Skip to content Skip to main navigation Skip to footer

Blog

Âl-i İmrân sûresi 45. ayeti kader açısından nasıl anlamamız gerekir?

Âl-i İmrân 45 ve 46. âyetler şöyledir:

“Bir gün melekler Meryem’e dedi ki: Meryem, Allah sana kendi “Söz”ünü[1] müjdeliyor. Adı Mesih’tir; Meryem’in oğlu İsa. O, Dünyada da ahirette de itibarlı ve Allah’a yakın kişilerden olacaktır. Hem beşikte hem yetişkin çağda insanlara hitap edecek ve iyilerden olacaktır.”

Allah Teala her insanı, böyle iyilerden olsun diye yaratmış; ama yanlış yapanların değerini düşürmüştür. Tîn Suresi şöyledir:

1) İncire ve zeytine,

2) Sina dağına,

3) Bir de şu güvenli şehre yemin olsun ki,

4) Biz insanı en güzel hasletlerle yarattık.

5) Sonra onu aşağıların en aşağısına çevirdik.

6) İman edip iyi işler yapmış olanlar farklıdır; oları bitmez tükenmez bir ödül beklemektedir.

7) Ey insan, bu din karşısında seni yalana sürükleyen nedir?

8) En doğru karar, Allah’ın kararı değil midir?

Her insana yapılan uyarı, İsa aleyhisselama ve bütün nebilere de yapılmıştır:

“(Ya Muhammed) De ki: ‘Ey cahiller! Allah’tan baş­kasına kulluk etmemi mi istiyorsunuz?’

Sana da senden önceki elçilere de şu mu­hak­kak vahyedil­miştir: ‘Eğer şirke düşersen yaptıkların yanar gider ve sen, kaybeden­lerden olursun.’

Hayır; yalnız Allah’a kulluk et ve şükreden­ler­den ol.

Bunlar Allah’ı gereği gibi değer­lendiremediler. Oysa kıyamet günü, bütün yer­yüzü onun avucunda, gökler de sa­ğında dürülü olacaktır. O, ortak koştuk­larından uzak ve yücedir.”  (Zümer, 39/64-67)

“Unutma ki, bütün nebilerden söz aldık. Senden, Nuh’dan, İbrahim’den, Musa’dan, Meryem oğlu İsa’dan… Her birinden sağlam söz aldık.

Bunu, doğrulara doğruluklarını sormak için yaptık. Görmezlikten gelenlere de acıklı azap hazırladık.” (Ahzâb, 33/7-8)

İsa aleyhisselam daha önce vefat ettiği için Kur’an’da onunla ilgili övücü nitelemeler vardır. Kur’an inerken Muhammed aleyhisselam hayatta olduğu için onun aşağıdaki sözlerini ve daha sonra gelen ayeti iyi anlamak gerekir:

Ensar’dan Ümmü’l-Alâ diyor ki: Muhacirlere kura çekilince bize Osman b. Maz’ûn düştü. Onu evlerimize yerleştirdik. Sonra ölümüne sebep olan hastalığa tutuldu. Vefat edince yı­kandı ve kendi elbiseleri içine kefenlendi.  Muhammed sallal­lahu aleyhi ve sellem içeri girdi. O sırada dedim ki: ‘Ebu’s-Sâib![2] Allah sana rahmet eylesin. Allah’ın sana gerçekten ikramda bulunduğuna şahidim.’ Bunun üzerine Muhammed sallallahu aleyhi ve sellem şöyle dedi: ‘Allah’ın ona ikram ettiğini ne biliyorsun?’ Dedim ki, ‘Babam sana kur­ban ey Allah’ın Elçisi, Allah ya kime ikram eder?’ Muhammed sallallahu aleyhi ve sellem bu­yurdu ki: ‘Evet, ona kaçınılmaz gerçek geldi. Vallahi onun için hep hayırlar bekliyorum. Ama ben Allah’ın Elçisi olduğum halde nasıl karşıla­na­cağımı vallahi bilmiyorum.’

Ümmü’l-Alâ dedi ki: Vallahi bundan sonra hiç kimseyi tezkiye etmem.”[3]

Bir âyet şöyledir:

“De ki: ‘Ben elçilerin ilki değilim; bana ve size ne yapılacağını bilmem. Ben sadece bana vahyolunana uyarım. Ben sadece apaçık bir uyarıcıyım.” (Ahkâf, 46/9)

Lütfen aşağıdaki linki de tıklayınız:

www.fetva.net/yazili-fetvalar/hz-isa-daha-dogmadan-dunya-imtihanini-kazanacagi-bildirilmis-midir.html

 


[1] Buradaki “Söz” İsa aleyhisselamdır. Allah’ın “ol” emri ile babasız olarak Meryem anamızın rahminde oluşmaya başladığı için bu adı almıştır. Bunu bize 47. ayet haber vermektedir.

[2] Osman b. Maz’un radıyallahu anhın lakabıdır.

[3] Buhârî, Cenâiz, 3.

Kuyumculardan hangi şartlar altında borç olarak altın alınabilir?

Altın ve benzeri para ve para yerine geçen farklı kıymetli malların değişimi ancak peşin olarak gerçekleştirilebilir.

Şayet soruda bahsedildiği gibi müşteri 10 gr altını (veya ona karşılık gelen TL’yi)  borç olarak istiyorsa ya aynen bu 10 gr altın ya da onun TL karşılığı, o günkü kur üzerinden borç verilebilir. Ancak altının fiyatı (kuru) müşteri ve kuyumcu arasında değil, Merkez Bankası veya her iki tarafın da dahli olamayacak başka ulusal veya uluslararası bir kurum taraftan belirlenmeli, bunların belirlediği kur esas alınmalıdır.

www.fetva.net/goruntulu-fetvalar/kuyumcudan-altin-satin-alip-parasini-daha-sonra-odemek-caiz-mi.html

Ödeme günü gelince de aynı 10 gr miktarındaki altın, bahsedilen kuruluşlar tarafından belirlenmiş kur üzerinden tahsil edilir.

Kısacası bu işlem yalnızca yardım amaçlı gerçekleştirilebilir; kuyumcu bu işlemden kazanç elde etmemelidir. Zira borç verip bundan gelir elde etmek faizdir.

Aşağıdaki linkte bulunan soru-cevabı da incelemenizi tavsiye ederiz:

www.fetva.net/yazili-fetvalar/kuyumcularin-birbirlerine-altin-kiralamasi-caiz-midir.html

Doç. Dr. Servet BAYINDIR

Kız çocuklarına Hanne ismini koymakta bir sakınca var mıdır?

Meryem validemizin annesinin ismi İslami kaynaklarda Hanne olarak geçmektedir. Bu ismin İbranicesi Hanna, Latincesi ise Anna‘dır.

Âl-i İmrân suresinin 33-37. ayetleri arasında “İmrân’ın karısı” şeklinde ismi açıkça belirtilmeden Meryem validemizin annesinden ve onun, kızı Meryem’i Allah’a adamasından bahsedilmektedir.

Bu ismin kız çocuklarına konulmasında herhangi sakınca bulunmamaktadır.

İnternetten izinsiz olarak yapılan indirmelerin cezası nedir?

Kur’an-Sünnet bütünlüğü çerçevesinde sınırları çizilen “nitelikli hırsızlık” suçu karşılığında öngörülen “el kesme” cezası (Mâide, 5/38), mal varlığına yönelik tüm ihlaller için öngörülen bir ceza değildir.

İnternetten hukuka aykırı olarak söz konusu dokümanların indirilmesi, herkes tarafından kolaylıkla gerçekleştirilebilen bir eylem olması sebebiyle, “nitelikli hırsızlığın” şartlarından olan, malın koruma altında/hırz bulunması şartı oluşmadığı için söz konusu fiil “basit hırsızlık” kapsamında, bilişim suçları içerisinde yer alan bir hak ihlali olarak değerlendirilebilir. Ancak bunun için de indirilen dokümanların bir kişi ya da kurumun mülkiyet hakları içerisinde yer alması gereklidir. Mülkiyet hakkı kapsamının dışında kalanlar için herhangi bir hak ihlalinden söz edilemez.

Bu durumda söz konusu hak ihlali suç-ceza ile ilgili “Bir suçun karşılığı ona uygun/misl bir cezadır.” (Şûrâ, 42/40) şeklindeki genel ilke çerçevesinde değerlendirildiğinde, hukuka aykırı olarak indirilen dokümanların ekonomik değeri kadar meblağın hak sahibine iade edilmesi, bir o kadar da toplum/kamu hakkı karşılığında, ceza olarak ödeme yapılması ve ayrıca internet hizmetinin olması gerekenin dışında kullanılması/sınırın aşılması/i’tidâ sebebiyle hak mahrumiyeti cezası şeklinde bir sonuca ulaşılır.

Konuyu bir misalle daha somut hale getirebiliriz: Bir kişi telif hakları kapsamında yer alan ve ücretsiz olarak indirilmesine izin verilmeyen dokümanları indirdikten sonra başkalarıyla da paylaştığını düşünelim. Paylaşılanlarla birlikte suça konu olan malın ekonomik değerinin 100 TL olduğunu varsayalım. Bu durumda failin 100 TL hak sahibine, 100 TL de toplum/kamu hakkı karşılığı olarak ceza ödemesi, ayrıca iyi hal (ıslah) gösterene kadar da internet erişiminin engellenmesi gerekir.

Söz konusu suçun bireysel olmanın ötesinde ticari amaçlarla işlenmesi durumunda, mağduriyetin giderilmesi ve uygulanacak mali ceza suçla orantılı olacağından daha büyük rakamlar söz konusu olacaktır. Ayrıca fail iyi hal (ıslah) gösterene kadar internet erişim ve ticari faaliyetlerden men olmak üzere hak mahrumiyeti cezası alacaktır. İnternet erişim ve ticari faaliyetlerden men cezalarının uygulamasının/infazının günümüz teknolojisi açısından pek de zor olmadığı söylenebilir.

Suat ERDOĞAN

Kurulması planlanan süt bankasının dinimizde hükmü ne olur?

Bebekler sütanneye verilebilir. (Talak, 65/6). Bunun karşılığında sütanne ücret de alabilir. Fakat süt akrabalığı İslam hukukunda mutlak bir evlenme engeli sayılmıştır. Allah Teala sütanne ve süt kardeşlerle evlenmeyi haram kılmıştır (Bkz: Nisâ, 4/23) Dolayısıyla kurulması planlanan süt bankasında hangi kadının sütünün hangi çocuğa verildiğinin kesin olarak tespit edilip kayıtlara geçirilmesi gerekir. Aksi takdirde bu çocukların ileride süt akrabaları ile evlenme yasağını delmelerine zemin hazırlanmış olur.

Bunun yanı sıra Kur’an-ı Kerim, sürekli olarak emzirme işine vurgu yapmıştır (Bakara, 2/233; Talak, 65/6). Bunun süt emziren kadın ile bebek arasında bir sevgi bağı meydana getirdiği aşikârdır. Bu açıdan, hem süt veren kadınların hem de o sütten yararlanan çocukların böyle bir sevgi bağından mahrum edilmemeleri için sütanneliği kurumunun yeni bir yapılanma ile hayata geçirilmesi uygun olacaktır.

Bununla ilgili görüntülü cevabımızı aşağıdaki linkten izleyebilirsiniz:

www.fetva.net/goruntulu-fetvalar/sut-bankasi-kurulmasi-konusundaki-gorusunuz-nedir.html

Bebeklere doğumunun kaçıncı gününde isim konulmalı?

İslâmî eserlerde çocuğa ad koymanın zamanı üzerinde durulmuş ve bazı rivayetlerde doğumunun üçüncü, bazıların­da ise yedinci günü ad koymak için en uygun zaman olarak gösterilmiştir. Bu­nunla beraber Hz. Peygamber’in Mâriye’den doğma oğlu İbrahim için, “Bu gece bir oğlum doğdu, ona dedem İb­rahim’in adını verdim” (Müslim, Fedâil, 62 (2315); Ebû Dâvûd, Cenâiz, 24.) dediği, dolayısıyla doğumun birinci günü ad koyduğu bilinmekte ve bu yöndeki rivayetler diğerlerine nispetle daha sahih kabul edilmektedir. (Özgü Aras, “Ad Koyma”, Diyanet İslam Ansiklopedisi, c: 1, s: 332-333).

Bu bilgiler ışığında sünnete uygunluk açısından bebeklere mümkün mertebe birinci gün isim konulmalı; fakat bunu yedinci günden sonraya da bırakmamalıdır.

İsim koyarken bebeklerin sağ kulağına ezan okunması sünnettir. Ubeydullah b. Ebî Rafi’ (r.a.)’in babasından rivayete göre o, şöyle demiştir:

“Ali’nin oğlu Hasan, Fatıma’dan doğduğu zaman Resûlullah (s.a.v.)’ın onun kulağına namaz ezanı gibi ezan okuduğunu gördüm.” (Ebû Dâvûd, Edep, 106; Tirmizî, Edahî, 17)

Geleneğimizde yaygın olduğu şekli ile bebeğin sol kulağına farz namazlardan önce getirilen kametin okunmasına dair ise Peygamberimizin nakledilen herhangi bir rivayete rastlayamadığımızı ifade etmek isteriz.

Bebekler için kesilmesi tavsiye edilen Akika kurbanıyla ilgili bilgi için lütfen aşağıdaki adresi inceleyiniz:

www.fetva.net/yazili-fetvalar/akika-kurbaninin-dini-hukmu-nedir.html

Kuyumcuların birbirlerine altın kiralaması caiz midir?

Atölyeler altını süs veya altın üretimini gerçekleştirecekleri ekipman/alet/makine gibi kullanmayacakları, aksine o altını işleyip farklı kalıplarda altın üretip satarak ticaret yapacaklarına göre, atölyeye bu amaçla altın vermek, ne fıkıhta ne de günümüz hukukunda kiralama olur! Bu bir kredidir, borç işlemidir.

Altın’ın vadeli olarak bir menfaat karşılığında borç (kira değil) verilmesi ise caiz değildir.

Kira ile faiz arasındaki fark için aşağıdaki adresi de inceleyebilirsiniz:

www.fetva.net/yazili-fetvalar/mulklerden-elde-edilen-kira-geliri-ile-faiz-arasinda-ne-fark-var.html

www.fetva.net/yazili-fetvalar/gayrimenkullerden-elde-edilen-kira-ile-faiz-ayni-seyler-midir.html

Elde bulunan bir malın zekâta tabi olup olmayacağına nasıl karar verilir?

Ticaret mallarını sayı ile sınırlamak mümkün değildir. Satıp kâr elde etmek amacıyla alınan her çeşit giyim eşyası, gıda maddeleri, inşaat malzemeleri vs. ticaret malıdır ve zekâta tabidir. Bunların temel özellikleri, ticarete konu olmalarıdır.

Bir malın ticaret malı olabilmesi için iki unsurun bulunması gerekir:

1)       Satmak için almak,

2)       Kâr etme maksadı ve niyeti.

Bunlardan biri eksik olsa o mal ticaret malı olmaz.

Misal vermek gerekirse binek olarak kullanmak için alınan otomobiller ticaret malı olmaz; bunun zekâtı da verilmez. Fakat bir kişi otomobil alım satımı ile meşgul olsa ve bu araçları satmak niyeti ile elinde bulundursa onların zekâtını alış fiyatlarına ve maliyetlerine göre tespit ederek vermekle mükellef olur.

Aşağıdaki adresleri de inceleyebilirsiniz:

www.fetva.net/yazili-fetvalar/ticaret-mallari-icin-zekat-verileceginin-delili-nedir.html

www.fetva.net/yazili-fetvalar/3-adet-evim-var-bunlarin-zekatini-nasil-hesaplamaliyim.html

www.fetva.net/goruntulu-fetvalar/yatirim-amaciyla-satin-alinan-arsanin-zekati-verilir-mi.html

Ticaret malları için zekât verileceğinin delili nedir?

Allah Teâlâ şöyle buyurmaktadır:

يَا أَيُّهَا الَّذِينَ آمَنُوا أَنْفِقُوا مِنْ طَيِّبَاتِ مَا كَسَبْتُمْ وَمِمَّا أَخْرَجْنَا لَكُمْ مِنَ الْأَرْضِ وَلَا تَيَمَّمُوا الْخَبِيثَ مِنْهُ تُنْفِقُونَ وَلَسْتُمْ بِآخِذِيهِ إِلَّا أَنْ تُغْمِضُوا فِيهِ وَاعْلَمُوا أَنَّ اللَّهَ غَنِيٌّ حَمِيدٌ

“Müminler! Kazandıklarınızın iyilerinden ve sizin için yerden çıkardıklarımızdan hayra harcayın. Sizin göz yummadan almayacağınız kötü kısmını vermeye kalkmayın. Bilin ki Allah zengindir, ne yaparsa, güzelini yapar. (Bakara, 2/267).

Ayetteki “Kazandıklarınızdan (مَا كَسَبْتُمْ)” ifadesinin ticari malları da kapsadığı açık bir şekilde anlaşılmaktadır. Peygamber (sav)’den nakledilen bir rivayet de şöyledir:

 عَنْ سَمُرَةَ بْنِ جُنْدُبٍ قَالَ أَمَّا بَعْدُ فَإِنَّ رَسُولَ اللَّهِ -صلى الله عليه وسلم- كَانَ يَأْمُرُنَا أَنْ نُخْرِجَ الصَّدَقَةَ مِنَ الَّذِى نُعِدُّ لِلْبَيْعِ

Semure b. Cündüb (r.a.)’ten rivayet edildiğine göre o demiştir ki: “Şüphesiz Resûlullah (sav) satış için hazırladığımız (eşyâ) dan zekât vermemizi emrederdi.” (Ebû Dâvûd, Zekât, 3).

İlgili ayet ve hadis birlikte değerlendirildiğinde ticaret mallarının da zekâta tabi olduğu görülmektedir.

Zekât hesabı yapılırken ticaret mallarının o anki satış fiyatları değil, mal oluş fiyatları dikkate alınır.

Zümra isminin anlamı nedir? Bu ismi koymakta bir sakınca var mıdır?

Türk Dil Kurumu Kişi Adları Sözlüğü’nde kız ismi olarak gösterilen Zümra’nın Arapça kökenli olduğu ve “Güzel, iyi ahlaklı, cesur, yürekli” anlamlarına geldiği belirtilmektedir.

Fakat tespit edebildiğimiz kadarıyla Arapça sözlüklerde Zümra/zümre (الزُّمْرَةُ) kelimesi “Topluluk, grup, cemaat” anlamlarına gelmektedir.  Bir de “Kahraman, daima insanlara yardım eden, zeki, zarif ve bilgin adam” anlamlarına gelen (الذِّمْرُ) Zimr kelimesi vardır. Bu kelimenin müennesi/dişili ise Zimra (الذِّمْرَةُ) olur, “Kahraman, daima insanlara yardım eden, zeki, zarif ve bilgin kadın” anlamlarına gelir. Zümra ismi keskin -z- (ز) ile, Zimra ise peltek -z- (ذ) ile yazılır.

Görüldüğü gibi yukarıda Zümra ismi için verilen anlamlar, Arapça’daki Zimra ismi için uygun düşmektedir. Bu isimle ilgili olarak biz bunun dışında herhangi bir bilgiye ulaşamadık.

Verilen bu bilgiler ışığında kararı kendiniz verebilirsiniz. Fakat şimdiye kadar konulan Zümra isimlerinin değiştirilmesinin gerekmediğini belirtmemizde de fayda vardır.

İbrahim sûresi 4. ayete eski alimlerden sizin gibi meal veren var mı?

İbrahim sûresi 4. ayet ve bu ayete bizim verdiğimiz meal şöyledir:

وَمَا أَرْسَلْنَا مِنْ رَسُولٍ إِلَّا بِلِسَانِ قَوْمِهِ لِيُبَيِّنَ لَهُمْ فَيُضِلُّ اللَّهُ مَنْ يَشَاءُ وَيَهْدِي مَنْ يَشَاءُ وَهُوَ الْعَزِيزُ الْحَكِيمُ

“Biz, her resulü kendi toplumunun dili ile gönderdik ki onlara açık açık anlatsın. Bundan sonra Allah, sapıklığı tercih edeni sapık sayar, hidayeti tercih edeni de yoluna kabul eder. Güçlü olan o, doğru karar veren odur.” (İbrahim, 14/4)

Ayete bu meal verdikten yaklaşık 8 sene sonra İmam Mâturîdî’nin de aynı meali verdiğini büyük bir memnuniyetle tespit ettik. Hicri 333 (miladi: 944) yılında vefat etmiş olan Mâturîdî’nin İbrahim 4. ayet ile ilgili tefsiri şöyledir:

لِيُبَيِّنَ لَهُمْ فَيُضِلُّ اللَّهُ مَنْ يَشَاءُ وَيَهْدِي مَنْ يَشَاءُ :  أي يضلُّ اللّهُ مَن آثر سبب الضلال و يهدي مَن آثر سبب الذي به يهتدي ، يهدي ذلك. وقال قائلون: فيضلُّ اللّهُ مَن يَشَاء وَيَهْدِي مَن يَشَاء، هذا حكم الله أن يضل المكذبين و يهدي المصدقين. لكن الوجه فيه ما ذكرنا بدءً أنه يضل من آثر سبب الضلال ويهدي من يشاء، أي من آثر سبب الإهتداء.

“Allah, dalâlet yolunu tercih edeni saptırır, hidayet yolunu tercih edeni de hidayete erdirir. Bazıları (فَيُضِلُّ اللَّهُ مَنْ يَشَاءُ وَيَهْدِي مَنْ يَشَاءُ) ayeti için “Bu, Allah’ın tekzip edenleri saptırması, tasdik edenleri de hidayete erdirmesine dair hükmüdür” demişlerdir. Fakat doğrusu, bizim dediğimizdir. Yani Allah, dalalet sebebini (yolunu) tercih edeni saptırır, hidayet sebebini (yolunu) tercih edeni de hidayete erdirir.” (Ebû Mansûr Muhammed b. Muhammed el-Mâturîdî, Te’vîlâtü’l-Kur’ân, Thk: Hatice Boynukalın, Dâru’l-Mîzân, İstanbul, 2006, c: 7, s: 458.)

Hicri 425 yılında vefat etmiş olan Râgıp el-İsfehânî, bu ayet başta olmak üzere birçok ayette geçen “şâe” (شاء) fiiline birçok kelam âliminin “erâde” (اراد) yani istedi manası verdiklerini söylemiştir. (Bkz: Râgıp el-İsfehânî, el-Müfredât, ş-y-e mad) Demek ki, 333. yılında vefat eden ve bir kelamcı olan İmam Mâturîdî, Râgıp’ın bahsettiği kelamcılardan değilmiş. Fakat daha sonra gelen Mâturîdî kelamcılarının, İmam Mâturîdî’nin aksine bu kelimeye “irâde” yani “isteme” manası vermeleri gerçekten çok şaşırtıcı ve ibret vericidir.

Diyanet İşleri Başkanlığı’nca yayınlanan Kur’an mealinde ayete verilen anlam şöyledir:

 “Biz her peygamberi, ancak kendi kavminin diliyle gönderdik ki, onlara (Allah’ın emirlerini) iyice açıklasın. Allah dilediğini saptırır, dilediğini de doğru yola iletir. O mutlak güç sahibidir, hüküm ve hikmet sahibidir.”

Diyanet Vakfı’nın ayete verdiği meal ise şöyledir:

“(Allah’ın emirlerini) onlara iyice açıklasın diye her peygamberi yalnız kendi kavminin diliyle gönderdik. Artık Allah dilediğini saptırır, dilediğini de doğru yola iletir. Çünkü O, güç ve hikmet sahibidir.”

Yine Diyanet’in çıkardığı Kur’an Yolu Tefsiri’nde ayete şöyle meal verilmiştir:

“İstisnasız her peygamberi kendi kavminin diliyle gönderdik ki onlara açık açık anlatsın; bundan sonra Allah dilediğini sapkınlık içerisinde bırakır, dilediğini de doğru yola iletir. O, güçlüdür, hikmet sahibidir.”

Elmalılı Muhammed Hamdi Yazır’ın meali de şöyledir:

“Ve biz her gönderdiğimiz Resul’ü ancak bulunduğu kavminin diliyle gönderdik ki onlara iyi beyan etsin sonra da Allah dilediğini dalâlette bırakır, dilediğini de hidayete erdirir, ve öyle Aziz Hakim O.”

Allah dilediğini yola getirip dilediğini saptıracaksa neden elçi göndersin? Bu durumda elçinin, o toplumun dili ile açıklama yapmasının ne anlamı olur? Böyle anlamsız bir iş “doğru karar veren” Allah’a yakıştırılabilir mi? İçinde ciddi çelişkiler olan ifadeler, Allah’ın sözü olabilir mi?

Hanefiler kendilerini Mâturîdî mezhebine mensup sayarlar. Görüldüğü gibi tarih içinde mezheplerin, ciddi anlamda ana çizgiden uzaklaştırılması Kur’an meallerini bile anlamsız hale getirebilmiştir.

Bu konuyla ilgili geniş bilgi edinmek isteyenlere aşağıdaki linkte bulunan “Kur’an’da İrade, Şey ve Fıtrat” başlıklı yazımızı okumalarını tavsiye ederiz:

www.suleymaniyevakfi.org/arastirmalar/kuranda-irade-sey-ve-fitrat.html