Blog
Fıkıhta bu uygulama, “ıskât-ı salât (namaz borcunu düşürme)” ve “ıskât-ı savm” (oruç borcunu düşürme) olarak meşhurdur. Ancak eldeki bütün deliller böyle bir iskâtın olmayacağı yönündedir. Allah Teâlâ şöyle buyurmaktadır:
وَأَنْفِقُوا مِنْ مَا رَزَقْنَاكُمْ مِنْ قَبْلِ أَنْ يَأْتِيَ أَحَدَكُمُ الْمَوْتُ فَيَقُولَ رَبِّ لَوْلَا أَخَّرْتَنِي إِلَى أَجَلٍ قَرِيبٍ فَأَصَّدَّقَ وَأَكُنْ مِنَ الصَّالِحِينَ
“Sizden birine ölüm gelmeden verdiğimiz rızıktan hayra harcasın. Yoksa şöyle der: ‘Rabbim! Kısa bir süreliğine ölümü ertelesen de sadaka versem ve salihlerden olsam!’ Allah eceli gelmiş olan hiç kimseyi ertelemez. Allah yaptığınız her şeyin iç yüzünü bilir.” (Münâfikûn, 63/10-11)
Ölen kişinin geriye bıraktığı mal, artık mirasçılarınındır. Öldükten sonra tereke doğrudan mirasçılarına intikal ettiğinden terekeden ölmüş kişi adına harcama yapmak söz konusu değildir.
عَلِمَتْ نَفْسٌ مَا قَدَّمَتْ وَأَخَّرَتْ
“Her insan neyi yapmış neyi sonraya bırakmış bilecektir.” (İnfitâr, 82/5)
Ebû Hureyre radıyallahu anh’tan: Resulullah sallallahu aleyhi ve selleme bir adam gelerek:
“Ya Resûlallah! (Sevap itibarı ile) sadakanın hangisi daha büyüktür?” diye sordu. Resulullah da şöyle buyurdular:
“Senin sıhhatli, son derece cimri olduğun, fakirlikten korkar ve zenginliği umar bir halde verdiğin sadakadır. (Bu işi), can gırtlağa gelip de filâna şu kadar, filâna da şu kadar (verilsin) deyinceye kadar geri bırakma. Dikkat et ki (o mal) zaten filanın olmuştur.” (Buhari, Zekât, 10; Müslim, Zekât, 92 (1032)
www.fetva.net/yazili-fetvalar/olulerin-ardindan-verilen-sadakanin-sevabi-onlara-ulasir-mi.html
www.fetva.net/goruntulu-fetvalar/olen-kisinin-namaz-ve-oruc-borclari-iskat-ile-dusurulebilir-mi.html
www.fetva.net/goruntulu-fetvalar/iskat-konusunda-bize-bilgi-verebilir-misiniz.html
Konu ile ilgili olarak Türkiye Diyanet Vakfı İslam Ansiklopedisi’nde şu bilgiler vardır:
“Bu ıskat namaz, oruç, kurban, adak, kefaret gibi ibadet ve borçları ifade etmeden ölen bir kimseyi bu borçlarından kurtarmak için fakirlere fidye ödenmesi işlemini ifade eder… Hz. Peygamber, sahabe ve tâbiîn ve tebe-i tâbiîn dönemlerinde bu anlamda ıskat söz konusu değildir.
İbadetler ve bu nitelikteki keffaretler Allah hakkı grubunda yer aldığı için kural olarak ıskat kabul etmez. Dinî mükellefiyetlerin ifasında mükellefin niyeti ve ibadetin Allah rızası için yapılması ibadetin özünü, şekil şartları ise maddi unsurunu teşkil edeceğinden ibadetler ancak şâriin (Allah’ın) belirlediği sebeplere bağlı olarak ve O’nun emrettiği tarzda yerine getirilirse ifa edilmiş sayılır.” (Ayrıntı için bakınız. Ali Bardakoğlu, “Iskat”, Türkiye Diyanet Vakfı İslam Ansiklopedisi, c: 19, s: 137-143).
Iskat konusunda geniş bilgi edinmek isteyenler, 16 Ocak 2010 tarihinde yapılan ve aşağıdaki linkte bulunan mukayeseli fıkıh müzakeresini izleyebilirler:
www.kurandersi.com/mukayeseli-fikih-dersleri/iskat-olen-kimseyi-ibadet-borclarindan-kurtarmak/
Öncelikle anneniz mirasın sekizde birini alır. Kalanı da çocuklar, erkeklerin iki kız hissesi alacağı şekilde paylaşırlar. Buna göre terekenin toplamı 64 hisse kabul edilirse anneniz sekizde biri olan 8 hisseyi alır. Kalan 56 hisseden de her bir erkek çocuk 14’er hisse, her bir kız çocuk 7 hisse alır.
150.000 lirayı 64 eşit hisseye böldüğümüzde bir hisse 2.343,75 liraya tekabül eder. Buna göre mirası şu şekilde paylaşmanız gerekir:
Miras bırakanın eşi yani anneniz: 8 x 2.343,75 = 18.750 lira
Her bir erkek çocuk: 14 x 2.343,75 = 32.812 lira (toplam 98.437)
Her bir kız çocuk: 7 x 2.343,75 = 16.406 lira (toplam 32.812)
Bir Müslüman, gençler vakitlerini heba etsin, kumara alışsın, sigara içsin diye oyun salonu açamaz, haramdır. Fakat gençleri başıboş dolanmaktan, kahve köşelerinden çekip çıkarmak ve hiç olmazsa hayırlı bir işe yönlendiririz düşüncesi ve niyeti ile olursa bu mazur görülebilir.
Belirttiğiniz şekilde kumara vb. haram ve kötü alışkanlıklara bulaşılmayan oyunların oynatıldığı, helal yiyecek ve içeceklerin satışının yapıldığı iş yerini işletmenizde bir sakınca yoktur.
Öncelikle tarihi olayları incelerken ilgili konuları sebep ve sonuçlarıyla bir bütün olarak öncesi ve sonrasıyla birlikte değerlendirmek, parçacı yaklaşmamak oldukça önemlidir.
Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem ve ashabı, sadece dini inançları sebebiyle yurtlarını ve tüm varlıklarını terk etmeye zorlanmış, bunlardan bir kısmı Habeşistan’a bir kısmı da Medine’ye hicret etmek zorunda kalmışlardır. Mekkeliler, Müslümanları yurtlarından çıkartmak ve mal-mülklerini ele geçirmekle kalmamış, aynı zamanda Müslümanların sığındıkları Habeşistan ve Medine idarecilerine, bunların nüfuzlu insanlarına çeşitli siyasi baskılar uygulayarak onları korumamalarını da istemişlerdir. (Bkz: İbn Hişam, Sîretü İbn Hişâm, s. 217 vd.; Ahmed b. Hanbel, c: 4, s: 198)
Kur’an’da Müslümanların gayrimüslimlerle ilişkilerinde uymaları gereken kırmızıçizgiler şöyle belirtilmektedir:
“Allah, din hususunda sizinle savaşmayan ve sizi yurdunuzdan çıkarmayan kimselere iyilik etmenizi ve değer vermenizi yasaklamaz. Allah değer bilenleri sever. Allah sadece, din hususunda sizinle savaşmış, sizi yurdunuzdan çıkarmış ve çıkarılmanıza destek vermiş kimselere yakınlık göstermenizi yasaklar. Onlara yakınlık gösterenler zalimlik etmiş olurlar.” (Mümtahine, 60/8–9)
Ayetlere göre gayrimüslimlerle ilişkide üç kırmızıçizgimiz vardır:
1- Dinimizden dolayı bizimle savaşmaları,
2- Bizi yurdumuzdan çıkarmaları,
3- Yurdumuzdan çıkaranlara destek vermeleri.
Mekkelilerin bu kırmızıçizgilerin üçünü de çiğnedikleri açıkça görülmektedir.
Müslümanlar da Medine’ye hicret ettikten sonra onları iktisadi baskı altına almak ve kendi kontrol veya nüfuzu altında tuttukları Medine havalisinden Kureyşlilere ait kervanların geçmesini yasak etmek (engellemek) suretiyle misliyle mukabelede bulunuyorlardı. (Bkz. Muhammed Hamidullah, Hazreti Peygamberin Savaşları, Yağmur Yayınları, 4. bs., s: 56)
Dolayısıyla Medine’de Müslümanların Kureyş’e ait kervanlara saldırmalarına ilişkin rivayetler, savaş hukuku açısından tabiidir, normal karşılanmalıdır.
Benzer bir soru-cevap için lütfen aşağıdaki linki de tıklayınız:
www.fetva.net/yazili-fetvalar/islam-savas-dini-midir-yoksa-baris-dini-mi.html
Allah Teâlâ sadece, Nebîmizi ve Müslümanları Mekke’den çıkmaya zorlayan müşriklerin Mekke’ye girmelerini yasaklamıştır. Ancak ayetler bağlantılarından koparılınca çok yanlış sonuçlara varılmıştır. O yanlışlardan biri de Mekke ve Medine’ye gayrimüslimlerin sokulmayacağı iddiasıdır.
Gayrimüslimleri Mekke’ye sokmama ile ilgili ayet şudur:
يَا أَيُّهَا الَّذِينَ آمَنُواْ إِنَّمَا الْمُشْرِكُونَ نَجَسٌ فَلاَ يَقْرَبُواْ الْمَسْجِدَ الْحَرَامَ بَعْدَ عَامِهِمْ هَـذَا وَإِنْ خِفْتُمْ عَيْلَةً فَسَوْفَ يُغْنِيكُمُ اللّهُ مِن فَضْلِهِ إِن شَاء إِنَّ اللّهَ عَلِيمٌ حَكِيمٌ
“Müminler! O müşrikler birer pisliktir; bu yıllarından sonra Mescid-i Haram’a yaklaşmasınlar. Eğer yoksul kalmaktan korkarsanız Allah emir verdiği takdirde ilerisinde ikramıyla sizi zenginleştirecektir. Allah bilir, doğru karar verir.” (Tevbe, 9/28)
Ayetteki “O müşrikler = الْمُشْرِكُونَ” kelimesi, Tevbe sûresinin başında tanımlanan müşriklerdir. Onlara, işledikleri suça denk bir ceza verilmesi istenmiştir.
İlgili ayetlerden biri de şudur:
وَأَخْرِجُوهُم مِّنْ حَيْثُ أَخْرَجُوكُمْ
“Onların sizi çıkardıkları yerden siz de onları çıkarın.” (Bakara, 2/191)
Müşrikler, Nebîmizi Mekke’den çıkmaya zorladıkları sırada onlara şöyle bir uyarı yapılmıştı:
وَإِن كَادُواْ لَيَسْتَفِزُّونَكَ مِنَ الأَرْضِ لِيُخْرِجوكَ مِنْهَا وَإِذًا لاَّ يَلْبَثُونَ خِلافَكَ إِلاَّ قَلِيلاً. سُنَّةَ مَن قَدْ أَرْسَلْنَا قَبْلَكَ مِن رُّسُلِنَا وَلاَ تَجِدُ لِسُنَّتِنَا تَحْوِيلاً .
“Seni bu topraklardan çıkarmak için yerinden oynatmak üzeredirler. Çıkarırlarsa senden sonra burada fazla kalamazlar. Senden önce gönderdiğimiz elçilere uygulanan kanun budur. Bizim kanunumuzda bir değişiklik bulamazsın.” (İsrâ, 17/76-77)
Mekke’nin fethinden sonra Müslümanlarla yaptıkları anlaşmayı bozan müşriklere 15 ay dokunulmamış; fakat sonra 4 ay ek süre verilerek Mekke’yi terk etmeleri, aksi takdirde bulundukları yerde öldürülecekleri ilan edilmiştir. İlgili ayetler şöyledir:
“Antlaşma yaptığınız müşriklere, Allah ve Elçisi tarafından yapılan ilişkiyi kesme duyurusudur.
Bu topraklarda dört ay daha dolaşın. Bilin ki, Allah’ı çaresiz bırakamazsınız. Ama Allah, görmezlik eden kâfirleri rezil eder.
Bu büyük hac gününde Allah ve Elçisi tarafından bütün insanlara bildirilen şudur: Allah’ın müşriklere desteği yoktur; Elçisinin de öyle. Ey müşrikler! Tevbe ederseniz hayrınıza olur. Sırt çevirirseniz bilin ki, siz Allah’ı çaresiz bırakamazsınız. Görmezlik eden kâfirlere acıklı bir azabı müjdele.
Bu duyuru, sizinle antlaşma yapmış ve daha sonra bir kusur işlememiş, size karşı kimseye destek vermemiş müşrikleri kapsamaz. Onlara karşı olan andınızı süresinin sonuna kadar koruyun. Allah korunanları sever.
(Dört) yasak ay [1] çıkınca o müşrikleri[2] bulduğunuz yerde öldürün. Onları yakalayın, onları kuşatın, onlar için her gözetleme yerinde oturun. Ama tevbe ederler, namaz kılarlar, zekât verirlerse yollarını açın. Allah’ın bağışlaması çok, ikramı boldur.
O müşriklerden biri senden güvence isterse ona güvence ver ki Allah’ın sözünü dinlesin. Sonra onu, kendi güvenlik bölgesine ulaştır. Böyle yap; çünkü onlar bilgisiz bir toplumdur.” (Tevbe, 9/1-6)
Antlaşmayı bozmamış olan müşrikler için ise bir yasak konmamıştır. Ama antlaşmayı bozanlar, geçici süreyle de olsa Mekke’ye giremeyeceklerdi. Bunun Mekke’nin ekonomisini etkileyeceği açıktır. Şu ayette olayın bu yanına dikkat çekilmiştir:
“Müminler! O müşrikler birer pisliktir; bu yıllarından sonra Mescid-i Haram’a yaklaşmasınlar. Eğer yoksul kalmaktan korkarsanız Allah emir verirse ilerisinde ikramıyla sizi zenginleştirir. Allah bilir, doğru karar verir.” (Tevbe, 9/28)
Görüldüğü gibi Mekke’ye girme ile ilgili yasak, Nebîmizi ve Müslümanları Mekke’den çıkaran ve daha sonra yapılmış antlaşmayı bozanlarla ilgilidir. Ancak ayetler, tarih içinde bağlantılarından koparılarak Müslüman-gayrimüslim ilişkileri, her sahada yanlış bir zemine çekilmiştir. Mesela İmam Mâlik, gerek Mescid-i Haram’a ve gerekse diğer mescitlere gayrimüslimlerin girmesinin yasak olduğunu söylemiştir. İmam Şâfii’ye göre de gayrimüslimler özellikle Mescid-i Haram’dan menolunurlar. Bu yüzden İslam devlet başkanı Mekke’de bulunsa ve müşriklerden bir elçi gelse devlet başkanının onu Harem bölgesinin dışında karşılaması ve kabul etmesi gerekir. Ama İmamı Azam’a göre gayrimüslimler Mekke’de hac ve umre yapmaktan yasaklanmışlardır. “Mescid-i Haram’a yaklaşmasınlar.” demek, “Hacca ve umreye gelmesinler.” demektir. Yani hac içinde Harem dâhiline girmelerine, Mekke, Arafat ve Müzdelife vesair yerlerde Müslümanlarla birlikte hac menâsikini icra etmelerine izin verilmez. Dolayısıyla başka mescitlere ve hacla ilgili olmayan hususlarda onlara izin verilebilir. (Bkz: Elmalılı Muhammed Hamdi Yazır, Hak Dini Kur’an Dili, Tevbe suresi 28. ayetin tefsiri)
Müslümanların gayrimüslimlerle ilişkisindeki temel ayetler şunlardır:
“Allah, din hususunda sizinle savaşmayan ve sizi yurdunuzdan çıkarmayan kimselere iyilik etmenizi ve değer vermenizi yasaklamaz. Allah değer bilenleri sever. Allah sadece, din hususunda sizinle savaşmış, sizi yurdunuzdan çıkarmış ve çıkarılmanıza destek vermiş kimselere yakınlık göstermenizi yasaklar. Onlara yakınlık gösterenler zalimlik etmiş olurlar.” (Mümtahine, 60/8–9)
Ayetlerde gayrimüslimler için üç kırmızı çizgi belirlemiştir:
1. Dinimizden dolayı bizimle savaşmaları,
2. Bizi yurdumuzdan çıkarmaları,
3. Yurdumuzdan çıkaranlara destek vermeleri.
Gayrimüslimlerle ilişkiler konusunda aşağıdaki adresleri de inceleyebilirsiniz:
www.fetva.net/goruntulu-fetvalar/gayrimuslimlerin-mekkeye-girmesi-kesin-olarak-yasak-midir.html
www.suleymaniyevakfi.org/arastirmalar/musluman-olmayanlarla-iliskiler.html
[1] Yukarıdaki duyuru, haram aylarının ikincisi olan Zilhicce’de yapılmıştı. Buradaki haram aylar (el-eşhuru’l-hurum) bilinen aylar değil, ikinci ayette belirtilen dört aydır. Haram denmesi, bu süre içinde muhatapların dokunulmaz sayılmasından dolayıdır.
[2] Antlaşmayı bozan müşrikleri.
Eşinizden başka kimseye görünmemeyi başarabilirseniz mayo ile denize girmenizde bir sakınca olmaz. Ama bu, kolay bir iş olmayacağı için oldukça dikkatli olmanız gerekir.
www.fetva.net/yazili-fetvalar/musluman-hanimlar-denize-girebilirler-mi.html
Şunu bilmeniz gerekir ki Allah’ın göremeyeceği hiçbir yer yoktur! Ama bu durum, kadının her zaman tesettürlü olmasını gerektirmez. Kadın, kendisine dinen yabancı olan erkeklerin yanında örtülü olmak zorundadır. Bunun dışında babasının, çocuklarının, erkek kardeşlerinin, kayınpederinin yanında başı, kolları ve dizden aşağı bacakları açık bir şekilde bulunabilir. Kocasının yanında ise her yeri açık bulunabilir. Hâlbuki Allah Teala orada da onları görmektedir!
Lütfen aşağıdaki linki de tıklayınız:
www.fetva.net/yazili-fetvalar/gece-yatarken-kadinlarin-ortulu-olmasi-mi-gerekiyor.html
İslam, sözlükte “barış yapmak”, “kurtuluşa ermek”, “boyun eğmek”, “teslim olmak”, “vermek” anlamlarındaki Arapça “silm” kökünden türemiştir.
İslâm’ın getirmiş olduğu hükümler ve Peygamber (sav)’in uygulaması da İslam’ın bir barış, adalet dini olduğunu açıkça göstermektedir.
Peygamber (sav)’in yaptığı savaşların sebeplerini ve sonuçlarını ele almaksızın İslam’ı bir kılıç dini olarak nitelendirmenin hiçbir temeli bulunmamaktadır.
Peygamber (sav)’in savaşlarıyla ilgili bir eser kaleme alan Muhammed Hamidullah’ın bu savaşlarla ilgili değerlendirmeleri dikkat çekicidir:
“On sene süren fiili bir siyasî faaliyetten sonra son nefesini verdiği sırada O, iki milyon kilometre kareye yaklaşan bir sahada kurulu bir devlet idare etmekteydi. Rusya hariç, Avrupa büyüklüğünde ve üzerinde o zaman milyonlarca halkın yaşadığı bu geniş saha, harp meydanlarında düşman ordu saflarında maktul düşen takriben 250 insana mukabil fethedilmiştir. On senelik bu zaman neticesinde Müslümanların kaybı ise ortalama ayda bir şehit olarak hesaplanabilir. İnsan kanına verilen değer ve hürmetin bir eşine daha insanlık tarihinde rastlanamaz.”
Hamidullah, Peygamber (sav)’in savaşlarında sadece 250 düşman askerinin öldüğünün hesaplanmasını tarihi kaynaklara dayanarak şöyle açıklamaktadır:
“İbn Hişam’a göre Hz. Peygamber, Medine’den 27 sefere (gazve’ye) bizzat çıkmış ve fakat bunlardan sadece 9’unda savaş vuku bulmuştur. Birçoğu askeri maksatlarla olmasa bile sahabenin kumandası altında Medine’den çıkılan sefer yahut gönderilen askeri birliklerin adedi ise aynı kaynağa nazaran 38’dir. Bazı sefer ve gazvelerdeki zayiat hakkında malumat bulunmaması dolayısıyla aşağıya dercedilen kayıp listesi tam ve kat’i sayılamaz; bununla beraber o devrin savaşları hakkında bize kabaca bir fikir verme niteliğindedir:
Sefer |
Düşman mevcudu |
Düşman zayiatı |
İslam ordusu |
Şehit say. |
Bedir |
950 |
70 |
313 |
14 |
Uhud |
3000 |
22 |
700 |
70 |
Mustalik |
200 (?) |
10 |
30 (?) |
1 |
Hendek |
12000 |
8 |
3000 |
6 |
Hayber |
20000 |
93 |
1500 |
15 |
Mu’te |
100.000 |
? |
3000 |
13 |
Mekke Fethi |
? |
13 |
10.000 |
3 |
Huneyn |
? |
? |
12.000 |
4 |
Ta’if muhasr. |
? |
? |
12.000 |
12 |
Toplam |
|
216 |
|
138 |
Yukarıda verilen rakamlara, Raci’ ve Bi’r Ma’ûna’da haince katledilen ve sayıları 44 kadar olan İslam mübelliği dâhil değildir. Kezâ, Benû Kurayza ile yapılan harpte esir düşen düşman askerlerine savaştan sonra kendi seçtikleri bir hakem tarafından Tevrat hükümlerine göre (Tesniye, XX/13-14) verilen hüküm neticesi tatbik edilen ölüm cezası dolayısıyla hâsıl olan düşman zayiatı hariç tutulmuştur. (Ayrıntı için bakınız. Muhammed Hamidullah, Hazreti Peygamberin Savaşları, Yağmur Yayınları, 4.bs., İstanbul, 1991, s. 21-22).