Skip to content Skip to main navigation Skip to footer

Tag: Kur’an’ı anlama usulü

Kur’an’ı açıklama yetkisi kimdedir?

Kur’an’da “kendilerine ilim verilenler” ifadesi ile kimler kast ediliyor?

Allah’ın gönderdiği Kitabı okuyarak ondan doğru hükümler çıkaracak olanlar insanlardır. O halde Rabbimiz bu metodun tüm detaylarını Kitabında bizlere göstermiş olmalıdır:

إِنَّآ أَنزَلْنَآ إِلَيْكَ ٱلْكِتَٰبَ بِٱلْحَقِّ لِتَحْكُمَ بَيْنَ ٱلنَّاسِ بِمَآ أَرَىٰكَ ٱللَّهُ ۚ وَلَا تَكُن لِّلْخَآئِنِينَ خَصِيمًا

“Gerçekleri içeren bu Kitabı sana biz indirdik ki insanlar arasında Allah’ın gösterdiği (yöntem) ile hükmedesin. Sakın hainlerin savunucusu olma!” (Nisâ, 4/105)

İşte bu metot için Kur’an’da “ilim” ifadesi kullanılır:

وَلَقَدْ جِئْنَاهُم بِكِتَابٍ فَصَّلْنَاهُ عَلَىٰ عِلْمٍ هُدًى وَرَحْمَةً لِّقَوْمٍ يُؤْمِنُونَ

“Onlara, bir ilimle açıkladığımız Kitap getirdik; inanan topluluk için rehber ve ikramı bol olan kitap.” (A’râf, 7/52)

Kur’an’ın Allah’ın Kitabı olduğunu anlama bağlamında önceki ilahi kitaplarda bulunan aynı metodu bilen kişiler için “kendilerine ilim verilmiş kişiler (أوتوا العلم)” ifadesinin kullanıldığını görmekteyiz. İlim ile kast edilenin de metot bilgisi olduğunu şu ayetlerden anlayabiliyoruz:

 وَبِالْحَقِّ أَنزَلْنَاهُ وَبِالْحَقِّ نَزَلَ وَمَا أَرْسَلْنَاكَ إِلاَّ مُبَشِّرًا وَنَذِيرًا وَقُرْآناً فَرَقْنَاهُ لِتَقْرَأَهُ عَلَى النَّاسِ عَلَى مُكْثٍ وَنَزَّلْنَاهُ تَنزِيلاً قُلْ آمِنُواْ بِهِ أَوْ لاَ تُؤْمِنُواْ إِنَّ الَّذِينَ أُوتُواْ الْعِلْمَ مِن قَبْلِهِ إِذَا يُتْلَى عَلَيْهِمْ يَخِرُّونَ لِلأَذْقَانِ سُجَّدًا وَيَقُولُونَ سُبْحَانَ رَبِّنَا إِن كَانَ وَعْدُ رَبِّنَا لَمَفْعُولاً وَيَخِرُّونَ لِلأَذْقَانِ يَبْكُونَ وَيَزِيدُهُمْ خُشُوعًا

“Biz onu tümüyle gerçek olarak indirdik ve tümüyle gerçek olarak indi. Seni de sadece müjdeci ve uyarıcı olarak gönderdik. Biz onu kur’ân halinde (küme küme) ayırdık ki insanlara aralıklarla öğretesin (kıraat edesin). Onu parça parça indirdik. De ki “Siz ona ister inanın, ister inanmayın. Bundan önce kendilerine “o ilim” verilmiş olanlara okunduğu (tilavet edildiği) zaman çenelerinin üstüne kapanıp secde ederler.” Derler ki “Rabbimize boyun eğeriz; demek ki Rabbimizin verdiği söz gerçekleşmiş.” Çenelerinin üstüne kapanır ağlarlar.  Bu onların saygısını artırır.” (İsrâ, 17/105-109)

Burada dikkatlerin çekildiği yer bu Kitabın bir metodunun olduğudur. Çünkü Kitabın ayet kümeleri (kur’an’lar) halinde ayrıldığından ve bunun “kıraat” edilmesinden bahsedilmektedir. Kıraat etmek ayet kümeleri oluşturarak yani ayetler arasındaki ilişkiler (muhkem-müteşabih ilişkisi) gözetilerek kur’an’lar oluşturmak üzere okumaktır. Ayette kendilerine “o ilim” verilmiş kişilere ise kıraat değil, “tilavet” edildiğinden bahsedilmektedir. Genelde tilavet kelimesi de okumak olarak çevrilmektedir; ancak bu okumanın kıraatten bir farkı olmak zorundadır. Tilavet kelimesinin bir yolu takip etme manası göz önüne alınırsa kendilerinde “o ilim” bulunan kişilerin bildikleri o metodu takip etmeleri sağlanacak şekilde bir okuma yapıldığı anlaşılır. Bu ayetlerde yine Kur’an’ı anlama metodu ile ilgili bilgiler verilmekte[1] “o” ilmin verildiği önceki kitapların mensuplarından bahsedilmektedir. Dolayısıyla burada da “o ilim”den kasıt, metot bilgisidir. Kendi kitaplarındaki bu metodu bilen kişiler aynı metodun Kur’an’da da olduğunu görünce bekledikleri kitabın geldiğini anladıklarından secdeye kapanmakta ve Âl-i İmrân sûresi 81. ayette bahsedilen sözü kastederek “Rabbimizin verdiği söz gerçekleşmiş” demektedirler.[2] Nitekim aynı durum Kasas sûresi’nde de “tilavet” kelimesi kullanılarak anlatılmaktadır:

 الَّذِينَ آتَيْنَاهُمُ الْكِتَابَ مِن قَبْلِهِ هُم بِهِ يُؤْمِنُونَ  وَإِذَا يُتْلَى عَلَيْهِمْ قَالُوا آمَنَّا بِهِ إِنَّهُ الْحَقُّ مِن رَّبِّنَا إِنَّا كُنَّا مِن قَبْلِهِ مُسْلِمِينَ

“Kendilerine bundan önce kitap verdiklerimiz buna da inanıp güveneceklerdir. Onlara okununca (tilavet edilince) şöyle diyeceklerdir: Biz ona inandık. O da Rabbimizden gelen gerçek Kitaptır. Biz daha önce de teslim olmuş (müslüman) kimselerdik.” (Kasas, 28/52)

Burada “kendilerine Kitap verdiklerimiz” ifadesinden sonra tilavet kelimesinin kullanılması bu kişilerin kendi kitaplarından dolayı metodu bildiklerini gösterir. Zaten Kur’an’ın kendilerine tilavet edilmesiyle birlikte hemen onun “gerçek” olduğuna inanmaları, tanıdıkları metodu içermesinden dolayı olmalıdır. Çünkü kitabın “gerçek” olduğunun anlaşılması konusu bu ayette geçmeyen “kendilerine o ilim verilenler” ifadesiyle de başka bir ayette kullanılmıştır:

 وَيَرَى الَّذِينَ أُوتُوا الْعِلْمَ الَّذِي أُنزِلَ إِلَيْكَ مِن رَّبِّكَ هُوَ الْحَقَّ وَيَهْدِي إِلَىٰ صِرَاطِ الْعَزِيزِ الْحَمِيدِ

Kendilerine o ilim verilenler, Rabbinden sana indirilenin, gerçek olduğunu, daima üstün ve yaptığını güzel yapanın yolunu gösterdiğini anlayacaklardır.” (Sebe, 34/6)

HAZIRLAYAN: Erdem Uygan

Kur’an’da geçen ilim ifadelerinin metoda vurgu yaptığına dair daha geniş bilgi için lütfen aşağıdaki linklerde bulunan yazılarımızı da inceleyiniz:

www.suleymaniyevakfi.org/kuran-arastirmalari/kurani-anlama-ilmi.html

www.suleymaniyevakfi.org/kuran-arastirmalari/kuranda-ilim-ifadesinin-metot-baglaminda-kullanimi.html

[1] İsra 106. ayetin metotla ilişkisinin ayrıntısı için bkz: Kur’an’ın Öğrettiği Kavramlar Serisi – Kur’an Kavramı – Erdem Uygan veya Kur’an’ı Anlama Usulü – Dr. Fatih Orum – Süleymaniye Vakfı Yayınları.

[2] Kendi kitaplarını tasdik eden kitapla birlikte gelecek olan elçiye inanma ve yardımcı olma sözü.

Âl-i İmrân sûresi 81. ayeti nasıl anlamamız gerekiyor?

Sorunuzla ilgili olarak aşağıda bulunan yazıyı okumanızı tavsiye ederiz. Zira bu yazı, sorunuza ayrıntılı şekilde bir cevap niteliğini taşımaktadır:

“Tüm nebîler, önceki ilâhî Kitapları tasdik edici olarak gelir. Bu, onların nebî olduğunun da bir tür belgesidir. Şu ayet bu açıdan önemlidir:

“Allah nebîlerden söz aldığı gün onlara, ‘Size bir Kitap ve hikmet veririm de elinizde olanı tasdik eden bir elçi gelirse ona kesinlikle inanacaksınız ve destek vereceksiniz.’ demişti. (Âl-i İmrân, 3/81)

Yukarıdaki ayette, nebîlerden alındığı söylenen misak/söz, onlar aracılığıyla ümmetlerinden alınan sözdür. İnsanlar bu sözü, ellerindeki Kitab’a iman etmekle vermiş olurlar. Bu söz, ilâhî bir kitaba bağlı olup bir nebî beklentisi içinde bulunanlara, ellerindeki kitabı tasdik eden bir nebî geldiğinde, ona inanıp destek olma sorumluluğu yükler. Bu sorumluluktan dolayı Ehl-i Kitab’a, ilk inkar edenlerin kendileri olmaması öğütlenmiştir. (Bakara 2/41) Yine bundan dolayı, ellerindeki Kitab’ı tasdik eden bir resûle inanırlarsa kendilerine iki kat ecir verileceği bildirilmektedir. (Kasas 28/54) Bu sorumluluk, Kur’ân’a hâlâ inanmamış olan tüm Ehl-i Kitap için geçerlidir. Ayette resûl kelimesinin geçmesinin bu yönüyle önemi olmalıdır. Çünkü insanlar, ellerindeki ilâhî bir Kitab’a iman etmekle vermiş oldukları sözü, bir nebînin yanı sıra Allah’ın Kitabı’nı tebliğ eden bir resûle inanarak da yerine getirebilirler.

Resûlullah’ın çağdaşı ve muhatapları olmayanlar için, ellerindeki kitabı tasdik eden resûl, Kur’ân’ı tebliğ eden kişilerdir. Bu, nihayetinde tasdik edenin Kur’ân olması anlamına gelir. Gerçekten de kendisine kitap verilen nebî, resûl vasfıyla kitabı tebliğ ettiği için musaddik olan hem resûl hem de kitaptır. Şu iki ayet bunu göstermektedir:

“Günü geldi, Allah katından onlara, ellerinde olanı doğru sayan bir kitap ulaştı. Daha önce onun, inanmayanlara karşı önlerini açacağını umuyorlardı. Ne zaman ki o geleceğini önceden bildikleri Kur’ân onlara ulaştı, onu görmezlikten geldiler. Allah’ın laneti o kâfirler üzerinedir.” (Bakara 2/89)

“Ne zaman Allah katından, ellerinde olanı doğrulayan bir elçi gelse kendilerine Kitap verilenlerden bir grubu tutar, Allah’ın kitabını sırtlarının gerisine atarlar. Sanki bunu bilmiyorlarmış gibi yaparlar.” (Bakara 2/101)

Yukarıdaki iki ayet birlikte düşünüldüğünde, kitap ve resûl kelimelerinin aynı anlama geldiği görülür. Çünkü insanlara “ellerinde olanı doğrulayan bir elçinin gelmesi”, ancak Kitap’la olur. Elçiler, kitabı tebliğ ettiğine göre,[1] onların gelmesi, kitabın yani risâletin gelmesi anlamına gelir. Yukarıda, 89. ayette, Ehl-i Kitab’ın bir nebî beklentisi içinde olduğu, o nebînin gelmesi ile kafirlere karşı bir güç kazanacaklarını umdukları, nitekim bekledikleri nebî geldiğinde, onun beklenen nebî olduğunu anlamalarına rağmen inkar ettikleri bildirilmektedir. Ehl-i Kitab’ın, Resûlullah’ın beklenen nebî olduğunu anlamaları, Kur’ân’ın ellerindeki kitabı tasdik etmesi ile mümkün olmuştur. Nitekim Resûlullah’tan mucize isteyenlere, Kur’ân’ın, ellerindeki kitaplar’ı tasdik eden ayetleri ihtiva etmesinin, onlar için yeter bir delil olduğu hatırlatılarak şöyle cevap verilmiştir:

“Sana indirdiğimiz kitaptan kendilerine okudukların, onlar için yeter delil değil mi?” (Ankebût 29/51)

Tasdik, külli olmayabilir. İlahi kitaplar, kendilerinden önceki kitapların bir kısmını daha hayırlısıyla nesh edebilir. İsâ (a.s.), Tevrat’ı tasdik edici olarak gelmesinin yanı sıra haram kılınan bazı şeyleri de helal kılmak için geldiğini söylemiştir:

“Ben, önümdeki Tevrat‘ı tasdik eden ve size haram edilmiş bazı şeyleri helâl etmek için gelen bir elçiyim. Size Rabbinizin bir belgesini de getirdim, Allah’tan korkun ve bana itaat edin.” (Âl-i İmrân 3/50)

Kur’ân’ın önceki ilâhî kitapları tasdiki, o kitaplarda bulunan ve Kur’ân’ın da misliyle nesh ettiği ayetler için geçerlidir. Yüce Allah şöyle buyurmaktadır:

“Kendinde olanla öncekileri onaylayan ve koruma altına alan bu kitabı, sana hak olarak indirdik. O halde aralarında Allah’ın indirdiği ile hükmet. Sana gelen doğruları bırakıp onların arzularına uyma.” (Mâide 5/48)

Yukarıdaki âyette geçen Kitab kelimesinin iki defa tekrarlanmış olması, bunu gösterir. Yani Kur’ân, kendisinde olan âyetler nisbetinde önceki kitapları tasdik etmiş olur. Ayrıca âyette geçen “müheymin” kelimesi de bunu desteklemektedir. Kur’ân’ın önceki kitaplar üzerinde müheymin olması, o kitaplardakilerin Allah’ın âyetleri olup olmaması konusunda son söz sahibi olması anlamındadır.[2] Kur’ân’ı kabul etmek, tüm ilâhî kitapları kabul etmek anlamına gelir. Tüm nebî ve kitaplara iman etmek de ancak böyle mümkün olur.

Sonuç olarak Kur’ân, önceki kitapları büyük oranda tasdik etmiştir. Bu, misliyle nesihtir. Önceki kitaplardaki bir kısım hükümleri de daha hayırlısı ile neshetmiştir. Ayrıca Kur’ân, önceki kitaplarda gizlenen veya üzerinde ihtilaf edilen konuları da tebyin etmiştir.”

KAYNAK: Fatih Orum, Kur’an ve Sünnet Temelinde Kur’ân’ı Anlama Usûlü, Süleymaniye Vakfı Yayınları, İstanbul, 2013, s: 137-140.

 


[1]           Mâide 5/67, 92; Nahl 16/35, 82; A’râf 7/62, 68, 79, 93; Hûd 11/57; Ahkâf 46/23; Ahzâb 33/39.

[2]           Zemahşerî, el-Keşşâf, II, 246.