Blog
Miras 192 paya bölünmelidir. Bunun sekizde biri olan 24 pay ölenin eşine verilir. Kalan 168 payın altıda biri olan 28 pay annesinin olur. Geriye kalan 140 pay dörde bölünür; 35’er pay kızların her birine, 70 pay da erkek çocuğa verilir.
Allah Teâlâ mirasla ilgili ayetlerde böyle emrettiği için miras önce bu şekilde pay edilmek zorundadır. Daha sonra isteyen istediğine ikramda bulunabilir.
Mutahhar kelimesi, Arapça ism-i mef’ûl kalıbında bir kelime olup “temizlenmiş, temiz tutulmuş” manasına gelmektedir. Vâkıa sûresinin 79. ayetinde “melekler” lafzı açık bir şekilde zikredilmemekte; fakat ayetin öncesi ve sonrasına bakıldığında mutahhar kelimesi ile meleklerin kastedildiği anlaşılmaktadır.
Bir şeyin mutahhar olması onun önceden pis olduğu anlamına gelmez. Mutahhar olan şey her türlü pis ve pisliklerden korunmuş olan şeydir. Nitekim aynı kelime Abese 80/14. ve Beyyine 98/2. ayetlerinde Kur’an sayfaları ve amel defterleri için kullanılmıştır.
Kelimenin Vâkıa 79. ayette “temiz olarak” şeklinde çevrilmesi Arap dili açısından mümkün değildir. Zira ayetteki mutahharûn kelimesi hâl değil; yemessühû fiilinin fâili konumundadır. Buna göre ayetin anlamı şöyle olmalıdır:
“Ona -Levh-i Mahfuz’da bulunan Yüce Kur’an’a- temiz tutulmuş olanlardan başkası dokunamaz.” (Vâkıa, 56/79)
NOT: Lütfen aşağıdaki linkte bulunan görüntülü cevabı da izleyiniz:
www.fetva.net/goruntulu-fetvalar/kuran-i-kerime-abdestsiz-olarak-dokunulabilir-mi.html
Allah’tan başkası adına yemin edilmesi doğru değildir. Bu, yemin yerine geçmez. Abdullah İbn Ömer radıyallahu anhuma anlatıyor:
“Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm, Ömer radıyallahu anh’ın, babasını zikrederek yemin ettiğini işitince şöyle buyurmuştur:
“Allah Teâlâ, babanızı zikrederek yemin etmenizi yasaklamıştır. Öyleyse kim yemin edecekse ya Allah’a yemin etsin veya sussun!” (Buhârî, Eymân 4; Müslim, Eymân 1, (1646); Ebu Dâvud, Eymân 5; Tirmizi, Eymân 8; Nesâî, Eyman 5).
Ebû Hureyre radıyallahu anh’dan Resûlullah’ın şöyle buyurduğu rivayet edilmiştir:
“Babalarınızın, annelerinizin ve putların adları ile yemin etmeyin! Sadece, Allah’ın adı ile yemin edin! (Allah’ın adı ile de) ancak (sözünüzde) doğru olduğunuzda yemin edin!” (Ebû Dâvûd, Eymân, 4)
Bu kişinin söylediği bu çirkin sözlerden dolayı tövbe edip Allah’tan bağışlanma dilemesi gerekir. Bu sözler yemin sayılmadığı için herhangi bir keffaret vermesi gerekmez.
Bu gibi terimler usul-ü fıkıh ilminin oluşması ile meydana gelmiştir. Kur’an’da veya sünnette yer alan hükümlerin yukarıda sayılanlardan hangi sınıfa gireceğini belirlemek herkesin değil, âlimlerin işidir. Bu tasnifi yapacak kadar bilgisi olmayanlar bu gibi konularda bilenlere/âlimlere tâbi olmak durumundadırlar.
Kefalet iyilik ve teberru sayıldığı için bundan ücret alınması caiz görülmemiştir. Fakat “bir ithalâtçının, yabancı ülkede bulunan satıcıdan alacağı malın bedelinin tamamına veya bir kısmına bir bankanın kefil olması” anlamına gelen Akreditif tam anlamıyla bir kefalet değildir. Akreditifte banka, bir taraftan ithalâtçıyı desteklemekte, bir taraftan da ithal edilecek malın bedelinin ödeneceğine dair diğer ülkedeki satıcıya güven vermektedir. Bu, dış ticarette önemli bir işlemdir.
Bankanın Akreditif açmak için gerekli muameleleri yapma karşılığında belirli bir komisyon alması caizdir. Çünkü bu yalnızca bir kefalet değil, içinde kefalet de bulunan bir işlemler bütünüdür. Yani bankanın sizden akreditif işleminden alacağı komisyon caizdir.
Peygamberimizin ve ashab-ı kiramın uygulamasında hutbeyi okuyan kişi, namazı da kıldırıyordu. Fakat bunu yasaklayan herhangi bir hüküm bulunmadığı için bugün rastlanan bu uygulamaların caiz olmadığı söylenemez.
Ayetlere bakıldığında mahşerin yeniden düzenlenecek olan bu yeryüzünde olacağı anlaşılmaktadır. (İbrahim, 14/48) Kabirlerden kalkıldığı gün yani “kıyamet/kalkış günü” mahşer meydanında mü’min, kâfir ve ehli-vahşi bütün hayvanlar bir arada bulunacaklardır. İşte herkesin herhangi bir ayırıma tabi tutulmadan bir arada bulunacakları son gün yani “el-yevmü’l-ahir” bu olacaktır. Duhân Suresinin “Şüphe yok ki, o ayırış günü (yevmü’l-fasl) hepsinin bir arada bulunacağı vakittir.” (Duhan, 44/40) Ayeti de bu gerçeğe işaret etmektedir.
Mü’min ve kâfirlerin bir daha asla bir araya gelemeyecek şekilde ayrılıp birinin Cennete diğerinin Cehenneme gitmesi; amel defterlerinin dağıtılması, hesap ve mizandan sonra olacaktır. Dolayısıyla bunların hepsine birden inanmak “ahirete inanmak” şeklinde iman esaslarından biri olmuştur.
Sigaranın haramlığı görüşü, bir içtihada dayanır. Yani bu konuda “sigara haramdır” şeklinde bir ayet veya hadis bulunmamaktadır. Fakat ayetlerde Allah Teâlâ “pis şeylerin (habâis) haram olduğunu” belirtmiştir. (Bkz: A’râf, 7/157) Bunun yanı sıra sigaranın sağlığa oldukça ciddi bir şekilde zararlı olduğu da aşikârdır. Dolayısıyla bunlara bakarak sigara içmenin caiz olmadığı rahatlıkla söylenebilmektedir.
www.fetva.net/yazili-fetvalar/sigara-icmenin-hukmu-nedir.html
Kırmızı et veya diğer yiyeceklerde ise durum farklıdır. Kırmızı et bi zâtihî zararlı olan bir şey değildir. Sadece bazı hastalığı olan kişilere ve ölçüyü kaçırarak yiyen kişilere zararlı olduğu bildirilmektedir. Aslında bu tehlike tüm yiyeceklerde de bulunabilir. Mesela şeker, zararlı bir yiyecek maddesi değildir. Fakat hastalığı olan kişilere doktorlar şekerden kaçınmayı tavsiye etmektedir. Bu, şekerin haram olduğunu değil; sadece o kişinin veya benzer durumda olan kişilerin sağlığına zararlı olduğunu, dolayısıyla herkesin değil sadece bu durumda olanların kaçınmasının gerekli olduğunu gösterir. Fakat bugüne kadar sigaranın bir faydasının olduğunu söyleyen herhangi bir uzmana rastlanmamaktadır. Bilakis herkes için hem de oldukça zararlı olduğu tespit edilmiştir. Bu açıdan bundan şiddetle kaçınmak gerekir.
Okumak için peruk takanlar veya sadece okul esnasında başlarını açıp sair zamanlarda kapatanlar ile hiçbir sebep yokken her zaman başı açık gezen kadınlar bir olamazlar. Birinci grupta yer alanlar “canları öyle istediği için” değil, içinde bulundukları zorluklardan dolayı başlarını açmaktadırlar. Bu yüzden okuldan ayrılır ayrılmaz derhal başlarını kapatıyorlar. Bunların yaptıklarının büyük günah kategorisinde değerlendirilemeyeceği açıktır. Durum böyle olunca aşağıdaki ayetler sebebiyle onların affedilmesi umulmaktadır.
“Eğer yasaklandığınız büyük günahlardan kaçınırsanız, sizin diğer günahlarınızı örteriz ve sizi şerefli bir yere sokarız.” (Nisa 4/31)
“Göklerde ve yerde bulunanlar hep Allah’ındır. Bu, Allah’ın, kötülük edenleri yaptıklarıyla cezalandırması, güzel davrananları da daha güzeliyle mükâfatlandırması içindir.
Bunlar büyük günahlardan ve fuhuştan kaçınanlardır. Diğer günahlar başka. Senin Rabbin, affı bol olandır.” (Necm 53/31-32)
Küçük günahta ısrar etmenin insanı büyük günahlara sürükleyeceği bir gerçektir. Ama yukarıda da değindiğimiz gibi bu, niyetle ilgilidir. Fazla önemsemeden “nasıl olsa Allah affeder” diyerek başını açan bayan, küçük günahta ısrar eden kişiler kapsamına girer. Ama birinci grupta yer alanların bile bile küçük günahta ısrar ettikleri söylenemez. Eğer öyle olsaydı, dersten çıkar çıkmaz, okuldan ayrılır ayrılmaz başlarını örtmez, öylece açık başla dolaşırlardı.
Bir de zaruret durumu izafidir. Kimine göre zaruret olan bir durum diğerine göre zaruret olmaz. Bundan dolayı biz bu kararın mükellefe ait olduğunu özellikle vurguluyoruz. Kişi okumayı, üniversitede okumayı kendisi için bir zaruret olarak görüyorsa ve peruk takma imkânı da yoksa “günahına katlanmak kaydıyla” başını açabilir.