Blog
Öncelikle bu gibi konuda onlarla tartışmaya girmemenizi tavsiye ederiz. Zira onlar bu gibi konuları anlayamadıkları için iman etmiyor değiller ki! Onların amacı, bu gibi tuzak sorularla iman etmiş bireylerin akıllarını karıştırmak ve onları imandan çevirmektir. Siz ne kadar izah etmeye çalışırsanız çalışın, onlar sizin dediklerinizi dinlemezler.
Kur’an’a göre Nebîmizin eşlerinin, mü’minlerin “anneleri” olduğu ve onlarla kimsenin evlenemeyeceği hükme bağlanmıştır. Allah Teâlâ şöyle buyurmuştur:
“Bu Nebi, müminler için kendi canlarından önce gelir; eşleri de onların anneleridir…” (Ahzâb, 33/6)
“… Allah’ın elçisini üzmeye ve onun arkasından eşlerini nikâhlamaya asla hakkınız yoktur. Böyle yapmanız Allah katında ağır bir kusur olur.” (Ahzâb, 33/53)
Her ne kadar bazı hadis kitaplarında Aişe Validemizin Nebîmizle dokuz yaşındayken evlendiği ve onun vefatında 18 yaşında olduğu bildirilmekte ise de (Bkz: Buhârî, Nikâh, 38,39; Müslim, Nikâh, 70; Tirmizî, Nikâh, 18; Ebû Dâvûd, Nikâh, 32; Nesâî, Nikâh, 29; İbn Mâce, Nikâh, 13) farklı rivayetler, tarihi olaylar arası mukayese ve çıkarımlar ve tarihi kaynaklardan hareketle Aişe Validemizin zifaf yaşının 18-21 aralığında olduğuna dair tespitler vardır. Kur’an’a uygun olan da budur. Çünkü Kur’an, Arap halkının konuştuğu dil ile inmiştir. Allah Teâlâ şöyle buyurmuştur:
“Biz, her resûlü kendi halkının dili ile gönderdik ki onlar için her şeyi ortaya koysun. Bundan sonra Allah, sapıklığı tercih edeni sapık sayar, hidayeti tercih edeni de yoluna kabul eder. Daima üstün ve bütün kararları doğru olan O’dur.” (İbrahim, 14/4)
Arap halkının dilinde “nikâh çağı” kavramı vardı. O kavram, buluğa ermiş ve reşit olmuş kişileri ifade ediyordu. Allah Teâlâ şöyle buyurmuştur:
“Yetimleri, evlenme çağına gelene kadar deneyin. Onlarda olgunlaşma (rüşd) görürseniz mallarını kendilerine verin; büyüyüp geri alacaklar diye onları israf ederek ve tez elden yemeyin..” (Nisâ, 4/6)
Evlenmek için erkeğin kadına mehir vermesi gerekir. Bu, Araplarda da uygulanmaktaydı. Kadının da mehri teslim alacak durumda olması gerekir. Allah Teâlâ şöyle buyurmuştur:
“Kadınlara mehirlerini cömertçe verin. Eğer mehir olarak verdiğinizden bir şeyi gönül hoşluğu ile size bağışlarlarsa onu da gönül rahatlığıyla yiyin.” (Nisâ, 4/4)
Buna göre Arap kültüründe de evlenmek için reşit olmak gerektiği anlaşılmaktadır. Nebîmizin Aişe Validemiz ile evlenmesi, o çağda dedikodu sebebi olmadığına göre Aişe Validemizin reşit olması gerekirdi. Reşit bir kız, bugün de istediği kişi ile evlenebilir.
Hem Aişe Validemizin evlilik yaşı hem de küçüklerin evlendirilmesi konusunda geniş bilgi edinmek için aşağıdaki linkte bulunan dersimizi izlemenizi tavsiye ederiz:
www.kurandersi.com/mukayeseli-fikih-dersleri/cocuklarin-evlendirilmesi/
Küçüklerin evlendirilmesi konusunda daha önce verdiğimiz cevabı da aşağıdaki linkten okuyabilirsiniz:
www.fetva.net/yazili-fetvalar/kiz-cocugunun-evlendirilme-yasi-minimum-kac-olabilir.html
Eğer aranızda süt kardeşliği yoksa evlenebilirsiniz.
Süt kardeşi olmadıkları sürece sadece kardeş torunları değil, kardeş çocukları yani amca, hala, dayı ve teyze çocukları da birbirleriyle evlenebilirler.
Akraba evlilikleri hakkında geniş bilgi için lütfen aşağıdaki linki tıklayınız:
www.fetva.net/yazili-fetvalar/akraba-evlilikleri-hangi-batna-kadar-haramdir.html
Sahura kalkmak orucun şartlarından değildir. Tavsiye edilir, sünnettir, sağlık açısından da son derece faydalıdır. Bununla ilgili olarak Peygamberimiz şöyle buyurmuştur:
“Sahur yemeği yiyin. Çünkü sahurda bereket vardır.” (Buhari, Savm, 20; Müslim, Sıyâm, 45 (1095)
Fakat sahura kalkmayanlar, kalkamayanlar da oruç tutabilirler. Yeter ki imsak vakti başladıktan sonra bir şeyler yenilip içilmesin.
Tutulacak orucun farz oruç, kaza orucu veya nafile oruç olması arasında herhangi bir fark yoktur.
Anneniz babanızdan boşandığı için artık babanıza yanı eski kocasına karşı herhangi bir sorumluluğu bulunmamaktadır. Siz ise hala babanızın oğlusunuz, onun diğer oğlu da sizin baba bir kardeşinizdir. Babanız din düşmanı da olsa onunla ilişkiyi kesmeniz günahtır. Kendilerini sevin veya sevmeyin bir evlat ve kardeş olarak babanızın ve kardeşinizin muhtaç olmaları halinde nafakalarını karşılamakla yükümlüsünüz. Bu durum, babanızın kalbinin ısındırılması açısından da önemlidir.
Allah Teâlâ şöyle buyurmaktadır:
“Annen ve baban seni, körü körüne bana ortak koşman için zorlarlarsa onlara itaat etme; ama dünya işlerinde onlarla güzel geçin. Bana yönelen kimsenin yoluna uy. Sonunda dönüşünüz banadır. O zaman yaptıklarınızı size bildiririm.” (Lokman, 31/15)
“Adını anarak birbirinizden bir şeyler istediğiniz Allah’a karşı gelmekten sakının ve akrabalık bağlarına saygı gösterin.” (Nisa, 4/1)
“Allah’a kulluk edin, O’na hiçbir şeyi ortak koşmayın. Ana-babaya, akrabalara, yetimlere, düşkünlere, yakın ve uzak komşuya, yanınızdaki arkadaşa, yolcuya ve size hizmet eden kimselere iyilik edin. Allah, kendini beğenip öğünenleri elbette sevmez.” (Nisa, 4/36).
“Akrabalarına, düşküne ve yolcuya hakkını ver; ama elindekileri de tamamıyla savurma.” (İsra, 17/26).
Konuyla ilgili ayrıntı için lütfen aşağıdaki linki tıklayınız:
www.fetva.net/yazili-fetvalar/babam-hicbir-akrabamiz-ile-gorusmuyor-bu-sorunu-nasil-duzeltiriz.html
Miras paylaşımında mirasçıların yaşları değil, cinsiyetleri ve ölen kimseye olan yakınlıkları dikkate alınır. Miras bırakanın belirttiğiniz şekilde farklı yaşlarda üç çocuğunu geride bırakması durumunda kardeşlerin tamamı erkekse tereke eşit olarak üçe pay edilir. Eğer çocuklardan birisi kadınsa terekeden erkek çocuk iki kız çocuk hissesi kadar pay alır. İlgili ayet şöyledir:
“Allah size, çocuklarınız hakkında, erkeğe kadının payının iki misli (miras vermenizi) emreder. (Çocuklar) ikiden fazla kadın iseler, ölünün bıraktığının üçte ikisi onlarındır. Eğer yalnız bir kadınsa yarısı onundur…” (Nisâ, 4/11)
Babanız vefat etmediğine göre bir miras paylaşımı da olmayacaktır. Eğer kendi kazandığınız mallar varsa onları paylaştırmak için bir veya birkaç kişiyi hakem tayin etmenizi ve malınızı ona göre paylaşmanızı tavsiye ederiz.
Resûlullâh aleyhissalâtu vesselâm’ın ve şehitlerin savaşlara katılması mümkün değildir. Fakat Allah Teâlâ kendi kurallarına uyan kullarının yardımına meleklerini gönderir. Konu ile ilgili olarak Allah Teâlâ şöyle buyurmuştur:
“Siz güvenlik zaafına düşmüşken bile Allah, Bedir’de yardımıyla sizi zafere ulaştırdı. Öyleyse Allah’tan çekinerek kendinizi koruyun ki O’na karşı görevinizi yerine getiresiniz.
O gün müminlere şöyle diyordun: Allah’ın, inen üç bin melekle yardım etmesi size yetmez mi?
Yeter tabii. Ama koruma tedbirlerinizi alarak sabırlı davranırsanız onlar da bu hırsla üzerinize gelirlerse Rabbiniz size, onların peşlerini bırakmayan beş bin melekle destek verecektir.
Allah bu desteği, sadece bir zafer müjdesi olsun ve kalpleriniz yatışsın diye verir. Yoksa zafer, yalnızca Allah katındandır. O üstündür, doğru kararlar verir.” (Âl-i İmrân, 3/123-126)
“O gün Rabbinizden yardım istiyordunuz. O da ‘Bir biri ardınca bin melek ile size destek veriyorum’ diye cevap vermişti.
Allah bunu size, sırf bir müjde olsun ve kalpleriniz yatışsın diye yapmıştı. Yoksa zafer, sadece Allah katındandır. Allah güçlüdür, doğru kararlar verir.
O gün güven içinde sizi uykuya daldırmış, sizi arındırmak, sizden şeytanın pisliğini gidermek, kalplerinizi birbirine bağlamak ve ayaklarınızı yere sağlam bastırmak için üzerinize gökten yağmur yağdırmıştı.
O gün meleklere de şunu vahyediyordu: Ben sizinle beraberim, kâfirlerin yüreklerine korku salacağım. Siz de müminleri cesaretlendirin. Öyleyse (ey müminler!) onların boyunlarının üstüne ve parmak uçlarına vurun!” (Enfâl, 8/9-12)
Yukarıdaki ayetlerden net bir şekilde anlaşıldığına göre Allah Teâlâ melekleri, kâfirleri öldürsünler diye değil; müminler için müjde olsun ve kalpleri yatışsın diye göndermiştir. Bedir savaşında müşriklerin sayısı binden azdı. Gelen bin melek onların boyunlarına ve parmak uçlarına vursaydı hiçbir müşrik ayakta kalamazdı. Bu sebeple ayetteki “boyunlarının üstüne ve parmak uçlarına vurun” emri meleklere değil, Müslümanlara verilmiştir. Dolayısıyla melekler, mücahitler gibi elde kılıçla savaşmamış; fakat yanlarında bulunmaları sebebiyle müminlere moral, müjde ve güven sağlamışlardır.
Ayrıca “Yetiş ya Muhammed! Kitabın gidiyor.” sözü şirktir. Allah Teâlâ şöyle buyurmuştur:
“Allah ile aranıza koyup yardım istedikleriniz de sizin gibi kullardır. Samimi iseniz seslenin de size cevap versinler. Ayakları mı var ki yürüsünler. Elleri mi var ki tutsunlar. Gözleri mi var ki görsünler. Kulakları mı var ki işitsinler. De ki: ‘Çağırın ortaklarınızı, sonra bana tuzak kurun, hiç göz açtırmayın. Benim velim, bu Kitabı indiren Allah’tır. O, iyilere velilik eder. Allah ile aranıza koyup yardıma çağırdıklarınız size yardım etmek şöyle dursun, kendilerine bile yardım edemezler.” (A’râf, 7/194-197)
“Belki yardımları dokunur diye Allah ile aralarına ilahlar koyup onlara tutundular. Onlar, aracılar için hazır asker oldukları halde, aracıların onlara yardıma güçleri yetmez.” (Yâsin, 36/74-75)
“Kendileri için bir güç olsun diye, Allah ile aralarına koydukları ilahlara tutundular. Aksine onlar bu kişilerin kulluğunu tanımayacak ve onlarla ters düşeceklerdir.” (Meryem, 19/81-82)
Günahkâr da olsa Müslüman olduğu bilinenlerle İslam ülkesinde ölmüş veya öldürülmüş ve dinine ilişkin herhangi bir bilgi bulunamayanların cenaze namazı kılınır.
Nebimizin, zina gibi büyük günah işleyen kişinin cenaze namazını kıldığı kaynaklarda zikredilmektedir. (Müslim, Hudûd, 24 (1696).
Allah Teâlâ, gerçek yüzlerini açıkladığı bir kısım münafıklarla ilgili şöyle buyurmaktadır:
وَلَا تُصَلِّ عَلَى أَحَدٍ مِنْهُمْ مَاتَ أَبَدًا وَلَا تَقُمْ عَلَى قَبْرِهِ إِنَّهُمْ كَفَرُوا بِاللَّهِ وَرَسُولِهِ وَمَاتُوا وَهُمْ فَاسِقُونَ
“Onlardan ölen birinin namazını asla kılma, kabrinin başında da bulunma. Çünkü onlar, Allah’ı ve resulünü görmezlikte direnmiş /kâfirlik etmişlerdir. Onlar yoldan çıkmış olarak ölmüşlerdir. ” (Tevbe, 9/84)
Kâfirlik, Allah’ı ve elçisini görmezlikten gelmektir. Ayeti kerime, kâfir olduğu bilinenlerin cenaze namazını kılmayı ve onlar için kabre kadar gitmeyi yasaklamaktadır.
Ölü olarak doğan bebeklerin cenaze namazının kılınıp kılınmayacağı ile ilgili cevap için lütfen aşağıdaki linki tıklayınız:
www.fetva.net/yazili-fetvalar/dusuk-veya-olu-olarak-dogan-cocuklarla-ilgili-hukumler-nelerdir.html