Skip to content Skip to main navigation Skip to footer

Blog

Gayrimüslim ülkelerde mahkemeye başvurmak küfür müdür?

Sözünü ettiğiniz ayetler şöyledir:

60. “Şunları görmez misin? Hem sana indirilene hem senden önce indirilene inandıklarını sanıyorlar hem de o azgının / tağutun önünde yargılanmak istiyorlar. Oysa bunlara, onları tanımama emri verilmiştir. O şeytan ise bunları derin bir sapıklığa düşürmek istemektedir.

61. Onlara “Allah’ın indirdiğine ve bu Elçi’ye gelin” dendiği zaman, o münafıkların senden büsbütün uzaklaştıklarını görürsün.

62. Kendi elleriyle yaptıkları yüzünden başlarına bir iş geldiğinde halleri ne olacak? O zaman sana gelip Allah’a yemin ederek diyecekler ki, “Biz sadece iyilik etmek ve arayı bulmak istemiştik.”

63. Onlar var ya onlar! Onların kalplerinde olanı Allah bilir. Onlara karşı dikkatli ol, öğüt ver, Onların içlerine işleyecek etkili sözler söyle.

64. Biz hangi elçiyi gönderdiysek, bizim bilgimiz altında kendisine boyun eğilsin diye göndermişizdir. Onlar kendi­lerini kötü duruma düşürdüklerinde sana gelseler ve (senin huzurunda) Allah’tan bağış dileselerdi, sen de onla­rın bağışlanması için dua etseydin, o zaman Allah’ın tevbeleri kabul ettiğini ve ne kadar merhametli olduğunu elbette göreceklerdi.

65. Hayır; Rabbine and olsun ki bunlar inanmazlar. Ama aralarında çekiştikleri şeylerde seni hakem yapar, sonra verdiğin kararı, içlerinde bir sıkıntı duymadan kabul eder ve tam olarak teslim olurlarsa o başka.” (Nisa, 4/60-65)

Bu ayetleri dikkatle düşünürseniz bunların sizin durumunuzda olan biri ile ilgili olmadığını kolayca anlayabilirsiniz. Bulunduğunuz yerde hakkınızı almanın tek yolu onların mahkemesine gitmek olduğu için gidebilirsiniz.

Ölen kardeşimin karısı ile imam nikâhı kıyabilir miyim?

Yalnız kaç-göçün önlenmesi ve kadınla erkeğin haram işlemek­sizin bir araya gelerek konuşabilmeleri ve gezebilmeleri için kıyılan ayrı bir nikâh çeşidi yoktur. Bir tek nikâh vardır ve o nikâh kıyılınca evlilik dönemi başlar. Artık kadınla erkek birer evli çift olmuş olurlar. Bu yüzden ölmüş kardeşinizin geride kalan eşinin ve ailesinin onayı ile kıyacağınız bir nikâhla o artık sizin eşiniz olur, eşe ait bütün haklara sahip olur.

Lütfen aşağıdaki linki de tıklayın:

www.fetva.net/yazili-fetvalar/erkek-kardes-olen-abisinin-hanimini-es-olarak-alabilir-mi.html

Network marketing caiz midir?

Görünüşte bu bir mal veya hizmet alımıdır. Fiyatlar her ne kadar fahişse de alıcıyla satıcı anlaştığı taktirde yapılacak bir şey yoktur. Gerçekte bu işlem bir malın satın alınması maksadıyla yapılmamaktadır. Asıl maksat o yolla sisteme girmek, grup oluşturmak ve o grubun paralarının bir kısmını almaktır. Bir malı satın almakla böyle bir gelir elde etme arasında meşru bir ilişki yoktur. Burada zincirleme olarak insanların birbirlerini sömürmesi, herkesin bir başkasının sırtından kazanç elde etmesi hedeflenmektedir. Bu yolla elde edilecek kazanç haramdır. Meşru bir alışveriş görüntüsü altında zihinleri karıştırarak gayri meşru bir kazanca zemin hazırlaması sebebiyle bu işlem aynı zamanda büyük bir aldatma içermektedir.

Allah Teâlâ şöyle buyurur:

“Mümin­ler, mallarınızı aranızda batıl yolla değil, karşılıklı rızaya dayalı ticaretle yiyin. Kendinizi öldürmeyin; Allah size karşı merhametlidir.” (Nisa 4/29)

Geniş bilgi için lütfen aşağıdaki linki tıklayınız:

www.fetva.net/yazili-fetvalar/network-marketing-neden-caiz-degil.html

Alışverişten vazgeçen müşteri ceza öder mi?

Alım satım, tarafların anlaşıp “aldım” ve “sattım” demeleriyle gerçekleşir. Malın teslimi, satışın şartı değil, doğurduğu sonuçlardan biridir. Bundan sonra alıcı, malı teslim almaktan vazgeçemez. Malı almalı ve bedelini anlaşmaya göre ödemelidir.

Satıcı razı olursa müşteri malı geri verebilir. Geri verme, yeni bir satış sayılacağı için farklı fiyatla olabilir. Böylece satıcının bir kısım zararı da karşılanmış olur.

Zayıf hadisle amel edilir mi?

Hadis kitaplarında yer alan hadislere “sahihlik”, “zayıflık” vasfı, anlamlarının Kur’an’a uygunluğuna göre değil; rivayet zincirlerinin sahih olup olmamasına göre verilmiştir. Kendisine “sahih” vasfı verilen hadis, onu kitabına alan âlime ve senedine göre sahihken aynı hadis bir başka âlime göre sahih olmayabilir. Bu yüzden temel ölçüt daima Kur’an olmak durumundadır. Yani bir hadis senet itibariyle sahih olsa ama anlamı Kur’an’a açıkça aykırı olsa onunla amel edilmez. Bunun gibi senedi zayıf görülen ama anlamı Kur’an’a uygun hadislerle amel edilebilir. Fakat hadis kitaplarında zayıf hadislerle amel meselesi anlatılırken bu konu üzerinde pek durulmaz. Kitaplarda anlatılan, Kur’an’da yer almayan bazı faziletli ameller/ibadetler konusunda gelen zayıf hadislerle amel edilip edilmeyeceğidir. Bu konuda Subhi es-Salih’in söyledikleri gerçekten kayda değerdir. Okumanızı tavsiye ederiz:

“Fezâil-i a’mâl (amellerin faziletleri) mevzuunda zayıf hadisle amel etmek caizdir” sözünü herkes söyler durur. Bu sözle, rivayetinde müsama­halı davrandıkları, kendilerince sahih olmayan bütün hadisleri bu gruba katarlar ve böylece sabit ve malum bir esasa dayanmadan bir­çok prensipleri dine ilâve ederler. Aradan asırlar geçmesine rağmen bu söz, Ahmed b. Hanbel, Abdurrahman b. Mehdî ve Abdullah b. Mübârek gibi üç büyük Hadis imamının söylediği buna benzer bir sözün aks-i sadâsıdan başka bir şey değildir. Bu üç büyük imâmın sözü şudur: “Helâl ve haram mevzuunda bir şey rivayet ettiğimizde pek sıkı, fezâil ve benzeri mevzularda bir şey rivayet ettiğimizde de müsa­mahakâr davranırdık.”

Bu imamların sözleri tam olarak anlaşılmamıştır. Nasıl ki bizim nazarımızda sahîh’in mukabili zayıfsa, onların pek sıkı davranmak sözünden kastettikleri de, böyle karşılığı olan bir şey değildir. Helâl ve harama dâir bir şey rivayet ettiklerinde daha temkinli davranarak ancak hadisin en yüksek derecesinde bulunanlarla ihticâc ediyorlardı ki, bu da kendi zamanlarında ittifakla “sahih” diye adlandırılan dere­cedir. Helâl ve haram ile ilgisi olmayan, fezâile dâir bir şey rivayet ettiklerinde pek sıkı davranmak ve sadece sahihleri rivayet etmek zaruretini duymuyorlar, aksine mertebece sahihten aşağıda bulunup, kendi asırlarında henüz yerleşmemiş bir tabir olan Hasen’i de kabule taraftardırlar. Her ne kadar hasen, kendilerinden sonra zayıf adı verilen hadislerden mertebece daha üstün görülüyorsa da, mütekaddimînin ıstılahında zayıf hadisin bir nev’i olarak kabul ediliyordu. Halk bu imamların fezâil babında müsamahalı davranmaları sözüyle, sahih derecesine varmayan hasen hadisleri rivayete elverişli bulmaları şek­linde anlasalar bile, “Fezâil-i a’mâlde zayıf hadisle amel etmek caiz­dir” sözünü pek doğru bulmuyorlardı.

Şu noktada hiç şüphe yoktur ki, -din nazarında- zayıf rivayetler ne şer’î bir hüküm, ne de ahlâkî bir fazilet için kaynak olur; zira zan, gerçekten hiçbir şey ifade etmez. Fezâil de ahkâm gibi dinin esas prensiplerindendir. Binaenaleyh bu prensipleri çürük bir temel üzerine, paramparça olacağı bir uçurum kenarına bina etmek doğru olamaz.

Müsamahakâr davrananların, fezâil-i a’mâl mevzuunda zayıf hadis rivayet edebilmek için öne sürdükleri şartlar ne kadar çok ve müsait olursa olsun, anlattığımız sebebe binaen bunu kabul etmiyoruz. Bilindiği üzere bu şartlar üç tanedir:

1 – Rivayet edilen hadis pek zayıf olmayacak.

2 – Kitap veya sahîh sünnetle sabit olan bir asla dayanacak.

3 – Kendinden daha kuvvetli bir delile muhalif olmayacak.

Zayıf hadis rivayetini – bu şartlara rağmen – kabul etmiyoruz.

Gerek şer’î ahkâm ve gerekse fezâil babında, elimizde, başkasına lüzum bırakmayacak kadar çok sahîh ve hasen hadis vardır. Biz -bu şart­ların çokluğuna rağmen- zayıf hadislerin sabit olduğuna bir türlü inanamıyoruz. Böyle olsaydı ona hiç zayıf der miydik? Hâsılı, zayıf hadisler hakkında şüphe etmekten kendimizi alamıyoruz. Zaten dinde, yakînî olmayan şeylerin hiçbir değeri yoktur.” (Subhi es-Sâlih, Hadis İlimleri ve Hadis Istılahları, Tercüme: M. Yaşar Kandemir, 4. Bs, Ankara, 1986, s: 177-180)

Secdeye giderken önce alın mı yere konur, burun mu?

Namaz kılan kişi rukûdan sonra “semiallâhu li men hamideh” diyerek doğrulur ve “Rabbenâ leke’l-hamd” der. Bundan sonra “Allahu Ekber” diyerek secdeye kapanır. Secdede kişi alnını, burnunu, avuçlarını, iki dizini ve iki ayakuçlarını yere koyar. Alın veya burundan hangisinin önce yere konulacağına dair herhangi bir emir yoktur. Önemli olan bunların secde esnasında yerde olmasıdır. 
 
Konuyla ilgili olarak Peygamberimizden rivayet edilen hadisler şöyledir:
 
“Resulullah aleyhissalâtu vesselâm buyurdu ki: “Ben yedi kemik üzerine secde etmekle emrolundum: Alın -ve eliyle burnunu işaret etti- eller, diz kapakları, ayakların etrafları. Ne elbiseleri ne de saçı (secde sırasında) toplamayız.” (Buhârî, Ezan 133, 134, 137; Müslim, Salât 227-231 (490); Ebu Dâvud, Salât 155; Tirmizî, Salat 203; Nesâî, İftitah 130; İbn Mâce, İkâmet 19)
 
Abdullah İbn Ömer radıyallâhu anhümâ, Resulullah aleyhissalatu vesselâm’a nisbet ederek buyurdu ki: “Eller de secde eder, tıpkı alnın secde etmesi gibi. Öyleyse, biriniz alnını secdeye koyunca ellerini de koysun. Alnı secdeden kaldırdı mı onları da kaldırsın.” (Eb Dâvud, Salât 155; Nesâî, İftitah 129).
 
Bera radıyallâhu anh anlatıyor: “Resulullah aleyhissalâtu vesselâm buyurdular ki: “Secde ettiğin zaman ellerini yere koy, dirseklerini (havaya) kaldır.” (Müslim, Salât 234, (494); Tirmizî, Salât 202).
 
Abdullah İbnu Malik İbni Buhayne radıyallâhu anh anlatıyor: “Resulullah aleyhissalâtu vesselâm namazda secdeye gidince ellerinin arasını, koltuk altı beyazlıkları görününceye kadar açardı.” (Buhârî, Ezân 130, Müslîm, Salât 235, (495); Nesâî, İftitah 52).
 
Tirmizi’nin bir rivayetinde şöyle gelmiştir: “Berâ’ya: “Resulullah aleyhissalatu vesselam secde edince yüzünü nereye koyardı?” diye sordum. “Ellerinin arasına” diye cevap verdi.” (Müslim, Salât 234, (494); Tirmizî, Salât 202).

Bakara Suresi 54. ayette yer alan “nefislerinizi öldürün” ne manaya gelir?

Bakara suresinin 54. ayeti mealen şöyledir:

“Bir gün Musa ulusuna şöyle seslenmişti: “Ey ulusum! Siz o buzağıya tutulmakla kendinizi kötü duruma düşürdünüz. Hemen Yaratıcınıza tevbe edin, sonra kendinizi öldürün. Bu, Yaratıcınız katında sizin için daha iyidir.” Sonra Allah tevbenizi kabul etmişti. O, tevbeleri kabul eder, ikramı boldur.”

Ayetteki “Nefislerinizi öldürün” ifadesi “birbirinizi öldürün” anlamındadır. Nitekim buna benzer bir ifade yine aynı surenin 85. ayetinde de geçmektedir.

Bu konu Tevrat’ta şöyle geçer:

“Musa ordugâhın girişinde durdu, «RAB’den yana olanlar yanıma gelsin!» dedi. Bütün Levililer çevresine toplandı.

Musa şöyle dedi: «İsrail’in Tanrısı RAB diyor ki: “Herkes kılıcını kuşansın. Ordugâhta kapı kapı dolaşarak kardeşini, komşusunu, yakınını öldürsün.»

Levililer Musa’nın buyruğunu yerine getirdiler. O gün halktan üç bine yakın adam öldürüldü.

Musa, «Bugün kendinizi RAB’be adamış oldunuz» dedi, «Herkes öz oğluna, öz kardeşine düşman kesildiği için bugün RAB sizi kutsadı.» (Tevrat: Çıkış, 32/26-29)

Bu cevabın videosunu izlemek için lütfen aşağıdaki linki tıklayınız:

www.fetva.net/goruntulu-fetvalar/bakara-suresi-54-ayette-gecen-nefislerinizi-oldurun-ne-manaya-gelir.html

Abdestten önce çamaşır kontrolü yapmak gerekir mi?

Her abdest öncesinde iç çamaşırın kontrol edilmesi gerekmez. Fakat küçük abdestinizi yaptıktan sonra sızma olmaması için istibra yapmanız gerekir. İstibra sayesinde sızmanın ve dolayısıyla çamaşırın kirlenmesinin önüne geçmiş olursunuz.

Daha geniş bilgi için şu linke girebilirsiniz.

www.fetva.net/yazili-fetvalar/istibra.html

Uyku ve yellenmek abdesti bozar mı?

Mâide sûresinin 6. ayetine göre tuvalete gitmek yani orada ihtiyaç gidermek abdesti bozar. Tuvalette olan eylemlerden biri de yellenmek, gaz çıkarmak olduğuna göre bunun abdesti bozacağı açıktır.

Uyku halinde ise kişinin farkında olmadan abdestinin bozulmuş olması ihtimalinin derecesine itibar edilir. Bu sebeple yatarak derin uykuya dalmak abdesti bozar. Uyku ile uyanıklık arasındaki hal ise bozmaz.

www.fetva.net/yazili-fetvalar/yellenmek-neden-abdesti-bozar.html

Karabasan var mıdır?

Türkçe karabasan olarak bilinen olay “uyku felci” olarak tarif edilmektedir. Bu, uyandıktan sonra bedenin geçici olarak hareket edememesi halidir. Bunun sırtüstü yatmak, düzensiz uyumak gibi fiziksel; stres gibi psikolojik sebepleri olabilir. (Bkz: Wikipedia) Karabasan denilen bu olay cinlerden de kaynaklanıyor olabilir. Zira cinlerin insanları çeşitli şekillerde etki altına soktukları bir gerçektir. Onlar da bizim gibi akıllı ve şuurlu varlıklardır. Bir bölümünün işi gücü kötülük yapmaktır. Fakat bu gibi durumlarda endişelenecek bir şey yoktur. Akşam yatarken İhlâs, Felak ve Nâs surelerini anlamları ile birlikte okursanız inşaallah bundan sonra tekrarlanmaz.

Resulullah (sav) cinlerden ve insanın göz (değmesi)’nden (çeşitli dualar okuyarak) Allah’a sığınırdı. Muavvizeteyn (Felak ve Nâs sûreleri) nazil olunca bu iki sureyi esas aldı, diğerlerini terketti. (Tirmizi, Tıbb 16; İbn Mace, Tıbb 33)

Hz. Âişe (radıyallâhu anhâ) anlatıyor: “Hz. Peygamber (aleyhissalâtu vesselâm) her gece yatağına girdiği zaman, ellerine üfleyip Muavvizeteyn’i ve Kul hüvallahu ahad’i okur ellerini yüzüne ve vücuduna sürer ve bunu üç kere tekrar ederdi. Hastalandığı zaman aynı şeyi kendisine yapmamı emrederdi.” (Buhari, Fedâilu’l-Kur’ân 14, Tıbb, 39, Daavat 12; Müslim, Selâm 50; Tirmizi, Daavât 21; Ebu Dâvud, Tıbb 19)

Rüyanın insan hayatındaki yeri ve önemi nedir?

İnsan, ruh ile bedenin birleşiminden oluşur. Ruh, bedeni ev gibi kullanır. Uykuda çıkar gider; uyanınca geri gelir. Ölen beden, yıkılan ev gibidir; yeniden yaratılıncaya kadar ruh oraya dönmez. Şu âyet bunu anlatır:

“Allah ölümü esnasında ruhları alır, ölmeyenlerinkini de uykuda alır. Ölümüne hükmettiğini tutar, ötekini belli bir vakte kadar salıverir. Düşünen bir toplum için bunda belgeler vardır.” (Zümer 39/42)

Uyuyan ve ölen bedendir. Ruh ne ölür, ne de uyur. Kur’ân bize, ölmüş bedenden ayrılan ruhun yapacağı şu konuşmayı bildirir:

“Onlardan birine ölüm gelince der ki: “Rabbim! Beni geri çeviriniz. Belki terk ettiğim dünyada iyi bir iş yaparım. Hayır; bu onun söylediği sözdür. Arkalarında yeniden dirilecekleri güne kadar berzah (engel) vardır.” (Müminun 23/99-100)

Demek ki, ölenin ruhu ile uyuyanın ruhu aynı yere gitmekte ve bir birleriyle buluşmaktadır. Düşünen herkes bununla rüya arasında ilişik kurar. Buluşan ruhlar konuşabilir ve biri diğerine bilgi aktarabilir. Peygamberimizin dedesi Abdulmuttalib gördüğü rüyâ üzerine uzun zamandan beri kaybolup gitmiş olan Zemzem kuyusunu ve oradaki hazineyi bulup çıkarmıştı.

Kur’an’da çok sayıda rüya örneği vardır. Yusuf aleyhisselamın rüyası, onunla hapse girmiş iki kişinin rüyaları ve kralın rüyası Yusuf Suresinde anlatılır. Sâffât Suresi 102’den 110’a kadar İbrahim aleyhisselamın rüyasını; Fetih suresi 27. ayet de Peygamberimizin rüyasını anlatır. Bunların rüyası yoruma ihtiyaç göstermeyecek şekilde açıktır.

Rüya Yorumu

Yusuf aleyhisselamın yorumladığı bir rüyayı görüp yorumlama konusunu anlamaya çalışalım:

Mısır Kralı şöyle demişti:

“Ben, yedi semiz ineği yedi zayıf ineğin yediğini; yedi yeşil başak ve bir o kadar da kuru başak görüyorum. Ey ileri gelenler! Rüya yorumlamayı biliyorsanız rüyamı doğru yorumlayın.” (Yusuf 12/43-49)

Dediler ki: “Bunlar karışık rüyalar; biz böyle rüyaların yorumunu bilmeyiz.”

Zindandan kurtulan iki kişiden biri, nice zaman sonra Yusuf’u hatırladı ve: “Ben size onun yorumunu bildireceğim, bana müsaade edin” dedi. Sonra Yusuf’a geldi, o da rüyayı yorumladı ve dedi ki:

“Yedi yıl sürekli ekim yapın, bütün hasadı başağında bırakın; yiyeceğiniz az bir kısım başka. Sonra arkadan yedi kıtlık yılı gelir, bütün biriktirdiğinizi yer tüketir; sakladığınız az bir kısım başka. Sonra arkadan, halkın rahat edeceği bir yıl gelir, o zaman da sıkıp sağarlar.”

Rüya yorumu, rüyadaki sembollerle günlük hayattaki olaylar arasındaki benzerliğe bakılarak yapılır. Bu ilgiyi kuramayanlar o yorumu yapamazlar. Kralın adamları bu ilgiyi kuramamış ve rüyayı yorumlayamamışlardı.

Ruh Beden İlişkisi

İnsan, ruh ile bedenin birleşmesinden oluştuğu için bedenle ruh arasında sıkı ilişki vardır. Doğru rüya, bu ilişkinin en aza indiği, bedenin dinlendiği ve ruhun rahatladığı bir anda görülür. Bu durumda ruh, zihnini meşgul eden şeylerden ve günlük olayların etkisinden uzaklaşmış olur. Bunu Peygamberimizin şu sözünden anlıyoruz: “En sâdık rüya seher vakitlerinde görülen rüyadır.” (Tirmizî, Rü’ya 3, (2275)) Bu saatte vücut dinlenmiş, mide boşalmış, zihnin ve ruhun meşguliyeti en alt seviyeye inmiş olur.

Kişinin zihni bir şeyle meşgulse veya bir şey zihin altına yerleşmişse onlar da rüya gibi görülebilirler. Mesela bir kıza âşık olan ve onunla evlenme hayalleri kuran kişi, rüyasında onunla evlendiğini görebilir. Ama bu, gerçek rüya olmaz.

Şeytan, insanı saptırmak için yetki aldığından işini rüyada da sürdürebilir. Peygamberimiz şöyle buyurmuştur:

“Rüya üç çeşittir: Biri sahih rüyadır ki, Allah’tan bir müjdedir. İkincisi kişinin ruhuna konuşması yani bedenin ruha fısıldamasıdır; üçüncüsü de şeytanın kişiyi üzmesidir. Biriniz hoşlanmadığı bir şey görürse kalkıp namaz kılsın, onu kimseye söylemesin.” (Müslim, Rüya 6, hadis no 2263)

Peygamberimizin konuyla ilgili bir sözü de şöyledir:

“Sizden biri sevdiği bir rüya görürse bilsin ki o Allah’tandır. Bunun için Allah’a hamd etsin ve rüyayı anlatsın. Bunun dışında hoşuna gitmeyen bir şey görürse o da şeytandandır; şerrinden Allah’a sığınsın ve kimseye anlatmasın. O rüya ona zarar vermez.” (Buhari, Rüya, 3)

www.fetva.net/goruntulu-fetvalar/ruya_tabirinin_islam_dinindeki_hukmu-flv.html

Rüyanın hükmü nedir?

Rüya, gören kimseye ya Allah’tan bir müjde yada şeytandan bir sıkıntı olur. Doğru rüyalar vardır. Nitekim Yusuf Suresinde Yusuf aleyhisselamın, onunla birlikte hapiste olanların ve Kralın rüyası anlatılır. Ancak rüya, sadece kişinin kendisini ilgilendirir.

www.fetva.net/goruntulu-fetvalar/ruya_tabirinin_islam_dinindeki_hukmu-flv.html

Dudak dudağa öpüşmek zina olur mu?

Aralarında nikâh olmayan bir kız ile erkeğin ele ele tutuşması, kucaklaşması, öpüşmesi haramdır. Bu gibi davranışlar kişiyi zinaya yaklaştırıcı unsurlardır. Bunlardan kaçınmak gerekir. Zira Allah Teâlâ Kur’an-ı Kerim’de “zina yapmayın” dememiş, zinaya yaklaşmayın buyurmuştur:

“Zinaya yaklaşmayın. Çünkü o, çok çirkin bir iş ve kötü bir yoldur.” (İsrâ, 17/32)

Benzer bir cevabımızı okumak için lütfen aşağıdaki linki tıklayınız:

www.fetva.net/yazili-fetvalar/flort-zina-midir.html

Allah insanlara zulmeder mi?

Bu ayetlerden Allah kullarına çok zulmetmez ama az zulmeder anlamı çıkmaz. Zira Allah Teâlâ, “Allah zerre kadar zulmetmez ve eğer bir iyilik olursa onu kat kar artırır, ayrıca kendi tarafından da büyük bir mükâfat verir.” (Nisa, 4/40); “Şüphesiz ki Allah insanlara hiçbir şekilde zulmetmez, fakat insanlar kendilerine zulmederler.” (Yunus, 10/44) buyurmuştur.
 
Zallâm kelimesi mübalağa ifade eder tabi. Bu kelimenin geçtiği ayetlerden biri şöyledir:
 
“Allah fakirdir; biz zenginiz” diyenlerin sözünü Allah elbette işitti. Onların bu sözünü ve Peygamberleri haksız yere öldürmüş olmalarını bir kenara kaydettik. Bir gün şöyle diyeceğiz; “Şu yangının azabını tadın bakalım.
 
Siz, ettiğinizi buldunuz. Allah kullarına asla yanlış yapmaz.” (Âl-i İmrân, 3/181-182) 
 
Bu ayeti şöyle anlamak lazımdır: Eğer kendi yaptıklarınızdan değil de tamamen Allah’ın -hâşâ- keyfi kararı ile Cehennemde yansaydınız bu takdirde bu “çok büyük bir zulüm” olurdu. Hâlbuki Allah böyle bir zalimliği asla yapmaz. Bunun anlamı, “bu zalimliği yapmaz ama başka zalimlik yapar” olamaz. (Benzer ayetler için bkz: Enfâl, 8/50-51; Hacc, 22/8-10; Fussilet, 41/46; Kâf, 50/29)

Sadaka ömrü uzatır mı?

Allah Teâlâ Kur’an-ı Kerim’de Nûh (as) ile kavminin kıssasını anlatırken şöyle buyurmuştur:

” Biz Nuh’u kendi halkına (elçi) gönderdik; ‘Acıklı bir azap gelmeden halkını uyar!’ dedik. 

 Onlara şöyle dedi: “Ey halkım! Ben size doğruları açıklayan bir uyarıcıyım.

 Allah’a kulluk edin, O’ndan çekinerek kendinizi koruyun ve sözümü dinleyin!

 O zaman Allah günahlarınızı bağışlar ve belirlenmiş ecelinizin (ecel-i müsemmâ) sonuna kadar sizi yaşatır. Allah’ın verdiği ömür bitince erteleme olmaz. Keşke bunu bilseniz!” (Nûh, 71/1-4)

Ecel-i müsemmâ ile kast edilen, insanın Allah tarafından takdir edilen ecelidir. Ayette Nûh (as), kavmini azap gelmeden önce Allah’a dönmeleri konusunda uyarmaktadır. Demek ki Allah’a dönmezlerse azap gelecek ve daha önce kendileri için takdir edilen ecele ulaşamadan yine Allah tarafından hayatlarını sona erdirilecek. Bu ve bunun gibi birçok ayetten anlaşılmaktadır ki Allah’ın emrettiği şeyler yapılmazsa Allah, insana verdiği eceli kısaltır. Eğer insan Allah’ın emirlerini tutarsa ve O’nu razı ederse hakkında yazılmış olan ecel-i müsemmasına kadar yaşar.

Nebîmiz de bir hadislerinde “sadaka belaları def eder” buyuruyor. Sadaka vermek suretiyle Allah’ın razı olduğu işleri yapan, onun yasakladığı işlerden kaçınan kişi O’nun azabından kurtulur, emin olur. Yani kendisi için belirlenmiş eceline kadar yaşamaya devam eder. Bahsettiğiniz hadis de böyle değerlendirilmelidir. “Sadaka ömrü uzatır.” Yani ömrü kısaltan davranışların aksine kişiye kendisi için biçilmiş ömrü sonuna kadar yaşama fırsatı verir.

Yanlış davranışlarla ecelin kısalması konusunda geniş bilgi için aşağıdaki linkte bulunan ECELİN KISALMASI başlıklı yazıyı okumanızı tavsiye ederiz.

www.suleymaniyevakfi.org/arastirmalar/ecelin-kisalmasi.html

Sadece Allah’tan yardım istemek ne manaya gelir?

Allah Teâlâ insanların iyilik ve takva konusunda birbirleri ile yardımlaşmasını emretmiş, şöyle buyurmuştur:

Erdemli olma ve takva /yanlışlardan korunma konusunda birbirinizle yardımlaşın ama günah ve taşkınlık konusunda yardımlaşmayın. Allah’a karşı yanlış yapmaktan sakının. Allah’ın cezalandırması çetindir.” (Mâide, 5/2)

Kehf, 18/95. ayette de Zülkarneyn’in insanlardan yardım istediği açık bir şekilde görülmektedir. Sadece Allah’tan istenecek olan yardım, Allah’tan başkasının yapamayacağı yardımdır. Duaların kabulü, olağanüstü yardım, her şeyi görmesini/işitmesini/bilmesini istemek gibi.. Bunları Allah’tan başkası yapamayacağı için bir başkasından bunları beklemek şirk olur. Nitekim bunlarla ilgili olarak birçok ayet vardır. Bu yüzden Fatiha suresinde yer alan “sadece senden yardım isteriz” cümlesinin anlamı “senden başkasının yapamayacağı şeyleri başkasından değil; sadece senden isteriz” demek olur.

Kadın bakire değilse kocası bunun sebebini soramaz mı?

Verdiğimiz cevabı bir kez daha dikkatli bir şekilde okursanız cevapta herhangi bir problemin olmadığını görürsünüz. Orada belirtildiği üzere kızlık zarı, sıçramak, düşmek, yüksekçe bir yerden atlamak gibi sebeplerle yırtılmış olabilir ve bunu kadın bilemeyebilir! Kadını bilemediği bir sebepten dolayı sorguya çekmek, onu büyük bir yıkıma uğratmak demektir. Bu, tıpkı zinanın tespitine benzer. 4 kişi yapılan zinayı gözleri ile görmedikçe kadının zina ettiğine hükmedilemez. Yani bir kişi veya iki kişi ya da üç kişi bir kadının zina ettiğini söyleseler onların bu iddiası kabul edilmez. Hatta bu kadının kocası bile 4 şahit getiremezse kadına zina cezası tatbik edilemez. Bunlar, kadınların sosyal konumları gereği Allah tarafından konulmuş bir kalkandır. Bu konuda fıkıh kitaplarında şu hüküm yer almaktadır:
 
“Bikr olmak üzere bir miktar mehr ile tezevvüc edilen bir kadının hîn-i takarrübde bikr olmadığı tebeyyün etse de yine tesmiye olunan mehrin tamamı lazım gelir. Çünkü bekâret, düşmek, sıçramak gibi muhtelif sebepler ile zâil olabileceğinden kadının hali, salâha haml olunur.” (Ömer Nasuhi BİLMEN, Hukukı İslamiyye ve Is­tılahatı Fıkhiyye Kâmusu, İstanbul. 1985, c: 2, s: 141, 457. madde)
 
Cümlenin sadeleştirilmiş hali şöyledir: Bakire olmak şartı ile bir miktar mehir ile nikâhlanan bir kadının, kocası ile birlikte olacağı zaman bakire olmadığı ortaya çıkarsa yine de belirlenen mehrin tamamının verilmesi gerekir. Çünkü bekâret düşmek, sıçramak gibi çeşitli sebeplerle bozulabileceği için kadının iyi durumda olduğuna hükmedilir. 
 
www.fetva.net/yazili-fetvalar/kizlik-zarinin-olmamasi-veya-yirtik-olmasi.html

Karısı ölen erkek ne zaman evlenebilir?

Babanızın yeni bir evlilik yapması için beklemesi gereken herhangi bir süre yoktur. Kendisi için uygun bir eş adayı bulduktan sonra evlenebilir. Eşlerinin ölümünden sonra belirli bir süre (dört ay on gün) beklemesi gerekenler erkekler değil, kadınlardır.