Skip to content Skip to main navigation Skip to footer

Blog

Namaz kıraatinde sûre sıralamasına riayet etmemek mekruh mu?

Namazın ikinci rekâtında birinci rekâtta okunan sûre veya ayetlerden daha geride yer alan sûre veya ayetleri okumanın mekruh olduğuna dair herhangi bir ayet veya hadis bulunmamaktadır. Fakat fıkıh mezhepleri, ittifakla, namaz kıraatinde sûrelerin Kur’an’daki tertibine ria­yet etmemeyi mekruh kabul etmişlerdir.[1]  Onların bu konudaki dayanağı ayet ve sûrelerin Mushaf’taki tertibinin tevkîfî yani vahye dayalı olduğu görüşüdür. Bu yüzden namaz kıraatinde Mushaf tertibine uyulması gerektiğini ifade etmişlerdir.

İmam Nevevî’nin bildirdiğine göre Kâdî İyâz, Resûlullâh’ın bir namazda Nisâ sûresinden (4. sûre) sonra Âl-i İmrân sûresini (3. sûre) okuduğu rivayet edilen hadisi[2] açıklarken Ebû Bekir el-Bâkıllânî’nin: “Yazarken, namaz kılarken, derste ve eğitim öğretimde sûrelerin tertibine riayet etmek şart değildir. Çünkü bununla ilgili herhangi bir ayet veya hadis yoktur.” sözünü nakletmiş ve kendisi de şunları söylemiştir:

“Namaz kılan kişinin ikinci rekâtta, birinci rekâtta okuduğu sûreden geride bulunan bir sûre okumasının caiz olduğu konusunda hiçbir fikir ayrılığı yoktur. Mekruh olan, Kur’an tertibine aynı rekâtta ve ayrıca namazın dışında uymamaktır. Bazı âlimler bunu da mubah kabul etmiş ve selefin bu konudaki yasaklamasını, sûrenin sonundan başına doğru tersinden okumakla tevil etmişlerdir.”[3]

Bize göre de namazda ve namaz dışında vahye dayalı Kur’an tertibine riayet ederek okumak daha iyidir. Çünkü Resûlullâh sallallâhu aleyhi ve sellem namaz kıraatlerinde genelde Mushaf tertibine riayet etmiştir. Fakat Müslim’de geçen hadiste görüldüğü gibi ikinci rekâtta bir önceki rekâtta okunan sûreden önceki sûrelerin de okunabileceği ve bunun mekruh olmadığı anlaşılmaktadır. Yani birinci rekâtta Felak sûresini okuyan, ikinci rekâtta daha geride bulunan Kevser sûresini pekâlâ okuyabilir. Mekruh olan, ayet ve sûreleri sondan başa doğru tersinden okumaktır.

İmam Buhârî de el-Câmiu’s-Sahîh’inde “Hz. Osman Mushafı’nın Tertibine Muhalif Olarak Bir Sûreden Evvel Diğer Bir Sûre Okunması adı altında bir başlık açarak namazda bunun caiz olduğunu ifade etmiştir.[4] Buhârî, o başlıkta tâbiinden “Ahnef b. Kays’ın sabah namazının ilk rekâtında Kehf, ikinci rekâtında Yusuf yahut Yunus sûresi’ni okuyup sabah namazını Ömer radıyallâhu anhın arkasında bu sûreler ile kıldığını söylediğini” rivayet etmiştir.[5] Mushaf tertibine göre Yunus (10. sûre) ve Yusuf (12. sûre) sûreleri, Mushaf’ta Kehf (18. sûre) sûresinden önce yer almaktadır.

Bu arada şunu da hatırlatmakta fayda vardır: Namaz kılarken ikinci rekâtta birinci rekâtta okunan sûreden daha geride bulunan bir sûreyi veya ayetler grubunu okumak mekruh olmadığı gibi birinci rekâtta okunan sûreden sonra tek bir sûre atlayarak okumak da mekruh değildir. Kıraatte en az iki sûre atlanması gerektiğine dair gerekçe olarak “atlanan sûrenin beğenilmemesi” gibi bir durum ortaya çıkmasından bahsedilmektedir ki bunun ne Kur’an’dan delili vardır ne de Sünnetten!

 

KAYNAK: Yahya Şenol-Enes Alimoğlu, İnsanlık Tarihi Boyunca O Namaz, Süleymaniye Vakfı Yayınları, 3. Baskı, İstanbul, 2016, s. 162-164.

[1] Vehbe Zuhaylî, el-Fıkhu’l-İslâmî, c: 1, s. 772, 7. madde.

[2] Huzeyfe (ra) şöyle rivayet etmiştir: “Bir gece Resûlullâh sallallâhu aleyhi ve sellem ile birlikte namaz kıldım. Bakara sûresine başladı, ben (içimden) yüz ayeti tamamlayınca rükû’ eder; dedim. Sonra devam etti. Ben (içimden) bütün sûreyi bir rekâtta okuyacak; dedim. O yine devam etti. Ben bu sûre ile rükû’a varır; de­dim. Sonra Nisâ sûresine başladı. Onu da okudu. Sonra Âl-i İmrân sû­resine başladı; onu da okudu. Ağır ağır okuyor, içinde tesbih bulunan bir ayete gelince tesbih ediyor; istek ayetine gelince istiyor; sığınma ayetine gelince (Allah’a) sığınıyordu. Sonra rükû’a gitti…” Müslim, Salâtü’l-Müsâfirîn, 203 (772).

Aynı rekâtta tertibe riayet etmemeyi mekruh kabul eden âlimler, bu hadiste anlatılan olayın, surelerin tertibi konusunda vahiy gelmeden önce olduğunu ve Übeyy b. Ka’b’ın mushafında o surelerin tertibinin Resûlullâh’ın okuduğu şekilde sıralandığını söylemişlerdir. Bkz: Nevevî, Şerhu Sahîh-i Müslim, c: 6, s. 62.

[3] Nevevî, Şerhu Sahîh-i Müslim, c: 6, s. 62.

[4] Buhârî, Ezân, 106.

[5] Buhârî, Ezân, 106.

Nebîmizin aile hayatı ile ilgili ayetler niçin Kur’an’da yer alıyor?

Sorunuza temel teşkil eden ayet mealen şöyledir:

“Ey iman etmiş kimseler! Yemek için izin verilmeden, vakitli vakitsiz nebînin evlerine girmeyin; davet edilirseniz girin, yemeği yiyince dağılın. Orada bir sohbet ortamı da aramayın. Bu haliniz nebîyi üzüyor ama sizden çekiniyor. Allah gerçeği söylemekten çekinmez. Onun eşlerinden bir şey istediğinizde perde arkasından isteyin. Bu sizin gönülleriniz için de, onların gönülleri için de daha nezih olur. Allah’ın elçisini üzmeye ve onun arkasından eşlerini nikâhlamaya asla hakkınız yoktur. Böyle yapmanız Allah katında ağır bir kusur olur.” (Ahzâb, 33/53)

Bu ayetlerin Kur’an’da olması bizlere sayısız konuda yardımcı olmaktadır. Bunlardan birkaç tanesini sıralamak gerekirse:

  • Bu ve benzeri Nebîmizin özel hayatına ilişkin ayetlerde Resûl (elçi) kelimesi kullanılmaz, Nebî kelimesi kullanılır. Bu durum resûl ve nebi gibi son derece önemli iki kavramı doğru anlamamızı sağlar. Maalesef meallerin hemen hepsinde bu fark gözetilmeden “peygamber” kelimesi kullanılır. Ancak resûl kelimesinin geçtiği ayetlerde de peygamber kelimesi kullanılınca aradaki farkı bu meallerden görebilmemiz imkansızlaşır. Oysa Nebî Allah tarafından, seçtiği kişiye verdiği makamdır. Resûl ise nebî olsun olmasın Allah’ın ayetlerini Allah’ın kullarına ulaştırma yani elçilik görevidir. Nebî kelimesi ile Muhammed Aleyhisselamın insan yönü vurgulanır. Nitekim kendisine bazen çok sert bir dille yapılan ikazlar da nebî kelimesi ile gelir. Tahrîm sûresinin ilk ayeti buna örnek gösterilebilir. Ancak Nebîmizin resûllük yaptığı sırada hata yapması imkansızdır. Çünkü bu esnada Allah’ın ayetlerini doğru ulaştırmakla yükümlüdür. Bu sebeple Kur’an’da daima resûle itaatten bahsedilirken nebîye itaat hiç görülmez. İşte bu gibi ayetler, bu iki kavramı birbirinden ayırma ve anlamamızda çok önemli ve özel yere sahiptirler. Konu hakkında ayrıntılı bilgi için Süleymaniye Vakfı Yayınları’ndan çıkan Nebî ve Rasûl (Fatih Orum) ile Kur’an ve Sünnet Ama Hangi Sünnet (Zeki Bayraktar) kitaplarını okuyabilirsiniz.

 

  • Bu ayetler Nebîmizin kendisine ulaşan vahyi olduğu gibi ulaştırdığının da en büyük delilidir. Zira ilk bakışta sadece kendisini ilgilendiriyor gibi görünen ayetler bile Kur’an’da yerini almaktadır. Bu da demektir ki resûl sıfatı ile kendisine vahyedilen her şeyi insanlara tebliğ etmiştir.

 

  • Ayrıca şöyle bir düşünürsek Allah Teâlâ sadece o günkü insanları ilgilendiren bir şeyler bildirmek istediğinde ne yapacaktı? Resûlullâh’a “bunu sadece bu insanlara bildir, Kur’an’a koymana gerek yok” mu diyecekti? Eğer böyle demiş olsaydı Resûlullâh’ın Kur’an dışında başka bir vahiy daha alması, ancak onu sadece belli kişilere iletmesi gerekirdi. Nitekim bugün Resûlullâh’ın Kur’an’dan başka bir de “gayrimetlüvv” dedikleri bir vahiy aldığını iddia eden ve bir kısım hadisleri bu şekilde görerek Resûlullâh’a Kur’an’a eşdeğer bir teşri (kanun koyma) yetkisi veren çevreler vardır. Oysa risalet görevi gereği Resûlullâh aldığı vahyi tamamen herkese ulaştırmak zorundadır (Mâide, 5/67). İşte bu ve benzeri ayetler gayrimetlüvv vahiy diye Kur’an’dan ayrı bir vahyin olmadığının da en güzel delilidir. Resûlullâh, Rabbimizin vahyettiği her şeyi kimi ilgilendirdiğine bakmaksızın insanlığa tebliğ etmiş, bu da Kur’an’daki yerini almıştır.

 

  • Kur’an ayetleri Allah’ın bizzat belirlediği metotla birbirlerini açıklayacak şekilde dizayn edilmiştir. Kur’an’dan hikmet denilen çözümlere ulaşabilmek için bu metodu doğru uygulamak gerekir. Böyle bir durumda hiç beklemediğiniz bir ayet araştırdığınız herhangi bir konuda başka bir ayeti açıklayabilmektedir. Dolayısıyla bir ayet eğer Kur’an’da varsa kim bilir hangi sayısız konuda farklı ayetlerle bir bütün oluşturarak ne açıklamalara gebedir. Bu metod hakkında ayrıntılı bilgi edinmek için Fatih Orum’un Kur’an ve Sünnet Temelinde Kur’an’ı Anlama Usûlü adlı kitaba müracaat edilebilir.

HAZIRLAYAN: Erdem Uygan

Gayrimüslim satıcıdan kurbanlık hayvan satın alınır mı?

Kurbanlık hayvan satan kişinin Müslüman olması şart değildir. Önemli olan, sattığı hayvanın kurbanlık olmaya elverişli olması ve kurban ortaklarının hepsinin ibadet niyeti taşımasıdır. Buna dikkat edildikten sonra dini kimliğine bakılmaksızın herkesten kurbanlık hayvan satın alınabilir.

Kurban etinin üçte ikisini dağıtmak şart mıdır?

Kurban kesen kişi kestiği kurbanın etinden yiyebilir, bakmakla yükümlü olduğu ailesine yedirebilir. Bunun yanı sıra bir kısmını maddi durumlarına bakmaksızın akrabasına ve konu komşusuna, bir kısmını da kurban kesemeyen ve muhtaç durumda olan insanlara ikram eder. Bununla ilgili olarak Allah Teâlâ şöyle buyurmuştur:

“Sizin için bedence gelişmiş kurbanlık hayvanları Allah’a kulluğun simgelerinden yaptık. Onlarda sizin için fayda vardır. Sıra sıra dururlarken üzerlerine Allah’ın adını anın. Yanları yere yapıştığı zaman onlardan hem siz yiyin hem kendi halinden memnun olana ve hem de isteyene yedirin. Onları bu şekilde sizin hizmetinize verdik ki görevlerinizi yerine getiresiniz.” (Hac, 22/36)

İşte bu ayetten dolayı kurban etlerinin üç kısma ayrılması; bir bölümünün kurbanı kesende kalması, bir bölümünün eşe dosta, diğer bölümünün de fakirlere verilmesi müstehap kabul edilmiştir. Fakat kurban kesen kişinin ailesinin kalabalık olması ve maddi durumlarının iyi olmaması durumunda etin az bir kısmını dağıtıp geri kalanını ev halkı için ayırmasında bir sakınca yoktur. Bu durumda olanların etin tamamını kendileri için ayırması da yasak olmamakla birlikte yardımlaşma ve dayanışma ruhunun tamamen yok olmaması için en azından bir kısmının muhtaç durumda olan insanlara dağıtılmasında fayda vardır.

Hacca gidenler kurbanlarını niçin Mekke’de kesiyorlar?

Allah Teâlâ, İbrahim Aleyhisselâma hac ibadetini emrederken şöyle buyurmuştur:

İnsanların içinde o haccı ilan et ki yürüyerek ve bitkin binekler üzerinde bütün derin vadilerden geçerek sana gelsinler.

Gelsinler de kendi menfaatlerini görsünler; belli günlerde de Allah’ın onlara rızık olarak verdiği hayvanlardan en’âm (koyun, keçi, sığır ve deve) üzerine Allah’ın adını ansınlar. Onlardan hem siz yiyin hem de darda olan yoksula yedirin.” (Hac 22/27–28)

İşte bu ayete göre, hacca gitmiş olanlar normal zamanda ikamet ettikleri yerde kesmeleri gereken kurbanı hac zamanında Mekke’de (Mina’da) keseceklerdir. Fakat maddi imkanları olmayanlar tabii ki bu ibadetten sorumlu olmazlar.

Ayrıntılı bilgi için lütfen aşağıdaki linkleri de tıklayınız:

www.fetva.net/yazili-fetvalar/kurban-sadece-hacda-olanlarin-yerine-getirmesi-gereken-bir-ibadet-mi.html

www.fetva.net/goruntulu-fetvalar/hac-kurbani-ile-kurban-bayrami-kurbani-ayri-seyler-midir.html

“Allah’ım senden sana sığınırım” şeklinde bir dua var mıdır?

Evet, Resûlullâh aleyhissalâtu vesselâm’ın böyle bir duası vardır. O’nun şöyle dua ettiği rivayet edilir:

اللَّهُمَّ إِنِّي أَعُوذُ بِرِضَاكَ مِنْ سَخَطِكَ وَأَعُوذُ بِمُعَافَاتِكَ مِنْ عُقُوبَتِكَ وَأَعُوذُ بِكَ مِنْكَ

“Allah’ım! Gazabından rızana, cezandan affına ve senden yine sana sığınırım…” (Müslim, Salât, 222 (486)

Allah’ın kulları olarak yapmamız gerektiği halde yapmadıklarımızdan ve yapmamamız gerektiği halde yaptıklarımızdan dolayı Allah’ın gazabını/cezasını hak etmekteyiz. Cenâb-ı Hakk’ın bu gazabından bizi kurtarabilecek olan hiçbir şey/kimse/makam da yoktur. Bu durumda sadece O’nun engin merhametine sığınarak bizi affedip bağışlamasını isteyebiliriz. İşte O’ndan yine O’na sığınmamız böyle olur.

Nebîmize niçin birden fazla eş alması uygun görülmüştür?

Nebîmiz, Mekke hayatı boyunca tek eşliydi. Medine’de aldığı eşlerin her birinin farklı gerekçesi vardır. Mesela Aişe Validemiz gibi genç olanlar, onun en yakın öğrencisi gibi dini öğrenmiş ve insanlara öğretmişlerdir. Zeynep Validemiz ile evlenmesi, sırf evlatlık konusunun tamamen tarihe karışması içindir. Cüveyriye Validemiz ile evlenmesi, onun bütün kabilesinin Müslüman olmasına yol açarken esirlerle nasıl evlenileceği konusunda da insanlar örnek olmuştur. Bunlar tek tek incelendiğinde her birinin farklı bir sebebi olduğu ortaya çıkar.

Diyanet İslam Ansiklopedisi’nde konuyla ilgili şu bilgiler yer almaktadır:

“Çok evlilik konusunda Hz. Peygamber’in özel bir durumu olduğu şüphesizdir. Onun hayatının sonlarına doğru dokuz hanımı bir nikâh altında toplamış olması, bazı araştırmacılar tarafından dünyevî zevklere düşkünlükle yorumlanmak istenmiş ve konuyla ilgili bazı iddialar ileri sürülmüştür. Kendisinden önceki birçok peygamberin uygulamalarına, yaşadığı dönemle içinde bulunduğu çevrenin geleneklerine uyarak birden fazla kadınla evlenen ve evlât sahibi olan Hz. Peygamber’in çok evlilik sebeplerini şöylece özetlemek mümkündür:

1. Hz. Peygamber’in ilk evliliği, kendisi yirmi beş yaşında iken kırk yaşında olan ve yetimleri bulunan dul bir kadınla olmuştur. Hz. Hatice ile olan bu beraberliği yirmi beş yıl sürmüş, hayatının bu zinde döneminde başka bir kadınla evlenmemiştir. Onun vefatının ardından birkaç yıl yalnız yaşadıktan sonra elli beş yaşında bir dul olan Sevde ile evlenmiştir. Daha sonra da Hz. Âişe dışında evlendiği kadınların hepsi duldu. Bütün gençlik ve olgunluk çağını kendisinden on beş yaş büyük dul bir kadınla geçiren Hz. Peygamber’in evliliklerini beşerî zevklerini tatmin için yaptığını söylemek mümkün değildir.

2. Çok evliliği dört kadınla sınırlandıran âyet nâzil olduğunda Hz. Peygamber dokuz hanımla evli bulunuyordu. Âyet gereği, dörtten fazla hanımla evli olanlar dört tanesini seçmek zorundaydı. Bu durumda kocalarından ayrılan kadınların başka erkeklerle evlenmeleri mümkün olduğu halde Hz. Peygamber’in eşleri müminlerin anneleri sayıldığından boşanmaları halinde başkalarıyla evlenmeleri söz konusu değildi (bk. el-Ahzâb 33/53). Bu sebeple Resûl-i Ekrem’e has bir ruhsat olmak üzere hanımlarını nikâhı altında tutmasına izin verilmiştir.

3. Son peygamberin getirdiği yeni vahiy şüphesiz erkekler kadar kadınları da ilgilendiriyordu. Kadınlara yönelik tebliğlerde Hz. Peygamber’in hanımları eğitici ve öğretici görevi ifa ediyorlardı. Özellikle kadınlara has olup erkeğe sormaktan kaçınacakları şeyler hususunda Resûl-i Ekrem’in hanımları birer ilim ve fetva mercii olarak hizmet görüyordu. Bu alanda Hz. Âişe’nin özel bir yerinin olduğu bilinmektedir. Hz. Âişe Resûlullah’ın ölümünden sonra her yaştan insanların, bilhassa kadınların rahatlıkla başvurdukları bir merci olmuştur. Kendisine uzak bölgelerden bazı kişiler de mektupla başvurarak sorular yöneltirlerdi. Hz. Âişe bunlara yazılı olarak cevap verirdi.

4. Bu genel amaç ve sebeplerin dışında Hz. Peygamber’in, eşlerinin hemen her biriyle ilgili özel evlenme sebepleri de bulunmaktadır. Bunlar arasında, kocasının ölümü üzerine dul ve desteksiz kalan ve İslâm’a bağlılıkta sebat eden sahâbî kadınları himayesine alma, onları ödüllendirme (meselâ Sevde bint Zem‘a, Zeyneb bint Huzeyme, Hind bint Ebû Ümeyye), Araplar’ın içinde yerleşmiş yanlış anlayışları değiştirmede fiilen öncülük etme (meselâ Zeyneb bint Cahş), ashabın ileri gelenleriyle, köklü Arap kabileleri ve komşu topluluklarla akrabalık kurarak İslâm toplumunun bütünleşmesini sağlama (meselâ Hafsa bint Ömer b. Hattâb, Ümmü Habîbe bint Ebû Süfyân, Safiyye bint Huyey) gibi amaç ve sebepler sayılabilir.” (Kevser Kâmil Ali – Salim Öğüt, “Çok Evlilik”, Diyanet İslam Ansiklopedisi,  c: 8, s. 368)

Umre yapanların kesmesi gereken bir kurban var mıdır?

Bakara sûresi 196. ayette hac zamanı yapılan umreden bahsedilmektedir. Hac yapmaya gidip de hac zamanı gelinceye kadar umre yapanlar “hedy” (hacının yanında getirdiği kurbanlık hayvan) keserler. Fakat hac zamanı dışında yapılan umreden dolayı kurban kesilmesi gerekmez. Yani kısacası “umre kurbanı” diye bir şey yoktur.

Bakara sûresi 196. ayetin ilgili kısmı mealen şöyledir:

“… Güven içinde olursanız hacca kadar umreden yararlanan kişi, kolayında olan bir “hedy” keser. Bulamayan, üç gün hacda, yedi gün de geri döndüğünde oruç tutar. Toplamı on gün eder. Bu, ailesi Mescid-i Haram civarında oturmayanlar içindir. Allah’tan çekinerek kendinizi koruyun. Bilin ki Allah, vereceği sevap ile yapılan iş arasında sıkı bir bağ kurar.”

Benzer bir soru-cevap için lütfen aşağıdaki linki de tıklayın:

www.fetva.net/yazili-fetvalar/umreye-giden-herkesin-kurban-kesmesi-veya-oruc-tutmasi-mi-gerekiyor.html

Şükür kurbanı kesen kişi kestiği kurbanın etinden yiyebilir mi?

Allah’ın vermiş olduğu bir nimete, kulun teşekkür etmesi gayet normal bir davranıştır. Bu teşekkür makbul bir ibadet tarzı olabilir. Bunun için kurban da kesebilirsiniz, namaz da kılabilirsiniz, sadaka da verebilirsiniz. Eğer kurban keserseniz bundan fakirlere, konu komşuya verebileceğiniz gibi kendiniz ve aileniz de yiyebilirsiniz.

Lütfen aşağıdaki linkleri de tıklayınız:

www.fetva.net/yazili-fetvalar/yeni-bir-araba-alininca-kurban-kesmek-sart-midir.html

www.fetva.net/yazili-fetvalar/sukur-kurbaninin-etinden-ben-ve-cocuklarim-yiyebilir-miyiz.html

Kurban ortaklığında tek sayı kuralı mı var?

Hayır, bunun bir aslı yoktur. Büyükbaş bir hayvan en az bir, en fazla yedi kişi tarafından kurban edilebilir. 2, 3, 4, 5 veya 6 kişi de kurbana ortak olabilir. Mutlaka 7 ortak olması şart olmadığı gibi çift sayıda da ortak olabilir. Bunda hiçbir sakınca yoktur.

Kurban ortaklığı ile ilgili olarak aşağıdaki linkte bulunan soru-cevabı da okumanızı tavsiye ederiz:

www.fetva.net/yazili-fetvalar/buyukbas-hayvanlari-yediden-fazla-kisi-ortak-olarak-kesebilir-mi.html