ve yanlışı doğru görerek karar vermeye başlar, aklı dinlemez hale gelirse bozulmuş olur. Doğal olarak bu insanın dini de fesada uğrar.

Ölünün resmini eve asmanın veya saklamanın bir sakıncası var mıdır?

Her ne kadar evlere resim asmak güzel bir adet değilse de halk arasında bunun ölmüş kişiye azap çektireceği şeklinde dolaşan bilgi doğru değildir. Ama resimlerin asılmayıp saklanması daha uygun olur.

Adam öldü. Karısı, beş oğlu ve iki kızı kaldı. Miras nasıl taksim edilir?

Ölenin karısı mirasın sekizde birini alır. Geride kalan ise kız ve erkek çocuklar arasında erkeğin iki kız hissesi alacağı şekilde paylaştırılır. Meseleyi matematiksel olarak şöyle ifade edebiliriz:

Miras 96 hisseye bölünür. 12 hisse miras bırakanın eşi, her bir erkek çocuk 14 hisse ve her bir kız çocuk 7 hisse alır. 12+70 (5X14)+14 (2X7)=96.

Çekirge yemekle ilgili görüşünüzü tekrar gözden geçirir misiniz?

Çekirge ile ilgili olarak İbn Mace ve Ebu Davud’da geçen  “Onlar, Allah’ın en kalabalık ordularıdır. Onu ne yerim ne de haram kılarım” hadisi mürsel (senedinden bir sahabinin düştüğü hadis) olduğu için sahih değildir. Dolayısıyla âlimler bu hadise değil,  çekirgenin yenebileceğine dair sahih olan hadislere uymuşlardır. Bu konuda ulema arasında icma oluşması da bu sebebe dayanır.

İlgili cevabımız için lütfen aşağıdaki linki tıklayınız:

www.fetva.net/yazili-fetvalar/cekirge-yemek-caiz-midir.html

Çocuklara Berru ismi koymanın dinen bir sakıncası var mıdır?

Bu kelimenin Arap dilindeki aslı “berr” dir. Bu, aynı zamanda el-Berr şeklinde Allah Teâlâ’nın isimlerindendir. Arapçada kelimeler cümle içindeki görevine göre üstün, esre veya ötre ile harekelenir. Berr kelimesinin harekesi üstün olursa Berre-Berra, esre olursa Berri, ötre olursa Berru okunur. Harekeleri değişmesine rağmen, her üç durumda da anlam aynıdır, değişmez. Dolayısıyla Berre/Berra için söylenenler Berri veya Berru için de geçerlidir.

Bere/Berra ismi ile ilgili cevabımız için lütfen aşağıdaki linki tıklayınız:

www.fetva.net/yazili-fetvalar/berre-berra-gibi-isimleri-koymak-uygun-mudur.html

Su bulununca teyemmüm bozulur mu?

Her ne kadar fıkıh ve ilmihal kitaplarında “su bulununca teyemmüm bozulur” dense de suyun bulunması ile ne abdest bozulur ne de gusül. Çünkü suyun bulunması, abdesti veya guslü gerektiren bir şey değildir; sadece yeni bir teyemmüme engeldir o kadar.

Abdesti bozan şeyler –tuvalet dışında olsa da- tuvalette olan şeylerdir. Bunlar yellenme, büyük abdest ve küçük abdestten ibarettir.

Guslü gerektiren durumlar da cinsel ilişki, rüyada veya uyanıkken boşalma ve kadınların adet ve lohusalık bitimidir.

Çocuğumuza İrem ismini koymamız uygun mu?

Kur’an-ı Kerim’de Fecr suresi 7-8. ayetlerde ismi geçen “İrem”, Hûd aleyhisselamın kavmi olan Âd kavminin yaşadığı ve güzellikte emsali olmayan şehrin adıdır. Bu şehir, bahçeleri ile ünlüdür. Fakat daha sonra bu kavmin azgınlığı sebebiyle helak edilmiştir.

“Şark-İslâm edebiyatlarında İrem keli­mesi daha ziyade (Bâğ-ı İrem) şekliyle mutluluk verici, mâmur ve gösterişli bi­naları, evleri vb. yerleri ifade eden anlamda kullanılmıştır. Bağları ve rengârenk ağaçlan ile İrem bahçeleri ba­harı temsil eder; ayrıca sevgilinin bulun­duğu evi, gezindiği bahçeyi vb. mahalleri tanımlamada kullanılır.” (Ömer Faruk Harman, “İrem”, Diyanet İslam Ansiklopedisi, c: 22, s: 443)

Verilen bu bilgilerden de anlaşılacağı üzere bu ismin konulmasında herhangi bir sakınca yoktur.

Her yüzyıla bir âlim geldiği söyleniyor. Bu doğru mudur?

Ebû Dâvûd’un Sünen’inde şöyle bir hadis rivayeti bulunmaktadır:

“Ebû Alkame; “Bildiğime göre, Ebu Hureyre radıyallahu anh, Resûlullah sallallâhu aleyhi ve sellemin şöyle buyurduğunu rivayet etti” dedi: “Allah, her yüzyılın başında bu ümmet için dinini yenileyecek birini (müceddid) gönderir.” (Ebû Dâvûd, Melâhim, 1)

Hadis zayıftır. Ravilerinden Ebû Alkame, “Bildiğime göre Ebu Hureyre bu hadisi Resulullâh’tan rivayet etmiştir” diyor. Demek ki o bundan emin değildir.

Kur’an ve Peygamberimizin Sünneti meydanda olduğuna göre gelecek kişi neyi yenileyecektir? Ayrıca dini yenileyecek kişiyi Allah göndereceğine göre onun bir işaretinin olması gerekir. Yoksa insanlar bunu nereden bileceklerdir. Dinin yeni hali neye göre belirlenecek ve nasıl anlaşabilecektir? Dolayısıyla böyle önemli bir konuda, zayıf bir hadise dayanılamaz. Bize göre bu hadis, delil alınabilecek güçte değildir.

Chat yapmanın hükmü nedir?

Bir müslümanın internette chat yapmak konusunda çok dikkatli olması gerekir. Bir konuda bilgi edinmek, yabancı kültürden insanlarla tanışıp bilgi alışverişinde bulunmak gibi nedenlerle chat yapmaya “caiz değildir” denilemez. Fakat araştırmalar gösteriyor ki maalesef chat, insanlarda tedavi edilemez psikolojik hastalıklara, ahlaksızlıklara, isimleri gizleyerek yalancılığa, karşı cinslerle yapılan müstehcen konuşmalara, cinsel ahlaksızlıklara ve ailelerin dağılmasına vs. yol açmaktadır. Bir Müslüman uyanık olmalı, bu tür tuzaklara düşmemelidir.

Peygamberimiz, boş zamanları değerlendirme hususunda insanların çoğunun aldanmakta olduğunu bildiriyor. Buna göre Müslüman, boş zamanlarını faydalı şeylerle değerlendirmelidir. Zaman oldukça kıymetlidir. Chat yapmak sureti ile boş zamanları faydasız şeylerle heba etmek de Müslümana yakışacak işlerden değildir.

Kur’an ayetlerinin nüzul sebebini bilmek şart mıdır?

Peygamberlerden bazı günahlar sadır olduğu ayetlerle sabittir. Bu ayetlerden birinde Allah Tela Peygamberimize hitaben şöyle buyurmuştur:

“…Hem kendinin hem de mümin erkeklerin ve mümin kadınların günahlarının bağışlanmasını dile!” (Muhammed, 47/19. Benzer ayetler için bkz: Ğâfir, 40/55; Fetih, 48/2)

Eyüp aleyhisselamla ilgili ayette şöyle buyurulmuştur:

“Kulumuz Eyyub’u da an; Rabbine: «Doğrusu şeytan bana yorgunluk ve azap verdi» diye seslenmişti.” (Sâd, 38/41)

Allah Teâlâ, Eyüp aleyhisselamın hastalığını şeytandan bilmesini onun için bir günah kabul etmiştir. Çünkü O, insanın başına gelen her şeyin kendisinden olduğunu bildirmiş ve şöyle buyurmuştur:

“… Onlara bir iyilik gelse; “Bu Allah’tandır” derler, bir kötülük gelse “Bu da sendendir” derler. De ki: “Ne gelirse Allah’tan gelir…” (Nisa, 4/78)

Bundan dolayı Sad Suresinin 44. ayetinde Allah Teâlâ, Eyüp aleyhisselama “وَلَا تَحْنَثْ  günaha girme” buyurmuştur. Fakat bu kelime tefsir ve meallerde “yemini bozma” olarak tercüme edilmiş ve herhangi bir sahih kaynağı olmayan bir rivayete dayanılarak ayet hakkında birçok şey söylenmiştir. Hâlbuki حِنْث= hins kelimesi bir yerde daha geçmektedir. Ayet şöyledir:

وَكَانُوا يُصِرُّونَ عَلَى الْحِنْثِ الْعَظِيمِ

“Onlar, büyük günah üzerinde ısrarlı davrananlardı.” (Vâkıa, 56/46)

Burada da “yemin” manasında değil, “günah” manasınadır.

Arapça’da yeminden dönmeye de hins denir. Çünkü yemini bozmak günahtır. (Bkz: Ragıp el-İsfehani, el-Müfradât, h-n-s mad)

Bu kelime Eyup aleyhisselam ile ilgili ayette yemin manasına gelemez. Çünkü kitaplarda aktarılan rivayette Eyüp aleyhisselamın, karısına, bir suçu olmadığı halde yüz sopa vurmaya yemin ettiği iddia edilmektedir. Bu iddia kabul edilemez. Çünkü böyle bir yeminin tutulmaması gerekir. Allah Teâlâ şöyle buyurmuştur:

“Yeminlerinizde Allah’ı; iyilik yapmanıza, takvanıza ve insanların arasını düzeltmenize engel yapmayın. Allah işitir ve bilir.” (Bakara, 2/224)

Peygamberimiz şöyle buyurmuştur:

“Bir konuda yemin eder sonra başkasını hayırlı görürsen yeminini boz, keffaretini ver ve hayırlı gördüğüne gel.” (Buhari, Eyman, 1; Müslim, Eyman, 7)

“Günaha yemin edenin yemini yemin değildir. Akraba ile ilişkiyi kesmeye yemin edenin yemini yemin değildir.” (Ebu Davud, Talak, 7)

O halde Sad Suresinin 41-44. ayetlerinin meâli şöyle olmalıdır:

“Kulumuz Eyyûb’u da an; Rabbine: «Şeytan bana yorgunluk ve azap verdi» diye seslenmişti.

Biz de ona «Ayağını yere vur! İşte yıkanacak ve içilecek soğuk bir su» dedik.

Katımızdan bir rahmet, içi temiz olanlar için de bir öğüt olmak üzere ona, ailesini ve onlarla birlikte olanların bir mislini lutfettik.

Ona: «Eline bir demet ot al, onunla (kendine/derine) vur! Günaha da girme» dedik. Doğrusu Biz onu pek sabırlı bulduk. Ne güzel kuldu o! O, gerçekten Allah’a yönelirdi.”

Eyüp aleyhisselamın soğuk su ile yıkanıp derisine otla vurması, onun için bir tedavi yöntemi olmuştu.

Bununla ilgili görüntülü cevabımızı aşağıdaki linkten izleyebilirsiniz:

www.fetva.net/goruntulu-fetvalar/seytan-insana-yorgunluk-veya-azap-verebilir-mi.html

Kadınlar hayvan kesebilirler mi?

Kadınların hayvan kesmesi yasak değildir. Hadis kaynaklarında Peygamberimiz döneminde hayvan kesen cariyelerden söz edilmektedir.

İlgili hadis şöyledir:

Abdullah İbn Ömer’in azatlı kölesi Nâfi’, Ka’b b. Mâlik’in bir oğlundan, İbn Ömer’e anlatırken şunları işitmiştir: “Bâbası (Ka’b) kendisine şöyle bir olay anlatmıştı: Davar güden bir cariye, bir koyunun ölmek üzere olduğunu görmüş, derhal bir taş kırarak onunla koyunu kesmişti. Babası (Ka’b), ailesine: “Resulullah’a sorup öğrenene kadar ondan yemeyin.” demiş ve sormuştu. Resulullah da yemelerine izin vermişti.” (Buhârî, Zebâih, 18, 19, Vekâlet, 4; Müslim, Edâhî, 19; İbn Mâce, Zebâih, 8; Ebû Dâvûd, Edâhî, 3; Muvatta, Zebâih, 4; Ahmed b. Hanbel, 2/76, 80.)

Görüldüğü gibi kadınlar da erkekler gibi hayvan kesebilmektedirler. Dolayısıyla onların kestikleri hayvanlar da yenir.

Mirasta arsa/tarla paylaşımı nasıl olmalıdır?

Osmanlı Devleti zamanında hazineye ait toprakları halk kullanıyor ve kira ödüyordu. Kiracı durumunda olan bu şahıslar ölünce toprağın kullanımı, devletin isteğine göre oluyordu. Son zamanlara doğru kullanma hakkı, miras gibi intikal etmeye başladı ve kız ile erkek arasında eşit paylaşıldı.

Sizin bahsettiğiniz yer, ister arsa, ister arazi olsun; mülkiyeti sizde olan yer olduğu için yukarıdaki hükme tabi değildir. Dinimize göre onu sekiz paya bölersiniz; annenize ve üç kız kardeşinize birer pay verirsiniz. İkişer pay da erkek kardeşlere düşer. Eğer kız kardeşlerinize ve annenize fazla bir şey vermek isterseniz onu kendi payınızdan verirsiniz.

Kur’an ataları uyarılmış bir topluma mı geldi, uyarılmamış bir topluma mı?

Öncelikle ayetler arasında herhangi bir çelişki bulunmadığını belirttikten sonra sorunuzu şu şekilde cevaplandırmaya çalışalım:

Birincisi; Kur’an’ın tek bir ayeti ile hüküm verilemez. Kur’an, bir olayı en az iki yerde anlatan bir usûlle/yöntemle kendi kendini açıklar. Bu usûlü ancak alanında uzman ilim adamları topluluğu uygulayabilir.

Kur’an’ı Açıklamada Usûl konusunda ayrıntılı bilgi için lütfen aşağıdaki linki tıklayınız:

www.suleymaniyevakfi.org/arastirmalar/kurani-aciklamada-usul.html

İkincisi; Yahudi ve Hıristiyanların elindeki Tevrat ve İncil her ne kadar indiği gibi korunamamış olsa da hala doğru inancı gösteren ifadeler taşımakta, onları son nebîye inanmaya çağırmaktadır. Allah Teâlâ şöyle buyurmuştur:

“Allah nebilerinden kesin söz aldığında şöyle demiştir: ‘Size Kitap ve hikmet veririm de elinizde olanı onaylayan bir elçi gelirse kesinlikle ona inanacaksınız ve destek vereceksiniz. Bunu kabul ettiniz mi? Bu ağır yükü yüklendiniz mi?’ Onlar: ‘Kabul ettik.’ demişlerdi. Allah: ‘Siz buna şahit olun, sizinle beraber ben de şahidim.’ demişti.

Bundan sonra sözünden dönenler, yoldan çıkmış olurlar.[1]

Allah’ın dininden başkasını mı arıyorlar? Oysa göklerde ve yerde kim varsa isteyerek veya istemeyerek O’na teslim olmuştur. Hepsi döndürülüp O’nun huzuruna çıkarılacaktır.” (Âl-i İmrân, 3/81-83)

De ki: ‘Ey Ehlikitap! Tevrat’ı, İncil’i ve Rabbinizden size indirilmiş olanı tam olarak yerine getirmedikçe temelsiz kalırsınız!’ Rabbinden sana indirilen (Kur’an), onlardan çoğunun azgınlığını ve küfrünü arttıracaktır. Artık o kafirler topluluğuna üzülme.” (Mâide, 5/68)

“Ehlikitap içinde öyle kimseler vardır ki, Allah’a içten inanırlar, size indirilene ve kendilerine indirilmiş olana da inanırlar. Allah’a karşı saygılıdırlar. Allah’ın ayetlerini geçici bir bedelle değişmezler. Onların alacakları karşılık Rableri katındadır. Allah hesabı çabuk görür.” (Âl-i İmrân, 3/199)

Hıristiyan ve Yahudilerdeki Mesih inancı, beklenen son nebînin gelmediğini iddia etmelerinden ve yerine kendi belirledikleri birini koyma arzularından kaynaklanmaktadır. Onların önde gelenleri bunu bilmektedirler.

Mekkelilerin de büyük ataları uyarılmış, kendilerine nebî olarak Hz. İbrahim ve Hz. İsmail gönderilmişti.  Ama ellerinde, (Tevrat ve İncil gibi) gelecek son nebîye inanmalarını emreden herhangi bir kitapları yoktu. Eğer Resûlullâh onlara gönderilmeseydi iddianız haklı olabilirdi. Onun, bütün insanlığa gönderilen elçi olduğu gösteren ayetlerden birkaçı şöyledir:

“… Bu Kur’an bana, kendisiyle sizi ve ulaştığı herkesi uyarmam için vahyolundu. Yoksa siz, Allah ile beraber başka tanrılar olduğuna şahitlik mi ediyorsunuz? De ki: ‘Ben buna şahitlik etmem.’ ‘O ancak bir tek Allah’tır, ben sizin ortak koştuğunuz şeylerden kesinlikle uzağım’ de.” (En’âm, 6/19) 

“Biz seni bütün insanlara, müjdeci ve uyarıcı olarak gönderdik ama çoğu insan bunu böyle bilmez.” (Sebe, 34/28)

“De ki: Ey insanlar! Ben sizin hepinize Allah’ın gönderdiği elçiyim. Göklerde ve yerde hâkimiyet O’na aittir. O’ndan başka ilah yoktur. Hayat veren ve öldüren O’dur. Siz Allah’a inanıp güvenin; nebî olan ümmi resulüne de. O Resûl de Allah’a ve O’nun sözlerine inanıp güvenir. Ona (Nebî olan Resûle) uyun ki doğru yolu bulasınız.” (A’râf, 7/158)

“İşte böyle. Bunu sana, Arapça kur’anlar (ayet kümeleri) halinde vahyettik ki Anakent’te (Mekke’de) ve çevresinde olanları uyarasın. Geleceğinden şüphe olmayan toplanma günü konusunda da uyarasın. Bir kesim Cennette, bir kesim de alevli ateşin içinde olacaktır.” (Şûra, 42/7) 

“Bereketli olan ve kendinden öncekileri tasdik eden bu Kitabı da biz indirdik. İndirdik ki Anakenti ve çevresini uyarasın. Namazlarına özen gösterip Ahirete inananlar, buna da inanırlar.” (En’âm, 6/92)

[1] Bunu destekleyen ifadeler İncil’de vardır. Aşağıda geçen metinde “O” yerine “Muhammed” kelimesini koyarak okuyunuz:

“Şimdiyse beni gönderenin yanına gidiyorum. Ne var ki, içinizden hiçbiri bana, `Nereye gidiyorsun?’ diye sormuyor. 6Ama size bunları söylediğim için yüreğiniz kederle doldu. 7Size gerçeği söylüyorum, benim gidişim sizin yararınızadır. Gitmezsem, Yardımcı size gelmez. 8O gelince dünyanın günah, doğruluk ve gelecek yargı konusundaki suçluluğunu dünyaya gösterecektir. 9Günah konusunda – çünkü bana iman etmezler. 10Doğruluk konusunda – çünkü Baba’ya gidiyorum, artık beni görmeyeceksiniz. 11Yargı konusunda – çünkü bu dünyanın egemeni yargılanmış bulunuyor. 12«Size daha çok söyleyeceklerim var, ama şimdi bunlara dayanamazsınız. 13Ne var ki O, yani Gerçeğin Ruhu gelince, sizi her gerçeğe yöneltecek. O kendiliğinden konuşmayacak, yalnız işittiklerini söyleyecek ve gelecekte olacakları size bildirecek. 14 O beni yüceltecek.” (İncil, Yuhanna, 16: 5-14)