Skip to content Skip to main navigation Skip to footer

Tag: Beytullah Aktaş

Zekâtın verileceği yerlerden biri olan fî sebîlillâh ile ne kastediliyor?

“Fî sebîlillâh” kavramı “Allah yolunda” anlamına gelmektedir ve Kur’an’da kırk beş ayette ve tamamen Medenî sûre veya ayetlerde çoğunlukla Allah yolunda savaşmak, ölmek, öldürmek, hicret etmek, cihat etmek, infak etmek anlamlarında geçmektedir.[1]

Aslında genel olarak Allah yolunda olan her şeyi ifade eden “fî sebîlillâh”ı, fakîhlerin çoğunluğu cihat, cihadı da düşmanla harp etmek olarak anlamışlardır. Kanaatimizce zekâtın harcama kalemi olarak “fî sebîlillâh”ı özel manada cihat olarak yorumlamak doğru ise de cihadı sadece savaşmak olarak anlamamak gerekir. Cihadın sözlük ve terim manaları, muhtelif ayet ve hadislerin çerçevelediği boyutları, ayrıca Hz. Peygamber’in cihatla ilgili uygulamaları dikkate alındığında bu faaliyetin sadece Müslüman olmayan unsurlarla savaşmaktan ibaret olmadığı anlaşılmaktadır.

Aslında cihadın ilk ve en temel safhası da davettir. “İ‘lâ-yi kelimetullâh” vazifesinin yerine getirilmesinde, davet imkânının mevcut olması halinde silahlı savaşa gerek kalmayacaktır. Bu yaklaşımla savaş bizatihi gaye değil, bir bakıma tebliğin selametini garantiye alma ve tebliğe mani olacak engelleri bertaraf etme gayesi güden bir vasıta olmaktadır.

“Allah yolunda” tabirinin ilk planda “Allah yolunda savaşanlar” şeklinde anlaşılmış olması, ayetin ifade tarzından ziyade İslam’ın yayılış dönemindeki sosyo-politik şartlarla ve uluslararası ilişkilerle ilgili olmalıdır. İslamiyet’in yayılması ilk dönem itibariyle sürekli olarak maddi cihat şeklinde olmuş ve asırlarca böyle devam ederek “fî sebîlillâh” kavramı “cihat” kavramıyla özdeş olarak görülmüştür.[2]

“Fî sebîlillâh” fonunun harcanması esnasında göz ardı edilemeyecek bir husus da bu harcama kaleminin ayette “fî” harf-i cerrinden sonra yer almış olmasıdır. Dolayısıyla zekâtı, bizzat “Allah yolunda” olan kimselerin eline vermek (temlîk) şart olmayıp[3] bu uğurda harcamak da yeterli olacaktır.

“Fî sebîlillâh” kavramının sadece Medenî surelerde geçmesi ise bu fonunun kurumsal bir yapıya ihtiyaç duyduğunu göstermektedir. İfadenin “Allah yolunda bulunanlar” değil de “Allah yolunda” olması da bireylerden çok, kurumları ve kurumların faaliyet alanlarını akla getirmektedir. [4]

Netice olarak kanaatimizce günümüzde “fî sebîlillâh” fonu ferdî olarak değil, zekâtı toplama ve dağıtma işini yapan devletler veya kurumlar tarafından harcanmalıdır. Bu harcama; İslam’ın yayılması, Allah’ın adının yüceltilmesi (i‘lâ-yi kelimetullâh), Müslüman çocukların ve gençlerin dinlerini öğrenmesi gibi amaçlarla olmalıdır. Gerektiğinde bu amaca hizmet edeceğinden emin olunan müesseselerin inşa edilmesinde de bu fon kullanılmalıdır.

KAYNAK: Beytullah Aktaş, Kur’an’a Göre Zekâtın Harcama Kalemleri (Yayımlanmamış Doktora Tezi), İstanbul Üniversitesi SBE, İstanbul, 2013, s. 111-122.

[1] Bkz. Bakara, 2/154; 190; 195; 218; 244; 246; 261; 262; Âl-i İmrân, 3/13; 157; 167; 169; Nisâ, 4/74; 75; 76; 84; 89; 95; 100; Mâide, 5/54; Enfâl, 8/60; 72; 74; Tevbe, 9/19; 20; 34; 41; 81; 111; Hacc, 22/58; Nûr, 24/22; Muhammed, 47/4; 38; Hucurat, 49/15; Hadîd, 57/10; Saff, 61/11; Müzzemmil, 73/20. Diğer fiillerle kullanım için bkz. Bakara, 2/273; Âl-i İmrân, 3/146; Nisâ, 4/94; Tevbe, 9/38; 120.

[2] Murtaza Köse, “‘Fî Sebîlillâh’ Kavramının Zekât Açısından Tahlili”, AÜİFD, sayı 21, Erzurum, 2004, s. 110.

[3] Kardâvî, Fıkhu’z-Zekât, s. 440.

[4] Beşer, “Zekâtın Masarifi ve Sosyal Güvenlik”, Bir Sosyal Güvenlik Kurumu Olarak Kur’an ve Sünnette Zekât, s. 182.

Miskin kime denir? Bu kavram Kur’an’da nasıl tanımlanmıştır?

Miskin kelimesi Arapçada “Sakin olmak, hareketi sona ermek” anlamlarına gelen “s-k-n” kökünden türetilmiş bir kelimedir. Hareketin zıddına, sükûn denilmektedir.[1] Muhtaçlık, kişinin çabasını ve gayretlerini sona erdiği ve onu hareketsiz hale getirdiği için[2] veya insanlara karşı sürekli bir suskunluğa ve hareketsizliğe sebep olduğundan dolayı[3] yoksullara, bu kökten ism-i fail olan miskin denmiştir.

Miskin kavramı, Kur’an’da dokuzu Mekkî[4], on dördü Medenî[5] surelerde olmak üzere 23 ayette geçmektedir. Kavramın geçtiği ayetlere göre miskinlerin şu özellikleri ön plana çıkmaktadır:

  1. Kur’an’ın nüzul sürecinin başından sonuna kadar her aşamasında yer alan bir kavramdır.
  2. Miskin kavramının geçtiği ayetlerde özellikle onların doyurulmaya (yemeğe) muhtaç kimseler olduğu vurgulanmaktadır. Ayrıca ayetlerde onları doyurmayan müşriklerin de kınandığı görülmektedir.
  3. Akraba ve yolcularla birlikte insanların mallarında hakkı olan kimselerdir
  4. Fidye ve kefâretlerde doyurulması veya giydirilmesi gereken kimselerdir.
  5. Ganimetin beşte biri ile fey’in dağıtılacağı kimseler arasında yer almaktadırlar.

Kanaatimizce ayetler, herkesin ihtiyaç sahibi olduğunu bildiği/gördüğü, her toplumda, her zaman karşılaşılabilecek mutlak manada yoksulları tarif etmektedir. Bu çerçevede miskinin tarifi şöyle yapılabilir:

Miskin; ihtiyacını dile getirsin veya getirmesin, çalışsın veya çalışmasın, özürlü olsun veya olmasın toplum tarafından ihtiyaç sahibi olduğu hemen fark edilen, öncelikli ihtiyaçları sebebiyle çoğunlukla kendilerine temel ihtiyaç maddelerinden gıda ve giyim yardımı yapılan ve muhtaç denilince ilk akla gelen, Müslim veya gayrimüslim kimselerdir.

 

KAYNAK: Beytullah Aktaş, Kur’an’a Göre Zekâtın Harcama Kalemleri (Yayımlanmamış Doktora Tezi), İstanbul Üniversitesi SBE, İstanbul, 2013, s. 69-76.

[1] İbn Manzûr, Lisânü’l-Arab, “s-k-n” md., c. III, s. 2052.

[2] Muhammed Ali et-Tehânevî (v. 1158/1745), Keşşâfü Istılâhâti’l-Fünûni ve’l-Ulûm, thk. Ali Dehrûc, Mektebetü Lübnân Nâşirûn, Beyrut, 1996, c. I, s. 1538.

[3] Cârullâh Ebû Kâsım Mahmûd bin Ömer ez-Zemahşerî (v. 538/1144), el-Keşşâf an Hakâiki Gavâmidi’t-Tenzîl ve Uyûni’l-Ekâvîl fî Vucûhi’t-Te’vîl, Mektebetü’l-Abîkân, Riyad, 1998, c. I, s. 366.

[4] İsrâ, 17/26;     Kehf, 18/79; Rûm, 30/38; Kalem, 68/24; Hakka: 69/34;Müddessir: 74/44; Fecr, 89/18; Beled, 90/16; Mâ’ûn, 107/3. Bu surelerin Mekkî olduğuna dair bkz. Zerkeşî, el-Burhân, c. I, s. 193; Suyûtî, el-İtkân, c. I, s. 49 vd..

[5] Bakara, 2/83; 177; 184; 215; Nisa, 4/8; 36; Mâide, 5/89; 95; Enfâl, 8/41; Tevbe, 9/60; Nûr, 24/22; Mücâdele, 58/4; Haşr, 59/7; İnsan, 76/8. Medenî iki ayette ise Yahudilere meskenet damgası vurulduğu bildirilmektedir. Bkz. Enfâl, 8/41; Haşr, 59/7. Bu surelerin Medenî olduğuna dair bkz. Zerkeşî, el-Burhân, c. I, s. 194; Suyûtî, el-İtkân, c. I, s. 49 vd..

Kur’an’da geçen “fakir” ile Türkçedeki “fakir” aynı anlama mı geliyor?

“F-k-r” kökünden gelen ve ihtiyaç duyulan şey anlamında “fakr” kelimesinin sıfat hali olan “fakir”, zengin kavramının zıddı olarak kullanılan bir kavramdır.[1] Fakir kelimesinin, Arapçada “omurga, bel kemiği” anlamlarına gelen “fakâr” kelimesinden türemiş olma ihtimali vardır ki bu durumda “omurgası, belkemiği kırılmış kimse” manasına gelmektedir. Omurgası kırık kimse gibi maddi bakımdan başkasına muhtaç olması sebebiyle işlerini yürütemeyen bütün zayıf kimseler için bu kelime kullanılmaktadır.[2]

Fakir kelimesi, hem tekil hem de çoğul haliyle Kur’an’da on üç ayette geçmektedir. Bu ayetlerin çoğunda fakir kavramı zengin kavramının zıddı olarak yer almaktadır. Kavram, Mekkî surelerde iki ayette[3] geçerken, çoğunlukla Medenî surelerde[4] geçmektedir. Özellikle yardımın söz konusu edildiği ayetler Medenî’dir ve bu ayetlerde belli vasıflara vurgu yapılarak fakir kavramına yeni bir anlam yüklendiği görülmektedir.

Bakara sûresinin 273. ayetinde şöyle buyrulur:

“(Yapacağınız hayırlar), kendilerini Allah yoluna adamış, bu sebeple yeryüzünde kazanç için dolaşamayan fakirler için olsun. Bilmeyen kimseler, iffetlerinden dolayı onları zengin zanneder. Sen onları simalarından tanırsın. Çünkü onlar yüzsüzlük ederek istemezler. Yaptığınız her hayrı muhakkak Allah bilir.”

Haşr sûresi 8. ayette ise: “(Allah’ın verdiği bu ganimet malları,) yurtlarından ve mallarından uzaklaştırılmış olan, Allah’tan bir lütuf ve rıza dileyen, Allah’ın dinine ve Peygamberine yardım eden fakir muhacirlerindir. İşte doğru olanlar bunlardır” ifadeleri yer alır.

Neticede Kur’an’ın, bilinenden farklı ve yeni bir anlam yüklediği fakir kavramı şöyle tanımlanabilir:

Fakir; kendini Allah yoluna adayan –ve bu uğurda gerekirse hicret eden-, geçimini temin etmek için fırsatı olmayan ama ihtiyacını da bildirmeyen, görünüşte zengin zannedilen (fakirliği belli olmayan) kimsedir.

Cenâb-ı Hak Kur’an’da, zekâtın harcama kalemleri içinde, fakirleri ilk sırada sayarak bu sınıfa verdiği önemi göstermiştir. Bazı âlimlere göre, kazanma gücüne sahip olduğu halde ibadet için bir yere çekilen kimseye zekât verilmez. Ancak kendini tamamen yararlı ilim tahsiline veren kimseye zekât verilebilir.[5] Bu sebeple günümüzde ilim tahsil etmek, İslam’ı anlatmak gibi ulvî gayelerle meşgul olduğu için geçimini temin ile uğraşamayan kimselerin şahsî ihtiyaçlarının karşılanmasına öncelik verilmelidir. Yine bu fon, yurt içinde ve yurt dışında öğrenim yapmak isteyen öğrencilere burs vermekte kullanılabilir.[6]

KAYNAK: Beytullah Aktaş, Kur’an’a Göre Zekâtın Harcama Kalemleri (Yayımlanmamış Doktora Tezi), İstanbul Üniversitesi SBE, İstanbul, 2013, s. 62-69.

[1] İbn Manzûr, Lisânü’l-Arab, “f-k-r” md., Dâru’l-Meârif, Kahire, t.y., c. V, s. 3444.

[2] İbn Manzûr, Lisânü’l-Arab, “f-k-r” md., c. V, s. 3445; ez-Zebîdî, Tâcu’l-Arûs, “f-k-r” md., Kuveyt, 2001, c. XIII, s. 337.

[3] Bkz. Fâtır, 35/15; Kasas, 28/24.

[4] Bkz. Bakara, 2/ 268; 271; 273; Âl-i İmrân, 3/ 181; Nisâ, 4/ 6; 135; Tevbe, 9/60; Hacc, 22/28; Nûr, 24/32; Muhammed, 47/38; Haşr, 59/8.

[5] Bkz. Ebu’l-Hasan Ali b. Süleyman b. Ahmed el-Merdâvî, el-İnsâf fî Ma’rifeti’r-Râcihi mine’l-Hilâf, I-XXXII, Hicr li’t-Tibâati ve’n-Neşri ve’t-Tevzîi’ ve’l-İ’lân, y.y., 1995, c. VII, s. 210; Kardâvî, Fıkhu’z-Zekât, s. 379.

[6] Kardâvî, Fıkhu’z-Zekât, s. 379.