Blog
Diyanet İşleri Başkanlığı devlete bağlı resmi bir kuruluştur. Bizim gibi hür ve serbest değillerdir; her istediklerini söyleyemezler. Onlar bu gibi konularda, kendilerine göre bir siyaset uyguluyorlar. Türk milleti içinde kök salmış ve artık tam bir gelenek halini almış bu gibi konularda onlardan aksi bir davranış beklemek pek de gerçekçi değildir.
Her konuda en büyük görev ise bilinçli Müslümanlara düşmektedir. Vatandaş bilinçlendikçe Diyanetin tavrı da değişir.
Kandil Geceleri hakkında sitemizde bulunan yazıyı okumak için lütfen aşağıdaki linki tıklayınız:
www.suleymaniyevakfi.org/tarih-arastirmalari/kandil-geceleri.html
Babanıza akraba ile iyi geçinmeyi tavsiye eden ayet-i kerimeleri gösterin. Allah’ın ve peygamberinin bu işe ne kadar önem verdiğini izah etmeye çalışın. Eğer kendisi okuma yazma biliyorsa bizzat ona okutun; bilmiyorsa siz okuyun, o dinlesin. Bunun yanı sıra onun sevdiği, beğendiği bir hoca efendi varsa onu ziyarete gidin; durumu bir de o izah etsin. Her şeye rağmen hâlâ yanlışta ısrar ederse siz yine de babanızı üzmemeye, kırmamaya çalışın fakat akrabanızla ilişkinizi hiçbir zaman kesmeyin. O istemese de siz onlarla görüşün. Bu konuda babanızın “hakkımı helal etmem” demeye hakkı yoktur. Zira Allah’ın emrettiği bir hususu hiç kimsenin yasaklamaya hakkı yoktur. Allah Teâlâ şöyle buyurmaktadır:
“Ey insanoğlu! Annen ve baban seni, körü körüne Bana ortak koşman için zorlarlarsa, onlara itaat etme; dünya işlerinde onlarla güzel geçin; Bana yönelen kimsenin yoluna uy; sonunda dönüşünüz Bana’dır. O zaman, yaptıklarınızı size bildiririm.” (Lokman, 31/15)
“Adını anarak birbirinizden bir şeyler istediğiniz Allah’a karşı gelmekten sakının ve akrabalık bağlarına saygı gösterin.” (Nisa, 4/1)
“Allah’a kulluk edin, O’na hiçbir şeyi ortak koşmayın. Ana-babaya, akrabalara, yetimlere, düşkünlere, yakın ve uzak komşuya, yanınızdaki arkadaşa, yolcuya ve size hizmet eden kimselere iyilik edin. Allah, kendini beğenip öğünenleri elbette sevmez. “ (Nisa, 4/36).
“Akrabalarına, düşküne ve yolcuya hakkını ver, elindekileri de hepten savurma.” (İsra, 17/26).
Resûlullâh sallallahu aleyhi ve sellem , “Kime iyilik edeyim ya Resulallah!” diye soran bir sahâbîye, “Annene, babana, kız kardeşine, erkek kardeşine ve bunları takip eden akrabalarına iyilik etmek senin görevindir” şeklinde cevap vermiştir. (Buhârî, Edeb, 25).
Bir başka hadislerinde ise şöyle buyurmuştur:
“Allah’a ve ahiret gününe iman eden kimse misafirine ikram etsin. Allah’a ve ahiret gününe iman eden kimse akrabasına iyilik etsin. Allah’a ve ahiret gününe iman eden kimse ya faydalı söz söylesin veya sussun!” (Buhârî, Edeb 85; Müslim, İman 74, 75.)
Ön safta yer olmadığı için yalnız başına arkada namaz kılmak mecburiyetinde kalan kimsenin durumunda ihtilâf edilmiştir.
a. İmam Şafii’ye göre, bu kimse ön saftan birini yanına çekmeden tek başına kılar. Çünkü eğer ön saftan birini yanına çekecek olursa evvelâ o kimseyi ön safta bulunmanın faziletinden mahrum eder ve ayrıca o safta da bir gedik açmış olur. Bu bakımdan yalnız başına kılar.
b. İmam Malik’e göre ise, safların arkasında namaz kılan kimsenin namazı tamdır. Önden bir kimseyi yanına çekmesine lüzum yoktur. Şayet çekecek olursa, çekilen kimse o adama itaat etmemelidir.
c. Bazı âlimler de ön safta bulunan bir kimseyi arka safa çekmenin o kimseye zulüm olduğunu söylemişlerdir.
d. Hanefilere göre ise, o kimse imam rükû’a eğilmek isteyinceye kadar bir kimsenin dışarıdan gelmesini bekler. Gelmeyeceğini anlayınca da imam rükû’a varmadan ön safta bulunan birisini yanına çeker ve namazım öyle kılar. Bu hareketiyle hadis-i şerifteki nehye muhatap olmaktan kurtulur.
Şafiî ulemasının çoğunluğuna göre bu durumda kalan kimse namaza durduktan sonra ön safta bulunan bir kimseyi çekerek yanına durdurur. O kimse de bu adamın isteğine itaat etmekle büyük ecirlere nail olur.
Her ne kadar hüküm bu ise de, zamanımız insanlarının bunu bilmemesi, tatbikinden doğacak mahzurları da göz önüne alarak safta tek başına namazını kılabileceği ifade edilmiştir.
Nimet-i İslâm müellifi merhum Mehmed Zihni Efendi’nin şu kıymetli mütalaasını da unutmamak lâzımdır:
“Yalnız durmak zamanınızda evlâdır. Çünkü namaz meselelerini bilmemek halkın büyük çoğunluğu arasında yaygın olduğundan çekilen kişinin namazının fasit olma ihtimali vardır.”
KAYNAK: Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Necati Yeniel, Hüseyin Kayapınar, Kontrol: Mehmed Savaş, Şamil Yayınevi, İstanbul, 1988, c: 3, s: 47-48.
Kadınların kadınlara avreti göbek ile diz kapakları arasındaki yerlerdir. Bir kadın, arzu duysun veya duymasın diğer bir kadının dizkapağı ile göbeğinin arasına bakamaz. Bu sebeple bir kadın, başka bir kadının yanında diz kapağı ile göbeğinin arasını kapamak zorundadır, bu ona farzdır. Dolayısıyla bayan kuaförde epilasyon için bu bölgenin açılmaması gerekir. Aynı şey ağda için de geçerlidir. Bunun dışında kalan bölgelere epilasyon yapılmasında bir sakınca yoktur.
www.suleymaniyevakfi.org/arastirmalar/basortusu-ve-ortunme.html
Peygamberimiz sallallahu aleyhi ve sellem, yeni Müslüman olan sahabilerden sadece isimleri İslam’a aykırı olanların isimlerini değiştirmiş, diğerlerine isimlerini değiştirmeleri gerektiğini söylememiştir. Meriç isminin İslam’a aykırı bir tarafı yoktur. Dolayısıyla değiştirilmesi gerekmez.
Munâfikûn sûresinde Abdullah b. Übeyy ve arkadaşlarının mürted olduğu açıkça ifade edilmektedir. Allah Teâlâ şöyle buyurur:
“Bunun sebebi şudur: Onlar inandılar, sonra kâfir oldular, bu yüzden kalplerinde yeni bir huy oluştu; artık onlar anlamazlar.
Onları gördüğün zaman kalıpları hoşuna gider, konuşurlarsa sözlerini dinlersin. Onlar sanki dayanmış keresteler gibidirler. Her gürültüyü kendi aleyhlerine sanırlar. Onlar düşmandır, onlardan sakın. Allah onları kahretsin! Nasıl olup da döndürülüyorlar?” (Munâfikûn, 63/3-4)
Allah Teâlâ onların müminken kâfir olduklarını ama yine de mümin gözükmeye çalıştıklarını açıkça beyan ettikten sonra onlara karşı olan davranış biçimini şöyle bildirmektedir:
“…Onlar düşmandır, onlardan sakın…”
Nebîmiz bu emre uygun olarak davranmıştır.
“Resûlullâh’ın Abdullah b. Übey gibileri öldürtmemesinin sebebi, “Muhammed güçlendi, şimdi arkadaşlarını öldürtüyor” diye konuşmalarına engel olmak içindir.” şeklindeki iddia öteden beri yapılır. Ancak bu, Nebîmizin, bazı şartlarda Allah’ın emirlerini uygulamadığı anlamına gelir ki bu, ona yapılacak en büyük iftira olur.
NOT: Mürtedlerin öldürülüp öldürülmeyecekleri ile ilgili olarak aşağıdaki linkte yer alan cevabımızı okumanızı tavsiye ederiz:
www.fetva.net/yazili-fetvalar/murtedler-oldurulmeli-mi.html
Bunun yanı sıra gayrimüslimlerle ilişkiler konusunda www.suleymaniyevakfi.org sitemizde bulunan “Müslüman Olmayanlarla İlişkiler” başlıklı yazıyı da okumanızı tavsiye ederiz. Yazıya aşağıdaki linkten ulaşabilirsiniz:
www.suleymaniyevakfi.org/arastirmalar/musluman-olmayanlarla-iliskiler.html
Yemin keffareti ile ilgili olarak Allah Teâlâ Kur’ân-ı Kerim’de şöyle buyurmuştur:
“Allah, kasıtsız olarak ağzınızdan çıkıveren yeminlerinizden dolayı sizi sorumlu tutmaz, fakat bilerek yaptığınız yeminlerden dolayı sizi sorumlu tutar. Bunun da keffâreti, ailenize yedirdiğiniz yemeğin orta hallisinden on fakire yedirmek yahut onları giydirmek yahut da bir köle azat etmektir. Bunları bulamayan üç gün oruç tutmalıdır. Yemin ettiğiniz takdirde yeminlerinizin keffareti işte budur. Yeminlerinizi koruyun (onlara riayet edin). Allah size ayetlerini açıklıyor; umulur ki şükredersiniz!” (Mâide, 5/89)
On miskin olabilmesi için bir fakirin 10 ayrı günde yedirilmesi gerekir. Bu, ayetin delaletidir.
Ancak keffaret, kişinin ailesine yedirdiğinin ortalaması olarak verilmelidir, fitre olarak değil. Ayetteki “ailenize yedirdiğiniz yemeğin orta hallisinden” ifadesi bunu göstermektedir.
Onlar her ne kadar örfen sizin üvey kardeşiniz sayılırsa da dinen onlar size helal, siz de onlara helal olursunuz. Yani yabancı erkek konumundadırlar. Dolayısıyla onların yanında başı açık bir şekilde bulunmanız caiz değildir.
Allah Teâlâ Nûr Suresinin 31. ayetinde şöyle buyurur:
“Mümin kadınlara da söyle gözlerini sakınsınlar; edep yerlerini ve çevresini örtsünler. Görünen kısım dışındaki süslerini açmasınlar. Başörtülerini yakaları üstüne kadar indirsinler. Kocaları, babaları, kocalarının babaları, oğulları, kocalarının oğulları, erkek kardeşleri, erkek kardeşlerinin oğulları, kız kardeşlerinin oğulları, kendi kadınları, elleri altında bulunan esirler, ele bakar hale gelmiş ve erkekliği kalmamış kimselerle kadınların edep yerlerinin farkına varamamış çocuklar dışında hiç kimseye süslerini açmasınlar…” (Nûr, 24/31)
Bu ayete göre Müslüman bir hanım sadece yukarıda belirtilen kimselerin yanında başını açabilir.
Hayır, böyle bir şey yoktur. Kıyamet günü Allah Teâlâ’nın huzurunda O’nun elçileri dâhil hesap vermeyecek, sorguya çekilmeyecek hiç kimse olmayacaktır. Bu gerçeği bildiren bazı ayetler şöyledir:
“Kendilerine elçi gönderilenlere elbette soracağız. Elbette elçilere de soracağız!” (A’râf, 7/6)
“Kur’an, hem senin için hem de halkın için doğru bilgidir. Yakında bu konuda sorguya çekileceksiniz.” (Zuhruf, 43/44)
“Tercihi Allah yapsaydı sizi bir tek toplum (ümmet) yapardı. Ama o, sapıklığı tercih edeni sapık sayar, hidayeti tercih edeni de yoluna kabul eder. Yaptıklarınızdan elbette sorumlu tutulacaksınız.” (Nahl, 16/93)
“Size verilen nimetlerden işte o gün sorguya çekileceksiniz.” (Tekâsür, 102/8)
Bazı hadislerde kadınların erkeklere, erkeklerin de kadınlara benzememesi gerektiği yönünde uyarılar vardır. Fakat bunlar hayat tarzı ile ilgilidir. Yani kadınların tıpkı erkekler gibi giyinip onlar gibi hareket etmeye çalışması ya da erkeklerin kadınlar gibi giyinip onlar gibi davranmaya başlaması… Fakat şaka, eğlence olarak veya tiyatro gibi oyunlarda görülen kılık değiştirmeler bu yasağın kapsamına dâhil değildir. Bunlar mubah eğlencelerdir. Dolayısıyla bunlar günah değildir.
Cami duvarlarının içi tek bir mekân sayıldığı için müezzinler için ayrılan yerde namaz kılınabilir. Ama ön saflar dolmadan arkada namaz kılmak mekruh olur. Caminin ve cemaatin eşyasını korumak maksadıyla orada duruluyorsa mekruh olmaktan çıkar. Safların tertibi ile ilgili hadislerden birkaç tanesi şöyledir:
Nu’man b. Beşir radıyallahu anh anlatıyor: “Resulullah aleyhissalâtu vesselâm buyurdular ki:
“Ya saflarınızı düzeltirsiniz ya da Allah kalplerinize (veya yüzlerinize) muhalefet atar …” (Buharî, Ezân 71, Müslim, Salât 127, (436); Ebu Davud, Salât 94; Tirmizi, Salât 167; Nesâî, İmâmet 25.)
Enes radıyallahu anh anlatıyor: “Resulullah aleyhissalâtu vesselâm buyurdular ki:
“Saflarınızı düzgün tutun, zira safların düzeltilmesi namazın kemalini(i sağlayan şartlar)dandır.” (Buharî, Ezân 132, 72, 74, 76; Müslim, Salât 124, (433, 434); Ebu Dâvud, Salât 94; Nesâî, İmâmet 27, 28, 30.)
Abdullah İbn Ömer radıyallahu anhumâ anlatıyor: “Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm) buyurdular ki:
“Safları düz tutun, omuzları bir hizaya getirin, aradaki boşlukları kapatın, kardeşlerinizin (sizi düzeltmeye çalışan) ellerine karsı nezaketli olun. Arada şeytan gedikleri bırakmayın. Kim safa kavuşursa Allah ona kavuşur. Kim de saftan koparsa Allah da ondan kopar.” (Ebu Davud, Salât 94; Nesâî, İmâmet 31.
Vâbisa b. Ma’bed radıyallahu anh anlatıyor:
“Resulullah aleyhissalâtu vesselâm bir adam gördü, safın gerisinde tek başına namaz killiyordu. Ona namazını yeniden kılmayı emretti.” (Ebu Dâvud, Salât 100; Tirmizî, Salât 170.)
Resulullah aleyhissalâtu vesselâm, Ashabında bir gerileme görmüştü:
“İlerleyin bana uyun. Sizden sonrakiler de size uysunlar. Bir kavim gerilemeye devam eder eder de Allah da onları geriletiverir ” buyurdu.” (Müslim, Salât 130, (438); Ebu Davud, Salât 98; Nesâî, İmâmet 17)
Câbir b. Semüre radıyallahu anh anlatıyor: “Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm) buyurdular ki:
“Meleklerin Rabbleri indinde saf tutmaları gibi siz de saf tutmaz mısınız?” Biz: “Melekler nasıl saf tutarlar? ” dedik.
“Onlar dedi, ön safları tamamlarlar ve safta muntazam dururlar.” (Müslim, Salât 119, (430); Ebu Dâvud, Salât 94.)
Bu isim Arapça kökenlidir. Arapçası “ecr” dir. Anlamı ise “ücret”, “karşılık”, “mükâfat”tır.
Arap dili kurallarına göre bu kelime cümle içindeki görevine bağlı olarak “ecran”, “ecrun”, veya “ecrin” olarak okunabilir. Fakat kelime isim olarak sadece “ecr” şeklinde kullanılır.
Bu açıdan kızınıza anlamı dinimize uygun, örfümüzce-kültürümüzce malum ve her zaman genel geçer olacak bir isim koymanızı tavsiye ederiz.
Ömer b. Hattâb radıyallahu anh’tan rivayet edildiğine göre, o şöyle demiştir:
“Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem duâda ellerini kaldırdığı zaman onları yüzüne sürmedikçe indirmezdi.” Muhammed b. Müsenna kendi rivâyetinde: “Onları yüzüne sürmedikçe indirmezdi” demektedir. (Tirmizî, Daavât, 11.)
Bu hadisi rivayet eden Tirmizî şöyle bir açıklama yapmıştır:
Bu hadis, sahih garibtir. Sadece Hammad b. İsa’nın rivayetiyle bilmekteyiz. O, bu hadisi tek başına rivayet etmiştir. Bu kimsenin hadis rivayeti azdır. Bazı kimseler ondan hadis rivayet etmişlerdir. Hanzale b. Ebî Sûfyân güvenilir bir kimse olduğunu söylemiştir.
Hadis âlimlerinden İbn Hacer el-Askalânî, Bulûğu’l-Merâm adlı kitabında, Ebû Dâvûd ve diğer bazı hadis kitaplarında Abdullah İbn Abbas’tan buna benzer başka bir hadisin de nakledildiğini, bu hadisler birlikte değerlendirildiğinde bunun hasen bir hadis olduğunu ifade etmektedir. (Bkz: İbn Hacer el-Askalânî, Bulûğu’l-Merâm, Bâbu’z-Zikr ve’d-Duâ, 1582-1583 numaralı hadisler)
Bu bilgiler ışığında duadan sonra elleri yüze sürmenin sünnet olduğu söylenebilir.
Dine aykırı bir husus teşkil etmediği sürece yaptığımız iş her ne olursa olsun o işin bir numarası olmak durumundayız. Bir ayet şöyledir:
“De ki: “Benim duam, ibadetim, hayatım ve ölümüm, varlıkların Rabbi olan Allah içindir.
Onun ortağı yoktur. Böyle emir aldım. Ben Müslümanların en önde olanıyım.”(En’am, 6/162-163)
Buna göre her Müslüman imanında, ibadetinde, işinde, aile hayatında, sosyal hayatta kısaca her alanda bir numara olmak durumundadır.
Birkaç ayette Allah Teâlâ hayırlı işlerde yarışmayı emretmiş, (Bkz: Âl-i İmrân, 3/133; Mâide, 5/48, Hadîd, 57/21) ve bu yarışta olan kullarından övgü ile bahsetmiştir. (Bkz: Âl-i İmran, 3/114, Enbiya, 21/90; Mu’minun, 23/61) ve onlara şu şekilde dua etmeyi tavsiye etmiştir:
“Ve o kullar: Rabbimiz! Bize gözümüzü aydınlatacak eşler ve zürriyetler bağışla ve bizi takva sahiplerine önder kıl! Derler.” (Furkân, 25/74)
Yarışmak; dereceye girmek, birinci olmak içindir. Müslümanın yapacağı her iş hayırlı olmak durumunda olduğu için her alanda bir numara olmak Müslümanların öncelikli hedefi olmak zorundadır.
Şeddâd b. Evs’ten nakledilen bir rivâyete göre, Resûlullah şöyle buyurmaktadır:
“Allah Teâlâ her şeyde iyilik ve güzelliği (ihsânı) emretmiştir. Öyleyse öldürülmeyi hak etmiş birini öldürdüğünüz zaman, öldürmeyi bile güzel yapınız. Hayvan kesecek olursanız kesimi iyi yapınız. Bıçağınızı bileyin ve hayvana zahmet vermeyin, rahat ettirin.” (Müslim, Sayd, 57; İbn Mâce, Zebâih, 3; Ebû Dâvûd, Edâhî, 11; Tirmizî, Diyât, 14; Nesâî, Dahâyâ, 22, 26, 37; Ahmed b. Hanbel, 4/123, 124, 125)
Savaş meydanında düşmanını öldürürken veya hayvan keserken bile en güzelini yapmayı tavsiye eden bir dinin, mensuplarına hayatın her alanında bir numara olmalarını hedef göstermesinden daha tabii ne olabilir?
Ayrıca diğer din mensuplarıyla bu konuda yarışmamız da emredilir. Allah Teâlâ şöyle buyurur:
“Herkesin bir hedefi vardır, o ona yönelir. Siz iyiliklerde yarışın. Nerede olursanız olun, Allah izi bir araya getirecektir. Allah her şeye bir ölçü koyar.” (Bakara, 2/148)
Dünyalık kazanırken asıl hedef, ihtiyaç sahiplerine daha çok destek verebilmek olmalıdır. Allah Teâlâ bu gibi kişilerin umduğuna kavuşanlardan olacağını bildirerek şöyle buyuruyor:
“Onlar (umduklarına kavuşanlar) zekât için çalışanlardır.” (Mü’minûn, 23/4)
İçinde çeşitli organik maddeler bulunan, genellikle killi, koyu, yapışkan çamura balçık denilir. Bunun fakirliğe sebebiyet verdiğine dair yorum Mızraklı İlmihali‘nin müellifine aittir. Bunu doğrulayan herhangi bir ayet veya hadis bulunmamaktadır.
Erzurumlu İbrahim Hakkı’nın Marifetname adlı kitabında da soğan ve sarımsak kabuklarını yakmak, geceleyin evi süpürmek, yaşından büyüklerin önünde yürümek, kapının bir kanadına dayanmak, eşik üzerinde oturmak, sabah namazını kıldıktan sonra camiden erken çıkmak, her sabah çarşıya erken gitmek, çarşıdan eve geç dönmek, sarığını otururken sarmak, mumu, kandili nefesle söndürmek, kapısız evde yalnız yatmak vs. gibi şeyler de fakirlik sebebi olarak gösterilmiştir. (Erzurumlu İbrahim Hakkı, Marifetname, Osmanlıcadan Sadeleştiren: Faruk Meyan, Bedir Yayınları, İstanbul, 1980, s: 836-837)
Bunların hiçbirisinin gerçekle uzaktan yakından alakası yoktur.
Bir kadınla erkeğin evleneceklerini duyurmaları evlenmiş oldukları anlamına gelmez. İlerisinde evlenmeye karar verdiklerini gösterir, o kadar. Ne zaman evlilik akdini yerine getirirlersa o zaman evlenmiş sayılırlar.
Nikâhta velinin şart kılınmış olması, nikâhın hukuki olarak denetlenmesi demektir. Bugün için nikâhın hukuki denetimi yetkili makamlarca yapılmaktadır. Bu açıdan kıyılacak olan nikâhın yetkili makam olan Nikâh Dairesi tarafından denetlenmesi gerekir.
İkincisi, mehir nikâhın şartlarından değil; sonuçlarındandır. Yani nikâh esnasında mehir belirlenmese bile nikâh geçerli olur. Bu takdirde mehir hakkı kendiliğinden doğar. Bu şekilde kendiliğinden doğan mehire mehr-i misil denir. Bunun miktarı ve ödeme şekli, o kadına denk sayılan diğer bir kadının aldığı mehire bakılarak tespit edilir.
Daha ayrıntılı bilgi için lütfen aşağıdaki linkleri tıklayınız:
www.fetva.net/goruntulu-fetvalar/resmi-nikah-dini-nikah.html
www.fetva.net/yazili-fetvalar/imam-nikahinin-sartlari-nelerdir.html
Hz. İbrahim’in kurban etmesi emredilen çocuğunun kim olduğu konusunda İslam âlimleri arasında bir ittifak yoktur. Bir kısmı bunun İsmail aleyhisselâm olduğunu söylerken bir kısmı ise İshak aleyhisselâm olduğunu söylemişlerdir. Her iki grubun delillerine yer verip “hangisinin kurban edilmek istendiğini en iyi Allah bilir” deyip herhangi bir görüşe meyledemeyenler de vardır.
Yahudilerin de Müslümanların da ittifakla kabul ettiklerine göre İbrahim aleyhisselâmın ilk oğlu İsmail’dir. Sâffât sûresinin 100. ayetinde İbrahim aleyhisselâmın “Rabbim, bana salihlerden olacak bir evlat nasip eyle” şeklindeki duasına yer verildikten sonra 101. ayette bu duasının kabul edildiği ve kendisine yumuşak başlı, uysal (halim) bir çocuk bahşedildiği belirtilmiştir. Buradan, İbrahim aleyhisselâmın daha önce hiç çocuğunun olmadığı anlaşılmaktadır. Öyleyse duasına karşılık kendisine ihsan edilen çocuk İsmail aleyhisselâmdır. Daha sonra 102. ve devamı olan ayetlerde bu çocuğun kurban edilmesi ve neticesinde hem çocuğun hem de İbrahim aleyhisselâmın imtihanı başarı ile geçtikleri anlatılmıştır. Demek ki İbrahim aleyhisselâmın rüyasında kurban etmesi emredilen oğlu, ilk oğlu İsmail’dir. Zaten o ayetlerin hemen devamında yer alan 112. ayette İbrahim’e ikinci bir müjde olarak ileride peygamber olacak olan ikinci oğlu İshak da müjdelenmiştir.
Bir de şuna dikkat etmek gerekir. Allah Teâlâ İbrahim aleyhisselâma, yaşı bir hayli ilerlemiş ve kısır olan eşi Sare validemizden bir çocuğu olacağı müjdesini verirken çocuğu “bilgin bir çocuk (ğulâmin alîm)” olarak nitelemiştir. (Bkz: Hicr, 15/53; Zariyat, 51/28) İbrahim’in Sare validemizden olan bu çocuğunun İshak aleyhisselâm olduğu konusunda da hiçbir görüş ayrılığı yoktur. Fakat yukarıda da görüldüğü gibi kurban edilmesi emredilen çocuk için “halim selim bir çocuk (ğulâmin halîm)” nitelemesi yapılmıştır. Nitekim bu çocuk babasının kendisini kurban edeceğini duyduğunda bu duruma “Babacığım sana ne emrediliyorsa yap, inşaallah beni sabredenlerden bulacaksın”(Sâffât, 37/102) şeklinde karşılık vererek kendisi için verilen halimlik vasfını ispat etmiştir.
Bununla ilgili görüntülü cevabımızı aşağıdaki linkten izlemenizi tavsiye ederiz: