Skip to content Skip to main navigation Skip to footer

Blog

Dâd harfinin okunuşu nasıl olmalıdır?

Bahsettiğiniz sorun Arap olmayan ve Arapça alfabe kullanmayan milletlerle alakalı bir sorun. Mesela Arapça’daki (خ ح ه) harflerini Türkçede sadece H harfi ile karşılamak zorundayız. Hâlbuki bunlar birbirinden tamamen farklı harfler olup zaman zaman anlamda büyük kaymalara yol açmaktadır. Aynı şey (د ط ض) harfleri için de geçerlidir. Bu harflerin üçüne birden D harfi kullanıldığında bir eksiklik meydana gelmektedir.

Siz Arap kurrasının okuyuşunu dikkate alın. Zira özellikle Fatiha suresinin sonunda yer alan (ولا الضالين)  kelimesi (ولا الظالين) şeklinde zâ harfi ile okunursa bu durumda mana: “bizi sapıtmışların yoluna koyma” yerine “bizi gölgelenenlerin yoluna koyma” şeklinde tamamen değişmektedir.

Kur’an’da bahsedilen As­hâbü’l-Hicr, hangi peygamberin halkıdır?

Kur’ân-ı Kerîm’de belirtildiğine göre As­hâbü’l-Hicr dağlarda oydukları güvenli ev­lerde yaşayan, Allah’ın ayetlerinden yüz çevirip peygamberlerini yalanlayan bir ka­vimdi. Bir sabah vakti korkunç bir sesle gelen felâketle cezalandırılmışlar, yaptık­ları şeyler ve kazandıkları kendilerine fay­da vermemiştir (Hicr 15/80-84).

Ashâbü’l-Hicr’in Kur’an’da anlatılan özellikleri dikkate alınırsa bunların Semûd kavmi olduğu anlaşılır. Zira ilâhî ayetlerden yüz çevirme ve kendilerine gönderilen pey­gamberleri yalanlama, inanmayan kavim­lerin ortak özelliği olmakla birlikte kor­kunç bir sesle cezalandırılma Kur’an’da Lût (Hicr 15/73; Sâd 38/13-14), Şuayb (Hûd 11/94; Sâd 38/13-14) ve Salih (Hud 11/67; Kamer 54/31) peygamberlerin kavimleriyle ilgili olarak zikredilmekte, ka­yaları oyup evler yapma işi ise sadece Sa­lih’in kavmi Semûd’un özelliği olarak be­lirtilmektedir (Arâf 7/74; Şuarâ 26/ 141 -159).

Bu hususu dikkate alan müfessirler Hicr sûresinde kıssaları anlatılan Ashâbü’l-Hicr’in kendilerine Salih’in pey­gamber olarak gönderildiği Semûd kav­mi olduğunu kabul etmişlerdir. (Ömer Faruk Harman, “Hicr”, Diyanet İslam Ansiklopedisi, c: 17, s: 454-455)

Süleyman aleyhisselamın öldüğünü nasıl kimse anlamadı?

Konuyla ilgili ayet şöyledir:

“Süleyman’ın ölümüne karar verdiğimizde onun öldüğünü, düşmesini geciktiren şeyi (minsee) kemiren bir kara dâbbesi ortaya çıkardı. Süleyman düşünce anlaşıldı ki, eğer cinler gaybı bileselerdi o aşağılayıcı azap içinde kalmayı sürdürmezlerdi.” (Sebe’, 34/14)

Ayette geçen “Minsee” meallerde “değnek” olarak tercüme edilirse de doğru değildir. Çünkü ölen kişi değneğe dayalı olarak ayakta duramaz. Bu, ancak üzerine tam olarak yerleştiği bir “taht” olabilir.

Kara dâbbesi de “ağaç kurdu” olamaz. Çünkü onun böyle bir şeyi kemirmesi uzun zaman alır. Bu süre içinde Süleyman aleyhisselamın cesedi kokar. Bu, köstebek veya kunduz gibi büyük bir kemirgen olabilir.

Kur’an kıssaları yaşanmış gerçek olaylar mıdır?

Kur’an-ı Kerim sık sık önceki Peygamberlerden ve ümmetlerinden bahseder. Bunlara kıssa denir. Bunlar birer hikâye veya temsil olmayıp hepsi haktır, gerçektir, hepsi yaşanmıştır. Kıssalardan hemen sonra yer verilen aşağıdaki ayetler bunun delilleridir:

“Ya Muhammed! Bu, gayb bilgilerindendir; bunu sana vahiy yolu ile bildiriyoruz. Yoksa Meryem’i hangisi himayesine alacak diye, aralarında kur`a çekerlerken sen onların yanında değildin, bu konuda tartışırlarken de yanlarında değildin.” (Âl-i İmrân, 3/44)

“Şüphesiz bu anlatılanlar gerçek olaylardır. Allah’tan başka ilah yoktur. Allah, gerçekten güçlüdür, doğru karar verir.” (Âl-i İmrân, 3/62) 

“(Resûlüm!) İşte bunlar sana vahyettiğimiz gayb haberlerindendir. Bundan önce onları ne sen biliyordun ne de kavmin. O halde sabret. Çünkü iyi sonuç (sabredip) sakınanlarındır.” (Hûd, 11/49)

“Bu sana anlattıklarımız, kasabaların başından geçenlerdir. Onların bir kısmı hala duruyor, bir kısmı ise silinip gitmiştir.

Onlara biz zulmetmedik; fakat onlar kendilerine zulmettiler. Rabbinin (azap) emri geldiğinde, Allah’ı bırakıp da yalvardıkları tanrıları, onlara hiçbir şey sağlamadı, ziyanlarını artırmaktan başka bir şeye yaramadı.” (Hûd, 11/100-101)

“Peygamberlerin haberlerinden senin kalbini (tatmin ve) teskin edeceğimiz her haberi sana anlatıyoruz. Bunda sana gerçeğin bilgisi, müminlere de bir öğüt ve bir uyarı gelmiştir.” (Hûd, 11/120)

“(Ey Muhammed!) Biz, sana bu Kur’an’ı vahyetmekle geçmiş milletlerin haberlerini sana en güzel bir şekilde anlatıyoruz. Gerçek şu ki, sen bundan önce (bu haberleri) elbette bilmeyenlerden idin.” (Yusuf, 12/3)

“İşte bu (Yusuf kıssası) gayb haberlerindendir. Onu sana vahyediyoruz. Onlar hile yaparak işlerine karar verdikleri zaman sen onların yanında değildin (ki bunları bilesin).” (Yusuf, 12/102)

“Sağduyuluların, peygamberlere ilişkin hikâyelerden alacakları ibret dersleri vardır. Bu Kur’an bir düzmece sözler dizisi değildir. Tersine O, kendisinden önceki kutsal kitapları onaylayan, her şeyi ayrıntılı biçimde anlatan, mü’minler için doğru yol kılavuzu ve rahmet olan gerçek bir ilahi kitaptır.” (Yusuf, 12/111)

“Biz sana onların başından geçenleri gerçek olarak anlatıyoruz. Hakikaten onlar, Rablerine inanmış gençlerdi. Biz de onların hidayetini arttırdık.” (Kehf, 18/13)

“İşte böylece sana geçmiş mühim olaylardan bir kısmını anlatıyoruz. Tarafımızdan sana da bir zikir verdik.” (Tâhâ, 20/99)

Bütün bu ayetlerden sonra kıssaların gerçekte yaşanmış olduğunu kabul etme zorunluluğu vardır.  Temsili birer hikâye olduğunu söyleyenlerin dayandıkları bir delil yoktur. Delilsiz ve dayanaksız olan bu iddiaları dikkate almamak gerekir.

Nûr 33’e göre iffetli kalmak istemeyen cariyeler fuhşa zorlanabilir mi?

Ayetin doğru meali şöyledir:

“Eğer namuslu kalmak isterlerse kızlarınızı, şu hayatın malını arzu ederek isyana ((İsyan diye tercüme edilen “el-biğâ البغاء ” kelimesi sözlükte, gerekenden fazlasını isteme anlamına gelir. Bu istek, daha iyisini yapmak için olursa güzel, doğru olmayanı yapmak için olursa kötü olur. İsyan, doğru olmayanı yapmaktır. (Er- Rağıb el- İsfehâni, Müfredâtu elfâz’il-Kur’an, Safvan Adnan Davûdî’nin tahkikiyle, Dımaşk-Beyrut, 1412/1992, BĞY maddesi)
))
zorlamayın ((Nur 24/33. Buhârî bu ayeti, zorla kıyılan nikâhın geçersiz olacağına delil göstermektedir. Bkz. Buhârî, İkrah, 3.)) .”

Tefsirlerin ve meallerin tamamına yakını ise ayete şu şekilde anlam vermişlerdir:

“Eğer namuslu kalmak isterlerse cariyelerinizi, dünya hayatının malını arzu ederek zinaya zorlamayın.”

Bunun için iki kelimenin anlamı değiştirilmiştir. Genç kızlar demek olan “feteyât فـتيات” a mecaz olarak cariye, yani kadın köle, isyan demek olan “el-biğâ البغاء ” kelimesine de mecaz olarak zina anlamı verilmiştir.

Kelimeye mecaz anlamı vermek için sözlük anlamının uygun düşmemesi gerekir. Burada ise sözlük anlamının dışına çıkmak uygun düşmez. Çünkü o zaman, namuslu kalmak istemeyen cariyeye, zorla da olsa zina yaptırıp para kazanmanın helal olacağı gibi Kur’an’a ters bir anlam ortaya çıkar. Tefsir bilginleri, sebep oldukları bu duruma şaşırmış, kendi elleriyle yaptıkları bu şeyden adeta korkmuş, ayeti o yanlış yorumları içinde bırakıp uzaklaşmışlardır.

Daha şaşırtıcı olanı “el-biğâ البغاء ” kelimesinin zina anlamına geldiğini birçok Arapça sözlüğün yazmasıdır. İbn Manzûr’un bildirdiğine göre kelimeye bu anlamı veren İbn Hâleveyh ( ابن خالويه ) olmuştur. (İbn Manzûr, Lisan’ul-Arab, bğy maddesi) Bu şahsın Şiî-İsmailî olduğu ileri sürülmüştür (Türkiye Diyanet Vakfı İslam Ansiklopedisi, İstanbul 1999, İbn Haleveyh maddesi)

Bununla ilgili görüntülü cevabımızı aşağıdaki linkten izleyebilirsiniz:

www.fetva.net/goruntulu-fetvalar/nur-suresi-33-ayette-bize-anlatilmak-istenen-sey-nedir.html

Şans oyunlarından elde edilen kazanç dinimize göre haram mıdır?

Neticesinin ne olacağı belli olmayan bir şeye bağlanıp kolayca malı elden çıkarmak veya bu yoldan zahmetsizce para kazanmak haramdır. İskambil, tavla vs. ile kumar oynayan kimseler neticede kimin kazanacağı belli olmayan bir oyuna bağlanarak para veriyor veya bu şekilde zahmetsizce para kazanıyorlar. Toto ve piyangoda da aynı durum mevcuttur. Oyuna iştirak etmek üzere verilen paraların bir kısmı oyunu idare eden müessese tarafından alınıyor. Diğeri iştirakçiler arasında yapılan çekiliş neticesinde kazanan bir kaç kişiye veya totoda olduğu gibi tahmini isabetli çıkan bir kaç iştirakçiye dağıtılıyor.

Cahiliye devrinde müşrik Arapların da bu günkü piyangoya benzeyen bir kumarları vardı ki bununla övünç duyarlardı. Mesela: Bir deve keser, 28 hisseye ayırırlardı. İştirakçiler devenin parasını verir ve aralarında çekiliş yapıldı. On tane okları vardı. Bunlardan üçü boş, yedisi dolu idi. Bu oklar bir torbaya doldurulur ve güvenilir bir kişi her iştirakçi namına bir kura çeker, boş çıkanlar hisse alamaz, dolu çıkanlar da hisselerini fakirlere verirlerdi. Dinimiz bunu kumar sayarak yasaklamıştır. (Muhammed Hamdi Yazır, Hak Dini Kur’an Dili, c: 1, s. 764-765)

Hayır cemiyetleri veya insanî gayeler adı altında da olsa kumar ve piyangoya müsaade etmek mümkün değildir. Bu, dans, bale ve çıplak mankenlerin defilesi ile toplanan yardımlara benzer. Gaye iyi ise de kullanılan vasıta yanlıştır. Dinimizde kötülüğü önlemek, iyiliği elde etmeğe tercih edilmiştir. Bu, İslam hukukunda “Def-i mefâsid celb-i menâfi’den evlâdır” prensibiyle kökleştirilmiştir. Yani “kötülüğü gidermek menfaat elde etmekten önce gelir” demektir.

Binaenaleyh loto, toto, piyango gibi oyunlara cevaz vermek dinimize göre mümkün değildir.

Şans oyunlarının hükmü ile ilgili olarak aşağıdaki linklerde bulunan cevaplarımızı da incelemenizi tavsiye ederiz:

www.fetva.net/kumar/iddaa-sayisal-piyango-vs-gibi-sans-oyunlari-oynamak-haram-mi.html

www.fetva.net/goruntulu-fetvalar/milli-piyango-bileti-almak-caiz-midir.html

Hediye piyango biletine ikramiye isabet etse durum ne olur?

Piyango kumardır. Dinimizde kumar haram olduğu için piyango bileti almak, kumar oyununa katılmak olur. Biletin promosyon olarak verilmesi neticeyi değiştirmez, o bilete sahip olan kişi yine kumara katılmış olur. Bir müslümana hediye/promosyon olarak içki veya domuz eti verilmesi durumunda, günaha girmemek için onları imha etmek gerektiği gibi promosyon olarak verilen  piyango biletini de yırtmak, imha etmek gerekir.

Bununla ilgili görüntülü cevabımızı aşağıdaki linkten izleyebilirsiniz:

www.fetva.net/goruntulu-fetvalar/hediye-olarak-verilen-milli-piyango-biletini-ne-yapmak-gerekir.html

Borçlarımı ödemek için şans oyunlarına katılabilir miyim?

Şans oyunları haramdır. Borçlarınızı ödemek için harama yönelmemeniz gerekir. Allah Teâlâ, İnşirah suresinde şöyle buyurmaktadır:

“Gerçekten zorlukla beraber bir kolaylık vardır.

Hakikaten her zorlukla beraber bir kolaylık daha vardır.

Öyleyse boş kalınca kalk, yorul.

Ve yalnızca Rabbine giden yola sarıl.” (İnşirâh, 94/5-8)

Bu ayetlere göre her daim çalışmamız, bir işi bitirdiğimizde başka bir işe yönelmemiz ve sadece Allah’a güvenmemiz gerekir. Biz bu emirlere uyarsak Allah da bize kolaylıklar ihsan edeceğini müjdelemektedir.

Dolayısıyla kesinlikle harama tevessül etmeyin. Sabredin ve çok çalışın. Bunun yanı sıra bu zor durumu kolaylığa çevirmesi için Allah’a dua edin.

İddaa veya ganyan bayisi olmanın hükmü nedir?

İddaa ve ganyan kumardır. Kumar da büyük günahlardan biridir. Bir müslümanın kumar oynaması nasıl caiz değilse buna alet olması, vesile olması da caiz değildir.

Allah Teâlâ şöyle buyurmuştur:

“Müminler! Sarhoş edici şeyler, kumar, dikili taşlar ve fal okları şeytan işi pisliklerdir. Onlardan uzak durun ki umduğunuza kavuşasınız.

Şeytanın istediği; sarhoş edici şeyler ve kumarla aranıza düşmanlık ve kin sokmak, bir de  Allah’ın zikri (olan Kur’an)’dan ve namazdan sizi alıkoymaktır. Artık vazgeçersiniz değil mi?” (Maide, 5/ 90-91)

Ayetteki yasak kumardan her şekilde uzak durma yasağıdır. Bayilik alarak kumar oynanmasına vesile olan kişi, kumardan uzak durmadığı için bu yasağı çiğnemiş olur.

Ayrıca şu ayeti de unutmamak gerekir:

“İyi bir işe arka çıkan ondan bir pay alır; kötü bir işe arka çıkan da onun sıkıntısına katılır. Allah, her şeyin karşılığını verir.” (Nisa, 4/85)

Kul hakkı bağışlanır mı, bağışlanmaz mı?

Allah Teala Kur’an-ı Kerim’de sadece şirk suçunu affetmeyeceğini bildirmiştir:

“Allah, kendisine ortak koşulmasını asla bağışlamaz; bundan başkasını, (günahları) dilediği kimse için bağışlar. Allah’a ortak koşan kimse büyük bir günah (ile) iftira etmiş olur.” (Nisa, 4/48)

Allah Teâlâ dilediği kimselerin bütün günahlarını bağışlayacağı bu ayette açık bir şekilde görülmektedir. Bağışlamayı dilemediği kullarına ise işledikleri günahlar kadar azab edecektir.

Bir insanın hakkına tecavüz etmek kul hakkıdır ve kul hakkı büyük günahlardandır. Allah dilediği kimselerin tüm günahlarını bağışlayacağını bildirdiğine göre kul hakkı da buna dâhildir. Bu arada Allah mağdur tarafa da hakkını öder ve onu razı eder. Fakat Allah bir kimsenin günahlarını bağışlamayacaksa ve bu kimse kul hakkı da yemişse durumu ne olacak? Bunu da peygamberimiz bir hadisinde şöyle açıklamıştır:

“Kim bir kul hakkı yemişse derhal o kardeşi ile helalleşsin. Çünkü (kıyamet günü) dirhem de geçmez dinar da. Böyle olunca o (hak yiyen) kişinin sevapları alınır o adama yüklenir. Eğer sevapları yoksa o hakkını yediği adamın günahları buna yüklenir.” (Buhari, Rikak, 48)

Müslümana düşen, hiç kimsenin hakkına saldırmamaktır. Böyle bir günah işlediğinde ise o kişiden helallik dilemeli ve tevbe istiğfar etmelidir. Önemli olan, ahirette Allah’ın bütün günahlarını bağışlayacağı kullardan olabilmek için çalışmaktır.

Sahibinden habersiz kablosuz internetini kullanmak câiz mi?

Bir kişinin malını ondan izinsiz olarak kullanmak caiz değildir. Kablosuz ağın şifrelenebilmesine rağmen onu şifrelememek, onu izinsiz kullanmaya bir açık kapı olarak görülmemelidir. Ağ sahibi olan kişinin şifre koymaması onun herkes tarafından kullanılmasını gerektirmez. Şifre koymayı bilmiyor da olabilir. Bir de o ağı kullanmak o kişinin bağlantı hızını da olumsuz anlamda etkileyecektir. Ayrıca ağ sahibi kotalı (limitli) internet kullanıyor olabilir. İzinsiz olarak onun ağına erişmek hem onun kotasından çalmak hem de kotasını doldurarak ilave ücret ödemek zorunda bırakmak demektir.

Bütün bunların ışığında sahibinden izinsiz olarak wireless kullanmak doğru değildir. Sahibini bilmiyorsanız o zaman internete bağlanmayacak ya da ücretli ağdan bağlanacaksınız.

Kalben hakkımı helal etmemem mümkün mü?

Patronunuzun yaptığı doğrudur. Sizi üzmüş olabilir, fazla iş vermiş olabilir. Bunlar olmayacak şeyler değil. O yüzden sizden helallik istiyor. Siz eğer gerçekten eziliyorsanız, hakkınızın yendiğini düşünüyorsanız bunu patronunuza açık açık söylemelisiniz. Siz “helal olsun” dedikçe o, yaptıklarının doğru olduğunu anlar ve hakkınızı yemeye devam eder. O yüzden ya açık açık “ben hakkımı helal etmiyorum” deyin, mesele anlaşılsın ya da susun hiçbir şey demeyin. Neticede hakkı yenen sizsiniz.

Kaçak elektrik kullananları şikayet etmeli miyiz?

Kaçak elektrik kullanmak bir hak ihlalidir. Caiz değildir. Bir kişi kaçak elektrik kullandığı andan itibaren o miktar faturayı diğer insanlar ödemektedir. Bu açık bir şekilde kul hakkıdır. Onları uyarmak, vazgeçmezlerse şikâyette bulunmak sizin görevinizdir.

Kaçak elektrikle ısınan suyu kullanmak caiz mi?

Onların suyunu kullanmanızda size bir günah olmaz. Yaptıklarından sorumlu olacak olan siz değilsiniz; onlardır. Fakat onlara bu yaptıklarının haram olduğunu, kul hakkına girdiklerini uygun bir dille anlatmaya çalışın. Bu davranışlarını kınamak için evlerine gitmez ve bunu onlara açıkça söylerseniz güzel bir davranışta bulunmuş olursunuz.  Ayrıca bu gibi insanları şikâyette bulunmanız gerekir.

Faizli bankaların POS cihazlarını kullanmak caiz midir?

Bankalar, çeşitli yollarla elde ettikleri mevduatı, bazı kişi ve kuruluşlara kredi şeklinde tahsis eden; sermaye, para ve kredi ile ilgili her türlü işlemi yapan mali aracılardır. Çalışmalarında iki temel hedefleri vardır:

1- Bankacılık hizmetleriyle gelir ve itibarlarını artırmak.

2 – Faizli işlemler yapmak

A- Bankacılık Hizmetleri

Bankacılık hizmetleri; havale, çek kullandırma, kredi mektubu ve kredi kartı hizmetleri, mevduat kabulü, senet tahsili, iskonto (indirim) ve reeskont (tekrar indirim) işlemleri, teminat mektubu verme, emanet kabulü, akreditif açma vs.dir. Bu hizmetlerin büyük bir bölümü, bir ücret karşılığında faizsiz olarak yürütülebilir. Bankalar para, altın, gümüş ve menkul kıymetlerin alım satımını da yaparlar.

Bankacılık hizmetlerinin çoğu, belli bir komisyon karşılığında faizsiz olarak yürütülür.

B- Faizli İşlemler

Bankanın asıl işi, parası olanlarla paraya ihtiyacı olanlar arasına girerek birinden aldığı mevduatı, diğerine faizli kredi olarak tahsis etmektir. Bunun iki ayağı vardır; biri mevduat, diğeri de kredidir.

Kesinlikle caiz olmayan işlemler, bankanın faizli işlemleridir. Zaten bankaların asıl gelirleri bu işlemlerden gelmektedir. Bankacılık hizmetlerine dâhil olan pos makinesi veya kredi kartı vs. den bankalar fazla gelir elde etmez, sadece yaptıkları masrafı tahsil ederler.

Konuyla ilgili geniş bilgiye sitemizde de bulunan TİCARET VE FAİZ adlı kitabımızdan ulaşabilirsiniz.

Benzer bir soru-cevabı aşağıdaki linkten izleyebilirsiniz:

Faizle iş yapan bankalarla faiz almadan çalışmak caiz mi?

İnternet üzerinden kredi kartı ile ödeme yapmak caiz midir?

Kredi kartı kullanmak caizdir. Fakat borçların gününde ödenmesi gereklidir. Gününde ödenmeyen borçlar faize girmektedir. Kredi kartı borcunu gününde ödemeyip faize girmek kişiyi vebal altına sokar.

Faiz, borçtan gelir elde etme işidir. Siz kredi kartı ile bir kuruma yardım yaptığınız andan itibaren bankaya borçlanmış oluyorsunuz. Eğer bu borcunuzu zamanında öderseniz banka sizden herhangi bir faiz alamaz. Ama günü geçtikten sonra ödeme yaparsanız o zaman faize sebebiyet vermiş olursunuz ki caiz olmayan durum budur.

Kaza namazı var mıdır?

Peygamber efendimizin uygulamasında bu iki durumun (unutmak-uykuya dalmak) dışında, bir de Hendek Savaşında düşmanın fırsat vermemesi sebebiyle namazın kazaya kalması vardır. Hanbelî mezhebi bu üç durum dışında kazayı kabul etmez. Şafiî, Malikî ve Hanefî mezhepleri ise yukarıdaki olaylara kıyasla vaktinde kılınamayan her namazın kaza edileceği görüşüne varmışlardır. Fakat deliller Hanbeli mezhebini desteklemektedir.

Sünnet namazların yerine kaza namazı kılınabilir mi?

Hanefi mezhebine göre sünnetler terk edilerek kaza namazı kılınmaz. Bu konuda Ömer Nasuhi Bilmen’in Büyük İslam İlmihali‘nde şu yazılıdır:

“Kaza namazları ile uğraşmak, nafile namazları ile uğraşmaktan daha iyi ve daha önemlidir. Fakat farz namazların müekked olsun olmasın, sünnetleri bundan müstesnadır. Bu sünnetleri terk ederek bunların yerine kazaya niyet edilmesi daha iyi değildir. Bu sünnetlere niyet edilmesi evladır. Hatta kuşluk ve tesbih namazları gibi, haklarında nakil bulunan nafile namazlar da böyledir. Bunlara da böyle nafile olarak niyet etmek evladır. Çünkü bu sünnetler, farz namazları tamamlar, bunların yerine getirilmesi mümkün değildir. Kaza namazlarının ise, muayyen vakitleri olmadığı için onların her zaman yerine getirilmesi mümkündür.

Bununla beraber namazları kazaya bırakmak günahtır. Bu günahdan mümkün olduğu kadar kurtulmak için sünnetleri feda etmek uygun olmaz. Böyle bir günahı işleyen kimsenin fazla ibadet ederek Allah’ın bağışlamasına sığınması gerekirken, hakkında Peygamber şefaatinin tecelli etmesine vesile olacak bir takım sünnet ve nafileleri terk etmek nasıl uygun olabilir? Hem bir kısım vakit namazlarını kazaya bırakmak, hem de diğer bir kısım vakit namazlarını, kendilerini tamamlayan sünnetlerden ayırmak iki kat kusur olmaz mı? Buna aykırı olan bazı nakiller geçerli değildir. Bunlar kabul edilen fetvaya aykırıdır. Hem sünnetleri, hem de kaza namazlarını kılmaya elverişli vakit bulamadıklarını iddia edenler bulunursa bunlar insaflı bir iddiada bulunmuş sayılmazlar. Boş yere en kıymetli zamanlarını harcayan insanlar, bilmem böyle bir iddiaya nasıl kalkışabilir?”

İşin aslına gelince: Kur’an ve sünnette namazın kazası diye bir şey yoktur. Sadece uyuyan ve unutan kimseler uyandıklarında / hatırladıklarında namazlarını vakitleri dışında kılabilirler. Bu, onlar için bir kaza değil; eda olur. Nitekim Peygamber Efendimiz de bir defasında uyanamadıkları için sabah namazını ((Buhari, Mevâkîtu’s-Salât, 35; Müslim, Mesâcid, 310-313; Nesâî, Mevâkît, 55; Ahmed b. Hanbel, 2/428, 4/441.)) , bir defasında da (Hendek Savaşı’nda) unuttukları için ikindi namazını ((Buhari, Mevâkîtu’s-Salât, 36, 38, Ezan, 26, Salâtü’l-Havf, 4, Megâzî, 29.)) kılamamışlardı. Bunun dışında kalan kimselerin gerek keyfi olarak gerekse gevşeklikten, tembellikten dolayı namazları vakit dışında kılmaları diye bir şey söz konusu değildir. Bunlar büyük bir günah işlemişlerdir. Tek yapacakları şey derhal tevbe- istiğfar etmek ve bir daha asla namaz kaçırmamaktır. Zaten Peygamberimiz de uyuya kalıp kılamadıkları sabah namazından sonra yaptığı şu açıklamada keyfi olarak kılınmayan namazların kazasından bahsetmemiştir:

“Dikkat edin! Sizin için, bende bir örnek vardır.” (Sonra şöyle devam etti) “Dikkat edin! Uyku sebebi ile namaz kaçırmakta bir taksir yok­tur. Taksir ancak başka namazın vakti gelinceye kadar namazını kılma­yan kimsede vardır. Binaenaleyh bu uyuyup kalma işini kim yaparsa uyan­dığı zaman, o namazı kılıversin! Ama ertesi gün, o namazı her zamanki vaktinde kılsın!…” ((Müslim, Mesâcid, 311 (681).))

Nasıl olsa kalkınca kılınabiliyorsa sabah namazına niçin kalkalım?

Nebîmiz şöyle buyurmuştur:

“Kim bir namazı unutur veya uyuya kalırsa onun kefareti, hatırladığı zaman kılmasıdır.” (Müslim, Mesâcid, 315)

Sizin bahsettiğiniz husus bu hadis kapsamına girmez. “Ne zaman uyanırsam o zaman kılarım” diyerek namaz vaktini uykuyla geçiren kişi namazı kasten terk etmiş olur.