Skip to content Skip to main navigation Skip to footer

Blog

Abdestten önce çamaşır kontrolü yapmak gerekir mi?

Her abdest öncesinde iç çamaşırın kontrol edilmesi gerekmez. Fakat küçük abdestinizi yaptıktan sonra sızma olmaması için istibra yapmanız gerekir. İstibra sayesinde sızmanın ve dolayısıyla çamaşırın kirlenmesinin önüne geçmiş olursunuz.

Daha geniş bilgi için şu linke girebilirsiniz.

www.fetva.net/yazili-fetvalar/istibra.html

Uyku ve yellenmek abdesti bozar mı?

Mâide sûresinin 6. ayetine göre tuvalete gitmek yani orada ihtiyaç gidermek abdesti bozar. Tuvalette olan eylemlerden biri de yellenmek, gaz çıkarmak olduğuna göre bunun abdesti bozacağı açıktır.

Uyku halinde ise kişinin farkında olmadan abdestinin bozulmuş olması ihtimalinin derecesine itibar edilir. Bu sebeple yatarak derin uykuya dalmak abdesti bozar. Uyku ile uyanıklık arasındaki hal ise bozmaz.

www.fetva.net/yazili-fetvalar/yellenmek-neden-abdesti-bozar.html

Karabasan var mıdır?

Türkçe karabasan olarak bilinen olay “uyku felci” olarak tarif edilmektedir. Bu, uyandıktan sonra bedenin geçici olarak hareket edememesi halidir. Bunun sırtüstü yatmak, düzensiz uyumak gibi fiziksel; stres gibi psikolojik sebepleri olabilir. (Bkz: Wikipedia) Karabasan denilen bu olay cinlerden de kaynaklanıyor olabilir. Zira cinlerin insanları çeşitli şekillerde etki altına soktukları bir gerçektir. Onlar da bizim gibi akıllı ve şuurlu varlıklardır. Bir bölümünün işi gücü kötülük yapmaktır. Fakat bu gibi durumlarda endişelenecek bir şey yoktur. Akşam yatarken İhlâs, Felak ve Nâs surelerini anlamları ile birlikte okursanız inşaallah bundan sonra tekrarlanmaz.

Resulullah (sav) cinlerden ve insanın göz (değmesi)’nden (çeşitli dualar okuyarak) Allah’a sığınırdı. Muavvizeteyn (Felak ve Nâs sûreleri) nazil olunca bu iki sureyi esas aldı, diğerlerini terketti. (Tirmizi, Tıbb 16; İbn Mace, Tıbb 33)

Hz. Âişe (radıyallâhu anhâ) anlatıyor: “Hz. Peygamber (aleyhissalâtu vesselâm) her gece yatağına girdiği zaman, ellerine üfleyip Muavvizeteyn’i ve Kul hüvallahu ahad’i okur ellerini yüzüne ve vücuduna sürer ve bunu üç kere tekrar ederdi. Hastalandığı zaman aynı şeyi kendisine yapmamı emrederdi.” (Buhari, Fedâilu’l-Kur’ân 14, Tıbb, 39, Daavat 12; Müslim, Selâm 50; Tirmizi, Daavât 21; Ebu Dâvud, Tıbb 19)

Rüyanın insan hayatındaki yeri ve önemi nedir?

İnsan, ruh ile bedenin birleşiminden oluşur. Ruh, bedeni ev gibi kullanır. Uykuda çıkar gider; uyanınca geri gelir. Ölen beden, yıkılan ev gibidir; yeniden yaratılıncaya kadar ruh oraya dönmez. Şu âyet bunu anlatır:

“Allah ölümü esnasında ruhları alır, ölmeyenlerinkini de uykuda alır. Ölümüne hükmettiğini tutar, ötekini belli bir vakte kadar salıverir. Düşünen bir toplum için bunda belgeler vardır.” (Zümer 39/42)

Uyuyan ve ölen bedendir. Ruh ne ölür, ne de uyur. Kur’ân bize, ölmüş bedenden ayrılan ruhun yapacağı şu konuşmayı bildirir:

“Onlardan birine ölüm gelince der ki: “Rabbim! Beni geri çeviriniz. Belki terk ettiğim dünyada iyi bir iş yaparım. Hayır; bu onun söylediği sözdür. Arkalarında yeniden dirilecekleri güne kadar berzah (engel) vardır.” (Müminun 23/99-100)

Demek ki, ölenin ruhu ile uyuyanın ruhu aynı yere gitmekte ve bir birleriyle buluşmaktadır. Düşünen herkes bununla rüya arasında ilişik kurar. Buluşan ruhlar konuşabilir ve biri diğerine bilgi aktarabilir. Peygamberimizin dedesi Abdulmuttalib gördüğü rüyâ üzerine uzun zamandan beri kaybolup gitmiş olan Zemzem kuyusunu ve oradaki hazineyi bulup çıkarmıştı.

Kur’an’da çok sayıda rüya örneği vardır. Yusuf aleyhisselamın rüyası, onunla hapse girmiş iki kişinin rüyaları ve kralın rüyası Yusuf Suresinde anlatılır. Sâffât Suresi 102’den 110’a kadar İbrahim aleyhisselamın rüyasını; Fetih suresi 27. ayet de Peygamberimizin rüyasını anlatır. Bunların rüyası yoruma ihtiyaç göstermeyecek şekilde açıktır.

Rüya Yorumu

Yusuf aleyhisselamın yorumladığı bir rüyayı görüp yorumlama konusunu anlamaya çalışalım:

Mısır Kralı şöyle demişti:

“Ben, yedi semiz ineği yedi zayıf ineğin yediğini; yedi yeşil başak ve bir o kadar da kuru başak görüyorum. Ey ileri gelenler! Rüya yorumlamayı biliyorsanız rüyamı doğru yorumlayın.” (Yusuf 12/43-49)

Dediler ki: “Bunlar karışık rüyalar; biz böyle rüyaların yorumunu bilmeyiz.”

Zindandan kurtulan iki kişiden biri, nice zaman sonra Yusuf’u hatırladı ve: “Ben size onun yorumunu bildireceğim, bana müsaade edin” dedi. Sonra Yusuf’a geldi, o da rüyayı yorumladı ve dedi ki:

“Yedi yıl sürekli ekim yapın, bütün hasadı başağında bırakın; yiyeceğiniz az bir kısım başka. Sonra arkadan yedi kıtlık yılı gelir, bütün biriktirdiğinizi yer tüketir; sakladığınız az bir kısım başka. Sonra arkadan, halkın rahat edeceği bir yıl gelir, o zaman da sıkıp sağarlar.”

Rüya yorumu, rüyadaki sembollerle günlük hayattaki olaylar arasındaki benzerliğe bakılarak yapılır. Bu ilgiyi kuramayanlar o yorumu yapamazlar. Kralın adamları bu ilgiyi kuramamış ve rüyayı yorumlayamamışlardı.

Ruh Beden İlişkisi

İnsan, ruh ile bedenin birleşmesinden oluştuğu için bedenle ruh arasında sıkı ilişki vardır. Doğru rüya, bu ilişkinin en aza indiği, bedenin dinlendiği ve ruhun rahatladığı bir anda görülür. Bu durumda ruh, zihnini meşgul eden şeylerden ve günlük olayların etkisinden uzaklaşmış olur. Bunu Peygamberimizin şu sözünden anlıyoruz: “En sâdık rüya seher vakitlerinde görülen rüyadır.” (Tirmizî, Rü’ya 3, (2275)) Bu saatte vücut dinlenmiş, mide boşalmış, zihnin ve ruhun meşguliyeti en alt seviyeye inmiş olur.

Kişinin zihni bir şeyle meşgulse veya bir şey zihin altına yerleşmişse onlar da rüya gibi görülebilirler. Mesela bir kıza âşık olan ve onunla evlenme hayalleri kuran kişi, rüyasında onunla evlendiğini görebilir. Ama bu, gerçek rüya olmaz.

Şeytan, insanı saptırmak için yetki aldığından işini rüyada da sürdürebilir. Peygamberimiz şöyle buyurmuştur:

“Rüya üç çeşittir: Biri sahih rüyadır ki, Allah’tan bir müjdedir. İkincisi kişinin ruhuna konuşması yani bedenin ruha fısıldamasıdır; üçüncüsü de şeytanın kişiyi üzmesidir. Biriniz hoşlanmadığı bir şey görürse kalkıp namaz kılsın, onu kimseye söylemesin.” (Müslim, Rüya 6, hadis no 2263)

Peygamberimizin konuyla ilgili bir sözü de şöyledir:

“Sizden biri sevdiği bir rüya görürse bilsin ki o Allah’tandır. Bunun için Allah’a hamd etsin ve rüyayı anlatsın. Bunun dışında hoşuna gitmeyen bir şey görürse o da şeytandandır; şerrinden Allah’a sığınsın ve kimseye anlatmasın. O rüya ona zarar vermez.” (Buhari, Rüya, 3)

www.fetva.net/goruntulu-fetvalar/ruya_tabirinin_islam_dinindeki_hukmu-flv.html

Rüyanın hükmü nedir?

Rüya, gören kimseye ya Allah’tan bir müjde yada şeytandan bir sıkıntı olur. Doğru rüyalar vardır. Nitekim Yusuf Suresinde Yusuf aleyhisselamın, onunla birlikte hapiste olanların ve Kralın rüyası anlatılır. Ancak rüya, sadece kişinin kendisini ilgilendirir.

www.fetva.net/goruntulu-fetvalar/ruya_tabirinin_islam_dinindeki_hukmu-flv.html

Dudak dudağa öpüşmek zina olur mu?

Aralarında nikâh olmayan bir kız ile erkeğin ele ele tutuşması, kucaklaşması, öpüşmesi haramdır. Bu gibi davranışlar kişiyi zinaya yaklaştırıcı unsurlardır. Bunlardan kaçınmak gerekir. Zira Allah Teâlâ Kur’an-ı Kerim’de “zina yapmayın” dememiş, zinaya yaklaşmayın buyurmuştur:

“Zinaya yaklaşmayın. Çünkü o, çok çirkin bir iş ve kötü bir yoldur.” (İsrâ, 17/32)

Benzer bir cevabımızı okumak için lütfen aşağıdaki linki tıklayınız:

www.fetva.net/yazili-fetvalar/flort-zina-midir.html

Allah insanlara zulmeder mi?

Bu ayetlerden Allah kullarına çok zulmetmez ama az zulmeder anlamı çıkmaz. Zira Allah Teâlâ, “Allah zerre kadar zulmetmez ve eğer bir iyilik olursa onu kat kar artırır, ayrıca kendi tarafından da büyük bir mükâfat verir.” (Nisa, 4/40); “Şüphesiz ki Allah insanlara hiçbir şekilde zulmetmez, fakat insanlar kendilerine zulmederler.” (Yunus, 10/44) buyurmuştur.
 
Zallâm kelimesi mübalağa ifade eder tabi. Bu kelimenin geçtiği ayetlerden biri şöyledir:
 
“Allah fakirdir; biz zenginiz” diyenlerin sözünü Allah elbette işitti. Onların bu sözünü ve Peygamberleri haksız yere öldürmüş olmalarını bir kenara kaydettik. Bir gün şöyle diyeceğiz; “Şu yangının azabını tadın bakalım.
 
Siz, ettiğinizi buldunuz. Allah kullarına asla yanlış yapmaz.” (Âl-i İmrân, 3/181-182) 
 
Bu ayeti şöyle anlamak lazımdır: Eğer kendi yaptıklarınızdan değil de tamamen Allah’ın -hâşâ- keyfi kararı ile Cehennemde yansaydınız bu takdirde bu “çok büyük bir zulüm” olurdu. Hâlbuki Allah böyle bir zalimliği asla yapmaz. Bunun anlamı, “bu zalimliği yapmaz ama başka zalimlik yapar” olamaz. (Benzer ayetler için bkz: Enfâl, 8/50-51; Hacc, 22/8-10; Fussilet, 41/46; Kâf, 50/29)

Sadaka ömrü uzatır mı?

Allah Teâlâ Kur’an-ı Kerim’de Nûh (as) ile kavminin kıssasını anlatırken şöyle buyurmuştur:

” Biz Nuh’u kendi halkına (elçi) gönderdik; ‘Acıklı bir azap gelmeden halkını uyar!’ dedik. 

 Onlara şöyle dedi: “Ey halkım! Ben size doğruları açıklayan bir uyarıcıyım.

 Allah’a kulluk edin, O’ndan çekinerek kendinizi koruyun ve sözümü dinleyin!

 O zaman Allah günahlarınızı bağışlar ve belirlenmiş ecelinizin (ecel-i müsemmâ) sonuna kadar sizi yaşatır. Allah’ın verdiği ömür bitince erteleme olmaz. Keşke bunu bilseniz!” (Nûh, 71/1-4)

Ecel-i müsemmâ ile kast edilen, insanın Allah tarafından takdir edilen ecelidir. Ayette Nûh (as), kavmini azap gelmeden önce Allah’a dönmeleri konusunda uyarmaktadır. Demek ki Allah’a dönmezlerse azap gelecek ve daha önce kendileri için takdir edilen ecele ulaşamadan yine Allah tarafından hayatlarını sona erdirilecek. Bu ve bunun gibi birçok ayetten anlaşılmaktadır ki Allah’ın emrettiği şeyler yapılmazsa Allah, insana verdiği eceli kısaltır. Eğer insan Allah’ın emirlerini tutarsa ve O’nu razı ederse hakkında yazılmış olan ecel-i müsemmasına kadar yaşar.

Nebîmiz de bir hadislerinde “sadaka belaları def eder” buyuruyor. Sadaka vermek suretiyle Allah’ın razı olduğu işleri yapan, onun yasakladığı işlerden kaçınan kişi O’nun azabından kurtulur, emin olur. Yani kendisi için belirlenmiş eceline kadar yaşamaya devam eder. Bahsettiğiniz hadis de böyle değerlendirilmelidir. “Sadaka ömrü uzatır.” Yani ömrü kısaltan davranışların aksine kişiye kendisi için biçilmiş ömrü sonuna kadar yaşama fırsatı verir.

Yanlış davranışlarla ecelin kısalması konusunda geniş bilgi için aşağıdaki linkte bulunan ECELİN KISALMASI başlıklı yazıyı okumanızı tavsiye ederiz.

www.suleymaniyevakfi.org/arastirmalar/ecelin-kisalmasi.html

Sadece Allah’tan yardım istemek ne manaya gelir?

Allah Teâlâ insanların iyilik ve takva konusunda birbirleri ile yardımlaşmasını emretmiş, şöyle buyurmuştur:

Erdemli olma ve takva /yanlışlardan korunma konusunda birbirinizle yardımlaşın ama günah ve taşkınlık konusunda yardımlaşmayın. Allah’a karşı yanlış yapmaktan sakının. Allah’ın cezalandırması çetindir.” (Mâide, 5/2)

Kehf, 18/95. ayette de Zülkarneyn’in insanlardan yardım istediği açık bir şekilde görülmektedir. Sadece Allah’tan istenecek olan yardım, Allah’tan başkasının yapamayacağı yardımdır. Duaların kabulü, olağanüstü yardım, her şeyi görmesini/işitmesini/bilmesini istemek gibi.. Bunları Allah’tan başkası yapamayacağı için bir başkasından bunları beklemek şirk olur. Nitekim bunlarla ilgili olarak birçok ayet vardır. Bu yüzden Fatiha suresinde yer alan “sadece senden yardım isteriz” cümlesinin anlamı “senden başkasının yapamayacağı şeyleri başkasından değil; sadece senden isteriz” demek olur.

Kadın bakire değilse kocası bunun sebebini soramaz mı?

Verdiğimiz cevabı bir kez daha dikkatli bir şekilde okursanız cevapta herhangi bir problemin olmadığını görürsünüz. Orada belirtildiği üzere kızlık zarı, sıçramak, düşmek, yüksekçe bir yerden atlamak gibi sebeplerle yırtılmış olabilir ve bunu kadın bilemeyebilir! Kadını bilemediği bir sebepten dolayı sorguya çekmek, onu büyük bir yıkıma uğratmak demektir. Bu, tıpkı zinanın tespitine benzer. 4 kişi yapılan zinayı gözleri ile görmedikçe kadının zina ettiğine hükmedilemez. Yani bir kişi veya iki kişi ya da üç kişi bir kadının zina ettiğini söyleseler onların bu iddiası kabul edilmez. Hatta bu kadının kocası bile 4 şahit getiremezse kadına zina cezası tatbik edilemez. Bunlar, kadınların sosyal konumları gereği Allah tarafından konulmuş bir kalkandır. Bu konuda fıkıh kitaplarında şu hüküm yer almaktadır:
 
“Bikr olmak üzere bir miktar mehr ile tezevvüc edilen bir kadının hîn-i takarrübde bikr olmadığı tebeyyün etse de yine tesmiye olunan mehrin tamamı lazım gelir. Çünkü bekâret, düşmek, sıçramak gibi muhtelif sebepler ile zâil olabileceğinden kadının hali, salâha haml olunur.” (Ömer Nasuhi BİLMEN, Hukukı İslamiyye ve Is­tılahatı Fıkhiyye Kâmusu, İstanbul. 1985, c: 2, s: 141, 457. madde)
 
Cümlenin sadeleştirilmiş hali şöyledir: Bakire olmak şartı ile bir miktar mehir ile nikâhlanan bir kadının, kocası ile birlikte olacağı zaman bakire olmadığı ortaya çıkarsa yine de belirlenen mehrin tamamının verilmesi gerekir. Çünkü bekâret düşmek, sıçramak gibi çeşitli sebeplerle bozulabileceği için kadının iyi durumda olduğuna hükmedilir. 
 
www.fetva.net/yazili-fetvalar/kizlik-zarinin-olmamasi-veya-yirtik-olmasi.html

Karısı ölen erkek ne zaman evlenebilir?

Babanızın yeni bir evlilik yapması için beklemesi gereken herhangi bir süre yoktur. Kendisi için uygun bir eş adayı bulduktan sonra evlenebilir. Eşlerinin ölümünden sonra belirli bir süre (dört ay on gün) beklemesi gerekenler erkekler değil, kadınlardır.

İnsan farkında olmadan şirk koşmuş olur mu?

Peygamberimizin yukarıdaki duayı ashabına öğrettiğine dair bazı hadis kitaplarında rivayetler yer almaktadır. Fakat bunların neredeyse tamamının senedinde problem vardır. (Bkz: el-Heysemi, Mecmeu’z-Zevâid, c: 10, s: 223-224.) Bu açıdan adı geçen hadis senet açısından zayıftır. Fakat Hucurat suresinde seslerini/görüşlerini Peygamberimizin sesinden fazla yükseltenler, Allah tarafından “farkında/şuurunda olmadan amellerinin boşa gideceği” şeklinde tehdit edilmişlerdir. (Bkz: Hucurat, 49/2) Demek ki bu ayete göre insanlar bazen farkında olmasalar dahi yaptıkları yanlış şeyler yüzünden amellerini yok ettirebilir, boşa çıkartabilirler. Kur’an- ı Kerim’e göre bütün amelleri boşa çıkaran günah ise, dinin en büyük günah saydığı şirktir. (Bkz: Maide, 5/5; En’am, 6/88; Hud, 11/16; Zümer, 39/65)
 
Bu açıdan bahsettiğiniz hadis senet açısından her ne kadar zayıf olsa da bu ayetle uyuşmaktadır.

Gelinlerin kayınvalide ve kayınpederlerine bakmaları zorunlu mu?

Bir evlat anne ve babasını ziyaret etmek, onların ihtiyaçlarını sormak ve gidermek, onların gönlünü almak zorundadır. Bu, onun evlatlık görevidir. Allah Teâlâ şöyle buyurmuştur:

Rabbin kararını vermiştir; O’ndan başkasına kulluk etmeyeceksiniz ve anaya babaya iyilikte bulunacaksınız. Onlardan biri ya da ikisi yanında ihtiyarlayacak olursa sen onlara “Of!” deme ve ilgisiz davranma, ikisine de saygı dolu sözler söyle.

Onları merhamet kanatlarının altına al. De ki: Rabbim! Küçükken onlar bana nasıl iyilikte bulundularsa sen de onlara o şekilde iyilikte bulun.” (İsrâ, 17/23-24)

Fakat bir gelin kayınvalidesi veya kayınpederine bakmak zorunda değildir. Bunu emreden herhangi bir ayet veya hadis bulunmamaktadır. Ama kadının kocasına karşı olan görevlerinden bir tanesi, ona iyilikte bulunmasıdır. Kocasının anne-babası ve akrabalarına iyi davranmayan kadın kocasına da iyilikte bulunmamış olur.

Ayrıca büyüklere iyi davranmak dinimizin tavsiye ettiği güzel davranışlardan bir tanesidir. Bir hadiste Nebîmiz şöyle buyurmuştur:

“Küçüklerimize merhamet etmeyen, büyüklerimize de saygı göstermeyen bizden değildir!” (Tirmizî, Birr, 15; Ebû Dâvûd, Edeb, 58; Ahmed b. Hanbel, 1/257)

Abdullah İbn Amr’den (rivayet edildiğine göre); Nebîmiz şöyle buyurmuştur:

“Merhametli olanlara Rahmân da merhamet eder. (Öy­leyse siz) yerde bulunanlara merhametli davranınız ki gökte bulunan(lar) da si­ze merhamet etsin.” (Ebû Dâvûd, Edeb, 58)

Bir de gelinlerin kendi annelerini ve kendilerini düşünmeleri gerekir. Aynı durumda onlar olsaydı, kendilerine nasıl davranılmasını isterlerse onların da kayınvalidelerine öyle davranmaları gerekir.

Bu açıdan Müslüman hanımların bakıma muhtaç olan kayınpeder ve kayınvalidelerine bakmaları, onların ihtiyaçları ile ilgilenmeleri dinimizce makbul bir iş sayılır ve sevabı da büyük olur. Fakat başta da söylediğimiz gibi bu konuda gelinleri bağlayıcı herhangi bir emir yoktur. Anne ve babasına bakması gereken kişiler onların evlatlarıdır. Bu konuda erkeklerin, eşlerini zorlamamaları, ebeveyninin ihtiyaçlarını eşleri yerine bizzat kendileri gidermeli, bu konuda özverili olan eşlerini de daima takdir etmeli ve onların kıymetini bilmelidirler.

www.fetva.net/goruntulu-fetvalar/erkekler-eslerini-anneleri-ile-ayni-evde-oturmaya-zorlayabilirler-mi.html

Yeminden dönmek nasıl olur?

Yemin keffareti ile ilgili olarak Allah Teâlâ Kur’ân-ı Kerîm’de şöyle buyurmuştur:
 
“Allah, kasıtsız olarak ağzınızdan çıkıveren yeminlerinizden dolayı sizi sorumlu tutmaz, fakat bilerek yaptığınız yeminlerden dolayı sizi sorumlu tutar. Bunun da keffâreti, ailenize yedirdiğiniz yemeğin orta hallisinden on fakire yedirmek yahut onları giydirmek yahut da bir köle azat etmektir. Bunları bulamayan üç gün oruç tutmalıdır. Yemin ettiğiniz takdirde yeminlerinizin keffâreti işte budur. Yeminlerinizi koruyun (onlara riayet edin). Allah size âyetlerini açıklıyor; umulur ki şükredersiniz!” (Mâide, 5/89)
 
On fakiri yedirmek demek onları sabahlı akşamlı yedirmek demektir. Bunun yanında bir fakiri sabahlı akşamlı on gün süre ile de doyurabilirsiniz.
 
Doyurma ve giydirmenin, keffaret veren kimsenin sosyal konumuna, günlük gıda harcamalarına ve giyim tarzının ortalamasına göre olması gerekir. Doyurma ve giydirme yerine ihtiyaç sahiplerine bunların bedelleri de ödenebilir.
 
Başka bir ayette ise şöyle buyurulur:
 
“Bir de yeminlerinizi bahane ederek iyilik yapmanız, sakınmanız ve insanların arasını düzeltmenize Allah’ı engel kılmayın. Allah işitendir, bilendir.” (Bakara, 2/224)
 
Yemininiz sizin hayırlı bir iş yapmanıza engel olmamalıdır. Böyle bir yemininiz varsa derhal bu yemini bozun ve keffaretini ödeyin.