Devlet, işsizlik maaşını gerçekten işsiz olanlara ödemektedir. İşi olan fakat gerçeğe aykırı bir beyan ile kendisini işsiz gibi gösterenlerin bu maaşı alması dinen caiz değildir. Tüyü bitmemiş yetimlerin, gerçek işsizlerin hakkını yemektir. Bundan kesinlikle sakınılması gerekir
Blog
İslam fıkhında meşhur olan bir kurala göre “eşyâda aslolan ibâhadır.” Yani bir şeyin haram olduğuna dair kesin bir delil (ayet veya hadis) bulunmadıkça onun helal olduğuna hükmedilir. Akvaryum balığı beslemek, üretmek ve ticaretini yapmak konusunda yasaklayıcı herhangi bir delil bulunmadığı için bunları yapmakta bir sakınca yoktur.
Bu siteler, verdikleri dersin ücretini almaktadırlar. Bilgisayara indirme imkânı vermeleri ise ayrı bir işlemdir. Böyle bir hizmete karşılık ücret alınabilir.
Kapısı kilitli bir odada baş başa kalmanız dinen uygun değildir. Ya yanınızda başka bir kişinin bulunması ya da odanın her an başkalarının girebileceği şekilde müsait olması gerekir.
Nebîmizden rivayet edilen bir hadis şöyledir:
“Hiç bir erkek yalnız başına bulunan bir kadının yanına girmesin, yanında bir iki kişi olursa girebilir.” (Müslim, Selam 8 (2173).
Akraba da olsa bu gibi “yalnız kalma”lardan şiddetle kaçınmak gerekir. Bununla ilgili bir cevap için lütfen aşağıdaki linki tıklayınız:
www.fetva.net/yazili-fetvalar/yakin-akraba-arasinda-mahremiyet.html
Kadınların kadınlara avreti göbek ile diz kapakları arasındaki yerlerdir. Bir kadın, arzu duysun veya duymasın diğer bir kadının dizkapağı ile göbeğinin arasına bakamaz. Arzu duymamak şartı ile diğer organlarına bakabilir. Eğer arzu duyuyorsa diğer organlarına bakması da haram olur. Bu sebeple bir kadın, başka bir kadının yanında diz kapağı ile göbeğinin arasını kapamak zorundadır, bu ona farzdır. Dolayısıyla bayan kuaförde kadınların bu bölgelerinin açılmaması gerekir.
Buna dikkat ettikten sonra kuaförlük yapmanızda bir sakınca olmaz.
Siz müşterilerinizin kredi almalarına aracı olmayın yeter. Onun dışında yapabileceğiniz bir şey yoktur.
Müşterinin parasını helal veya haram yoldan kazanıp kazanmadığını takip etmek ve sorgulamak sizin göreviniz değildir. Haram yoldan kazanıp sizden araba alırlarsa bunda sizin bir sorumluluğunuz olmaz.
Siz bu işin yetkilisi iseniz, önceden böyle bir şeyi şart koşmadığınız için bu bir hediye olur. Eğer yetkiniz yok da nüfusunuzu kullandıysanız zaten rüşvet olmaz. Çünkü burada gayrimeşru olarak kimsenin hakkı yenmemiştir.
Sigara Kur’an’ın açıkça yasakladığı şeylerden değildir, ancak zararlı olduğu tespit edildiği için yasak kapsamına girmektedir. Bu iş yerinde alacağınız ücret haram olmaz, ancak başka bir işi tercih etmeniz iyi olur.
Müslümanların kadın erkek aynı yerde dans etmeleri caiz değildir. Bir müslüman olarak sizden, buna imkân vermeyen bir yapı oluşturmanız beklenir. Fakat parayı, salonu kiralama karşılığı aldığınız için haram olmaz.
Nöbet tutmak için usulsüzlük yapmak zorunda kalmanız, yaptığınız işin yanlış olduğunu gösterir. Ayrıca o nöbet sebebiyle asıl işinize yorgun olarak gelirsiniz. Bu da orada istenen çalışmayı yapamamanıza sebep olur. Bu sebeplerden dolayı aldığınız para helal olmaz.
Allah’a isyan olmayan konularda yöneticilerin koyduğu kanunlara itaat etmeniz gerekmektedir. Dolayısıyla yurtdışına kaçak olarak çıkmanız doğru olmaz. İşinizi normal yollardan halletmeye çalışınız. Fakat bununla birlikte orada kazandığınız para sırf bu sebepten dolayı size haram olmaz. Meşru bir işten kazandıysanız herhangi bir sakıncası olmaz.
Çocuğa Allah Teala’nın isimlerinden verilirken “Abd” yani “kul” ön eki kullanılır. Mesela; Abdullah, Abdurrahman, Abdülbaki, Abdülaziz, Abdüssamed gibi. Bu isimlerdeki Rahman, Baki, Aziz ve Samed Allah’ın isimleridir. Bunlar, abd ekini aldığı zaman “Rahman olan Allah’ın kulu”, Azîz olan Allah’ın kulu” anlamlarına gelir.
Esmâ-i Hüsnâ’ya dahil olan her ismin başına “Abd” getirilmesi tavsiye edilir. Fakat insanlar için kullanılmayan er-Rahmân, el-Hâlik, el-Bâri’, el-Gaffâr, el-Vahhâb vb. gibi isimler mutlaka başlarına “abd” eklenerek konulmalıdır: Abdurrahman, Abdülhâlik, Abdülbâri’, Abdülgaffâr, Abdülvahhab vs. gibi…
Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem de çocuklara Abdullah ve Abdurrahman isimlerinin konulmasını tavsiye ederdi. Abdullah İbn Ömer radıyallahu anh’tan rivayet edildiğine göre Resûlullah şöyle buyurmuştur:
“Allah’a en sevimli gelen isimler Abdullah ve Abdurrahman’dır.” (Müslim, Âdâb, 2, (2132); Ebu Dâvud, Edeb 69; Tirmizî, Edeb 64)
Sûde; Farsça ‘sürmek’, ‘değmek’, ‘ezmek’, ‘ezilmek’, ‘sıvamak’ gibi anlamlara gelen Sûden (سودن) kökünden türemiş bir sıfat-isimdir. (Ziya Şükûn, Farsça-Türkçe Lûgat = Gencine-i Güftâr Ferheng-i Ziyâ, MEB, İstanbul, 1996, c: 2, s: 1233)
Buna göre Sûde, sürmüş, sürülmüş, ezmiş, ezilmiş manalarına gelmektedir. Türk Dil Kurumu, Kişi Adları Sözlüğü’nde bu isim için “sürülmüş”, “sürmeli, boyalı” karşılığını vermiştir.
Halk arasında Sûde’nin “cennette bir su damlası” anlamında olduğu yaygın olsa da biz bu anlama rastlayamadık. Bu ismi koymanızda herhangi bir sakınca olmamasına rağmen bu ismin yerine Sevde ismini tavsiye ederiz. Sevde, Peygamberimizin hanımlarından olup, mü’minlerin annesi olma şerefine nail olmuştur.
Sözlükte “aydın ve ışıklı olmak” manasındaki nevr kökünden türemiş olan nûr “aydınlık, ışık” demektir. Ayrıca “apaçık olan, nesne ve olayların mahiyetini ortaya koyup aydınlatan şey”e de nur denir. Kelime Allah’a nispet edildiğinde “nur kaynağı” veya sıfat olarak “nurlandıran, her şeyi aydınlatan diye açıklanır.” (Bekir Topaloğlu, “Nûr”, Diyanet İslam Ansiklopedisi, c: 33, s: 243)
Nûr kelimesi Kur’an’ı Kerim’de “Allah, göklerin ve yerin nurudur” (Nûr, 24/35) şeklinde Allah için kullanıldığı gibi, bazı ayetlerde Kur’an-ı Kerim için (Nisa, 174; A’râf, 7/157), bazı ayetlerde gökteki ay için (Yunus, 10/5; Nuh, 71/16) çoğu ayette de Allah’ın doğru yolu/hidayeti için kullanılmıştır. (Bkz: Bakara, 2/257; İbrahim, 14/1, Hadid, 57/9)
Görüldüğü gibi bu kelime, sadece Allah için kullanılan isimlerden değildir. Bu yüzden çocuklara isim olarak verilmesinde herhangi bir sakınca bulunmamaktadır.
Sara ismi kaynaklara göre Farsça kökenli olup “halis, katkısız, temiz” gibi manaları vardır. Dinimizde çocuğa isim koyarken dikkat edilecek olan en temel nokta, ismin dinimizin onaylamadığı bir manasının olmamasıdır. Bu isim, onlardan değildir. İbrahim aleyhisselamın hanımının da ismi olan bu güzel ismi değiştirmenize gerek yoktur. Sara isminin özellikle yabancılar tarafından da konulmasına bakarak bazılarının bunu hoş karşılamaması dikkate alınmamalıdır. Onlarla ortak noktalarımızın olması gayet doğaldır.
Yazılı ve görsel iletişim araçlarında Tuana isminin “cennete düşen ilk yağmur damlası” manasına geldiği yazılı olmasına rağmen hiçbir kaynakta bunun doğruluğu tespit edilememiştir. Fakat Türk Dil Kurumu’nun Kişi Adları Sözlüğü’nde belirtildiğine göre “güçlü, kuvvetli” anlamına gelen Farsça TUVANA ismi bulunmaktadır. Milli Eğitim Bakanlığı tarafından bastırılan Farsça-Türkçe Lûgat’ta ise “güçlü-kuvvetli” anlamına gelen bu ismin orijinali TEVÂNÂ ve TÂVÂNÂ olarak yer almaktadır. (Bkz: Ziya Şükûn, Farsça-Türkçe Lûgat = Gencine-i Güftâr Ferheng-i Ziyâ, MEB, İstanbul, 1996, c: 1, s: 556 ve 614.)
Türkçeye TUANA olarak geçen kelime büyük ihtimalle bu olmalıdır. Görüldüğü gibi manasında dinimize göre herhangi bir aykırılık bulunmadığı için bu ismin kullanılmasında bir sakınca olmaz. Fakat dilimizce ve örfümüzce hem manası hem de söylenişi daha güzel olan isimlerin kullanılmasının daha isabetli olacağı kanaatindeyiz.
Hafsa, özel bir isimdir. Bazı sözlüklerde “arslan yavrusu”, “sırtlan yavrusu” gibi manaları olduğu verilse de bunu kesin olarak doğrulatacak bir bilgimiz yoktur. (Bkz: İbn Manzûr, Lisânu’l-Arab, h-f-s mad., c: 7, s: 16) Fakat kesin olarak bildiğimiz şudur: Hafsa, ikinci halife Ömer b. Hattab radıyallahu anh’ın kızı olup Peygamberimizin eşlerinden yani mü’minlerin annelerinden (ümmehâtü’l-mü’minîn) olmuş bir sahabidir. Anlamı hoş olmayan isimleri değiştirdiği bilinen Peygamberimizin, bu eşinin ismini değiştirmemiş olması bunu onayladığı anlamına gelir. Dolayısıyla kız çocuğuna Hafsa ismi konulmasında hiçbir sakınca bulunmamakta, aksine tavsiye edilmektedir.
Arda ismi ile alakalı olarak Türk Dil Kurumu Kişi Adları Sözlüğü’nde “hükümdar veya kumandan asası”, “işaret olarak yere dikilen çubuk”, “sonra gelen”, “Meriç ırmağının Edirne yöresindeki önemli bir kolu”, “Uygur yazılarında geçen çok eski bir Türk adı” manaları verilmektedir. Bu anlamların hiçbirisi dinimize, örfümüze, kültürümüze aykırı değildir. Bu yüzden isim olarak kullanılmasında herhangi bir sakınca yoktur.
Berre, “çok hayırlı, çok iyi, çok cömert kimse” manalarına gelmektedir. Nebîmiz bu ismi hoş karşılamamış ve değiştirilmesini istemiştir.
Konuyla ilgili hadisler şöyledir:
Ebu Hureyre radıyallahu anh anlatıyor:
“Zeyneb binti Ebî Seleme’nin ismi Berre idi. “Nefsini tezkiye ediyor / temize çıkarıyor” denildi. Bunun üzerine Resûlullâh onu Zeynep diye isimlendirdi.” (Buhârî, Edeb, 108; Müslim, Edeb 17, (2141).
İbn Abbâs radıyallahu anh anlatıyor:
“Cüveyriye Bintu’l-Hâris’in ismi Berre idi. Resûlullâh onun ismini Cüveyriye diye değiştirdi. Zira, O “Berre’nin yanından çıktı” denmesini sevmiyordu.” (Müslim, Edeb 16 (2140).
Muhammed b. Amr b. Atâ’dan:
“Ben kızıma Berra ismini verdim. Müteakiben Zeyneb binti Ebî Seleme bana şunu söyledi: Resûlullâh bu ismi yasakladı. Benim adım da Berra idi. O “Kendinizi temize çekmeyin! Allah sizin iyi olanlarınızı pek âlâ bilir.” dedi. (Oradakiler) :
– Ona ne isim verelim? diye sordular. “Zeynep ismini verin.” buyurdu. (Müslim, Edeb 19, (2142).
Resûlullâh sallallâhu aleyhi ve sellem yeni Müslüman olan sahabilerden sadece isimleri İslam’a aykırı olanların isimlerini değiştirmiş, diğerlerine isimlerini değiştirmeleri gerektiğini söylememiştir.
Melisa, Türk Dil Kurumu’nun belirttiğine göre Rum kökenli bir isimdir ve “oğul otu” manasına gelir. Yani bir çeşit bitkidir, çiçektir. Görüldüğü gibi bu ismin İslam’a aykırı bir tarafı yoktur. Sadece yabancı kökenli olması nedeniyle ismin değiştirilmesi gerekmez.