Skip to content Skip to main navigation Skip to footer

Blog

Gusül abdesti ile namaz kılınabilir mi, ayrıca abdest almak gerekir mi?

Abdest ve guslün tarif edildiği ayet şöyledir:

“Müminler! Namaza kalktığınız zaman yüzlerinizi ve dirseklerinize kadar ellerinizi yıkayın. Başınıza meshedin ayaklarınızı da topuklarınıza kadar. Eğer cünüp iseniz yıkanın. Hasta veya yolculuk halinde olursanız ya da sizden biri abdest bozduğu yerden gelirse yahut kadınlarınızla birleşir de su kullanma imkanı bulamazsanız temiz bir yüzeye yönelip onunla yüzünüzü ve ellerinizi meshedin. Allah, size güçlük çıkarmak istemez. Ama sizi arındırmak ve size olan nimetini tamamlamak ister. Belki görevlerinizi yerine getirirsiniz. (Mâide, 5/6)

Bu ayete göre cünüp olanlar ancak gusül abdesti almak sureti ile namaz kılabileceklerdir. Dolayısıyla bir kişi gusül abdesti aldıktan sonra abdesti bozucu herhangi bir sebep olmadığı müddetçe yeni bir namaz abdesti almaya gerek olmadan namaz kılabilir. Bu konuda gusül yeterlidir.

Âişe radıyallâhu anhâ’dan şöyle rivayet edilmiştir:

“Resûlullâh sallallâhu aleyhi ve sellem gusül alır, iki rekât (sünnet)i ve sabah namazını(n farzını) kılardı. Onun gusülden sonra (bir de) abdestini yenilediğini hatırlamıyorum.” (Ebû Dâvûd, Tahâret, 98)

Yine Âişe Validemizden şöyle rivayet edilmiştir:

“Resûlullâh gusülden sonra (ayrıca) abdest almazdı.” (Tirmizî, Tahâret, 79; Nesâî, Tahâret 160; İbn Mâce, Tahâret, 96; Ahmed b. Hanbel, 6/68, 192)

Bu hadisi rivayet ettikten sonra İmam Tirmizî: “Sahabe ve tabiin ilim adamlarından birçoğunun görüşü budur. Yani ‘Gusülden sonra abdest almak gerekmez’ derler” açıklamasını yapmıştır.

Abdullah İbn Ömer’den rivayet edildiğine göre, Resûlullâh’a gusül abdesti aldıktan sonra abdest almakla alakalı bir soru sorulunca O; “Hangi abdest gusül­den daha iyi olabilir ki!” buyurmuştur. (Hâkim, Müstedrek, Tahâret, hadis no: 103 (548).

Bir kişi başkasının adına kredi çekerse günahı kime ait olur?

Krediyi çeken babanız olduğuna göre günahı babanıza aittir. Yaptıklarına tevbe etmeleri ve bir daha böyle bir şeye kalkışmamaları gerekir.

“Kim iyi bir işte aracılık ederse, ona onun sevabından bir pay vardır; kim de kötü bir şeyde aracılık yaparsa, ona o kötülükten bir hisse vardır. Allah, her şeyin karşılığını verir.” (Nisa, 4/85)

“İyilikte ve fenalıktan sakınmakta yardımlaşın, günah işlemek ve aşırı gitmekte yardımlaşmayın.” (Maide, 5/2)

“Zor durumlarda kabirlerden yardım isteyin” diye bir hadis var mı?

Bazı tarikat müntesipleri,  “bu konuda hadis var” diyerek aşağıdaki rivayetleri delil getirmekte ve kabir ehlinden yardım istemeyi meşru görmektedirler:

إِذا تَحَيَّرْ تُم فِي اْلأمُورِ فاَسْتَعِينُوا بِأَهْلِ اْلقُبُورِ

إِذا أَعْيَتْكُمْ الأمُورُ فَعَلَيْكُمْ بِأهْلِ الْقُبُورِ ، أوْ فاَسْتَعِينُوا بِأَهْلِ اْلقُبُورِ

“İşlerinizde ne yapacağınızı şa­şırdığınızda kabirlerdeki ölülerden yardım isteyiniz”

Hâlbuki İbn Teymiye’nin de belirttiği gibi “Nebîmizin hadislerini iyi bilen ulemanın ittifakıyla bu söz yalandır, Nebîmize yapılmış bir iftiradır. Hadis ulemasından hiçbiri bunu hadis diye rivayet etmemiştir. Güvenilir hadis kitaplarının hiçbirinde bulunmamaktadır. (İbn Teymiye, Mecmû-u Fetâvâ, c: 1, s. 356) Şirk kapısını açan biri tarafından yapılmış bir uydurmadır.” (Mecmû-u Fetâvâ, c: 11, s. 293)

Aclûnî’nin Keşfü’l-Hafâ adlı kitabında (c: 1, s: 85, hadis no. 213) geçen bu söz hakkında daha geniş bilgi edinmek için Kur’an Işığında Tarikatçılığa Bakış kitabımızın ilgili bölümünü okumanızı tavsiye ederiz:

 

MÜRİT– Şu hadisi kabul etme­diğini söylemiş­sin:

“İşlerinizde ne yapacağınızı şa­şırdığınızda kabirlerdeki ölülerden yardım is­teyiniz.” (Mahmut USTAOSMANOĞLU (Mahmut Efendi) başkanlığında bir heyet, Ruhu’l-Furkan Tefsiri, İstanbul 1992, c. II, s.82)

Bunun nesine karşı çıkıyorsu­n? Kabirlerdeki ölü­den yardım is­temek ondan ibret almak demektir.

BAYINDIR – Öyleyse neden ölüler­den ibret alın, denmiyor da onlardan yardım is­teyin deniyor?

Hadis diye uydurul­muş o sö­zün Arapçasında “إستعينوا” “istiânede bulunun” emri geçer. Hâlbuki Fatiha sure­sinde “Yalnız senden istiânede bu­lunuruz.” yani yar­dım is­teriz an­lamında “iy­yâke nestaîn” إياك نستعينâyeti var­dır. Bu âyet, yardımı tek bir yer­den, yani yalnız Allah’tan istememizi emreder. Hadis dediğiniz yukarıdaki sözle bu ayet açıkça çatışmıyor mu?

Fatiha’yı her namazda okuyup bu anlamı hep zih­nimizde diri tutmamızın bir sebebi yok mu­dur?

Yukarıdaki sözü Muhammed sallallahu aleyhi ve sellem söyledi diye iftira edenlerin yanında yer almak size ağır gelmiyor mu? Hiç düşünmez misiniz, temel görevi Kur’an’ı anlatmak olan Hz. Muhammed’in Kur’an’a aykırı bir sözü olur mu? Sonra bu sözü ondan duyan yok. Onunla birlikte ya da ondan sonra yaşayanlardan böyle bir söz söylemiş olan yok. Bunu nakletmiş sahih bir hadis kitabı da yok. Bunların hiç biri yok.

Bunu size duyuralı çok oldu ama bu konuda siz de bir şey bulamadınız. Çünkü olmayan şey bulunamaz.

MÜRİT- Aclûnî’nin Keşf’ül-Hafâ adlı kita­bında var ya. Onun kitabında olması bizim için yeterlidir. Aclûnî büyük bir hadis âlimidir. O da İbn-i Kemâl’in el-Erbaîn’inden almış.

BAYINDIR- Aclûnî o kitabı, halk ara­sında hadis diye bilinen sözlerin doğrusu ile asılsız ola­nını ayırmak için yazmıştır. Bu sebeple o kitapta çok sayıda uydurma ha­dis vardır. Aclûnî, kitabının başında Hafız İbn-i Hacer’in şu sözünü nakleder:

“Aslı olmayan hadisi kim naklederse Buhârî’nin rivayet ettiği, Muhammed sallallahu aleyhi ve sellemin şu sözü­nün kap­samına girer: “Kim benden söylemediğim bir şeyi naklederse cehennemde oturacağı yere hazırlansın.” (İsmail b. Muhammed el-Aclûnî, Keşf’ul-hafâ, Beyrut 1988/1408, c. I, s. 8)

Aclûnî, kitabına aldığı hadislerin kaynaklarını verir. Bu sözle ilgili olarak sadece “İbn-i Kemal Paşa’nın el-Erbaîn’inde böyle geçmiştir.” der. İbn-i Kemal’in el-Erbaîn’ine baktığımızda da hadis diye söylediği o söz için hiçbir kaynak gös­termediğini görürüz. (İbn-i Kemal Paşa, el-Erbeûn, v. 360. Süleymaniye Kütüphanesi, Esad Efendi, 1694. İbn-i Kemal, Yavuz Sultan Selim’in meşhur Şeyhülislamı’dır. 1469’da Tokat’ta doğmuş, 1534’te İstanbul’da ölmüştür. Peygamberimizle ara­sında 900 seneden fazla bir zaman varken hiçbir kaynak göster­meden ve anlamı da Kur’an’a taban tabana zıt olan bir sözü hadis olarak önümüze sürmesi kabul edilemez. İbn-i Kemal bu eserinde, kaynak gösterme yerine, bu sözün hadis olduğunu ispat için hiçbir dini dayanağı olmayan felsefi izahlara girmiştir.) Yavuz Sultan Selim’in Şeyhülislam’ı İbn-i Kemâl, Hz. Peygamberi görmüş olamayacağına göre, aslı astarı olmayan bu söze hadis diyenlerin “cehennemde oturacakları yere ha­zır­lanmaları” gerekir. (Abdulaziz Bayındır, Kur’an Işığında Tarikatçılığa Bakış, Süleymaniye Vakfı Yayınları, İstanbul, 2007, s: 12-14)

Cuma namazına gitmek için patrondan izin almam gerekir mi?

İş yerinizden izin isteyin; ama camiye gizlice gitmeyin. Medeni cesaret gösterin ve bir Müslüman olarak cuma namazına gitmekle yükümlü olduğunuzu izah etmeye çalışın. Her şeye rağmen izin vermezlerse öğle namazını kılar, Cuma namazını da kılabileceğiniz uygun bir iş bulmaya çalışırsınız.

www.fetva.net/yazili-fetvalar/bazi-hallerde-cuma-namazi-terk-edilebilir-mi.html

Ojenin gusül ve abdeste mâni olmadığını söylemek doğru mu?

İlgili cevapta belirtildiği gibi kınanın altına su geçmesi, altının yıkanması anlamına gelmez. Emir, oraya suyu ulaştırmak değil, yıkamaktır. Bu sebeple altına suyun geçmesi ile geçmemesi arasında bir fark yoktur. Yazıyı tekrar ve dikkatlice okursanız sorularınızın tamamının cevabını bulabilirsiniz.

www.fetva.net/yazili-fetvalar/oje-abdeste-ve-gusul-abdestine-mani-midir.html

Kınayı bir veya iki kere sürdüğünüzde bahsettiğiniz durum olabilir; ama sürekli sürerseniz bir tabaka oluşturduğunu görürsünüz.

Aşağıdaki linkte bulunan görüntülü cevabımızı da izlemenizi tavsiye ederiz:

www.fetva.net/goruntulu-fetvalar/ojeli-tirnaklarla-abdest-alinabilir-mi.html

Bir gazete okuyucularını kupon ve kura ile umreye götürebilir mi?

Eğer o kuponlar için okuyucu ekstra bir ücret ödemiyorsa yani sadece gazete ücretini ödüyorsa bunda bir sakınca olmaz. Umreye gidecek olan 100 kişinin kura ile belirlenmesi, bu organizasyonu şans oyunu haline getirmez. Fakat gazete ücretinden ayrı bir ücret ödenmek sureti ile böyle bir şey yapılıyorsa o taktirde bu organizasyon kumar olur.

İşten atılanların tazminat alma hakları var mıdır?

Bu gibi konularda, oluşmuş geleneğe bakılır. Türkiye’de tazminat bir gelenek haline gelmiş ve kanuna konmuştur. Hem işçi hem de işveren bu durumu bilerek iş sözleşmesi yapmaktadır. Bu sebeple işten çıkarılan işçinin tazminat almaya hakkı olur.

Allah Teala’nın bana yardım etmediğini düşünüyorum. Ne yapmalıyım?

Öncelikle Allah Teâlâ’nın kulları arasında bir ayırım yapmadığını ve zalim olmadığını hatırlamalısınız. Kur’an’da bize bildirildiğine göre insanın başına gelen kötülükler yine insanın kendine ettikleri yüzündendir. Dolayısıyla yaptığınız hataları Allah’a yüklemeye kalkmayın. Bir muhasebe yapın, kendinizi sorguya çekin. Nerede hata yaptığınızı tespit edin ve yeni bir yol haritası çıkarmaya çalışın. Elinizden ne geliyorsa onu yapın, ibadetlerinizi aksatmadan yerine getirin, dua etmeyi unutmayın. Ve her zaman Allah’a güvenin. Üzerinize düşen görevleri, ibadetlerinizi yerine getirmeden, duanızı yapmadan Allah size yardım etmez, bunu da aklınızdan çıkarmayın!

Aşağıdaki ayetler sizin durumunuzu yakından ilgilendirmektedir. Her bir ayeti düşüne düşüne okuyun, özümsemeye çalışın. Yanlışlarınızı ve neler yapmanız gerektiğini bizzat kendiniz görün. İnşaallah bu ayetler sizi kendinize getirecek, size hiç ummadığınız kadar güç ve moral verecek, Allah’a eskisinden de daha çok güveneceksiniz. Bunun neticesinde hayata dört elle sarılacak ve Allah’ın izni ve yardımı ile tüm zorlukların üstesinden geleceksiniz.

“Sana güzellikten her ne ererse bil ki Allah’tandır, kötülükten de başına her ne gelirse anla ki sendendir…” (Nisa, 4/79)

“Başınıza gelen herhangi bir musibet, kendi ellerinizle işledikleriniz yüzündendir. (Bunun yanı sıra) Allah birçoğunu da affeder.” (Şûrâ,  42/30)

“Yavrucuğum! Namazı kıl, iyiliği emret, kötülükten vazgeçirmeye çalış, başına gelenlere sabret. Doğrusu bunlar, azmedilmeye değer işlerdir.” (Lokman, 31/17)

“O müminler öyle kimseler ki, Allah anıldığı zaman kalpleri titrer; başlarına gelene sabrederler, namaz kılarlar ve kendilerine rızık olarak verdiğimiz şeylerden (Allah için) harcarlar.” (Hac, 22/35)

“Rabbi, insanı denemek için ikram ve değer verip, nimetlere garkedince o: «Rabbim bana değer verdi» der. Ama yine denemek için nasibini daraltınca O: «Rabbim beni zelil, perişan etti» der. Hayır! Doğrusu siz yetime ikram etmiyorsunuz, yoksulu yedirmeye birbirinizi teşvik etmiyorsunuz. Haram helâl demeden mirası yiyorsunuz. Malı aşırı biçimde seviyorsunuz.” (Fecr, 89/15-20)

“Eğer insana tarafımızdan bir rahmet tattırır, sonra o nimeti geri alırsak o, son derece ümitsiz, son derece nankör olur.  Eğer kendisine dokunan bir zarardan sonra ona bir nimet tattırırsak, elbette «Kötülükler benden gitti» der. Çünkü o (bunu derken) şımarıktır, kibirlidir. Ancak her iki halde de sabredip makbul ve güzel işler yapanlar başka! İşte onlar için pek geniş bir mağfiret ve pek büyük bir mükâfat vardır.” (Hud, 11/9-11)

“Biz insana katımızdan bir rahmet tattırdığımız zaman ona sevinir. Ama elleriyle yaptıkları yüzünden başlarına bir kötülük gelirse, işte o zaman insan pek nankördür!” (Şûrâ, 42/48)

“İnsan hayır istemekten usanmaz. Fakat kendisine bir kötülük dokunursa hemen ümitsizliğe düşer, üzülüverir.” (Fussilet, 41/49)

“İnsanlardan kimi Allah’a sınırda kulluk eder. Şöyle ki: Kendisine bir iyilik dokunursa buna pek memnun olur, bir de musibete uğrarsa çehresi değişir (dinden yüz çevirir). O, dünyasını da, ahiretini de kaybetmiştir. İşte açık hüsran budur.

O, Allah’ı bırakıp O’na yakın saydığı, kendisine ne faydası, ne de zararı dokunacak olan şeylere yalvarır. Bu, (haktan) büsbütün uzak olan sapıklığın ta kendisidir.

Zararı yararından yakın olan kişiyi de yardıma çağırır. O ne fena efendi, o ne fena yardak = yoldaş!

Şüphe yok ki Allah, iman edip iyi işler yapanları altından ırmaklar akan cennetlere koyacak; şüphesiz Allah dilediğini yapar.

Kim Allah’ın, artık ona, dünyada ve ahirette yardım etmeyeceği kanaatine varırsa, bir sebebe tutunup semaya uzansın, öbür ilişkiyi kessin; bu yol kendini bunalımdan, gerçekten çıkaracak mı, ona baksın.

İşte böylece Kur’an’ı apaçık ayetler olarak indirdik. Allah, şüphesiz, dilediğini doğru yola eriştirir.” (Hacc, 22/11-16)

www.fetva.net/yazili-fetvalar/hayir-ve-serrin-allahtan-olmasi-konusunda-biraz-bilgi-verir-misiniz.html

www.fetva.net/yazili-fetvalar/dunya-imtihanini-nasil-kazaniriz.html

Müslümanlar zor durumdayken hac için para biriktirmek doğru mu?

Allah’ın emirleri arasında öncelik ve sonralık tayin etmek müslümanların işi değildir. Hac bireysel bir ibadettir, müslümanlara yardım ise toplumsal. Dolayısıyla bir müslüman hem hac ibadetini hem de diğer görevlerini yerine getirmekle yükümlüdür. Bir ibadetin yerine getirilmesi için bir başka ibadetin terk edilmesi gerekmez. Bu yüzden bugün bir müslüman hem hac ibadeti için para biriktirmek hem de diğer müslümanlara yardım etmekle yükümlüdür.

Rükû ve secdelerde yapılan tesbihatın uzunluğu ne kadar olmalıdır?

Namazlarda esas olan, Peygamberimizin yaptıklarını yapmaktır. Zira o “benim nasıl namaz kıldığımı gördüyseniz namazı öyle kılın” (Buhârî, Ezan, 18) buyurmuştur. Hadis kitaplarında yer alan konuyla ilgili rivayetlere göre Peygamberimiz sallallahu aleyhi v sellem, rükû ve secdelerde her zaman aynı tesbihatı söylemezdi. Bu yüzden bazen rükûsu uzun, bazen de kısa sürerdi.

Namazla ilgili hadisleri toparlayan âlimler, bu tesbihatın en az üç defa yapılmasının sünnet ve yeterli olduğunu fakat dileyenlerin bu tesbihatı istediği kadar uzatabileceğini, bunun da sünnete uygun olduğunu söylemişlerdir. İslam ülkelerinde görülen farklılıkları bu gözle değerlendirmek; birine doğru diğerine yanlış gözüyle bakmamak gerekir.

Konuyla ilgili bir hadis şöyledir:

Abdullah İbn Mes’ûd radıyallahu anh’den rivayete göre, Resulullah şöyle buyurmuştur:

“Sizden biriniz rükû’a varınca rükû’ halinde iken üç sefer; “Sübhâne Rabbiye’l-Azîm” derse yaptığı rükû’ tamam olur, bu en azıdır. Secdeye varınca secdelerinde de üç kez “Sübhâne Rabbiye’l- A’lâ” derse secdeleri tamam olmuş olur, bu da en az söylenmesi gereken miktarıdır.” (Tirmizî, Salât, 194)

“Meninin yerinden ayrılması gusül abdestini gerektirir” ne demek?

Bahsettiğiniz mesele fıkıh kitaplarında tartışılmış ve bu konuda farklı ihtilaflar ortaya çıkmıştır. “Meninin yerinden ayrılması” tabiri aslında anlaşılmayacak bir şey değil. Bir erkek ihtilam olduğu yani boşaldığı zaman daha meni dışarı çıkmadan vücutta değişiklikler meydana gelir, şehvet oluşur. O anda erkeklik organı sıkılsa meni dışarı çıkmaz, şehvet geçtikten sonra çıkar. Fakat artık boşalma meydana gelmiş, vücut rahatlamıştır.  O yüzden menin şehvetle dışarı çıkması şart değildir. Bu hal gerçekleşirse gusül abdesti alınması şart olur.

Zamanın imamına biat etmek gerektiğine dair bir hadis var mıdır?

Evet, böyle bir hadis vardır. Müslim’in Sahih’inde kim boynunda bir bey’at olmadığı halde ölürse, cahiliyet ölümü gibi (bir ölümle) ölür.” (Müslim, İmaret, 58 (1851) şeklinde geçmektedir. Bu da “Müslümanların ittifakıyla” İslam ümmetinin başında yer alan kişiyi (halifeyi/devlet başkanını) tanımayanlar hakkında söylenmiştir. Yoksa birkaç kişinin ya da dini, siyasi bir grubun kendi aralarında seçtikleri ve “emir”, “halife”, “emiru’l-mü’minin” diye tanımladıkları kişileri kapsamaz.

Bu hadis, Müslümanları tefrikaya düşmekten uyarmak için söylenmiştir. Bu tefrikadan kurtulmanın yegâne reçetesi ise Kur’an etrafında birleşmektir. Allah Teâlâ şöyle buyurmaktadır:

“Biz onların aykırı iddialarını pek iyi biliyoruz, ama sen onlar üzerinde bir zorba değilsin. Senin yapacağın iş, sadece tehdidimden endişe edecek kimseleri Kur’ân ile irşad etmektir.” (Kâf, 50/45)

“Hepiniz Allah’ın ipine (Kur’an’a) sımsıkı yapışın. Dağılıp ayrılmayın.” (Al-i İmran 3/103)

“Şüphesiz bu, benim dosdoğru yolumdur. Buna uyun. (Başka) yollara uymayın. Zira o yollar sizi Allah’ın yolundan ayırır. Allah size bunları sakınasınız diye emretmektedir.” (En’am, 6/153)

Diş dolgusu konusunda fetvaya uymakla sorumluluktan kurtulur muyuz?

Kaynaklara inip delil mukayesesi yapamayacak olan kişiler ilmine güvendikleri kişilerin, hocaların, mezheplerin görüşleri ile amel ederler. Bunda dinen hiçbir sakınca yoktur. Taklit edilen şey ayet veya hadislerin açık hükümlerine ters olmasın yeter.

Diş dolgusunun abdest veya gusül abdestine mâni olduğu görüşü, maalesef halkımızın kafasını karıştıran konulardan biridir. Aşağıdaki linke tıklayarak bu konuda daha önce verdiğimiz cevabı, Hanefi mezhebinin muteber kaynaklarından İbn Abidin’den okuyabilirsiniz. Cevabı okuyunca içinizde herhangi bir kuşkuya yer vermeden ibadetlerinize devam edeceğinizi umuyoruz.

www.fetva.net/yazili-fetvalar/dis-dolgusu-ve-kaplama-disler-gusle-mani-midir.html

Kişi aklından ve içinden geçen kötü şeylerden sorumlu olacak mıdır?

Allah Teâlâ şöyle buyurur:

“Göklerde ne var, yerde ne varsa hepsi Allah’ındır. İçinizde olanı açığa vursanız da, gizleseniz de Allah sizi ondan hesaba çekecektir. Sonra dilediğini bağışlar, dilediğine azap eder. Allah’ın gücü her şeye yeter.” (Bakara 2/284)

Nebîmiz sallallahu aleyhi ve sellem şöyle dedi:

“Bakın, vücutta bir et parçası vardır. O iyi olursa vücudun tamamı iyi olur, o bozulursa vücudun tamamı bozulur. İşte o kalptir.” (Müslim, Müsâkât, 107)

İçinde olan ile içinden geçen aynı değildir. İçinde olan; iman, küfür, sevgi, nefret, kin, iyi niyet gibi hayata yön veren şeylerdir. İçinden geçen ise genellikle şeytan vesvesesidir. Bazen içinize öyle şeyler gelir ki “acaba kâfir mi oldum?” dersiniz. Bu, doğru yolda olduğunuzu gösterir. Çünkü şeytan, kıyâmete kadar süre alınca şöyle demişti:

“… And olsun onlar için, senin doğru yolunun üstünde oturacağım.

Sonra onlara; önlerinden, arkalarından, sağlarından, sollarından sokulacağım. Onların çoğunu sana şükreder bulamayacaksın.” (Araf 7/16-17)

Şeytana izin verildiği için vesvesesine engel olunamaz. Bundan peygamberler de kurtulamazlar. Allah Teâlâ şöyle buyurur:

“Senden önce gönderdiğimiz bir tek nebi ve elçi yoktur ki, bir şeyi kursun da şeytan onun kurgusuna vesvese karıştırmış olmasın. Allah şeytanın karıştırdığını giderir, sonra âyetlerini pekiştirir. Allah bilendir, hakîmdir.” (Hac 22/52)

Şeytan vesvesesinden kurtulmaya güç yetmeyeceği için onun sorumluluğu olmaz. Allah Teâlâ şöyle buyurur:

“Allah, kimseye gücünün yettiğinden fazlasını yüklemez.” (Bakara 2/286)

(KAYNAK: Abdulaziz Bayındır, Kur’an Işığında Doğru Bildiğimiz Yanlışlar, Süleymaniye Vakfı Yayınları, 2. Bs., İstanbul, 2007, s: 106-108)

Bununla ilgili görüntülü cevabımızı aşağıdaki linkten izleyebilirsiniz:

www.fetva.net/goruntulu-fetvalar/bir-an-bile-olsa-icimizden-gecen-seylerden-dolayi-hesap-verecek-miyiz.html

Hz. Muhammed’in risaleti ve Kur’an cinler için de bağlayıcı mıdır?

Resulün (elçinin) olmazsa olmaz görevi tebliğdir. Cin Suresinin ilk ayetlerinde Peygamberimizin bizzat onlara tebliğde bulunmadığı ama onların peygamberimizi dinlediği ifade edilmiştir:

“De ki: «Cinlerden bir topluluğun Kuran’ı dinlediği bana vahyolundu; onlar şöyle demişlerdir;» «Doğrusu biz, doğru yola götüren, hayrete düşüren bir Kur’an dinledik de ona inandık; biz, Rabbimize hiçbir şeyi ortak koşmayacağız.»” (Cin, 72/1-2)

Eğer bu olay Allah tarafından Peygamberimize bildirilmeseydi Peygamberimizin haberi olmayacaktı. Bu konuyu anlatan diğer ayetler şöyledir:

“Hani cinlerden bir grubu, Kur’an’ı dinlemeleri için sana yöneltmiştik. Kur’an’ı dinlemeye hazır olunca (birbirlerine) «Susun» demişler, Kur’an’ın okunması bitince uyarıcılar olarak kavimlerine dönmüşlerdi.

Şöyle dediler: «Ey milletimiz! Doğrusu biz, Musa’dan sonra indirilen, kendinden öncekileri doğrulayan, gerçeği ve doğru yolu gösteren bir kitap dinledik.»

«Ey milletimiz! Allah’a çağırana uyun ve ona inanın da Allah da sizin günahlarınızı bağışlasın ve sizi can yakıcı azaptan korusun.»

Allah’a çağırana uymayan kimse bilsin ki, Allah’ı yeryüzünde aciz bırakamaz; onların O’ndan başka dostları da bulunmaz; işte onlar apaçık sapıklıktadırlar.” (Ahkâf, 46/29-32)

Cinlere de resul gönderilmiştir. Ama o resuller de kendi cinslerinden yani cinlerden olmuştur. Tıpkı insanlara insan peygamber gönderildiği gibi… Allah Teâlâ şöyle buyurmuştur:

“Ey cin ve insan topluluğu! Sizden olan kimseler size elçi olarak gelmediler mi? Onlar size ayetlerimi anlatıyor ve bugün karşınıza çıkan şeyler konusunda sizi uyarıyorlardı değil mi?” Diyeceklerdir ki, “Aleyhimize de olsa biz buna şahidiz.” Dünya yaşayışı onları pek aldatmıştı. Kendi kâfirliklerine bizzat kendileri şahitlik ettiler.” (En’âm, 6/130)

Peygamberimizin tebliğ görevi yanında hikmeti öğretme (Bakara, 2/129; Âl-i İmrân, 3/164; Cuma, 62/2) ve örnek olma (Ahzâb, 33/21) görevleri de vardır. Bu görevleri cinlere karşı da yaptığına dair herhangi bir ayet ise yoktur.

Allah’ın kitabı Levh-i Mahfuz’da olandır. (Bkz: Zuhruf, 43/3-4; Buruc, 85/21-22) İnsanlar, cinler ve melekler için bu kitabın hükümleri bağlayıcıdır. Bir grup cinin Kur’an-ı Kerim’i Peygamberimizin ağzından dinlemiş olması, onlara da Kur’an’a inanma görevini yüklemiştir.