Skip to content Skip to main navigation Skip to footer

Blog

Oruçluyken günü uykuda geçirmekte bir sakınca var mıdır?

Oruçluyken uyumakta bir sakınca yoktur. Fakat uykuda olduğunuz zaman sabah, öğle ve ikindi namazlarını kılmazsanız büyük günah işlemiş olursunuz! Bu yüzden sahurdan sonra namazları kaçıracak şekilde kesintisiz uyumanız caiz değildir. Ama arada kalkar, namazları vaktinde kılarsanız günü uykuda geçirmenizde bir sakınca olmaz.

YAYIMLANDIĞI YER: Yahya Şenol, Ramazan ve Oruç, 3. Baskı, Süleymaniye Vakfı Yayınları, İstanbul, 2017, s. 110-11.

Ramazanda niyetlenmeyip oruç tutmayanlar bunu nasıl telafi edebilirler?

Kendisini Müslüman olarak tanımlayan ve hastalık veya yolculuk gibi meşru bir mazereti olmayan bir kimsenin Ramazan günü oruca niyetlenmemek gibi bir hakkı ve yetkisi yoktur! Bu davranış haramdır. Ve mazeretsiz yere Allah’ın kesin bir emrini yerine getirmemek, Allah’a isyan etmektir. İsyan söz dinlememek, emri tutmamaktır. Allah’ın “yapma” dediklerini yapanlar nasıl günah işliyorlarsa “yap” dediklerini yapmayanlar da günah işlemiş olmaktadırlar.

www.fetva.net/yazili-fetvalar/mazeretsiz-yere-oruc-tutmayanlar-allaha-isyan-mi-etmis-oluyorlar.html

Ayrıca oruçla ilgili hükümlerin en ince ayrıntısına kadar anlatıldığı ayetlerin sonuncusunda Allah Teâlâ: “Bunlar Allah’ın koyduğu sınırlardır (hudûdullâh); onlara yaklaşmayın.” (Bakara, 2/187) buyurmuştur. Hiçbir mazereti olmadığı halde oruç tutmayanlar, bu sınırlara yaklaşmakla kalmayıp onları aşmış olurlar.

Hasta veya yolcu olmadığı halde keyfi olarak oruç tutmayan Müslüman, bu yanlış davranışından dolayı derhal tevbe etmeli, Allah’tan bağışlanma dilemeli ve bir daha asla bu yanlışını tekrar etmemelidir. Bu kişinin tutmadığı oruçlarını daha sonra kaza etmesi gerekmez. Zira Bakara sûresinin 184 ve 185. ayetlerinde yalnızca hasta ve yolcuların oruç tutmamaları durumunda bu oruçlarını kaza edebilecekleri bildirilmiştir. Bu, onlar için bir lütuftur, hiçbir mazereti olmadığı halde oruç tutmayanlar için böyle bir lütuf söz konusu değildir.

YAYIMLANDIĞI YER: Yahya Şenol, Ramazan ve Oruç, 3. Bs., Süleymaniye Vakfı Yayınları, İstanbul, 2017, s. 89-90.

Lütfen aşağıdaki linki de tıklayınız:

www.fetva.net/yazili-fetvalar/keyfi-olarak-tutulmayan-ramazan-orucunun-cezasi-nedir.html

Tedavi görmekte olan hastaların oruç tutmaları sakıncalı mıdır?

Kızınızın oruç tutmasının sakıncalı olup olmadığına biz karar veremeyiz. Bu karar, tedavisini yürütmekte olan doktorlarına aittir. Fakat şu anda tedavi görmekte olduğuna göre orucunu tutmama ruhsatı vardır. Bu ruhsatı kullanarak oruçlarını tutmayabilir. Tedavisi bitip iyileştiğinde de tutamadığı oruçlarını kaza etmekle yükümlüdür.

Benzer soru-cevaplar için lütfen aşağıdaki linkleri tıklayınız:

www.fetva.net/yazili-fetvalar/reflu-hastasiyim-ilac-icmem-gerekiyor-oruc-tutmasam-olur-mu.html

www.fetva.net/yazili-fetvalar/diyabet-hastalarinin-ramazan-ayinda-oruc-tutmalari-gerekir-mi.html

Mazereti sebebiyle oruç tutamayanlar para mı vermelidirler?

Oruç tutmamak için meşru mazeretler, hastalık ve yolculuktur. Bunun dışında herhangi bir mazeret kabul edilmemektedir.

Hasta ve yolcu olanlar da tutamadıkları oruçlarını Ramazandan sonra kaza etmekle mükelleftirler. Bunun yerine herhangi bir ödeme yapılması söz konusu değildir. Allah Teâlâ şöyle buyurmuştur:

“Orucu sayılı günlerde tutun. İçinizden hasta olan veya yolculukta bulunan tutamadığı günler sayısınca başka günlerde oruç tutsun…

Ramazan öyle bir aydır ki Kur’an o zaman indirilmiştir. O insanlara yol gösterir. Onda doğru yolun açık belgeleri vardır, iyiyi kötüden ayırır. Sizden kim bu aya erişirse onu oruçlu geçirsin. Kim de hasta olur veya yolculukta bulunursa tutamadığı günler sayısınca başka günlerde oruç tutsun. Allah size kolaylık ister, zorluk istemez. Bu kolaylıkları, sayıyı tamamlamanız ve size yol gösterdiğine karşılık onu ululamanız için meşru kılmıştır; ola ki şükredersiniz.” (Bakara, 2/184-185)

Daha geniş bilgi için aşağıdaki linkte bulunan soru-cevabı da okumanızı tavsiye ederiz:

www.fetva.net/yazili-fetvalar/oruc-tutamayan-hastayasli-ve-gucsuz-olanlar-ne-yapmali.html

2013 yılı Ramazan hangi gün başlayacak, bayram hangi gün olacaktır?

Dini günler, hesapla belirlenir. Allah Teâlâ şöyle buyurur:

“Ay ve güneş, bir hesaba göredir.” (Rahmân, 55/5)

“Güneşi ziyâ, Ayı nûr yapan odur. Yılların sayısını ve hesabı bilesiniz diye ziyâya iniş yerleri belirlemiştir. Allah bunları, doğruyu gösterir biçimde yaratmış ve âyetlerini, bilen bir topluluk için ayrıntılı olarak açıklamıştır.” (Yunus, 10/5)

Ziyâ, Güneş ışını; nûr da insanı rahatsız etmeyen ışıktır. Güneşin kendini göremeyiz; bizim Güneş dediğimiz ondan gelen ışınlardır.

Ay’ı da göremeyiz. Bizim için Ay, ona inen Güneş ışınlarının bize yansıyan kısmıdır. Yansımadaki daralma ve genişlemeye göre ona; hilal, yarımay ve dolunay deriz. İlgili âyetlerden biri şudur:

“Aya (ziyânın) iniş yerleri için ölçü koyduk; sonunda kuru hurma dalı gibi olur.” (Yasin 36/39)

Kameri ayın ilk günü, Güneşin batmasından sonra battığı görülen hilali takip eden gündür. O ay Ramazan ise onu oruçlu geçirmek gerekir. Allah Teâlâ şöyle buyurur:

“… Sizden kim Ramazanı yaşarsa, onu oruçlu geçirsin…” (Bakara 2/185)

Yukarıdaki âyetlere göre kameri ayların hesapla belirlenmesi gerekir. Ancak Nebimizin yanında bu hesabı yapacak bir kimse olmadığı için şöyle demişti:

“Biz ümmi bir toplumuz; yazı yazamaz, hesap yapamayız.”

Sonra 10 parmağını üç kere açıp üçüncüsünde başparmağını kapayarak “ay; şöyle, şöyle ve şöyledir” demiş  (29 güne işaret etmiş); arkasından, “ay, şöyle, şöyle ve şöyledir”, demiş, 30 günü kast etmişti. (Müslim, Sıyâm, 1080)

Böylece o, işaret diliyle kameri ayın 29 günden az, 30’dan fazla olamayacağını bildirmiştir. Onun bir sözü de şöyledir:

“Hilali görünce oruç tutun, tekrar görünce orucu bırakın, hava size bulutlu geldiyse ayı otuza tamamlayın.” (Müslim, Sıyâm, 1081)

Hesap yapacak uzman olmayınca tek çare hilali gözlemekti. Nebîmiz de onu söylemiş ve onu yapmıştı. Artık uzmanlarımız olduğu için bir yeri merkez alıp Kur’ân’ın emrettiği hesaba geçmek gerekir.

Oruca, ikinci fecrin doğması ile başlandığından Ümmü’l-Kurâ olan Mekke’yi merkez almalı, Mekke’de ikinci fecir doğuncaya kadar Dünyanın herhangi bir yerinde, Güneşin batmasından sonra batan hilalin görülmesiyle birlikte yeni kameri ayı başlatılmalıdır.

Hesaba yönelmek, kutup bölgesinde yaşayan Müslümanlar için de bir zorunluluktur. Çünkü orada, bazı zamanlarda Güneş doğmamakta, bazen de batmamaktadır. Güneşin batmadığı zamanlarda hilali görmek imkânsızdır.

Kur’ân-Sünnet bütünlüğü, hesaba geçmemizi gerektirir. Böylece her yerde, aynı günde oruca başlama ve aynı günde bayram etme imkânına kavuşmuş oluruz.

Astronom Prof. Dr. Adnan Ökten Bey’in yaptığı tespitlere göre Ay’ın insan gözü ile görülebilmesi için belirlenen Güneş’ten 8° açılma ve ufuktan da 5° yükseklikte olma şartı 8 Temmuz 2013 günü Güney Amerika’nın batı sahillerinde oluşacağından 09 Temmuz 2013 Salı günü Ramazan’ın ilk günüdür.

Bayram hilali 7 Ağustos’ta Afrika’nın güneyinde görülecektir. Madagaskar’da yaşayanlar, akşam Güneşin batmasından sonra batan hilali görebileceklerinden 8 Ağustos Perşembe günü Ramazan Bayramıdır.

Türkiye Diyanet İşleri Başkanlığı bu konuda, doğru bir uygulama yapmaktadır. Kur’ân, namaz vakitleri konusunda gözlemi emrettiği için kameri takvim konusunu bilim adamları heyetince yapılacak hesaplara bırakmaktadır.

Hiçbir ayette hilalin gözlemlenmesi emredilmemiş ve insanlar hesaba yönlendirilmiştir. Hesabı yapacak kişilerin bulunmadığı dönemde Nebîmizin tek çare olarak uyguladığı, hilalin çıplak gözle görülmesi uygulamasını, tek emir gibi saymak, kabul edilebilir bir şey değildir.

KAYNAK: Abdulaziz Bayındır, “2013 Yılı Ramazan ve Bayram Hilali Tespiti”, Kitap ve Hikmet Dergisi, Yıl: 1, Sayı: 2, 2013 (Temmuz-Eylül), s: 14-16.

Mirasta dede yetimliği meselesinin dinimizdeki hükmü nedir?

Kişinin babası veya annesi, miras bırakandan (dede veya ninesinden) daha önce ölmüşse torun/torunlar baba veya annelerinin yerine geçerek dedelerine mirasçı olurlar. Anne veya babalarının dede veya ninelerinden önce ölmüş olması, torunları mirastan mahrum etmez. Torunlar anne ile miras bırakana ulaşıyorlarsa kız çocuğun aldığı mal kadar, baba ile ulaşıyorlarsa erkek çocuğun aldığı kadar pay alırlar.

Sorunuza gelince: Siz de annenizin yerine geçerek dayınızla birlikte dedenize mirasçı olabilirsiniz. Bu durumda miras üçe ayrılır: İki hisseyi dayınız alır. Annenizin hissesi olan bir hisseyi de siz kardeşinizle paylaşırsınız.

Kur’an-ı Kerim’de ve Peygamber (sav)’in uygulamalarında akrabaların miras bırakana ulaştıkları akrabalık yolları dikkate alınarak mirasçı yapıldıklarından, dede yetimliği meselesi diye bir sorun ortaya çıkmamaktadır. Bununla ilgili ayet şöyledir:

“Allah size, çocuklarınız hakkında, erkeğe kadının payının iki misli vermenizi emreder… Babalarınız (ebeveyniniz) ve oğullarınızdan (çocuklarınızdan) hangisinin size, fayda  bakımından daha yakın olduğunu  bilemezsiniz.” (Nisâ, 4/11)

Miras bırakanın çocuklarının mirasçılığıyla ilgili ayette de kız ve erkek çocuklar birlikte mirasçı yapılmış, ayrımın sadece kız ve erkek çocuklar arasında ikili-birli paylaşım şeklinde olduğuna dikkat çekilmiştir (Bkz. Nisâ, 4/11).

Dede yetimliği meselesinin ortaya çıkış sebebi, mezheplerin bu konudaki farklı görüşleri ve Kur’an-Sünnet çerçevesinde böyle bir sorunun olmadığına dair ayrıntılı bilgi için aşağıdaki linkte bulunan “İslam Hukukunda Dede Yetimliği” başlıklı makalemizi inceleyebilirsiniz:

www.suleymaniyevakfi.org/miras/islam-miras-hukukunda-dede-yetimligi.html

Gayrimüslimlerin avladığı balık ve diğer deniz ürünleri helal midir?

Gayrimüslimlerin avladığı balıkların ve diğer deniz ürünlerinin yenilmesinde hiçbir sakınca yoktur.

Allah Teâlâ, kara hayvanlarının aksine, suda yaşayan hayvanların ve orada bulunan yiyeceklerin helal olduğunu hiçbir istisna koşmaksızın şöyle bildirmiştir:

“Siz ve yolcular yararlansın diye deniz avı ve yiyeceği size helal kılındı. …” (Mâide, 5/96)

Ayette yer alan “deniz avı” ifadesi, diri iken bir tuzak ile avlanılan balık vb. deniz canlılarını, “onun yiyeceği” ifadesi ise denizin içinde ölüp su yüzüne çıkanları ve denizin kıyıya attığı şeyleri/yiyecekleri gösterir.

www.fetva.net/goruntulu-fetvalar/kuranda-helal-kilindigi-bildirilen-deniz-avi-ve-yiyecegi-neleri-kapsiyor.html

Kendisine deniz suyunun hükmü sorulan Nebîmizin de şöyle buyurduğu rivayet edilmiştir:

“Denizin suyu temiz; meytesi/ölüsü de helâldir.” (Ebû Dâvûd, Tahâret, 41; Tirmizî, Tahâret, 52; Nesâî, Tahâret, 46; İbn Mâce, Tahâret, 38)

Bu ayet ve hadise göre; yakalayanı veya çıkaranı kim olursa olsun, ister canlı isterse de ölü olarak ele geçirilsin balık başta olmak üzere denizde yaşayan hayvanların ve deniz mahsullerinin tamamı helaldir.

Konu hakkında daha geniş bilgi için aşağıdaki linkleri de tıklamanızı tavsiye ederiz:

www.fetva.net/yazili-fetvalar/olu-baliklar-ayetlerde-haram-kilinan-meyte-kapsamina-girer-mi.html

www.fetva.net/goruntulu-fetvalar/deniz-urunlerinden-hangisi-yenir-hangisi-yenmez.html

www.fetva.net/goruntulu-fetvalar/midye-yemek-helal-midir-haram-midir.html

 

NOT: Deniz ürünleri ve gayrimüslimlerin yiyecekleri ile ilgili olarak Süleymaniye Vakfı Yayınlarından çıkan “Kur’an ve Sünnet Işığında Helal Gıda” kitabını okumanızı tavsiye ederiz. O kitapta konuyla ilgili lehte ve aleyhteki tüm deliller mukayeseli olarak ayrıntılı bir şekilde incelenmiştir.

Kitabı edinmek için lütfen aşağıdaki linki tıklayınız:

www.suleymaniyevakfi.com/kuran-ve-sunnet-isiginda-helal-gida

Buğra isminin anlamı nedir? Erkek çocuğumuza bu ismi koyabilir miyiz?

Türk Dil Kurumu Kişi Adları Sözlüğü’ne göre Türkçe kökenli olan Buğra ismi, “Erkek deve” anlamına gelmektedir.

Çocuklara Buğra isminin konulmasında dinen herhangi bir sakınca bulunmamaktadır.

Buğra ismi, Kur’an’da geçmemektedir. Fakat bazı kimselerin, bu ismi, Furkân suresi 18. ayet ile Fetih suresi 12. ayette geçen ve ayetlerin sonunda yer aldığı için “Bûrâ” (بُورًا) şeklinde okunan bir kelime ile karıştırdıklarına şahit olmaktayız. Hâlbuki ayette geçen ve çoğul olarak kullanılan bu kelimenin “Bereketsizler”, “Helaki hak edenler” gibi olumsuz manaları vardır ve bunun Buğra ismi ile hiçbir ilgisi yoktur.

Zaten bir ismin çocuklara konulabilmesi için Kur’an’da geçiyor olma şartı bulunmadığı gibi Kur’an’da geçen her kelime de çocuklara isim olarak konulmaz.