Blog
Ünlü İslam tarihçisi Muhammed Hamidullah’ın İslam Peygamberi adlı kitabında sahabe isimleri ile ilgili verdiği bilgi şöyledir:
“Arapların İslâmiyet’e geçtikten sonra aldıkları isimler öncekilerle aynı idi. İstisnai olarak, putperestlikle ilgili adlar kesinlikle terk edilmiş ve insanı rahatsız eden ve edepsizlik ifade eden isimlerden de kaçınılmıştır (…)
Yaygın olan isimler arasında, taş, bitki, hayvan, renk, meyve ya da herhangi bir nitelikle ilgili adlara da rastlanmaktaydı: Hacer (Taş) bunlar arasında en yaygın olanıydı. İbn Düreyd, Arapça’da kullanılmakta olan sözcüklerin kökenlerini açıklamak için, Kitâbu’l-İştikâk adıyla başlı başına bir kitap yazmıştır. Resulullah’ın sahabeleri arasında Alkame, Evsece, Talha, Semure, Sümâme, Harmele gibi değişik “bitki adları” taşıyanların yanı sıra; Esed, Leys, Bekr, Sa’lebe, Sibâ, Erkam gibi çoğunlukla “yırtıcı hayvan” isimlerini kullananlar da bulunmaktaydı.
Bir niteliği ifade eden isimlerin başında Muhammed’in “övülen, yüceltilen ve müjdelenen”, Ömer’in “insanları bir yere toplayıp orasını canlandıran”, Ali’nin “yüksek”, Ayşe’nin “yaşayan, hayat dolu”, Fâtıma’nın “süt emzirmeyi kesen”, Rukiyye’nin “küçük olduğu halde yukarı çıkmaya, yükselmeye çalışan” anlamlarına geldiğini hatırlatalım.” (Muhammed Hamidullah, İslam Peygamberi, 1830-1831. paragraflar)
Buna göre çocuklara Yağmur, Toprak, Doğa, Nehir, Irmak vs. gibi isimleri koymakta herhangi bir sakınca olmadığı anlaşılmaktadır.
Allah Teâlâ bir ayette insanları da cinleri de kendisine kulluk etsinler diye yarattığını bildirmiş (Zâriyât, 51/56), başka bir ayette de şöyle buyurmuştur:
“Mesih (İsa) Allah’a kul olmaktan geri durmaz. Mukarreb melekler de öyle. Kim ona kulluktan geri durur da büyüklük taslarsa taslasın Allah onların hepsini huzuruna toplayacaktır.
İnanan ve iyi işler yapanlara hem ücretlerini tastamam verecek hem de ikramda bulunacaktır. Kul olmayı kendine yakıştıramayıp büyüklük taslayanları da elem verici bir azaba çarptıracaktır. Onlar kendileri için, Allah ile aralarına girecek ne bir dost ne de yardımcı bulacaklardır.” (Nisâ, 4/172-173)
Allah’a kul olmak, meleklerin de görevidir. Onlardan “mukarreb” olanlar yani Allah’ın kendine yakın saydıkları, Allah’a kulluktan geri durmazlar. Ama ayetin devamından da anlaşılacağı gibi bunlar da dahil olmak üzere, her kim Allah’a kul olmayı kendine yakıştıramayıp büyüklük taslarsa o, elem verici bir azaba çarptırılacaktır.
İblis’in yoldan çıkması böyle olmuştur. Bakara suresi 30 ve 32. ayetlerde o da diğer meleklerle birlikte Allah’a kul olma konusunda tam bir teslimiyet gösterdiği halde ne zaman ki Âdem’e secde etmek ile imtihan edilmiş, işte o anda ona secdeyi kendine yakıştıramayıp büyüklük taslamış ve neticede kafir olmuştu (Bakara, 2/34).
Şu ayet, bütün meleklerin “cin” olduğunu açıkça göstermektedir:
“Bir gün meleklere: ‘Âdem’e secde edin’ demiştik. Onlar hemen secdeye kapandılar; ama İblis onu yapmadı. O da o cinlerden (görünmez varlıklardan) idi; ama Rabbinin emrinden çıktı. Şimdi onu ve onun soyunu sizinle benim aramda dostlar olarak mı tutuyorsunuz? Hâlbuki o size düşmandır. Yanlış yapanlar için ne kötü bir değiş tokuştur bu!” (Kehf, 18/50)
Yukarıdaki ayetin “…o da cinlerden (görünmez varlıklardan idi ama Rabbinin emrinden çıktı” ifadesi, diğer cinlerin emirden çıkmadığını gösterir. İşte Allah’ın emrinden çıkmayanlar da meleklerdir.
Cinlerin ateşten yaratılması, meleklerin de ateşten yaratılması demektir. Dikkat edilirse Kur’an’da meleklerin neden/hangi maddeden yaratıldığına dair herhangi bir ayet yer almaz. Ama meleklerle cinlerin aynı olduğuna dair çok sayıda ayet bulunur.
Aşağıdaki linklerde cin-melek ilişkisi konusundaki tüm ayetlerin incelendiği iki adet dersimiz bulunmaktadır. Konuyla ilgili geniş bilgiye ulaşmak isteyenlere o dersleri izlemesini tavsiye ederiz:
www.kurandersi.com/mukayeseli-fikih-dersleri/kuranda-melek-ve-cin-kavramlari/
www.kurandersi.com/mukayeseli-fikih-dersleri/kuranda-melek-ve-cin-kavramlari-2/