Blog
Kur’an-ı Kerim’de Yakub aleyhisselamın Yusuf ve onun haricinde on bir (11) oğlu olduğundan bahsedilmektedir. Bunlardan sadece Yusuf aleyhisselamın ismi açıkça zikredilmekte, diğer çocuklarının isimlerinden veya herhangi bir kızı olup olmadığından bahsedilmemektedir. Fakat Tevrat’a bakıldığında Yakub aleyhisselamın Lea adlı hanımından Dina isminde bir kızı olduğu görülmektedir. (Bkz. Tevrat, Yaratılış, 30:21 ve 46:15)
Ayşe Hanımdan süt emen Mehmet, Ayşe Hanım’ın sütoğlu; Fatma Hanımdan süt emen Osman da Fatma Hanımın sütoğlu olur. Bu durumda Osman ile Nazlı sütkardeş olur, evlenemezler. Ama Ali ile Nazlı sütkardeş olmadıkları için evlenmelerinde herhangi bir sakınca yoktur.
Feyiz, Kur’an ve Sünnetle ilgisi olmayan, sonradan uydurulmuş tasavvufi terimdir. Tasavvufçulara göre Hak’tan gelen bilgi akl-ı evvel denilen Muhammed aracılığı ile velilere, onlar aracılığı ile de insanlara ulaştırıldığından müridlerin feyiz menbaı mürşidlerdir. Mürşidin doğrudan doğruya akl-ı evvel vasıtası ile Hak’tan aldığı feyze “ilahi feyiz”, silsile vasıtası ile aldığı feyze “isnadi feyiz” derler.
Burada sözü edilen Muhammed, Peygamberimiz Muhammed sallallahu aleyhi ve sellem değil, tanrılaştırılmış hayali bir varlıktır. Hristiyanlar ona İsa, Taoistler de Te derler. Her kültürde onun farklı bir adı vardır.
www.suleymaniyevakfi.org/arastirmalar/allahin-beser-resulu.html
Feyiz nazariyesi kaynak itibariyle İslami değildir. Nitekim Yeni Eflatunculuğun kurucusu Plotin’in Enneades’inde yer aldığı; Farabi, İhvan-ı Safa ve İbn Sina’da görülen sudûr nazariyesini andırdığı ve temelde İslami olmayıp felsefi kaynaklara dayandığı gerekçesi ile eleştirilmiştir.
Daha geniş bilgi için Diyanet İslam Ansiklopedisi‘nin 12. cildinde yer alan Feyiz maddesini okuyabilirsiniz.
Abdest ve guslün tarif edildiği ayet şöyledir:
“Müminler! Namaza kalktığınız zaman yüzlerinizi ve dirseklerinize kadar ellerinizi yıkayın. Başınıza meshedin ayaklarınızı da topuklarınıza kadar. Eğer cünüp iseniz yıkanın. Hasta veya yolculuk halinde olursanız ya da sizden biri abdest bozduğu yerden gelirse yahut kadınlarınızla birleşir de su kullanma imkanı bulamazsanız temiz bir yüzeye yönelip onunla yüzünüzü ve ellerinizi meshedin. Allah, size güçlük çıkarmak istemez. Ama sizi arındırmak ve size olan nimetini tamamlamak ister. Belki görevlerinizi yerine getirirsiniz. ” (Mâide, 5/6)
Bu ayete göre cünüp olanlar ancak gusül abdesti almak sureti ile namaz kılabileceklerdir. Dolayısıyla bir kişi gusül abdesti aldıktan sonra abdesti bozucu herhangi bir sebep olmadığı müddetçe yeni bir namaz abdesti almaya gerek olmadan namaz kılabilir. Bu konuda gusül yeterlidir.
Âişe radıyallâhu anhâ’dan şöyle rivayet edilmiştir:
“Resûlullâh sallallâhu aleyhi ve sellem gusül alır, iki rekât (sünnet)i ve sabah namazını(n farzını) kılardı. Onun gusülden sonra (bir de) abdestini yenilediğini hatırlamıyorum.” (Ebû Dâvûd, Tahâret, 98)
Yine Âişe Validemizden şöyle rivayet edilmiştir:
“Resûlullâh gusülden sonra (ayrıca) abdest almazdı.” (Tirmizî, Tahâret, 79; Nesâî, Tahâret 160; İbn Mâce, Tahâret, 96; Ahmed b. Hanbel, 6/68, 192)
Bu hadisi rivayet ettikten sonra İmam Tirmizî: “Sahabe ve tabiin ilim adamlarından birçoğunun görüşü budur. Yani ‘Gusülden sonra abdest almak gerekmez’ derler” açıklamasını yapmıştır.
Abdullah İbn Ömer’den rivayet edildiğine göre, Resûlullâh’a gusül abdesti aldıktan sonra abdest almakla alakalı bir soru sorulunca O; “Hangi abdest gusülden daha iyi olabilir ki!” buyurmuştur. (Hâkim, Müstedrek, Tahâret, hadis no: 103 (548).
Krediyi çeken babanız olduğuna göre günahı babanıza aittir. Yaptıklarına tevbe etmeleri ve bir daha böyle bir şeye kalkışmamaları gerekir.
“Kim iyi bir işte aracılık ederse, ona onun sevabından bir pay vardır; kim de kötü bir şeyde aracılık yaparsa, ona o kötülükten bir hisse vardır. Allah, her şeyin karşılığını verir.” (Nisa, 4/85)
“İyilikte ve fenalıktan sakınmakta yardımlaşın, günah işlemek ve aşırı gitmekte yardımlaşmayın.” (Maide, 5/2)
Bazı tarikat müntesipleri, “bu konuda hadis var” diyerek aşağıdaki rivayetleri delil getirmekte ve kabir ehlinden yardım istemeyi meşru görmektedirler:
إِذا تَحَيَّرْ تُم فِي اْلأمُورِ فاَسْتَعِينُوا بِأَهْلِ اْلقُبُورِ
إِذا أَعْيَتْكُمْ الأمُورُ فَعَلَيْكُمْ بِأهْلِ الْقُبُورِ ، أوْ فاَسْتَعِينُوا بِأَهْلِ اْلقُبُورِ
“İşlerinizde ne yapacağınızı şaşırdığınızda kabirlerdeki ölülerden yardım isteyiniz”
Hâlbuki İbn Teymiye’nin de belirttiği gibi “Nebîmizin hadislerini iyi bilen ulemanın ittifakıyla bu söz yalandır, Nebîmize yapılmış bir iftiradır. Hadis ulemasından hiçbiri bunu hadis diye rivayet etmemiştir. Güvenilir hadis kitaplarının hiçbirinde bulunmamaktadır. (İbn Teymiye, Mecmû-u Fetâvâ, c: 1, s. 356) Şirk kapısını açan biri tarafından yapılmış bir uydurmadır.” (Mecmû-u Fetâvâ, c: 11, s. 293)
Aclûnî’nin Keşfü’l-Hafâ adlı kitabında (c: 1, s: 85, hadis no. 213) geçen bu söz hakkında daha geniş bilgi edinmek için Kur’an Işığında Tarikatçılığa Bakış kitabımızın ilgili bölümünü okumanızı tavsiye ederiz:
MÜRİT– Şu hadisi kabul etmediğini söylemişsin:
“İşlerinizde ne yapacağınızı şaşırdığınızda kabirlerdeki ölülerden yardım isteyiniz.” (Mahmut USTAOSMANOĞLU (Mahmut Efendi) başkanlığında bir heyet, Ruhu’l-Furkan Tefsiri, İstanbul 1992, c. II, s.82)
Bunun nesine karşı çıkıyorsun? Kabirlerdeki ölüden yardım istemek ondan ibret almak demektir.
BAYINDIR – Öyleyse neden ölülerden ibret alın, denmiyor da onlardan yardım isteyin deniyor?
Hadis diye uydurulmuş o sözün Arapçasında “إستعينوا” “istiânede bulunun” emri geçer. Hâlbuki Fatiha suresinde “Yalnız senden istiânede bulunuruz.” yani yardım isteriz anlamında “iyyâke nestaîn” إياك نستعينâyeti vardır. Bu âyet, yardımı tek bir yerden, yani yalnız Allah’tan istememizi emreder. Hadis dediğiniz yukarıdaki sözle bu ayet açıkça çatışmıyor mu?
Fatiha’yı her namazda okuyup bu anlamı hep zihnimizde diri tutmamızın bir sebebi yok mudur?
Yukarıdaki sözü Muhammed sallallahu aleyhi ve sellem söyledi diye iftira edenlerin yanında yer almak size ağır gelmiyor mu? Hiç düşünmez misiniz, temel görevi Kur’an’ı anlatmak olan Hz. Muhammed’in Kur’an’a aykırı bir sözü olur mu? Sonra bu sözü ondan duyan yok. Onunla birlikte ya da ondan sonra yaşayanlardan böyle bir söz söylemiş olan yok. Bunu nakletmiş sahih bir hadis kitabı da yok. Bunların hiç biri yok.
Bunu size duyuralı çok oldu ama bu konuda siz de bir şey bulamadınız. Çünkü olmayan şey bulunamaz.
MÜRİT- Aclûnî’nin Keşf’ül-Hafâ adlı kitabında var ya. Onun kitabında olması bizim için yeterlidir. Aclûnî büyük bir hadis âlimidir. O da İbn-i Kemâl’in el-Erbaîn’inden almış.
BAYINDIR- Aclûnî o kitabı, halk arasında hadis diye bilinen sözlerin doğrusu ile asılsız olanını ayırmak için yazmıştır. Bu sebeple o kitapta çok sayıda uydurma hadis vardır. Aclûnî, kitabının başında Hafız İbn-i Hacer’in şu sözünü nakleder:
“Aslı olmayan hadisi kim naklederse Buhârî’nin rivayet ettiği, Muhammed sallallahu aleyhi ve sellemin şu sözünün kapsamına girer: “Kim benden söylemediğim bir şeyi naklederse cehennemde oturacağı yere hazırlansın.” (İsmail b. Muhammed el-Aclûnî, Keşf’ul-hafâ, Beyrut 1988/1408, c. I, s. 8)
Aclûnî, kitabına aldığı hadislerin kaynaklarını verir. Bu sözle ilgili olarak sadece “İbn-i Kemal Paşa’nın el-Erbaîn’inde böyle geçmiştir.” der. İbn-i Kemal’in el-Erbaîn’ine baktığımızda da hadis diye söylediği o söz için hiçbir kaynak göstermediğini görürüz. (İbn-i Kemal Paşa, el-Erbeûn, v. 360. Süleymaniye Kütüphanesi, Esad Efendi, 1694. İbn-i Kemal, Yavuz Sultan Selim’in meşhur Şeyhülislamı’dır. 1469’da Tokat’ta doğmuş, 1534’te İstanbul’da ölmüştür. Peygamberimizle arasında 900 seneden fazla bir zaman varken hiçbir kaynak göstermeden ve anlamı da Kur’an’a taban tabana zıt olan bir sözü hadis olarak önümüze sürmesi kabul edilemez. İbn-i Kemal bu eserinde, kaynak gösterme yerine, bu sözün hadis olduğunu ispat için hiçbir dini dayanağı olmayan felsefi izahlara girmiştir.) Yavuz Sultan Selim’in Şeyhülislam’ı İbn-i Kemâl, Hz. Peygamberi görmüş olamayacağına göre, aslı astarı olmayan bu söze hadis diyenlerin “cehennemde oturacakları yere hazırlanmaları” gerekir. (Abdulaziz Bayındır, Kur’an Işığında Tarikatçılığa Bakış, Süleymaniye Vakfı Yayınları, İstanbul, 2007, s: 12-14)
İş yerinizden izin isteyin; ama camiye gizlice gitmeyin. Medeni cesaret gösterin ve bir Müslüman olarak cuma namazına gitmekle yükümlü olduğunuzu izah etmeye çalışın. Her şeye rağmen izin vermezlerse öğle namazını kılar, Cuma namazını da kılabileceğiniz uygun bir iş bulmaya çalışırsınız.
www.fetva.net/yazili-fetvalar/bazi-hallerde-cuma-namazi-terk-edilebilir-mi.html
İlgili cevapta belirtildiği gibi kınanın altına su geçmesi, altının yıkanması anlamına gelmez. Emir, oraya suyu ulaştırmak değil, yıkamaktır. Bu sebeple altına suyun geçmesi ile geçmemesi arasında bir fark yoktur. Yazıyı tekrar ve dikkatlice okursanız sorularınızın tamamının cevabını bulabilirsiniz.
www.fetva.net/yazili-fetvalar/oje-abdeste-ve-gusul-abdestine-mani-midir.html
Kınayı bir veya iki kere sürdüğünüzde bahsettiğiniz durum olabilir; ama sürekli sürerseniz bir tabaka oluşturduğunu görürsünüz.
Aşağıdaki linkte bulunan görüntülü cevabımızı da izlemenizi tavsiye ederiz:
www.fetva.net/goruntulu-fetvalar/ojeli-tirnaklarla-abdest-alinabilir-mi.html
Eğer o kuponlar için okuyucu ekstra bir ücret ödemiyorsa yani sadece gazete ücretini ödüyorsa bunda bir sakınca olmaz. Umreye gidecek olan 100 kişinin kura ile belirlenmesi, bu organizasyonu şans oyunu haline getirmez. Fakat gazete ücretinden ayrı bir ücret ödenmek sureti ile böyle bir şey yapılıyorsa o taktirde bu organizasyon kumar olur.
Bu gibi konularda, oluşmuş geleneğe bakılır. Türkiye’de tazminat bir gelenek haline gelmiş ve kanuna konmuştur. Hem işçi hem de işveren bu durumu bilerek iş sözleşmesi yapmaktadır. Bu sebeple işten çıkarılan işçinin tazminat almaya hakkı olur.
Öncelikle Allah Teâlâ’nın kulları arasında bir ayırım yapmadığını ve zalim olmadığını hatırlamalısınız. Kur’an’da bize bildirildiğine göre insanın başına gelen kötülükler yine insanın kendine ettikleri yüzündendir. Dolayısıyla yaptığınız hataları Allah’a yüklemeye kalkmayın. Bir muhasebe yapın, kendinizi sorguya çekin. Nerede hata yaptığınızı tespit edin ve yeni bir yol haritası çıkarmaya çalışın. Elinizden ne geliyorsa onu yapın, ibadetlerinizi aksatmadan yerine getirin, dua etmeyi unutmayın. Ve her zaman Allah’a güvenin. Üzerinize düşen görevleri, ibadetlerinizi yerine getirmeden, duanızı yapmadan Allah size yardım etmez, bunu da aklınızdan çıkarmayın!
Aşağıdaki ayetler sizin durumunuzu yakından ilgilendirmektedir. Her bir ayeti düşüne düşüne okuyun, özümsemeye çalışın. Yanlışlarınızı ve neler yapmanız gerektiğini bizzat kendiniz görün. İnşaallah bu ayetler sizi kendinize getirecek, size hiç ummadığınız kadar güç ve moral verecek, Allah’a eskisinden de daha çok güveneceksiniz. Bunun neticesinde hayata dört elle sarılacak ve Allah’ın izni ve yardımı ile tüm zorlukların üstesinden geleceksiniz.
“Sana güzellikten her ne ererse bil ki Allah’tandır, kötülükten de başına her ne gelirse anla ki sendendir…” (Nisa, 4/79)
“Başınıza gelen herhangi bir musibet, kendi ellerinizle işledikleriniz yüzündendir. (Bunun yanı sıra) Allah birçoğunu da affeder.” (Şûrâ, 42/30)
“Yavrucuğum! Namazı kıl, iyiliği emret, kötülükten vazgeçirmeye çalış, başına gelenlere sabret. Doğrusu bunlar, azmedilmeye değer işlerdir.” (Lokman, 31/17)
“O müminler öyle kimseler ki, Allah anıldığı zaman kalpleri titrer; başlarına gelene sabrederler, namaz kılarlar ve kendilerine rızık olarak verdiğimiz şeylerden (Allah için) harcarlar.” (Hac, 22/35)
“Rabbi, insanı denemek için ikram ve değer verip, nimetlere garkedince o: «Rabbim bana değer verdi» der. Ama yine denemek için nasibini daraltınca O: «Rabbim beni zelil, perişan etti» der. Hayır! Doğrusu siz yetime ikram etmiyorsunuz, yoksulu yedirmeye birbirinizi teşvik etmiyorsunuz. Haram helâl demeden mirası yiyorsunuz. Malı aşırı biçimde seviyorsunuz.” (Fecr, 89/15-20)
“Eğer insana tarafımızdan bir rahmet tattırır, sonra o nimeti geri alırsak o, son derece ümitsiz, son derece nankör olur. Eğer kendisine dokunan bir zarardan sonra ona bir nimet tattırırsak, elbette «Kötülükler benden gitti» der. Çünkü o (bunu derken) şımarıktır, kibirlidir. Ancak her iki halde de sabredip makbul ve güzel işler yapanlar başka! İşte onlar için pek geniş bir mağfiret ve pek büyük bir mükâfat vardır.” (Hud, 11/9-11)
“Biz insana katımızdan bir rahmet tattırdığımız zaman ona sevinir. Ama elleriyle yaptıkları yüzünden başlarına bir kötülük gelirse, işte o zaman insan pek nankördür!” (Şûrâ, 42/48)
“İnsan hayır istemekten usanmaz. Fakat kendisine bir kötülük dokunursa hemen ümitsizliğe düşer, üzülüverir.” (Fussilet, 41/49)
“İnsanlardan kimi Allah’a sınırda kulluk eder. Şöyle ki: Kendisine bir iyilik dokunursa buna pek memnun olur, bir de musibete uğrarsa çehresi değişir (dinden yüz çevirir). O, dünyasını da, ahiretini de kaybetmiştir. İşte açık hüsran budur.
O, Allah’ı bırakıp O’na yakın saydığı, kendisine ne faydası, ne de zararı dokunacak olan şeylere yalvarır. Bu, (haktan) büsbütün uzak olan sapıklığın ta kendisidir.
Zararı yararından yakın olan kişiyi de yardıma çağırır. O ne fena efendi, o ne fena yardak = yoldaş!
Şüphe yok ki Allah, iman edip iyi işler yapanları altından ırmaklar akan cennetlere koyacak; şüphesiz Allah dilediğini yapar.
Kim Allah’ın, artık ona, dünyada ve ahirette yardım etmeyeceği kanaatine varırsa, bir sebebe tutunup semaya uzansın, öbür ilişkiyi kessin; bu yol kendini bunalımdan, gerçekten çıkaracak mı, ona baksın.
İşte böylece Kur’an’ı apaçık ayetler olarak indirdik. Allah, şüphesiz, dilediğini doğru yola eriştirir.” (Hacc, 22/11-16)
www.fetva.net/yazili-fetvalar/dunya-imtihanini-nasil-kazaniriz.html