Blog
Betül (البَتُولُ); “Erkeğe şehveti, rağbeti olmayan namuslu, temiz kadın ve bakire” anlamlarına gelir.
Bu isim, eline hiçbir erkek eli değmeyen Meryem validemizin lakabı olarak meşhur olmuştur.
Bir de Betîl kelimesinin çoğulu olan Betül vardır ki o da “Ana kökten ayrılan, başka bir yerde müstakil gibi biten hurma fidanı, dolgun uzuv” anlamlarına gelir.
Verilen bu bilgiler ışığında Betül isminin kız çocuklarına konulmasında hiçbir sakınca bulunmadığı anlaşılmaktadır.
Doğrudan faiz veya diğer gayrimeşru işlerle iştigal eden kişi veya kurumlara gayrimenkullerin kiraya verilmesi caiz değildir.
Allah Teâlâ şöyle buyurmaktadır:
“Kim iyi bir işe aracılık ederse onun da o işten bir nasibi olur. Kim kötü bir işe aracılık ederse onun da ondan bir payı olur. Allah her şeyin karşılığını vericidir.” (Nisa, 4/85)
“İyilikte ve fenalıktan sakınmakta yardımlaşın, günah işlemek ve aşırı gitmekte yardımlaşmayın.” (Mâide, 5/2)
Ebu’z-Zubeyr’in Cabir yoluyla Hz. Peygamber’den naklettiği bir rivayet şöyledir:
“Resûlullah sallallâhu aleyhi ve sellem: ‘Faizi yiyene, yedirene, (sözleşmesini) yazana, şahitlik yapana lânet etti ve ‘Onlar müsâvîdirler/eşittirler’ dedi.” (Müslim, Müsâkât, 19 (106/1598).
Faiz büyük günahlardandır. Allah Teâlâ büyük günahlardan uzak kalmamızı emretmiştir. Allah Teâlâ şöyle buyurur:
“Size konan yasakların büyüklerinden kaçınırsanız, günahlarınızı örter, sizi şerefli bir yere yerleştiririz.” (Nisâ, 4/31)
“Göklerde ve yerde olan her şey Allah’ındır. Bu, kötü davrananları yaptıklarına karşılık cezalandırsın; güzel davrananları da daha güzeli ile karşılasın diyedir. Onlar, günahların büyüklerinden ve fuhuş çeşitlerinden kaçınanlardır; diğer günahlar başka. Senin Rabbinin affı kapsamlıdır.” (Necm, 53/31-32)
Ana işlevi faiz olan bir kuruma gayrimenkulünü kiraya veren kişi de büyük günahtan uzak durmamış sayılır.
Bununla ilgili görüntülü cevabımızı da aşağıdaki linkten izleyebilirsiniz:
Vefk (الوفق); harf, rakam, kelime, esmâ-i hüsnâ, âyet ve sûrelerin belli bir düzene göre kareler içine yazılarak bunda bâtınî manalar arayan bir tılsım türüdür.
Vefk, ebced harfleri olarak bilinen, harflerin sayı değerlerinden yola çıkarak, değişik ve çoğu anlaşılmaz şekiller yapılarak duaların rakamlara, geometrik çizim ve biçimlere dökülmesidir.
Sözlükte “uyum, uygun, münasip” anlamındaki vefk; harflerin tek olarak veya terkip halinde özelliklerini (havâs) konu edinen Hurûfiliğin bir kolu olup harflerle rakamların sihrî anlamlar taşıdığı düşüncesine dayanır.
Hiçbir dînî ve ilmî temeli olmayan, câhiliye Araplarında da kısmen bilinen vefkin İslâm coğrafyasına Hint ve Sâbiîlerden geçtiği tahmin edilmektedir.
Bunu yapan kişiler daha sonra buradan şifa, derman ve kurtuluş çaresi ürettiklerini ileri sürüyorlar. Bu gibi şeylerin dinimizde yeri yoktur. Kesinlikle kaçınılması gerekir.
Ayrıntı için bkz: İlyas Çelebi, “Vefk”, Türkiye Diyanet Vakfı İslam Ansiklopedisi, c: 42, s. 605-607.
Hadis âlimleri çeşitli metotlarla “hadis” diye uydurulmuş rivayetleri bir araya getiren çeşitli “Mevzûât (الموضوعات):” uydurma hadis kitapları telif etmişlerdir. Bu eserler sayesinde hadis ilminde uzman olmayan kimseler de uydurma hadisleri kolaylıkla tanıyabilmektedir.
Birçoğu Arapça olan bu eserlerin belli başlılarını şöyle zikredebiliriz:
el-Makdîsî (ö. 507/1113): Tezkiretu’l-Mevzû’ât
el-Cüzekânî (ö. 543/1148): el-Ebâtil ve’l-Menâkir ve’s-Sıhâh ve’l-Meşâhîr
Ebü’l-Ferec İbnü’l-Cevzî (ö. 597/1200): Kitâbu’l-Mevzû’ât mine’l-Ehâdîsi’l-Merfû’ât
Celâleddîn es-Süyûtî (ö. 911/1505): el-Leâlî’l-Masnû’a fi’l-Ehâdisi’l-Mevzû’a
İbn Arrâk (ö. 963/1556): Tenzîhu’ş-Şerî’ati’l-Merfû’a ‘ani’l-Ahbâri’ş-Şenî’ati’l-Mevzû’a
el-Fettenî (v. 986/1578): Tezkiretu’l-Mevzû’ât fi’l-Ehâdîsi’l-Merfû’ât
Ali el-Kârî (ö. 1014/1605): el-Esrâru’l-Merfûa fi’l-Ahbâri’l-Mevzûa: el-Mevzûâtü’l-Kübrâ
eş-Şevkânî (ö. 1250/1832): el-Fevâ’idu’l-Mecmû’â fi’l-Ehâdîsi’l-Mevzû’a
el-Leknevî (ö. 1304/1886): el-Âsâru’l-Merfû’a fi’l-Ahbâri’l-Mevzû’a.
Konu ile ilgili Türkçe kaynaklardan bazılarını da şu şekilde sıralayabiliriz:
M. Yaşar Kandemir: Mevzû Hadisler: Menşe’i, Tanıma Yolları, Tenkidi
Harun Ünal: Uydurma Hadisler (Mirac Yayınları), 6 cild; Mevzûât (Mevzû Hadisler) (Basiret Yayınları)
Sadık Cihan: Uydurma Hadislerin Doğuşu ve Sosyo-Politik Olaylarla İlgisi
Ali el-Kârî: Uydurma Olduğunda İttifak Edilen Hadisler, Tercüme: Halil İbrahim Kutlay
İbn Kayyim el-Cevziyye: Uydurma Hadisleri Tanıma Yolları (el-Menarü’l-Münif fi’s-Sahih ve’d-Daîf), Tercüme: Hanifi Akın
Abdülfettah Ebû Gudde: Sened ve Metin Yönüyle Mevzu Hadisler, Tercüme: Enbiya Yıldırım.
Evliliği sona eren kadının yeniden evlenebilmesi için beklemesi gereken süreye “iddet” denilir. Boşanmanın iddet içinde olması, kadının bu sırada adetten temizlenmiş; ama kocasıyla ilişkiye girmemiş olması demektir.
Allah Teala şöyle buyurmuştur:
“(Kocaları tarafından) boşanmış kadınlar kendi başlarına üç kur’ beklerler.” (Bakara, 2/228)
Adet halinde ilişki yasak olduğu için kadın zaten kendi başınadır. İddet süresi içinde kocası ile aynı evi paylaşacağından buradaki kur’, onunla ilişkiye girebileceği temizlik dönemidir.
Buna göre, kocası tarafından boşanan ve adet gören kadınlar üç temizlik müddeti iddet beklerler. Adetli iken boşama gerçekleşemeyeceği için böyle bir kadının eşi ile ilişkiye girmeden geçirdiği toplam süre üç adet + üç temizlik süresidir. Bu da yaklaşık olarak üç ay kadar sürer. Üçüncü temizlik döneminin bitmesinin ardından boşanma gerçekleşmiş olur ve kadın artık bir başka erkekle nikâh kıyabilir.
Üçüncü temizlik bitmeden yani iddet tamamlanmadan kıyılacak nikâhlar geçersiz olacaktır.
Âdetten kesilen, adet görmeyen veya hamile olan kadınların iddeti ile ilgili olarak da şöyle buyurulmuştur:
“Adetten kesilmiş olanlar hakkında şüpheye düşerseniz (onların) iddetleri üç aydır; adet görmeyenler de öyle. Hamile olanların süreleri ise doğumları ile biter. Kim Allah’tan sakınırsa Allah onun işinde bir kolaylık oluşturur.” (Talak, 65/4)
Erkek, bu durumlarda olan eşini her an boşayabilir. Onun iddeti, boşama anından itibaren başlar.
İddetle ilgili daha geniş bilgi edinmek için lütfen aşağıdaki linki tıklayınız:
Hadis uydurma sebeplerini şu genel başlıklar altında toplamak mümkündür:
1) Siyasî fırka ve grupların kendi amaçları için hadis uydurması. Misal: Gadîr-i Hum ve imâmetle ilgili rivâyetler, Emevi ve Abbasi halifelerinin leh ve aleyhindeki rivâyetler, Mehdilikle alakalı rivâyetler vs.
2) Fıkhî ve kelâmî mezhep mensuplarının mezhep taassubuyla hadis uydurması: Kaza-kader, Kur’an’ın mahlûk olup olmaması, Hanefi, Şâfiî veya diğer mezhepleri öven veya eleştiren birçok rivayet.
3) Milliyetçilik ve kavmiyetçilik duygusuyla hadis uydurma. Misal: Arap, Türk ve Farsların leh ve aleyhindeki rivayetler.
4) İslâm düşmanlarının kasıtlı olarak hadis uydurmaları.
5) İslâm dinine hizmet arzusuyla hadis uydurma. Misal: Kur’an okumaya teşvik maksadıyla çeşitli surelerin faziletiyle alakalı, zühde ve ibadete teşvik maksadıyla uydurulan rivayetler.
6) Şahsî menfaat sebebiyle hadis uydurma. Misal: Dünyalık temini için nufûz ve idare sahibi birtakım yöneticilere yakın olmak, onlara yaranmak ve bahşiş elde etmek için uydurulan rivayetler.
Bu konuda daha ayrıntılı ve sağlam bilgiler edinmek için şu kaynağı tavsiye edebiliriz:
M. Yaşar Kandemir, Mevzû Hadisler: Menşe’i, Tanıma Yolları, Tenkidi, Marmara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Yayınevi, İstanbul, 2009.
İsa aleyhisselam, kendisine yüklenecek göreve uygun bir şekilde yaratılmış ve Meryem validemize, onun yüksek kabiliyetli bir evlat olacağı müjdelenmiştir. Ancak bu müjde, İsa aleyhisselamın kesin olarak imtihanı kazanacağı garantisini taşımaz. Çünkü aşağıdaki ayette bildirilen şu söz ondan da alınmıştır:
“Unutma ki bütün nebilerden söz aldık. Senden, Nuh’tan, İbrahim’den, Musa’dan, Meryem oğlu İsa’dan ve her bir nebiden sağlam söz aldık. Bunu, doğrulara doğruluklarından sormak için yaptık. Görmezlikten gele olursa onlar için de acıklıı azap hazırladık.” (Ahzâb, 33/7-8)
Bir de şu ayet üzerinde düşünelim:
“(Ya Muhammed!) Sana da senden önceki elçilere de şu, kesin olarak bildirilmiştir: ‘Eğer şirke düşersen yaptığın yanar gider ve sen kaybedenlerden olursun.’ Hayır; yalnız Allah’a kulluk et ve şükredenlerden ol.” (Zümer 39/65–66)
NOT: Bu soruya konu olan soru cevabı aşağıdaki linkten okuyabilirsiniz:
Şayet ihaleyi veren kişi, işin bizzat sahibi ise bunda bir mahzur olmaz. İhaleyi istediği firmaya verebilir.
Ancak devlet veya büyük şirketler adına çalışan kişilerin yürürlükte bulunan normal ihale uygulamalarının aksine, birilerine haksız rekabet imkânı sağlamaları, rant oluşturmak ve bunu paylaşmak üzere böyle bir işe girişmeleri helal değildir.
Özellikle de kamu mallarını yöneten kişi ve kurumların bu konuda oldukça hassas olmaları, emanetçisi olarak bulundukları milletin malını haksız yere yememeleri ve yedirmemeleri gerekmektedir.
Kazancın helal olması için dikkat edilmesi gerekenlerle alakalı olarak aşağıdaki linkte yer alan bilgileri okumanızı tavsiye ederiz:
www.fetva.net/yazili-fetvalar/kazancimizin-helal-olmasi-icin-ozellikle-nelere-dikkat-edelim.html
Etinin yenmesi helal olan hayvanların sakatat ve içyağları da helaldir. Bunları yasaklayan hiçbir delil bulunmamaktadır. En’âm suresinin 146. ayetinde normalde helal olan küçük ve büyükbaş hayvanların içyağlarının sadece Yahudilere ve o da ceza olarak haram kılındığı bildirilmiştir. İlgili ayet şöyledir:
“Yahudilere tüm tırnaklıları da haram kıldık. Sığır ve koyunların sırtlarına ve bağırsaklarına yapışık olanlarla kemiklerine karışanlar dışında kalan içyağlarını da haram kıldık. Bu, azgınlıklarına karşılık onlara verdiğimiz cezadır. Biz doğruyu söyleriz.” (En’âm, 6/146)
Müslümanlara haram kılınanlar ise bir önceki ayette (145. ayet) sayılmış ve orada içyağına yer verilmemiştir:
“De ki: ‘Bana gelen vahiyde yiyene yemesi haram kılınmış bir şey bulamıyorum; kendiliğinden ölmüş olan (hayvan) veya akıtılmış kan yahut domuz eti -ki o pisliktir (rics)- veyahut da yoldan çıkmak suretiyle Allah’tan başkasının adı anılarak kesilmiş olursa başka.’ Kim zorda kalır da saldırganlık etmez ve aşırı gitmezse senin Rabbin bağışlar ve merhamet eder.” (En’âm, 6/145)