Skip to content Skip to main navigation Skip to footer

Blog

Müslümanlar zor durumdayken hac için para biriktirmek doğru mu?

Allah’ın emirleri arasında öncelik ve sonralık tayin etmek müslümanların işi değildir. Hac bireysel bir ibadettir, müslümanlara yardım ise toplumsal. Dolayısıyla bir müslüman hem hac ibadetini hem de diğer görevlerini yerine getirmekle yükümlüdür. Bir ibadetin yerine getirilmesi için bir başka ibadetin terk edilmesi gerekmez. Bu yüzden bugün bir müslüman hem hac ibadeti için para biriktirmek hem de diğer müslümanlara yardım etmekle yükümlüdür.

Rükû ve secdelerde yapılan tesbihatın uzunluğu ne kadar olmalıdır?

Namazlarda esas olan, Peygamberimizin yaptıklarını yapmaktır. Zira o “benim nasıl namaz kıldığımı gördüyseniz namazı öyle kılın” (Buhârî, Ezan, 18) buyurmuştur. Hadis kitaplarında yer alan konuyla ilgili rivayetlere göre Peygamberimiz sallallahu aleyhi v sellem, rükû ve secdelerde her zaman aynı tesbihatı söylemezdi. Bu yüzden bazen rükûsu uzun, bazen de kısa sürerdi.

Namazla ilgili hadisleri toparlayan âlimler, bu tesbihatın en az üç defa yapılmasının sünnet ve yeterli olduğunu fakat dileyenlerin bu tesbihatı istediği kadar uzatabileceğini, bunun da sünnete uygun olduğunu söylemişlerdir. İslam ülkelerinde görülen farklılıkları bu gözle değerlendirmek; birine doğru diğerine yanlış gözüyle bakmamak gerekir.

Konuyla ilgili bir hadis şöyledir:

Abdullah İbn Mes’ûd radıyallahu anh’den rivayete göre, Resulullah şöyle buyurmuştur:

“Sizden biriniz rükû’a varınca rükû’ halinde iken üç sefer; “Sübhâne Rabbiye’l-Azîm” derse yaptığı rükû’ tamam olur, bu en azıdır. Secdeye varınca secdelerinde de üç kez “Sübhâne Rabbiye’l- A’lâ” derse secdeleri tamam olmuş olur, bu da en az söylenmesi gereken miktarıdır.” (Tirmizî, Salât, 194)

“Meninin yerinden ayrılması gusül abdestini gerektirir” ne demek?

Bahsettiğiniz mesele fıkıh kitaplarında tartışılmış ve bu konuda farklı ihtilaflar ortaya çıkmıştır. “Meninin yerinden ayrılması” tabiri aslında anlaşılmayacak bir şey değil. Bir erkek ihtilam olduğu yani boşaldığı zaman daha meni dışarı çıkmadan vücutta değişiklikler meydana gelir, şehvet oluşur. O anda erkeklik organı sıkılsa meni dışarı çıkmaz, şehvet geçtikten sonra çıkar. Fakat artık boşalma meydana gelmiş, vücut rahatlamıştır.  O yüzden menin şehvetle dışarı çıkması şart değildir. Bu hal gerçekleşirse gusül abdesti alınması şart olur.

Zamanın imamına biat etmek gerektiğine dair bir hadis var mıdır?

Evet, böyle bir hadis vardır. Müslim’in Sahih’inde kim boynunda bir bey’at olmadığı halde ölürse, cahiliyet ölümü gibi (bir ölümle) ölür.” (Müslim, İmaret, 58 (1851) şeklinde geçmektedir. Bu da “Müslümanların ittifakıyla” İslam ümmetinin başında yer alan kişiyi (halifeyi/devlet başkanını) tanımayanlar hakkında söylenmiştir. Yoksa birkaç kişinin ya da dini, siyasi bir grubun kendi aralarında seçtikleri ve “emir”, “halife”, “emiru’l-mü’minin” diye tanımladıkları kişileri kapsamaz.

Bu hadis, Müslümanları tefrikaya düşmekten uyarmak için söylenmiştir. Bu tefrikadan kurtulmanın yegâne reçetesi ise Kur’an etrafında birleşmektir. Allah Teâlâ şöyle buyurmaktadır:

“Biz onların aykırı iddialarını pek iyi biliyoruz, ama sen onlar üzerinde bir zorba değilsin. Senin yapacağın iş, sadece tehdidimden endişe edecek kimseleri Kur’ân ile irşad etmektir.” (Kâf, 50/45)

“Hepiniz Allah’ın ipine (Kur’an’a) sımsıkı yapışın. Dağılıp ayrılmayın.” (Al-i İmran 3/103)

“Şüphesiz bu, benim dosdoğru yolumdur. Buna uyun. (Başka) yollara uymayın. Zira o yollar sizi Allah’ın yolundan ayırır. Allah size bunları sakınasınız diye emretmektedir.” (En’am, 6/153)

Diş dolgusu konusunda fetvaya uymakla sorumluluktan kurtulur muyuz?

Kaynaklara inip delil mukayesesi yapamayacak olan kişiler ilmine güvendikleri kişilerin, hocaların, mezheplerin görüşleri ile amel ederler. Bunda dinen hiçbir sakınca yoktur. Taklit edilen şey ayet veya hadislerin açık hükümlerine ters olmasın yeter.

Diş dolgusunun abdest veya gusül abdestine mâni olduğu görüşü, maalesef halkımızın kafasını karıştıran konulardan biridir. Aşağıdaki linke tıklayarak bu konuda daha önce verdiğimiz cevabı, Hanefi mezhebinin muteber kaynaklarından İbn Abidin’den okuyabilirsiniz. Cevabı okuyunca içinizde herhangi bir kuşkuya yer vermeden ibadetlerinize devam edeceğinizi umuyoruz.

www.fetva.net/yazili-fetvalar/dis-dolgusu-ve-kaplama-disler-gusle-mani-midir.html

Kişi aklından ve içinden geçen kötü şeylerden sorumlu olacak mıdır?

Allah Teâlâ şöyle buyurur:

“Göklerde ne var, yerde ne varsa hepsi Allah’ındır. İçinizde olanı açığa vursanız da, gizleseniz de Allah sizi ondan hesaba çekecektir. Sonra dilediğini bağışlar, dilediğine azap eder. Allah’ın gücü her şeye yeter.” (Bakara 2/284)

Nebîmiz sallallahu aleyhi ve sellem şöyle dedi:

“Bakın, vücutta bir et parçası vardır. O iyi olursa vücudun tamamı iyi olur, o bozulursa vücudun tamamı bozulur. İşte o kalptir.” (Müslim, Müsâkât, 107)

İçinde olan ile içinden geçen aynı değildir. İçinde olan; iman, küfür, sevgi, nefret, kin, iyi niyet gibi hayata yön veren şeylerdir. İçinden geçen ise genellikle şeytan vesvesesidir. Bazen içinize öyle şeyler gelir ki “acaba kâfir mi oldum?” dersiniz. Bu, doğru yolda olduğunuzu gösterir. Çünkü şeytan, kıyâmete kadar süre alınca şöyle demişti:

“… And olsun onlar için, senin doğru yolunun üstünde oturacağım.

Sonra onlara; önlerinden, arkalarından, sağlarından, sollarından sokulacağım. Onların çoğunu sana şükreder bulamayacaksın.” (Araf 7/16-17)

Şeytana izin verildiği için vesvesesine engel olunamaz. Bundan peygamberler de kurtulamazlar. Allah Teâlâ şöyle buyurur:

“Senden önce gönderdiğimiz bir tek nebi ve elçi yoktur ki, bir şeyi kursun da şeytan onun kurgusuna vesvese karıştırmış olmasın. Allah şeytanın karıştırdığını giderir, sonra âyetlerini pekiştirir. Allah bilendir, hakîmdir.” (Hac 22/52)

Şeytan vesvesesinden kurtulmaya güç yetmeyeceği için onun sorumluluğu olmaz. Allah Teâlâ şöyle buyurur:

“Allah, kimseye gücünün yettiğinden fazlasını yüklemez.” (Bakara 2/286)

(KAYNAK: Abdulaziz Bayındır, Kur’an Işığında Doğru Bildiğimiz Yanlışlar, Süleymaniye Vakfı Yayınları, 2. Bs., İstanbul, 2007, s: 106-108)

Bununla ilgili görüntülü cevabımızı aşağıdaki linkten izleyebilirsiniz:

www.fetva.net/goruntulu-fetvalar/bir-an-bile-olsa-icimizden-gecen-seylerden-dolayi-hesap-verecek-miyiz.html

Hz. Muhammed’in risaleti ve Kur’an cinler için de bağlayıcı mıdır?

Resulün (elçinin) olmazsa olmaz görevi tebliğdir. Cin Suresinin ilk ayetlerinde Peygamberimizin bizzat onlara tebliğde bulunmadığı ama onların peygamberimizi dinlediği ifade edilmiştir:

“De ki: «Cinlerden bir topluluğun Kuran’ı dinlediği bana vahyolundu; onlar şöyle demişlerdir;» «Doğrusu biz, doğru yola götüren, hayrete düşüren bir Kur’an dinledik de ona inandık; biz, Rabbimize hiçbir şeyi ortak koşmayacağız.»” (Cin, 72/1-2)

Eğer bu olay Allah tarafından Peygamberimize bildirilmeseydi Peygamberimizin haberi olmayacaktı. Bu konuyu anlatan diğer ayetler şöyledir:

“Hani cinlerden bir grubu, Kur’an’ı dinlemeleri için sana yöneltmiştik. Kur’an’ı dinlemeye hazır olunca (birbirlerine) «Susun» demişler, Kur’an’ın okunması bitince uyarıcılar olarak kavimlerine dönmüşlerdi.

Şöyle dediler: «Ey milletimiz! Doğrusu biz, Musa’dan sonra indirilen, kendinden öncekileri doğrulayan, gerçeği ve doğru yolu gösteren bir kitap dinledik.»

«Ey milletimiz! Allah’a çağırana uyun ve ona inanın da Allah da sizin günahlarınızı bağışlasın ve sizi can yakıcı azaptan korusun.»

Allah’a çağırana uymayan kimse bilsin ki, Allah’ı yeryüzünde aciz bırakamaz; onların O’ndan başka dostları da bulunmaz; işte onlar apaçık sapıklıktadırlar.” (Ahkâf, 46/29-32)

Cinlere de resul gönderilmiştir. Ama o resuller de kendi cinslerinden yani cinlerden olmuştur. Tıpkı insanlara insan peygamber gönderildiği gibi… Allah Teâlâ şöyle buyurmuştur:

“Ey cin ve insan topluluğu! Sizden olan kimseler size elçi olarak gelmediler mi? Onlar size ayetlerimi anlatıyor ve bugün karşınıza çıkan şeyler konusunda sizi uyarıyorlardı değil mi?” Diyeceklerdir ki, “Aleyhimize de olsa biz buna şahidiz.” Dünya yaşayışı onları pek aldatmıştı. Kendi kâfirliklerine bizzat kendileri şahitlik ettiler.” (En’âm, 6/130)

Peygamberimizin tebliğ görevi yanında hikmeti öğretme (Bakara, 2/129; Âl-i İmrân, 3/164; Cuma, 62/2) ve örnek olma (Ahzâb, 33/21) görevleri de vardır. Bu görevleri cinlere karşı da yaptığına dair herhangi bir ayet ise yoktur.

Allah’ın kitabı Levh-i Mahfuz’da olandır. (Bkz: Zuhruf, 43/3-4; Buruc, 85/21-22) İnsanlar, cinler ve melekler için bu kitabın hükümleri bağlayıcıdır. Bir grup cinin Kur’an-ı Kerim’i Peygamberimizin ağzından dinlemiş olması, onlara da Kur’an’a inanma görevini yüklemiştir.

Belkıs’ın tahtının ta Yemen’den Kudüs’e getirilmesi keramet değil midir?

Bu olayın herhangi bir olağanüstülükle, kerametle uzaktan yakından alakası yoktur. Olay tamamen ilim ile alakalıdır. Konuyla ilgili olarak KUR’AN IŞIĞINDA DOĞRU BİLDİĞİMİZ YANLIŞLAR kitabımızın “Kur’an’ı Açıklamada Usul” başlıklı sekizinci bölümünün ilgili paragraflarını aşağıya alıyoruz:

“Süleyman aleyhisselam zamanında Kitap’tan bilgisi olan bir kişi, Belkıs’ın tahtını göz açıp kapayıncaya kadar, Yemen’den Kudüs’e getirmiştir.

Süleyman kuşdilini bilirdi. Kuşlara, cinlere, insanlara ve bunlardan oluşan ordulara hükmeden büyük bir krallığı vardı. Saba Kraliçesi Belkıs, ona karşı konamayacağını anlamış, Kudüs’e gelmek ve Süleyman’a teslim olmak üzere yola çıkmıştı. Onun, büyük ve gösterişli bir tahtı vardı. Bu haberi alan Süleyman, önde gelen adamlarını topladı ve şöyle dedi:

“Ey önderler! Onlar gelip teslim olmadan önce sizin hanginiz kraliçenin tahtını bana getirebilir? Cinlerden bir ifrit dedi ki: Ben, onu sana sen makamından kalkıncaya kadar getiririm. Bana güvenebilirsin, benim buna gerçekten gücüm yeter. O Kitap’tan bir bilgiye sahip olan kişi de: Ben onu sana gözünü açıp kapayıncaya kadar getiririm dedi ve getirdi. Süleyman tahtı, yanına kurulu görünce dedi ki: Bu beni denemek için rabbimin bir ikramıdır; şükür mü edeceğim, yoksa nankörlük mü? Kim şükrederse faydasını görür. Nankörlük eden etsin. Rabbimin kimseye ihtiyacı yoktur, onun iyiliği boldur.” (Neml 27/38-40)

Tahtı, göz açıp kapayıncaya kadar getiren kişinin bilgi aldığı kitap Tevrat’tır. İsrail peygamberlerinden olan Süleyman’ın makamında “O Kitap=el-Kitab” diye bahsedilen kitap başkası olamaz.

Kitabı bilen” değil de “Kitap’tan bilgisi olan” ifadesi önemlidir. Demek ki o kişinin Kitab’ın tamamını bilmesi gerekmemiş, kendi uzmanlık sahası ile ilgili ayetleri bilmesi yeterli olmuştur. Bu, uzaktaki eşyayı getirme bilgisidir. Bugün eşyanın ışınlanması ile ilgili çalışmalar yapılıyor ama uzaktaki bir eşyayı getirmek hayal bile edilemiyor.

Kur’ân’ı, sadece din kitabı sayanlar yukarıdaki ayetleri anlayamazlar. Bu sebeple tefsir bilginleri bu konuda zorlanmışlardır. Kimisi bu olayı bir keramet, kimisi de Süleyman aleyhisselamın mucizesi sanmış ve çelişkiye düşmüşlerdir.

Mucize, bir peygamberin peygamberlik belgesi; keramet de Allah’ın bir kuluna ikramıdır. Kimse Allah adına söz veremeyeceği için keramette de mucizede de iddia olmaz. Allah Teâlâ şöyle buyurur:

“Hiçbir elçi, Allah’ın izni olmadan bir mucize getirme yetkisine sahip değildir.” (Ra’d 13/38)

Tahtın getirilmesi olayında iddia vardır. Kitap’tan bir bilgiye sahip olan kişi, Süleyman’a “Ben onu sana gözünü açıp kapayıncaya kadar getiririm” demiştir. Dolayısıyla bu olay ne mucizedir, ne keramet. Ayette belirtildiği gibi Allah’ın kitabından alınmış bir ilimdir. Bu ilim Kur’ân’da da olmalıdır. Kur’ân’ın gösterdiği yöntemle hareket edilirse o bilgiyi bulup çıkarmak mümkün olur.” (Abdülaziz Bayındır, Kur’an Işığında Doğru Bildiğimiz Yanlışlar, Süleymaniye Vakfı Yayınları, 2. Bs., İstanbul, 2007, s: 297-299)

Mitinglerde görülen alkış, slogan, ıslık çalma eylemlerinin hükmü nedir?

Dinimizde bunları yasaklayan bir hüküm yoktur. Bunları hoş görmeyenler şu ayeti delil getirmektedirler:

“Onların Kâbe yanındaki ibadetleri, ıslık çalmak ve el çırpmaktan başka bir şey değildir.”(Enfal, 8/35)

Kâbe’yi tavaf eden Mekke müşrikleri ibadet saydıkları için ıslık çalı­yor ve el çırpıyorlardı. Siyasî faaliyetlerdeki alkış ve ıslık çalma eylem­leri her ne kadar bi­zim örfümüze sonradan girmiş ise de müşriklerin Kâbe etrafında yaptıkları ibadete benzemez.

Slogan atmaya gelince, İslam’a aykırı anlamlar içermedikçe bunda bir mah­zur yoktur.

Gizli nikâhla evlenip ayrıldım. Başka biriyle nasıl evlenebilirim?

Kızın ailesinin izni ve onayı olmadan kıyılan nikâh geçersizdir. Peygamberimiz sallallâhu aleyhi ve sellem şöyle buyurmuştur:

“Hangi kadın, velisinin izni olmadan nikâhlanırsa onun nikâhı bâtıldır (geçersizdir), onun nikâhı bâtıldır, onun nikâhı bâtıldır. Erkek onunla ilişkiye girmişse bu ilişkiye karşılık kadının mehir alma hakkı vardır. Eğer anlaşamazlarsa sultan (yetkili kişi) velisi olmayanın velisidir.” (Ebû Dâvûd, Nikâh, 20; Tirmizî, Nikâh, 14; İbn Mâce, Nikâh, 15; Ahmed b. Hanbel, Müsned, 6/66)

Eğer o kişi ile ilişkiye girdiyseniz ondan mehir alırsınız ve hamile olup olmadığınızın anlaşılması için bir kere âdet görüp temizleninceye kadar beklemeniz gerekir. Fakat ilişkiye girmemişseniz nikâhınız geçerli olmadığı için herhangi bir işlem yapmadan yeni bir evlilik yapabilirsiniz.

Velisiz nikâhla alakalı olarak aşağıdaki linkte bulunan yazımızı okumanızı tavsiye ederiz:

www.suleymaniyevakfi.org/arastirmalar/velisiz-nikah.html

Esnaftan kredi kartı çektirerek nakit para almak faiz midir?

Bu işlem caiz değildir. Bu, alım satım görüntüsü adı altında doğrudan doğruya faizdir. Çünkü esnaftan nakit olarak 97 lira alınacak ama bankaya 100 lira ödenecektir. Borçlanmalarda bunun gibi her fazlalık faizdir. Çünkü faiz, borçtan elde edilen gelir demektir.

Tarih, alım satım görüntüsü adı altında nice faiz yollarının ortaya çıkmasının örnekleri ile doludur. www.suleymaniyevakfi.com sitemizden ulaşabileceğiniz TİCARET VE FAİZ adlı kitabımızda konu ile ilgili geniş bilgilere ulaşabilirsiniz.

Osman ismi “yılan yavrusu” manasına mı geliyor?

Peygamber sallallahu aleyhi ve sellemin, anlamı hoş olmayan bazı isimleri değiştirdiği doğrudur. Mesela Harb, Asıye gibi. Fakat Osman ismini değiştirmediğine göre, anlaşılmaktadır ki bu isim Peygamberimiz tarafından makul karşılanmıştır.

Osman isminin bir anlamı “yılan/ejderha” yavrusudur. Fakat bir diğer anlamı da gözleri oldukça güzel olan “Toy kuşu yavrusu”dur. (Bkz: İbn Manzûr, Lisânu’l-Arab, a-s-m maddesi, c: 12, s: 385) Peygamberimiz bundan dolayı bu ismi değiştirmemiş olabilir.

İslam ülkelerinde yaşayan gayrimüslimler neye göre yargılanırlar?

Ehl-i kitabın diğer kâfirlerden bir ayrıcalığı yoktur. Ancak tarih boyunca bu, yanlış algılanmıştır. Bu konuda www.kurandersi.com sitemizdeki oldukça geniş bilgi bulunmaktadır. Aşağıdaki linklerden ehl-i kitap ve müşriklerle ilgili olarak düzenlediğimiz dersleri izleyebilirsiniz:

www.kurandersi.com/konulu-kuran-sohbetleri/2009/ehli-kitap.html

www.kurandersi.com/konulu-kuran-sohbetleri/2009/ehli-kitap-ve-musrikler.html

www.kurandersi.com/mukayeseli-fikih-muzakereleri/2009/ehli-kitap-ve-musrikler-1.html

www.kurandersi.com/mukayeseli-fikih-muzakereleri/2009/ehli-kitap-ve-musrikler-2.html

Sorunuzun kâfirlerle ilişkiler kısmı hakkında da www.suleymaniyevakfi.org sitemizin ARAŞTIRMALAR bölümünde bulunan Müslüman Olmayanlarla İlişkiler başlıklı yazıyı okumanızı tavsiye ederiz:

www.suleymaniyevakfi.org/arastirmalar/musluman-olmayanlarla-iliskiler.html

Diğer dinlere mensup olan kişiler, özel hukuku ilgilendiren konularda, varsa kendi hukuklarına tabi tutulabilirler. Yoksa İslam ülkesinde, zorunlu olarak İslam hukukuna uymaları gerekir. Kamu hukuku ile ilgili hususlarda ve Müslümanlarla ilgili davalarda da Müslümanların mahkemesine gitmeleri zorunludur.

Kul hakkından helalleşmek nasıl olmalı?

Helalleşme sadece sözle olmaz. Hakkın ne olduğu söylenir, borç varsa ve ödenirse karşı taraf hakkını helal etmese de helalleşme meydana gelir.

Zarar giderilmeden “hadi hakkını helal et” denilirse muhatap ya susmak zorunda kalır ya da içten helal etmek istemediği halde “helal olsun” diyebilir. Muhatabı bu şekilde zor durumda bırakarak yapılan helalleşme, helalleşme değildir.

Müslümana düşen, hiç kimsenin hakkına saldırmamaktır. Böyle bir günah işlediğinde ise önce verilen zarar giderilmeli, ardından o kişiden helallik dilemeli ve bu günahından dolayı tevbe istiğfar etmelidir. Önemli olan, ahirette Allah’ın bütün günahlarını bağışlayacağı kullardan olabilmek için çalışmaktır.

Tayy-i mekân var mı? Şeyhler insanın içinden geçenleri bilirler mi?

“İçinde bulunulan mekânla birlikte aynı anda başka yerlerde de görünmek” manasına gelen tayy-i mekân diye bir şey olamaz. Şahit dedikleri adamlarla görüşmek istediğinizi söyleyin, hiç biri bunu gördüğünü ifade etmeyecektir. Eden olursa yemin teklif edin. Çünkü bu tür şeyler organize yalanlardır.  Bir şeyin olmadığı değil, olduğu ispat edilir. Bu sebeple ispat bize değil, iddia sahiplerine düşer. Siz onlardan bunu ayet ve hadislerle ispat etmelerini isteyin.

Şeyhlerin insanların içinden geçen şeyleri bilmesine gelince: Allah Teâlâ üzerimizde görevlendirdiği meleklerle ilgili olarak şöyle buyuruyor:

“Üzerinizde koruma görevlileri vardır; onlar değerli yazıcılardır. Ne yapsanız bilirler.” (İnfitâr, 82/10–12)

“Şurası bir gerçek ki, insanı yaratan biziz. Ona şahdamarından da yakın olduğumuzdan biz, içinin ona ne fısıldadığını biliriz.

Sağında ve solunda oturmuş iki kayıt memuru bulunur.

Bu sebeple ağzından çıkan her sözü kayıt için hazır bekleyen bir gözcü mutlaka vardır”. (Kaf 50/16–18)

Dikkat ederseniz bu melekler sadece “yaptıklarımızı” bilirler; içimizde olanları değil. Demek ki, Allah kişinin içini bildiği halde melekler ancak ağızdan çıkan sözü bilebilirler.

İnsanların içinden geçenler gaybtır ve gaybı ne insan, ne melek, ne cin, ne de Allah’ın Elçileri bilebilirler.

Allah Teâlâ şöyle buyurur: “De ki, göklerde ve yerde, hiç kimse gaybı bilmez, onu sadece Allah bilir.” (Neml 27/65)

Birçok ayette “insanların kalplerinde/içlerinde olanı sadece Allah’ın bildiği” özellikle vurgulanmaktadır. Diğerleri ise sadece tahmin edebilirler; tahminleri bazen tutar, bazen tutmaz. Zaten böyleleri öyle genel şeyler söylerler ki, biri tutmazsa diğeri tutar ve bağlılarını kandırmayı başarırlar.

Benzer bir soru-cevap için lütfen aşağıdaki linki tıklayınız:

www.fetva.net/yazili-fetvalar/tarikatlarda-seyhi-yuceltme-ve-batil-inanislar.html

Hüküm koyma açısından demokrasiyi bir kez daha değerlendirir misiniz?

Her insan, elindeki imkânlar ölçüsünde sorumlu olur. Yöneticileri seçme hakkınız varsa bunu en iyisinden yana kullanmanız gerekir. Çünkü yapabileceğiniz başka bir şey yoktur.

Seçildiyseniz ve hüküm koyma mevkiindeyseniz, yine gücünüze göre hareket edersiniz. Eğer hüküm koyacak kadar gücünüz varsa onu inançlarınız doğrultusunda kullanırsınız. Eğer yoksa bu defa doğruları tebliğ etmekle yetinirsiniz, çünkü yapabileceğiniz ancak o kadardır.

Demokrasi ile ilgili duyduğunuz endişeler her türlü sistem için de duyulabilir. Şu ayeti bir kez daha hatırlayalım:

“Allah kimseye gücünün üstünde bir yük yüklemez.” (Bakara, 2/286)

Dolayısıyla yapmamız gereken şey, içinde bulunduğumuz şartları en iyi şekilde değerlendirmekten ibarettir.

Kenzü’l-Arş ve Kadeh dualarının aslı var mıdır?

Kenzü’l-Arş ve Kadeh duası ne Peygamberimiz zamanında ne de sahabe döneminde bulunan dualardandır. Bunlar çok sonraları ortaya çıkmış ve çeşitli rakam ve vaatlerle abartılmış şeylerdir. Bunların yerine ayet ve hadislerde tavsiye edilen duaları anlamları ile birlikte öğrenmek ve bunlarla Allah’a dua etmek gerekir.

Kur’an-ı Kerim’den örnek dualar için lütfen aşağıdaki linkte bulunan yazıyı okuyunuz:

www.suleymaniyevakfi.org/ramazan/ramazan-ve-dualarimiz.html

Peygamberimizden nakledilen duaları görmek için de İmam Nevevi’nin Türkçeye birçok defa tercüme edilen “el-Ezkâr/Peygamberimizden Dualar” adlı kitabını tavsiye edebiliriz.