Tag: ölülerden yardım istemek
Bazı tarikat müntesipleri, “bu konuda hadis var” diyerek aşağıdaki rivayetleri delil getirmekte ve kabir ehlinden yardım istemeyi meşru görmektedirler:
إِذا تَحَيَّرْ تُم فِي اْلأمُورِ فاَسْتَعِينُوا بِأَهْلِ اْلقُبُورِ
إِذا أَعْيَتْكُمْ الأمُورُ فَعَلَيْكُمْ بِأهْلِ الْقُبُورِ ، أوْ فاَسْتَعِينُوا بِأَهْلِ اْلقُبُورِ
“İşlerinizde ne yapacağınızı şaşırdığınızda kabirlerdeki ölülerden yardım isteyiniz”
Hâlbuki İbn Teymiye’nin de belirttiği gibi “Nebîmizin hadislerini iyi bilen ulemanın ittifakıyla bu söz yalandır, Nebîmize yapılmış bir iftiradır. Hadis ulemasından hiçbiri bunu hadis diye rivayet etmemiştir. Güvenilir hadis kitaplarının hiçbirinde bulunmamaktadır. (İbn Teymiye, Mecmû-u Fetâvâ, c: 1, s. 356) Şirk kapısını açan biri tarafından yapılmış bir uydurmadır.” (Mecmû-u Fetâvâ, c: 11, s. 293)
Aclûnî’nin Keşfü’l-Hafâ adlı kitabında (c: 1, s: 85, hadis no. 213) geçen bu söz hakkında daha geniş bilgi edinmek için Kur’an Işığında Tarikatçılığa Bakış kitabımızın ilgili bölümünü okumanızı tavsiye ederiz:
MÜRİT– Şu hadisi kabul etmediğini söylemişsin:
“İşlerinizde ne yapacağınızı şaşırdığınızda kabirlerdeki ölülerden yardım isteyiniz.” (Mahmut USTAOSMANOĞLU (Mahmut Efendi) başkanlığında bir heyet, Ruhu’l-Furkan Tefsiri, İstanbul 1992, c. II, s.82)
Bunun nesine karşı çıkıyorsun? Kabirlerdeki ölüden yardım istemek ondan ibret almak demektir.
BAYINDIR – Öyleyse neden ölülerden ibret alın, denmiyor da onlardan yardım isteyin deniyor?
Hadis diye uydurulmuş o sözün Arapçasında “إستعينوا” “istiânede bulunun” emri geçer. Hâlbuki Fatiha suresinde “Yalnız senden istiânede bulunuruz.” yani yardım isteriz anlamında “iyyâke nestaîn” إياك نستعينâyeti vardır. Bu âyet, yardımı tek bir yerden, yani yalnız Allah’tan istememizi emreder. Hadis dediğiniz yukarıdaki sözle bu ayet açıkça çatışmıyor mu?
Fatiha’yı her namazda okuyup bu anlamı hep zihnimizde diri tutmamızın bir sebebi yok mudur?
Yukarıdaki sözü Muhammed sallallahu aleyhi ve sellem söyledi diye iftira edenlerin yanında yer almak size ağır gelmiyor mu? Hiç düşünmez misiniz, temel görevi Kur’an’ı anlatmak olan Hz. Muhammed’in Kur’an’a aykırı bir sözü olur mu? Sonra bu sözü ondan duyan yok. Onunla birlikte ya da ondan sonra yaşayanlardan böyle bir söz söylemiş olan yok. Bunu nakletmiş sahih bir hadis kitabı da yok. Bunların hiç biri yok.
Bunu size duyuralı çok oldu ama bu konuda siz de bir şey bulamadınız. Çünkü olmayan şey bulunamaz.
MÜRİT- Aclûnî’nin Keşf’ül-Hafâ adlı kitabında var ya. Onun kitabında olması bizim için yeterlidir. Aclûnî büyük bir hadis âlimidir. O da İbn-i Kemâl’in el-Erbaîn’inden almış.
BAYINDIR- Aclûnî o kitabı, halk arasında hadis diye bilinen sözlerin doğrusu ile asılsız olanını ayırmak için yazmıştır. Bu sebeple o kitapta çok sayıda uydurma hadis vardır. Aclûnî, kitabının başında Hafız İbn-i Hacer’in şu sözünü nakleder:
“Aslı olmayan hadisi kim naklederse Buhârî’nin rivayet ettiği, Muhammed sallallahu aleyhi ve sellemin şu sözünün kapsamına girer: “Kim benden söylemediğim bir şeyi naklederse cehennemde oturacağı yere hazırlansın.” (İsmail b. Muhammed el-Aclûnî, Keşf’ul-hafâ, Beyrut 1988/1408, c. I, s. 8)
Aclûnî, kitabına aldığı hadislerin kaynaklarını verir. Bu sözle ilgili olarak sadece “İbn-i Kemal Paşa’nın el-Erbaîn’inde böyle geçmiştir.” der. İbn-i Kemal’in el-Erbaîn’ine baktığımızda da hadis diye söylediği o söz için hiçbir kaynak göstermediğini görürüz. (İbn-i Kemal Paşa, el-Erbeûn, v. 360. Süleymaniye Kütüphanesi, Esad Efendi, 1694. İbn-i Kemal, Yavuz Sultan Selim’in meşhur Şeyhülislamı’dır. 1469’da Tokat’ta doğmuş, 1534’te İstanbul’da ölmüştür. Peygamberimizle arasında 900 seneden fazla bir zaman varken hiçbir kaynak göstermeden ve anlamı da Kur’an’a taban tabana zıt olan bir sözü hadis olarak önümüze sürmesi kabul edilemez. İbn-i Kemal bu eserinde, kaynak gösterme yerine, bu sözün hadis olduğunu ispat için hiçbir dini dayanağı olmayan felsefi izahlara girmiştir.) Yavuz Sultan Selim’in Şeyhülislam’ı İbn-i Kemâl, Hz. Peygamberi görmüş olamayacağına göre, aslı astarı olmayan bu söze hadis diyenlerin “cehennemde oturacakları yere hazırlanmaları” gerekir. (Abdulaziz Bayındır, Kur’an Işığında Tarikatçılığa Bakış, Süleymaniye Vakfı Yayınları, İstanbul, 2007, s: 12-14)
Bir kimsenin Peygamber Efendimiz tarafından tayin edilmesi söz konusu olamaz. İlk halifeyi dahi tayin etmemiş olan Hz. Peygamber tutup da herhangi bir kimseyi şeyh olarak tayin etmez. Hz. Peygamber bu dünyadan ayrılmış, bize Kur’an-ı Kerim’i ve kendi sünnetini bırakmıştır. Bunlara uyanlar hak yolda, uymayanlar da sapıklıktadır.
Şeyhin resmine rabıta kurmak gibi uygulamalar Şeriatın en ağır yasağı kapsamına girer. Putperestlik böyle başlamıştır. Çünkü rabıtayı bir gönül bağı, bir sevgi bağı şeklinde değil, şu şekilde tarif etmektedirler. “Rabıta; bir müridin, mürşid-i kâmilinin ruhâniyetiyle beraber, suretini kalp gözünün önüne getirerek hayal etmesi ve kalbiyle ondan yardım istemesinden ibarettir.” Allah ile kulun arasında şeyhin ruhaniyeti ne arıyor? Neden şeyh, müritlerinin Allah’ın ayetlerini düşünmelerini değil de kendini düşünmelerini istiyor. Yoksa Allah’ın dinini alet edinerek insanları kendine mi davet ediyor?
“Şeyh efendi tartışılmaz, şeyh efendi hata yapmaz” deniyor. Hz. Peygamber’in dahi hata yaptığı Kur’an ayetleriyle sabitken, şeyhin hata yapmayacağını söylemenin Kur’an’a açıkça aykırı olacağı şüphesizdir. Cenab-ı Hak Kur’an-ı Kerim’in birçok ayetinde Hz. Muhammed sallallahu aleyhi ve sellemin bizim gibi bir insan olduğunu açıkça vurgulamıştır:
“De ki, «Ben başka değil, sizin gibi bir beşerim. Sizin ilahınızın yalnızca bir tek ilah olduğu bana vahyedilmektedir»” (Kehf 18/110)
“Peygamberleri onlara demiştir ki; «Biz sizin gibi bir beşerden başkası değiliz ki.” (İbrahim, 14/11)
“Ölülerden dilek dilemek veya şeyhlerin manevi yardımını istemek”
Ölülerden dilek dilemek ancak müşriklerin yapabileceği bir iştir. Bizim ölülere bir hayrımız dokunabilir ama onların bizim için yapabilecekleri bir şey yoktur.
Şeyhlerin manevi yardımı, bize öğretmenlik yaparak öğretecekleri doğru bilgiler ve verebilecekleri nasihatler dışında olmaz. Darda kalmış kişiler, “ Ya falan!” “Ya filan!” diye bazı şeyhleri, bazı din büyüklerini yardıma çağırıyorlar ki bu da Kur’an-ı kerimin çok sayıda ayetine açıkça aykırıdır:
“Darda kalmış kişi çağırdığı zaman onun yardımına kim yetişiyor da sıkıntıyı gideriyor ve sizi yeryüzünün hakimleri yapıyor? Allah ile beraber başka bir tanrı mı var? Ne kadar az düşünüyorsunuz.” (Neml 27/62)
Allah’ın her şeye gücü yeter, ama biz aciziz. Dolayısıyla bütün isteklerimizi Allah’tan istememiz gerekir. Çünkü Allah’ın onaylamadığı bir istek, bir başkası tarafından da yerine getirilemez. Zaten Allah’tan başka tanrı edinme, bazı konularda manevi yardım görme ihtiyacından kaynaklanmaktadır. Bu sebeple Kur’an-ı Kerim böyle davranışları şirk sayar. Bir ayet-i kerimede şöyle buyurulmuştur:
“Belki kendilerine yardımları dokunur diye Allah’tan başka tanrılar edindiler. Ama onların yardıma güçleri yetmez. Oysaki kendileri onlar için hazır askerdirler.” (Yasin 36/74-75)
İnsanlar öteden beri en çok dua ve ibadet konusunda yanılmışlar, büyük gördükleri kişilerin ve ölülerin ruhaniyetine sığınarak onlardan çeşitli konularda yardım talebinde bulunmuşlardır. Kur’an-ı Kerim dikkatle incelenirse bütün peygamberlerin bu konuda ümmetlerini uyardıkları görülür. Kıldığımız namazların bütün rekatlarında Fatiha suresini okumamız emredilmiş ve günde kırk kere “Yalnız sana ibadet eder ve yalnız senden yardım isteriz.” (Fatiha 1/5) ayeti tekrarlattırılarak Allah’tan başkasından yardım istenmeyeceği hususu zihinlerimizde canlı tutulmuştur. Havaya ve suya ve gıdaya olan ihtiyacımız, nasıl maddi hayatımızın canlı tutulması için gerekli ise Allah’tan başkasına ibadet edilmeyeceği, ondan başkasından yardım istenemeyeceği konusunun hava gibi, su gibi gıda gibi devamlı tekrarlanması manevi hayatımızın canlı tutulması için gereklidir.
Cenab-ı Hakk, Kur’an-ı Kerim’in bir çok ayetinde müşriklerin özelliklerini belirtirken “Allah’tan başkasına dua ettiklerini” (Nisa 4/117; En’am 6/40,41,56,71,108; Araf 7/37,194,195,197; Yunus 10/38,66, l06; Hûd 11/101; Ra’d 13/14; Nahl 16/20,86; İsra 17/56, 57,67; Kehf 18/14; Meryem 19/48; Hacc 22/12,13,62,73; Müminun 23/117; Furkân 25/68; Şuarâ 26/213; Kasas 28/64,88; Ankebût 29/42; Lokman 31/30; Sebe’ 34/22; Fatır 35/13,14,40; Saffât 37/125; Zümer 39/38; Mümin 40/20,66; Fussilet 41/48; Zuhruf 43/86; Ahkâf 46/4,5; Cin 72/18. 26 Surede toplam 47 ayet.) vurgulamış ve Hz. Peygamber (sallalahu aleyhi vesellem)’e verdiği bir emirde şöyle buyurmuştur: “De ki: Ben yalnızca Rabbime dua ederim. Ona hiç bir şeyi ortak koşmam.” (Cin 72/20)
Konu ile ilgili ayetlerin bır kısmı şöyledir:
“Hak olan dua yalnız Allah’a yapılan duadır. Onların Allah’tan başka dua ettikleri ise, hiç bir isteklerine cevap veremezler. Böylesi, ağzına gelsin diye avuçlarını suya doğru uzatan, fakat ona bir türlü ulaşamayan kimseye benzer.” (Ra’d 13/14)
“Onların Allah’tan başka dua ettikleri şeyler bir nesne bile yaratamazlar; zaten onların kendileri yaratılmıştır.” (Nahl 16/20)
“…Bu böyledir. Çünkü hak olan yalnızca Allah’tır. Ondan başka dua ettikleri şeyler ise batılın ta kendisidir. Her şeyden yüce ve her şeyden büyük olan yalnız Allah’tır.” (Hac 22/62)
“De ki: Eğer duanız olmasa Rabbim katında ne ehemmiyetiniz olur?” (Furkan 25/77)
Kabirdekilerle ilgili olarak Allah Teâlâ şöyle buyuruyor:
“Dirilerle ölüler bir olmaz. şüphesiz Allah dilediğine işittirir. Ama sen kabirdekilere bir şey işittiremezsin. “ (Fatır 35/22)
Şu ayet, ölmüş bulunan büyük zatların ruhaniyetine sığınan ve onlardan yardım isteyenlerin yanlış yolda olduklarının delilidir.
“Allah’ı bırakıp da kendisine Kıyamete kadar cevap veremeyecek olanlara dua edenlerden daha sapık kim olabilir? Oysaki bunlar onların dualarından habersizdirler.“ (Ahkâf 46/5)
Hz. Peygamberi hatırladığımızda ve kabrini ziyaret ettiğimizde ona salat ve selam getiririz. Bu halimizle, Peygamberimize olan ikramını artırmasını Allah’tan talep etmiş oluruz. Ama hiç bir duamızda Hz. Peygamberden ve onun ruhaniyetinden bir dilekte bulunmayız. Çünkü böyle bir şey Hırıstiyanların Hz. İsa’ya yaptığını bizim Hz. Peygambere yapmamız olur ki; bu, yoldan çıkmaktan başka bir şey değildir.