Skip to content Skip to main navigation Skip to footer

Blog

Namaza durulacağı zaman nasıl niyet etmek gerekir?

Allah kadınlara başlarını mı örtmelerini emretmiştir, yoksa yaka açıklarını mı?

Bu iddiayı dile getirenler Nûr sûresi 31. ayette “humurihinne (خُمُرِهِنَّ)” şeklinde çoğul hali geçen hımâr (خمار) kelimesinin ‘başörtüsü’ değil sadece ‘örtü’ anlamında olduğunu söylemektedirler. Bu sebeple de hımâr ile örtülmesi gereken yerin baş değil, sadece göğüs ya da yaka açıklığı olduğunu dile getirmektedirler.

Nûr sûresi’nin 31. ayetinin ilgili kısmı şöyledir:

Mümin kadınlara da söyle (…) Başörtülerinin bir kısmını yakalarının üstüne vursunlar…” (Nûr, 24/31)

Bütün Arapça sözlükler ittifakla hımâr kelimesinin ‘kadının başörtüsü’ anlamında olduğunu belirtmektedirler. (Bu konudaki açıklamamız için lütfen aşağıdaki linki tıklayınız:)

www.fetva.net/giyim-kusam/nur-suresi-31-ayette-gecen-himar-kelimesi-basortusu-anlamina-mi-geliyor.html

Ancak bir an için ayetteki hımâr kelimesinin iddia edildiği gibi ‘başörtüsü’ değil de sadece ‘örtü’ anlamına geldiğini varsaysak bile yine başın örtülmesi gerektiği sonucuna varmamız kaçınılmazdır. Zira cümle şöyle olacaktır: “Örtülerinin bir kısmını yakalarının üstüne vursunlar.” Sadece “örtüleri” ifadesi bile mevcut özel bir örtünün bulunduğunu göstermesi için yeterlidir. Bir bölümü yakayı örtecek olan tek özel örtü, ancak başörtüsü olabilir. Çünkü aksi takdirde gömleğin yakasını kapatmaktan ya da kapalı yakası olan giysiler giymekten bahsedilmesi gerekli ve yeterli olacaktı; ancak öyle olmamıştır. Diğer bir deyişle ayetin emri, yalnızca yaka açığını kapatmak olsaydı bu emir direkt olarak verilir, yaka açıklığının (ceyb) kapatılması emredilirdi. Böyle yapılmayıp “yakayı hımâr ile kapatın” denmesinin bir anlamı olmak zorundadır. Dolayısıyla bir kişi, bu ifadenin geçtiği Kitabın bir insan tarafından yazılmadığını düşünüyorsa hımâr kelimesinin niçin kullanıldığına dair makul bir gerekçe bulmak zorundadır! Allah’ın Kitabında hiçbir kelime boş yere kullanılmaz.

“Şapkanın bir kısmını ensene indir” dendiğinde başın örtülü olduğunu ya da şapkanın başta olduğunu söylemeye gerek yoktur. Hatta kimse “kafandaki şapkayı ensene indir” de demez. Böyle denmesi için emre muhatap olan kişinin elinde başka bir şapka daha olması gerekir. Tıpkı bunun gibi; “başörtünüzle başınızı örtün!” emri tüm dillerde saçma olacaktır. Başörtüsü ile başın örtülmesi dışında ilave bir şey yapılması gerekiyorsa bu ayrıca belirtilir.

Bir de eğer ayette hımâr başörtüsü değil de herhangi bir örtü anlamında olsaydı ayetin emri gereği yakayı başka bir şekilde kapatmak, mesela gömlekle ya da yakalı bir kazakla kapatmak bile yeterli ve caiz olmazdı. Mutlaka bir örtü kullanmak ve hatta hımâr denen örtü her ne ise ondan kullanmak şart olur, aksi halde emir yerine getirilmiş olmazdı!

HAZIRLAYAN: Erdem Uygan

Başörtüsü konusunda ayrıntılı bilgi için lütfen aşağıdaki linkte bulunan çalışmayı inceleyiniz:

erdemuygan.com/wp-content/uploads/2018/08/Kuranda-H%C4%B1ma%CC%82r-Bas%CC%A7o%CC%88rtu%CC%88su%CC%88.pdf

Nûr sûresi 31. ayette geçen “hımâr” kelimesi başörtüsü anlamına mı geliyor?

Kur’an’da Nûr sûresinin 31. ayetinde geçen “humur” (خمر), “hımâr” (خمار) kelimesinin çoğuludur. Hımâr Arapçada ‘kadının başörtüsü’ anlamına gelir. Kelimenin türetildiği “hamara” (خمر) fiili örtmek anlamına gelir ve bu kökten gelen diğer bir kelime olan “hamr” (خمر) kelimesi, aklı örtmesinden dolayı ‘sarhoş edici ve uyuşturucu maddeler’ anlamında 6 ayette karşımıza çıkmaktadır. Kelimenin Kur’an’da bunlar dışında bir kullanımı yoktur.

Başörtüsünden bahseden ayet şöyledir:

وَقُل لِّلْمُؤْمِنَاتِ يَغْضُضْنَ مِنْ أَبْصَارِهِنَّ وَيَحْفَظْنَ فُرُوجَهُنَّ وَلَا يُبْدِينَ زِينَتَهُنَّ إِلَّا مَا ظَهَرَ مِنْهَا ۖ وَلْيَضْرِبْنَ بِخُمُرِهِنَّ عَلَىٰ جُيُوبِهِنَّ ۖ

Mümin kadınlara da söyle (…) Başörtülerinin bir kısmını yakalarının üstüne vursunlar…” (Nûr, 24/31)

Kelimenin ayetteki kullanımına bakıldığında hımârın sadece kadına has bir başörtüsü olduğu ortaya çıkmaktadır. Çünkü ifade ayette “el-humur” (başörtüler) şeklinde değil, humurihinne (onların başörtüleri) şeklinde zamirle kullanılmıştır. Yani ayette geçen ifade (وليضربن بالخمر على جيوبهن) “ve’l-yadribne bi’l-humuri alâ cuyûbihinne” şeklinde değildir. Burada olduğu gibi ifade “el-humur – hımârlar” şeklinde olsaydı anlam “başa örtülen örtülerin bir kısmını yakalarının üstüne vursunlar” şeklinde anlaşılır ve bir algı operasyonuyla hımârın kadınlar dışında da kullanıldığı zorlama da olsa iddia edilebilirdi. Ancak ayette böyle söylenmemekte, (وليضربن بخمرهن على جيوبهن) “ve’lyadribne bihumurihinne alâ cuyûbihinne” şeklinde zamirli yapı (humurihinne – hımârlarını) kullanılmaktadır. Yani anlam hımârın kadına ait bir örtü olduğunu gösterir şekilde “başörtülerinin bir kısmını yakalarına vursunlar” şeklindedir. Bu kullanım hımâr kelimesi ile belirtilen başörtüsünün genel bir başörtüsü olmadığını, kadına has olduğunu gösterir niteliktedir. Yine “başörtülerinin” şeklindeki bu zamirli kullanım sayesinde hımârın kadının zaten kullandığı, bilinen bir başörtüsü olduğu, diğer bir deyişle başın zaten örtülü olması gerektiği de bildirilmiş olmaktadır. Oysa yukarıda belirttiğimiz şekilde zamirsiz bir ifade kullanılsaydı ayetten bu sonucu çıkarmak mümkün olmazdı.

Hımâr kelimesinin sadece kadınların kullandığı başörtüsü anlamında olduğunu meşhur Arapça sözlükler de dile getirmektedirler. Bunlardan ikisi olan Müfredât ve Lisânu’l-Arab’da, şu ifadeler yer almaktadır:

أصل الخمر: ستر الشيء، ويقال لما يستر به: خِمَار، لكن الخمار صار في التعارف اسما لما تغطّي به المرأة رأسها

الخَمْر (el-hamr)ın kök anlamı bir şeyi örtmektir. Kendisiyle örtünülen şeye de hımâr denmiştir. Ancak hımâr Arap örfünde kadının başını örttüğü örtüye isim olmuştur.[1]

والخِمَارُ للمرأَة، وَهُوَ النَّصِيفُ، وَقِيلَ: الْخِمَارُ مَا تُغَطِّي بِهِ المرأَة رأْسها، وَجَمْعُهُ أَخْمِرَةٌ وخُمْرٌ وخُمُرٌ. والخِمِرُّ

Hımâr kadın içindir ve başörtüsüdür (nasîf). Kadının başını örttüğü şeye hımâr denmiştir. Çoğulu ehmira, humr, humur, himir’dir.[2]

Görüldüğü gibi her iki Arapça sözlükte de kelimenin anlamı kadının başörtüsüdür. Öyle ki bu kelime erkeğin başına örttüğü herhangi bir örtü için bile kullanılmaz. Sadece kadına has olan başörtüsüne isim olmuştur. Tıpkı bunun gibi Arapçada sadece kadının başını örtmede kullanılan örtülere isim olmuş başka kelimeler de vardır: Nikâb, nasîf, miknaa, kınâ’, mi’kab, buhnuk, gıfâre, burku‘ (burka‘), sıkā‘, savkaa, mülâe/milâe. Bu kelimelerin tamamı sadece kadına has olan başörtüsü için kullanılır ve hiçbiri için ayrıca baş (re’s) kelimesi kullanılmaz. Nitekim yukarıda Lisânu’l-Arab’dan yaptığımız alıntıda da hımâr kelimesinin karşılığı olarak yine kadının başörtüsü anlamına gelen “nasîf” ifadesi kullanılmış, “nasîf’ur-re’s – baş nasîfi” denmemiştir. Çünkü tıpkı hımâr gibi nasîf de sadece kadının başörtüsü için kullanılan bir isimdir.

Bu durum Türkçemizde de böyledir. Dilimizde kadının başına örttüğü örtüye isim olmuş kelimeler şöyle sıralanabilir: Yaşmak, yemeni, tülbent, yazma, bürüncek, çember, kadın fesi, ferace, maşlah, tepelik, hotoz, tandırbaş, kundak yemeni, salma yemeni.[3] Bunların hiçbiri için ayrıca baş kelimesi kullanılmaz ve başa örtülmeleri gerektiği ayrıca açıklanmaz. Hatta içinde baş kelimesi kullanılmasına rağmen “başörtüsü” kelimesi bile aslında özel bir örtünün adı olmuştur. Bu sebeple birleşik yazılır ve erkek için de kullanılmaz. Nitekim Türk Dil Kurumunun Türkçe Sözlüğünde başörtüsü kelimesine şu anlamın verildiği görülür: “Kadınların saçlarını örtmek için kullandıkları örtü, başörtü, bürgü, eşarp.”[4]

HAZIRLAYAN: Erdem Uygan

Başörtüsü hakkında daha ayrıntılı bilgi için lütfen aşağıdaki linkte bulunan “Kurân’da Hımâr (Başörtüsü)” başlıklı araştırmayı okuyunuz:

erdemuygan.com/wp-content/uploads/2018/08/Kuranda-H%C4%B1ma%CC%82r-Bas%CC%A7o%CC%88rtu%CC%88su%CC%88.pdf

[1] Ragıp el-İsfahânî, Müfredatü Elfâzi’l Kur’ân, Tahkîki Safvân Adnan Dâvûdî, Dimaşk-Beyrut, 1992, خمر maddesi.

[2] İbn Manzûr, Lisânu’l Arab خمر maddesi.

[3] H. Yunus Apaydın, “Tesetür”, TDV İslâm Ansiklopedisi, islamansiklopedisi.org.tr/tesettur#1

[4] www.tdk.gov.tr/index.php?option=com_gts&arama=gts&guid=TDK.GTS.5b0e697765fd82.55543121

Firavun helak edilmesine rağmen İsrailoğulları niçin Mısır’da kalmadı?

İsrailoğulları, Musa Aleyhisselam önderliğinde ve Yüce Allah’ın talimatları doğrultusunda hareket ediyorlardı. Mısır’da kalmayıp başka bir beldeye göç etmelerin sebebi de Allah’ın emrinin bu yönde olmasıdır. Çünkü söz konusu beldeyi (Kudüs’ü) Yüce Allah “mukaddes” olarak ilan etmiş ve İsrailoğullarının bu mukaddes beldede yaşamalarını istemiştir. İlgili ayet şöyledir:

“Bir gün Musa halkına dedi ki: Ey halkım, Allah’ın üzerinizdeki nimetini hatırlayın. İçinizden nebîler çıkardı ve sizi melikler (önderler) yaptı. Bu alemde kimseye vermediğini size verdi. Ey halkım! Allah’ın size verdiği şu mukaddes beldeye girin; arkanızı dönmeyin, yoksa her şeyinizi kaybedersiniz.”  (Mâide, 5/20-21)

Kur’an’da geçen “kur’an” kavramı ne anlama geliyor?

Kur’an kelimesi pek çok ayette, Rabbimizin gönderdiği kitabın bir “özelliği” olarak kullanılmaktadır. Bunlardan biri şöyledir:

الر تِلْكَ آيَاتُ الْكِتَابِ الْمُبِينِ  إِنَّا أَنزَلْنَاهُ قُرْآنًا عَرَبِيًّا لَّعَلَّكُمْ تَعْقِلُونَ

“Elif! Lâm! Râ! Bunlar her şeyi açıkça ortaya koyan Kitap’ın ayetleridir. Belki aklınızı kullanırsınız diye biz bunu Arapça kur’anlar şeklinde indirdik.” (Yusuf, 12/1-2)

Yukarıdaki ayetlerde kitap ve kur’an kelimeleri ayrı ayrı kullanılmıştır. İlk ayette “Kitab”ın ayetleri denildiği halde ikinci ayette “Arapça kur’an şeklinde” ifadesi kullanılarak kur’an olmasının kitabın bir vasfı olduğu ortaya konmuştur. Bir diğer ayet şöyledir:

وَكَذَلِكَ أَنزَلْنَاهُ قُرْآنًا عَرَبِيًّا وَصَرَّفْنَا فِيهِ مِنَ الْوَعِيدِ لَعَلَّهُمْ يَتَّقُونَ أَوْ يُحْدِثُ لَهُمْ ذِكْرًا

“Böylece onu Arapça kur’ân olarak indirdik. Belki çekinirler ya da bilgi edinirler diye tehditleri onun içine, değişik şekillerde yerleştirdik.” (Tâhâ, 20/113)

“Onu indirdik” denilerek Kur’an’dan bahsedilmesi ve “Arapça kur’an olarak” ifadesinin kullanılması yine kitabın bu özelliğinden bahsedildiğini göstermektedir. Aşağıdaki ayetlerde ise Arapça kur’an olma özelliği bu kez kitabın özel ismi olan Kur’an ifadesi de kullanılarak belirtilmektedir:

وَلَقَدْ ضَرَبْنَا لِلنَّاسِ فِي هَذَا الْقُرْآنِ مِن كُلِّ مَثَلٍ لَّعَلَّهُمْ يَتَذَكَّرُونَ  قُرآنًا عَرَبِيًّا غَيْرَ ذِي عِوَجٍ لَّعَلَّهُمْ يَتَّقُونَ

“Biz bu Kur’an’da insanlar için her konuyu örnekledik ki akıllarını başlarına toplasınlar. (Örnekleri) Yanıltıcı olmayan ve Arapça kur’an’lar halinde verdik ki kendilerini koruyabilsinler.” (Zümer, 39/27-28)

Burada da kur’an kelimesi Resûlullâh’a indirilen kitabın özel ismi olarak kullanıldığı halde, o kitabın bir özelliği olarak ikinci kez geçmektedir. Kısacası kur’an, kitabımızın adı olmanın yanı sıra en önemli özelliklerinden biridir.

Kur’an’ın kur’an olması, hatta Arapça kur’an olması kelimenin kök anlamı olan bir araya getirme, kümeleştirme anlamları ile ilgilidir. Rabbimiz kur’an kelimesinin ‘toplanma, bir araya gelme, kümelenme’ anlamını, yarattığı ayetlerle ilgili olarak da kullanmış böylece kelimenin kök anlamını bizlere göstermiştir:

أَقِمِ الصَّلاَةَ لِدُلُوكِ الشَّمْسِ إِلَى غَسَقِ اللَّيْلِ وَقُرْآنَ الْفَجْرِ إِنَّ قُرْآنَ الْفَجْرِ كَانَ مَشْهُودًا

“Namazı, güneşin zevalinden (batı tarafına yönelmesinden) gecenin karanlığının bastırmasına kadar, bir de kızıl (şafak) ışıklarının kümeleştiği (toplaştığı) sırada kıl. Kızıl ışıklardaki kümeleşme gözle görülür.” (İsrâ, 17/78)

Kur’an’ın “kur’an” olması ya da “Arapça kur’an’lar” oluşturacak şekilde düzenlenmiş olması, Kur’an’ı anlama ve ondan çözüm üretme (hikmet) metodu ile ilgili bir konudur. Rabbimiz ayetlerini birbirleriyle anlam kümeleri (kur’an) oluşturacak şekilde dizayn etmiş, bu kümeleri oluşturmanın yöntemini de bizlere bildirmiştir. Çalışılan konuyla ilgili oluşturulan ayet kümeleri (kur’an) ne kadar çok ayetten oluşursa konuyla ilgili o kadar detaya ulaşmak mümkün olur. Nitekim yine Kitab’ın bu özelliğini bildiren bir ayette kur’an olma özelliğinin Kitab’ın açıklanması ile ilgili olduğu belirtilir:

كِتَابٌ فُصِّلَتْ آيَاتُهُ قُرْآنًا عَرَبِيًّا لِقَوْمٍ يَعْلَمُونَ

“Bu bir kitaptır ki ayetleri, bilenler topluluğu için Arapça kur’ânlar (kümeler) halinde açıklanmıştır.” (Fussilet 41/3)

Benzer bir soru-cevap için lütfen aşağıdaki linki de tıklayınız:

www.fetva.net/kuran-yazili-fetvalar/kuranda-bazi-ayetlerde-nicin-arapca-kuran-vurgusu-yapiliyor.html

KAYNAK: Erdem Uygan, Kur’an (Kur’an’ın Öğrettiği Kavramlar), Süleymaniye Vakfı Yayınları, İstanbul, 2017.

Kitaba aşağıdaki linkten ulaşılabilir:

www.suleymaniyevakfi.com/kuranin-ogrettigi-kavramlar

Hz. İsa’nın kelime/söz olması ne anlama geliyor?

İsa (a.s)’nın söz/kelam oluşu İncillerde yer alan bir bilgidir. Ancak Hristiyanların “logos/söz doktrini” olarak ortaya koydukları ve İsa (a.s)’yı ilahlaştırmayı amaçlayan yorumları ise zorlama olmaktan ileri gitmez. Yuhanna İncili’nde yer alan ilgili bölümler şöyledir:

“Başlangıçta Söz vardı. Söz Tanrı’yla birlikteydi ve Söz Tanrı’ydı.  Başlangıçta O, Tanrı’yla birlikteydi. Her şey onun aracılığıyla var oldu, var olan hiçbir şey onsuz olmadı.” Yuhanna 1:1-3.

Yuhanna’da geçen sözle ilgili bölümler teslis inancına delil getirilmektedir. Ancak sözle ilgili bölümlerin genel bağlamına bakıldığı zaman buradaki “söz” kavramının yaratılış olayının gerçekleşmesiyle bağlantılı olduğu ortaya çıkar. Kutsal Kitap bütünlüğünde incelendiğinde, başlangıçta Tanrı’nın evreni yaratırken her şeye “ol” dediği görülmektedir:

“Başlangıçta Allah gökleri ve yeri yarattı.  Yer boştu, yeryüzü şekilleri yoktu; engin karanlıklarla kaplıydı. Allah’ın Ruhu suların üzerinde hareket ediyordu. Allah, “Işık olsun” diye buyurdu ve ışık oldu. Yaratılış 1:1-3.

“Allah, ‘Suların ortasında bir kubbe olsun, suları birbirinden ayırsın’ diye buyurdu ve öyle oldu.” Yaratılış 1:6-7.

Her şeyin bu “ol” sözü aracılığıyla yaratıldığı açıktır. Bu söz Allah’ın iradesini temsil eder ve Allah’tan bağımsız değildir. Kitab-ı Mukaddes’i bir bütün halinde incelediğimizde, Yuhanna İncili’ndeki söz konusu pasajların bu gerçeğe dikkat çektiği çok açıktır. Hristiyan filozoflar ilgili pasajlardaki sözün İsa olduğu yorumunu yaparak, İsa (a.s)’nın tanrı olduğunu iddia etmişlerdir. Buna delil olarak da yine Yuhanna’da geçen şu pasajı ileri sürmüşlerdir:

“Söz, insan olup aramızda yaşadı. Onun yüceliğini –Baba’dan gelen, lütuf ve gerçekle dolu biricik Oğul’un yüceliğini– gördük.” Yuhanna 1:14.

“Söz” aracılığıyla meydana gelen her şey Allah’tan ayrı birer mahluktur. Allah, “ışık olsun” der ve ışık olur. Ancak ışık, tanrı değildir. Yuhanna’nın ilgili bölümünün 14. pasajında geçen “söz insan olup aramızda yaşadı” tabiri de İsa’nın mucizevî bir şekilde Allah’ın “ol” emriyle vücut bulup hayata geldiğini ifade etmektedir.

Dolayısıyla “İsa sözdür” deyimi, İsa’nın Allah’ın “ol” kelamıyla mucizevî bir şekilde hayat bulmasını ifade eder. Kur’an da bunu tasdik eder:

Allah katında İsa örneği, tıpkı Adem örneği gibidir. Âdem’i topraktan yarattı; sonra ona “Ol!” dedi; o da oluştu.” (Âl-i İmrân, 3/59)

“Ey Ehl-i Kitap! Dininizde aşırılık etmeyin, Allah hakkında sadece gerçeği söyleyin. Meryem oğlu İsa Mesih, başka değil, yalnızca Allah’ın elçisidir; Meryem’e ulaştırdığı sözü ve kendinden bir ruhtur. Öyle ise Allah’a ve elçilerine inanıp güvenin. ‘Tanrı üçtür’ demeyin; bundan vazgeçin; bu sizin hayrınıza olur. Allah tek ilahtır, başkası da yoktur. O’nun çocuğa ne ihtiyacı olur! Göklerde ne var, yerde ne varsa hepsi O’nundur. Size Allah’ın desteği yeter. ” (Nisâ, 4/171)

Vedat Yılmaz

Bir ürünü çiftçiden henüz ekimini yapmadan satın almak caiz mi?

Ne kadar ürün çıkacağı bilinmeden, sanki kesin çıkacakmış gibi “bu tarladan çıkacak şu kadar ton ürünü, şu fiyattan satın aldım, senin bu miktarda ürünü vadesinde bana teslim etmen, benim de bu miktarda parayı sana teslim etmem karşılıklı borcumuzdur” şeklinde miktar ve bedelin sabit olduğu bir sözleşme caiz olmaz; çünkü o kadar ürün çıkmayabilir.

Ancak ürünün kalitesi ve diğer özellikleri ileride ihtilafa yol açmayacak şekilde açık ve net olarak belirtilir ve sabit miktar üzerinden değil de çıkacak ürünün tonu üzerinden anlaşılır ve “ne kadar ürün çıkarsa tonu şu miktardan olmak üzere vadesinde teslim edilip bedeli tahsil edilecektir, ürün çıkmazsa bedel de talep edilmeyecektir” şeklinde bir sözleşme yapılırsa bu caiz olur.

Prof. Dr. Servet Bayındır

İş yerinde dağıtılan yemek kartını başkasına satmak faize mi giriyor?

Şayet kartın belli vadesi var ve kart sahibi vadesi gelmeden önce onu nakde çevirmek için, 400 TL’lik alacak hakkını 300 TL’ye satıyorsa bu faiz olur.

Ancak kartın belli bir vadesi yok, her istenilen vakitte markete gidilip mal alınabiliyor ise kart sahibi 400 TL’lik mal alacak hakkını 300 TL’ye başkasına peşin devretmiş olur. Bunu devralan kişi ister o an isterse daha sonraki bir vakitte malı alabiliyorsa bu durumda faiz söz konusu olmaz.

Prof. Dr. Servet Bayındır