Peygamberimizin yukarıdaki duayı ashabına öğrettiğine dair bazı hadis kitaplarında rivayetler yer almaktadır. Fakat bunların neredeyse tamamının senedinde problem vardır. (Bkz: el-Heysemi, Mecmeu’z-Zevâid, c: 10, s: 223-224.) Bu açıdan adı geçen hadis senet açısından zayıftır. Fakat Hucurat suresinde seslerini/görüşlerini Peygamberimizin sesinden fazla yükseltenler, Allah tarafından “farkında/şuurunda olmadan amellerinin boşa gideceği” şeklinde tehdit edilmişlerdir. (Bkz: Hucurat, 49/2) Demek ki bu ayete göre insanlar bazen farkında olmasalar dahi yaptıkları yanlış şeyler yüzünden amellerini yok ettirebilir, boşa çıkartabilirler. Kur’an- ı Kerim’e göre bütün amelleri boşa çıkaran günah ise, dinin en büyük günah saydığı şirktir. (Bkz: Maide, 5/5; En’am, 6/88; Hud, 11/16; Zümer, 39/65)
Bu açıdan bahsettiğiniz hadis senet açısından her ne kadar zayıf olsa da bu ayetle uyuşmaktadır.
Blog
Bir evlat anne ve babasını ziyaret etmek, onların ihtiyaçlarını sormak ve gidermek, onların gönlünü almak zorundadır. Bu, onun evlatlık görevidir. Allah Teâlâ şöyle buyurmuştur:
Rabbin kararını vermiştir; O’ndan başkasına kulluk etmeyeceksiniz ve anaya babaya iyilikte bulunacaksınız. Onlardan biri ya da ikisi yanında ihtiyarlayacak olursa sen onlara “Of!” deme ve ilgisiz davranma, ikisine de saygı dolu sözler söyle.
Onları merhamet kanatlarının altına al. De ki: Rabbim! Küçükken onlar bana nasıl iyilikte bulundularsa sen de onlara o şekilde iyilikte bulun.” (İsrâ, 17/23-24)
Fakat bir gelin kayınvalidesi veya kayınpederine bakmak zorunda değildir. Bunu emreden herhangi bir ayet veya hadis bulunmamaktadır. Ama kadının kocasına karşı olan görevlerinden bir tanesi, ona iyilikte bulunmasıdır. Kocasının anne-babası ve akrabalarına iyi davranmayan kadın kocasına da iyilikte bulunmamış olur.
Ayrıca büyüklere iyi davranmak dinimizin tavsiye ettiği güzel davranışlardan bir tanesidir. Bir hadiste Nebîmiz şöyle buyurmuştur:
“Küçüklerimize merhamet etmeyen, büyüklerimize de saygı göstermeyen bizden değildir!” (Tirmizî, Birr, 15; Ebû Dâvûd, Edeb, 58; Ahmed b. Hanbel, 1/257)
Abdullah İbn Amr’den (rivayet edildiğine göre); Nebîmiz şöyle buyurmuştur:
“Merhametli olanlara Rahmân da merhamet eder. (Öyleyse siz) yerde bulunanlara merhametli davranınız ki gökte bulunan(lar) da size merhamet etsin.” (Ebû Dâvûd, Edeb, 58)
Bir de gelinlerin kendi annelerini ve kendilerini düşünmeleri gerekir. Aynı durumda onlar olsaydı, kendilerine nasıl davranılmasını isterlerse onların da kayınvalidelerine öyle davranmaları gerekir.
Bu açıdan Müslüman hanımların bakıma muhtaç olan kayınpeder ve kayınvalidelerine bakmaları, onların ihtiyaçları ile ilgilenmeleri dinimizce makbul bir iş sayılır ve sevabı da büyük olur. Fakat başta da söylediğimiz gibi bu konuda gelinleri bağlayıcı herhangi bir emir yoktur. Anne ve babasına bakması gereken kişiler onların evlatlarıdır. Bu konuda erkeklerin, eşlerini zorlamamaları, ebeveyninin ihtiyaçlarını eşleri yerine bizzat kendileri gidermeli, bu konuda özverili olan eşlerini de daima takdir etmeli ve onların kıymetini bilmelidirler.
Yemin keffareti ile ilgili olarak Allah Teâlâ Kur’ân-ı Kerîm’de şöyle buyurmuştur:
“Allah, kasıtsız olarak ağzınızdan çıkıveren yeminlerinizden dolayı sizi sorumlu tutmaz, fakat bilerek yaptığınız yeminlerden dolayı sizi sorumlu tutar. Bunun da keffâreti, ailenize yedirdiğiniz yemeğin orta hallisinden on fakire yedirmek yahut onları giydirmek yahut da bir köle azat etmektir. Bunları bulamayan üç gün oruç tutmalıdır. Yemin ettiğiniz takdirde yeminlerinizin keffâreti işte budur. Yeminlerinizi koruyun (onlara riayet edin). Allah size âyetlerini açıklıyor; umulur ki şükredersiniz!” (Mâide, 5/89)
On fakiri yedirmek demek onları sabahlı akşamlı yedirmek demektir. Bunun yanında bir fakiri sabahlı akşamlı on gün süre ile de doyurabilirsiniz.
Doyurma ve giydirmenin, keffaret veren kimsenin sosyal konumuna, günlük gıda harcamalarına ve giyim tarzının ortalamasına göre olması gerekir. Doyurma ve giydirme yerine ihtiyaç sahiplerine bunların bedelleri de ödenebilir.
Başka bir ayette ise şöyle buyurulur:
“Bir de yeminlerinizi bahane ederek iyilik yapmanız, sakınmanız ve insanların arasını düzeltmenize Allah’ı engel kılmayın. Allah işitendir, bilendir.” (Bakara, 2/224)
Yemininiz sizin hayırlı bir iş yapmanıza engel olmamalıdır. Böyle bir yemininiz varsa derhal bu yemini bozun ve keffaretini ödeyin.
Allah Teâlâ şöyle buyurmuştur:
“Müminler! Namaza kalktığınız zaman yüzlerinizi ve dirseklerinize kadar ellerinizi yıkayın. Başınıza meshedin ayaklarınızı da topuklarınıza kadar. Eğer cünüpseniz yıkanın. Hasta veya yolcu olur veya sizden biri ayakyolundan gelir ya da kadınlara temas etmiş olur da su bulamazsanız temiz toprağa teyemmüm edin; onunla yüzünüzü ve ellerinizi meshedin. Allah, sizi sıkıntıya sokmak istemez. Onun isteği sizi arındırmak ve size olan nimetini tamamlamaktır. Belki şükredersiniz.” (Maide, 5/6)
Ayette altı çizili olan yerden anlaşıldığı üzere teyemmüm edilebilmesi için suyun bulunamaması veya bulunsa bile hastalık vs. gibi olağandışı sebeplerden dolayı suyun kullanılamaması gerekir. Dolayısıyla yolculukta iken bile olsa suyu kullanma imkânı varsa teyemmüm edilemez. Aynı şey misafirlik için de geçerlidir. Ayette teyemmüm edilebilmesi için “utanmak” şartı olmadığına göre bu gibi durumlarda gusül abdesti alınır.
Kendinizi lüzumsuz sıkıntılara sokmamanız gerekir. Bundan 20-25 sene öncesine anne-baba, çocuk-gelin, görümce-kayın herkes bir arada ve aynı evde yaşardı. Banyolar ortaktı ve üstelik sıcak su için ne zahmetler çekilirdi. Ama her şeye rağmen hayat devam etti ve bu günlere gelindi. Bu tür şeylerin utanması olmaz. Hangi sebeple olursa olsun gusül abdesti alınması gerekiyorsa gusül alınmalıdır. Bu imkân varken sadece abdest alınmaz, teyemmüm edilmez.
Islak bezle vücudunuzu sildiğinizde derinin üzerinden su akarsa yıkanmış sayılırsınız. Aksi taktirde gusül olmaz.
Bununla ilgili görüntülü bir cevabımızı aşağıdaki linkten izleyebilirsiniz:
O yüzük size helal olmaz. Denizde bulunan şeylerin bulan kişiye helal olacağına dair halk arasında dolaşan bilgilerin sağlam bir kaynağı bulunmamaktadır. Karada olduğu gibi denizde bulunan mal ve eşyalarda da dinimizin buluntu mallar (lukata) hakkındaki hükümleri uygulanır. Fıkıh ve ilmihal kitaplarında buluntu mallarla ilgili birçok hüküm anlatılmaktadır. Fakat bugün için onları uygulamak zordur. Dolayısıyla böyle bir şeyle karşılaşanların buldukları şeyleri ya en yakın karakola ya bir fakire veyahut da bir camiye gidip o şeyi onlara teslim etmeleri en uygun olanıdır.
Denizde bulunduğunda sahip olunacak şeyler balık, midye, istiridye vs. gibi deniz hayvanları, avları ve yiyecekleridir.
Sorunuza cevap verebilmek için öncelikle Kur’an-ı Kerim’e bakmakta fayda var. Allah Teâlâ, hayatın anlamını şu ayetlerle açıklamaktadır:
“Sizi biraz korku, biraz açlık; mallardan, canlardan ve ürünlerden eksiltme ile yıpratıcı bir imtihandan geçireceğiz; bundan kaçış olmaz. Sen sabır gösterenlere müjde ver. Onlar, başlarına bir sıkıntı gelince şöyle derler: “Biz, Allah’a aidiz. Zaten, ona döneceğiz”. Onların üzerinde Rablerinin verdiği olgunluklar ve bereket bulunur. Yola gelenler işte onlardır.” (Bakara, 2/155-157)
“Yoksa siz, sizden öncekilerin başına gelenlerin bir benzeri başınıza gelmeden cennete gireceğinizi mi hesap ediyorsunuz?. Onları aşırı baskılar ve büyük zorluklar öylesine sarmış, öylesine sarsılmışlardı ki, Allah’ın elçisi ve beraberindeki müminler: “Allah’ın yardımı ne zaman?” deme durumuna gelmişlerdi. Bilin ki, Allah’ın yardımı yakındır.” (Bakara, 2/214)
“Hanginizin daha iyi amel işlediğini denemek için ölümü ve hayatı yaratan O’dur. Ve O, güçlüdür, bağışlayandır.” (Mülk, 67/2)
“Her canlı, ölümü tadar. Bir deneme olarak sizi hayırla da, şerle de imtihan ederiz. Ve siz, ancak bize döndürüleceksiniz.” (Enbiyâ, 21/35)
“Ben insanları ve cinleri sadece bana kulluk etsinler diye yarattım.” (Zâriyât, 51/56 )
“Andolsun ki içinizden cihad edenlerle sabredenleri belirleyinceye kadar ve söylediğiniz sözlerin doğru olup olmadığını açığa çıkarıncaya kadar sizi imtihan edeceğiz.” (Muhammed, 47/31)
(İmtihan sayesinde) “Elbette Allah, sadakat gösterenleri ortaya çıkaracak, yalancıları da mutlaka ortaya koyacaktır.” (Ankebût, 29/2-3)
Bunlar gibi daha birçok ayet vardır. Açıkça anlaşılıyor ki dünya rahatlık yeri değil; imtihan yeri. İmtihanı yapan ise yaratılanlar değil; bizzat YARATAN. Bize düşen kurallara uymak, bize sunulan şartlarda en iyisini yapmak… Şurası da bir gerçek ki beş parmağın beşinin bir olmaması gibi her insanın durumu da bir değildir. Kimsenin durumu kimseye benzemez. Herkes farklı şartlar altında imtihana girmektedir. Sizin takıldığınız yer de tam burası… Herkes bir imtihan veriyor ama herkes aynı imtihanı vermiyor! Yukarıdaki ayetlere bir kez de bu gözle bakın: Kimi açlıkla, kimi malla, kimi canla, kimi ürünlerle, kimi sadakatle, kimi hastalıkla… mücadele veriyor. Hastanın imtihanı ile sağlıklının imtihanı bir değildir. Aynı şekilde fakirle zenginin de… Müslüman bir ailede doğan bir insanla gayrimüslim bir ana babadan doğan insanı düşünün: İkisi de aynı dünyada, ikisi de imtihanda… Ama ikisinin imtihanı aynı değil; ikisinin sorumlulukları farklı.. Onlara çıkan sorular aynı değil! Kapasitelerine, çevrelerine, ailelerine, doğuştan gelen fiziksel özelliklerine (sağlam-engelli gibi) göre imtihan da değişiyor.
İnsanlardaki bu farklılıklar rastgele oluşmamıştır. Yaratılıştaki her farklılık, sorumluluğun yani imtihanın da farkı olmasını gerektirir. Mesela Allah: “Allah’ın insanlardan bir kısmını diğerlerine üstün kılması sebebiyle ve mallarından harcama yaptıkları için erkekler kadınların yöneticisi ve koruyucusudur…” (Nisâ, 4/34) buyurarak ailede geçimi sağlama görevini erkeğe vermiştir. Bu erkeğe verilmiş bir ayrıcalık değildir, bir görevdir, bir sorumluluktur! Buradan erkek ile kadının imtihanının aynı değil; farklı olduğu anlaşılır. Aynı şekilde mal, zengine verilmiş bir imtiyaz gibi gözükür. Ama gerçekte o çok büyük bir imtihandır. Nice zengin, “ah keşke fakir olsaydım da bunlar başıma gelmeseydi” der. Fakirlik, görüntüde kötü bir şeydir. Ama ahiret ve hesap düşünüldüğünde belki çok da büyük bir nimettir. Hayata bir de bu gözle bakmaya çalışın.
Bir de şunu unutmamak lazım; kişinin kendine ait olan, kendi yaptıklarıdır; hazır buldukları değil. Allah Teâlâ şöyle buyurur:
“Kişinin kendi çalışmasından başkası kendinin değildir. Çalışmasının karşılığını yakında görecektir.” (Necm 53,/39-40)
NOT: Benzer bir cevabımızı okumak için lütfen aşağıdaki linki tıklayınız:
www.fetva.net/yazili-fetvalar/dunya-imtihanini-nasil-kazaniriz.html
Sorgulamacı olmanız ve dine ait hükümlerin Kur’an’dan ve sünnetten delillerini mutlaka sormalısınız. Siz kimin ne dediğine değil; neyi nasıl söylediğine bakmakla mükellefsiniz. Hakkında kesin hüküm bulunmayan bir mesele hakkında önce “caizdir, olabilir, yapılabilir” diyenlerin delillerine bakın. Ardından “caiz değildir, olamaz, yapılamaz” diyenlerin delillerine… Hangisinin delilleri size göre daha kuvvetli ise ona göre hareket edersiniz. Bunu yapmadan işinize geleni seçerseniz mes’ul olursunuz.
Bu konu ile ilgili olarak 29 Eylül 2009 Salı günü düzenlediğimiz “Mezheplerin Oluşumu” başlıklı Kur’an Sohbetini mutlaka izlemenizi tavsiye ederiz. Aşağıdaki linklerden ilgili sohbeti ve akabinde konu ile ilgili olarak sorulan soruları ve cevaplarını izleyebilirsiniz:
www.kurandersi.com/konulu-kuran-sohbetleri/2009/mezheplerin-olusumu-1.html
www.kurandersi.com/konulu-kuran-sohbetleri/2009/mezheplerin-olusumu-2.html
2011 model arabanın özellikleri ve fiyatı şimdiden belli olamayacağı için bu alışveriş fasit olur. Sizin o kişiye borcunuz bu otomobilin bugünkü fiyatı ile sınırlı olur. O güne kadar parada değer kaybı olursa borcunuzu onunla beraber ödemeniz gerekir. Onun dışında bir borcunuz olmaz.
Ramazan bayramı bir, kurban bayramı ise dört gündür. Bunun delili bu günlerde oruç tutulmasının yasak oluşudur. Konuyla ilgili hadisler şöyledir:
Ebu Ubeyd’den; demiştir ki: Ömer radıyallahu anh ile birlikte bayramda bulundum. Hutbeden önce namaz kıldırdı. Sonra (kalkıp) şöyle dedi:
“Şüphesiz Resulullah sallallahu aleyhi ve sellem bu iki günün orucunu nehyetti. Çünkü kurban bayramı günü kurbanlarınızın etlerinden yiyeceğiniz gündür. Ramazan bayramı ise, oruçlarınıza son verişinizdir.” (Buhârî, Savm 66, Edahi 16; Müslim, Sıyam 138; Ebu Davud, Sıyam, 49; Tirmizî, Savm 37; Nesâî, İydeyn 1, 10; İbn Mâce, Sıyam 36; Muvatta, İydeyn 5; Ahmed b. Hanbel, 1/34, 40.)
Ebu Said el-Hudrî radıyallahu anh’dan; demiştir ki: “Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem iki günün orucundan men etmiştir: (Bunlar) ramazan ve kurban bayramı günleridir…” (Buhari, Savm 66; Müslim, Sıyâm 141; Ebu Davud, Sıyam, 49; Tirmizî, Savm 58; İbn Mâce, Sıyam 36)
Ramazan bayramında yasak olan oruç sadece bayramın birinci günüdür. Fakat kurban bayramının 4 günü de bu yasağa dâhildir.
Ümmü Hâni’nin azatlısı Ebu Mürre’den rivayet edildiğine göre Abdullah b. Amr b. el-As’la birlikte Abdullah’ın babası Amr b. el-As’ın huzuruna girmiş. Amr b. el-As (r.a.) onlara yemek getirip:
Ye! Demiş. Abdullah:
Ben oruçluyum.
Amr: Ye, bugünler Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellemin bize oruç tutmamayı emredip, tutmayı men ettiği günlerdir. Râvi Mâlik dedi ki; O günler teşrik günleridir. (Ebu Davud, Sıyam, 50)
Teşrik günleri: Zilhicce ayının on bir, on iki ve on üçüncü günleri yani kurban bayramının iki, üç ve dördüncü günleridir.
Ukbe b. Amir radıyallahu anh’dan; demiştir ki; Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem; “Arefe, kurban bayramı ve teşrik günleri biz Müslümanların bayramıdır. Bu günler yeme ve içme günleridir.” (Ebu Davud, Sıyam, 50; Tirmizî, Savm 58; Nesâî, Menâsik 195; Ahmed b. Hanbel, 4/152.)
Göbek bağı müsait bir yer bulunursa gömülür, bulunamazsa uygun bir şekilde bir beze, poşete koyarak çöpe atılır. Göbek bağının gömüleceği yerin bebeğe etki edeceğine dair halk arasında yaygın olan inancın aslı astarı bulunmamaktadır. Bebeğin ahlaki özellikleri ailesinden ve çevresinden edineceği eğitim ve izlenimlerle oluşur. Ailelerin bebeğin göbek bağından önce çocuklarına nasıl bir eğitim vereceklerini düşünmeleri gerekmektedir.
El ve ayak gibi organları belirmiş olan bir çocuğun düşmesi ile lohusalık hali meydana gelir ve çoğunlukla kan on veya onbeş gün devam eder. Fakat organları belirmeyen bir düşükten dolayı lohusalık hali olmaz; görülen kan hayız kanı sayılır. Kanın kesilmesinden sonra yıkanır, karı koca hayatına devam edersiniz. Normal süresi içinde kan kesilmezse istihaze yani adet dışı kanama sayılır.” (Ömer Nasuhi Bilmen, Büyük İslam İlmihali, “Nifas Haline Ait Meseleler”, 118. paragraf)
Adet dışı kanaması olan bir kadın, temizlik günlerine denk gelen günlerde eşi ile ilişkiye girebilir. Fakat kan, enfeksiyon oluşumu için çok iyi besi yeri kabul edildiği için böyle durumlarda hijyene dikkat etmek gerekmektedir. Doktorlar bunun için erkeğin prezervatif takmasını veya tenasül uzvunu iyice temizlemesini önermektedirler.
İmanın ilk şartı olan kelime-i şehadette şöyle deriz:
“Ben şehadet ederim ki Allah’tan başka ilah yoktur. Ben şehadet ederim ki Muhammed onun kulu ve elçisidir.”
Şahitlik etmek, bir olayı görmek demektir. Olayı görmeyene şahit denilemez. Biz Allah’ı göremeyiz ama çevremizde yaptığımız gözlemlerle onu gözümüzle görmüş gibi kavrar, ondan başka ilah olamayacağını anlarız. Dikkat ediniz “ben duyduğuma göre” veyahut “bana söylendiğine göre Allah’tan başka ilah yoktur” demiyoruz. “Ben şahitlik ediyorum” diyoruz. Yani olayı “gözümle görmüş gibi kesin olarak biliyorum.” Bu da aklımıza kabul ettirmeden iman etmiş olamayacağımızı göstermektedir.
Gıybet, bir kimsenin arkasından hoşuna gitmeyecek şeyleri söylemek, başka bir deyimle, kendimize söylendiği zaman hoşlanmayacağımız bir şeyi, din kardeşimiz hakkında arkasından konuşmamız anlamına gelir. Halk arasında dedikodu, gıybet ile aynı anlamda kullanılır. İsim belirtilmese de eğer konuşulan kişinin kim olduğu anlaşılıyorsa yine gıybet olur.
Gıybet yapmak haramdır. Allah Teâlâ şöyle buyurmuştur:
“(…) Biriniz diğerinizin gıybetini yapmasın. Sizden biri, ölü kardeşinin etini yemek ister mi? Tabii bundan tiksindiniz. Allah’a karşı yanlış yapmaktan sakının. Şüphesiz Allah tövbeleri /dönüşleri kabul eder, ikramı boldur.“ (Hucurat 49/12)
Ebu Hureyre radıyallahu anh’ın rivayet ettiğine göre, Resulullah sallallahu aleyhi ve selleme: “Ey Allah’ın Rasulü gıybet nedir?” diye sorulmuştu. O da:
“Kardeşini hoşlanmadığı bir şeyi ile hatırlayıp konuşmandır.” Diye cevap verdi.
“Peki ya söylediğim durum onda mevcut ise?” Diye sorulunca, bunun üzerine Resulullah:
“Söylediğin şey onda varsa gıybet etmiş sayılırsın, yoksa iftira etmiş sayılırsın” dedi. (Müslim, Birr ve Sıla, 70 (2583); Ebû Dâvûd, Edeb 40; Tirmizi, Birr 23)
Mesh, sözlükte ‘bir şeyi silmek, sıvazlamak’ demektir. Abdestte başın meshi, ıslak olan elin başın bir bölümü üzerine sürülmesidir. Saç diplerinin ıslanması şart değildir. Böyle olsaydı bunun adı mesh değil; yıkama olurdu.
İhtilam olan veya cinsel ilişkide bulunan bir kimse, idrarını yapmadan veya çokça yürümeden veya yatıp uyumadan yıkansa, sonra kendisinden meninin arta kalan kısmı çıkacak olsa, ikinci kez yıkanması gerekir. Fakat idrarını yaptıktan veya epeyce yürüdükten veya uyuduktan sonra şehvetsiz olarak gelecek meni guslü gerektirmez. Çünkü bu durumda o meni, yerinden, şehvet olmaksızın ayrılmış bulunur.
Yine bir kadından, yıkandıktan sonra, kocasının menisi çıkacak olsa, tekrar gusletmesi gerekmez. (Ömer Nasuhi Bilmen, Büyük İslam İlmihali, “Guslü Gerektiren Haller”, 178. paragraf)
Lütfen aşağıdaki linki de tıklayınız: