Blog
Kişi kendini şirke karşı korumazsa hiçbir şey, onun müşrik olmasını engellemez. Peygamberlerin ibadetlerinde kusur etmeyecekleri açıktır; ama Allah Teâla onları bile şirk konusunda uyarmış ve şöyle buyurmuştur:
“De ki: ‘Ey cahiller! Allah’tan başkasına kulluk etmemi mi istiyorsunuz?’
Sana da, senden önceki elçilere de muhakkak şu vahyedilmiştir: ‘Eğer şirke düşersen yaptıkların yanar gider ve sen, kaybedenlerden olursun.’
Hayır, yalnız Allah’a kulluk et ve şükredenlerden ol.
Bunlar Allah’ı gereği gibi değerlendiremediler. Oysa kıyamet günü, bütün yeryüzü onun avucunda, gökler de sağında dürülü olacaktır. O, ortak koştuklarından uzak ve yücedir.” (Zümer, 39/64-67)
“De ki: ‘Gökleri ve yeri bölünme kanunu ile yaratan Allah’tan başkasını mı veli edineceğim? O her şeye bakan; ama bakıma ihtiyacı olmayandır.’ De ki: ‘Bana şu emir verildi: ‘Müslümanların en önde geleni ol; sakın müşriklerden olma.’
De ki: ‘Eğer Rabbime baş kaldıracak olsam ben o büyük günün azabından korkarım.’” (En’âm, 6/14-15)
Sorunuzda geçen ayet ise şöyledir:
اتْلُ مَا أُوحِيَ إِلَيْكَ مِنَ الْكِتَابِ وَأَقِمِ الصَّلَاةَ إِنَّ الصَّلَاةَ تَنْهَى عَنِ الْفَحْشَاءِ وَالْمُنْكَرِ وَلَذِكْرُ اللَّهِ أَكْبَرُ وَاللَّهُ يَعْلَمُ مَا تَصْنَعُونَ
“Sana vahyedilen kitaba uy ve namazı tam kıl. Çünkü namaz, hayâsızlığı ve kötülüğü engeller. Allah’ı zikir, elbette büyüktür. Allah, ne yaptığınızı bilir.” (Ankebût, 29/45)
Namazın kötülüğe engel olması, namaz kılanın içinin bu konularda daha hassas olması anlamına gelir. Böyle birinin büyük günah işlemeye devam etmesi ya da Allah’a şirk koşması, onun kıldığı namazın gerektiği gibi olmadığını gösterir. Peygamber sallallahu aleyhi ve sellemden nakledilen bir rivayet şöyledir:
من لم تنهه صلاته عن الفحشاء والمنكر لم تزده من الله إلا بعدا
“Kimin namazı onu hayâsızlıktan ve kötülükten engellemiyorsa o namaz ona, Allah’tan uzaklaştırma dışında bir katkı sağlamaz.” (Taberâni, Mu’cemü’l-Kebîr, c: 11, s: 54)
Çünkü böyle biri yoldan çıktığı halde, namaz kıldığı için kendini doğru yolda zanneder.
Büyük ölçüde uzak doğu felsefesinden ve Hristiyanlık’tan esinlendiği anlaşılan bu şekilde bir melek kavramının İslam dini açısından kabul edilemez olduğunu belirtmek gerekir. Tarih boyunca her kültürde ve dinde melek inancı olagelmiş ve insanlar bu varlıkları çeşitli şekillerde tasvir ederek onlarla iletişime geçmeye çalışmışlardır. İslam dininde de meleklerin varlığına inanmak bir inanç esasıdır ve her Müslüman için buna inanmak zorunludur.
Melekler, duyu organlarıyla algılanamayan; ancak Allah’ın bildirmesi (vahiy) ile hakkında bilgi edinilen varlıklardır. Kur’an-ı Kerim’de ve peygamberimizin sözlerinde meleklerin özellikleri ve görevleri hakkında bilgiler verilmiştir. Onlar Allah’ın emrini yerine getirirler ve O’na karşı gelemezler (Nahl 16/50). Bazı durumlarda vazifelerini yerine getirmek amacıyla çeşitli şekillere bürünerek insanlara görünebilirler (Meryem 19/16-17). Melekler asla geleceği bilemezler (Neml 27/65).
Kur’an-ı Kerim’de ve hadislerde meleklerin görevleri de belirtilmiştir. Melekler; peygamberlere vahiy getirmek yanında (Bakara 2/97-98) insanları koruyup gözetirler (Kâf 50/18, 21; Ra’d 13/11). Onlar doğru yolda ilerleyen müminler (Fussilet 41/30-31) ile yeryüzündeki tüm insanlar için Allah’tan af dilerler (Şûrâ 42/5). Peygamberlere ve müminlere maddî, manevî destek veren (Bakara 2/123-125) ve insanların yaptıklarını kaydeden melekler de vardır (İnfitâr 82/10-11) Kur’an’da meleklerin ilâhî cezaların yerine gelmesine vesile oldukları (Ankebût 29/31) Allah’ı yüceltip tesbih ettikleri (A’râf 7/206; Enbiya 21/20) ve peygambere salat ve selam getirdikleri de kaydedilir (Ahzâb 33/56). Bunun yanında melekler tabiatın yönetimi ve ilahi kanunları icrası konusunda verilen görevleri de yaparlar (Nâziât 79/1-5; Secde 32/11). Kıyamet günü ile cennet ve cehennemde görevli olan melekler de vardır (Enfâl 8/50; Ra’d 13/23-24; Zümer 39/71-72)
Görüldüğü üzere melekler Allah Teâlâ’nın tabiattaki bazı hadiselerin gerçekleşmesine vesile kıldığı varlıklardır. Cenab-ı Hakkın emri ve izni olmadan faaliyette bulunmaları, insanlara yardım etmeleri söz konusu değildir.
Kur’an-ı Kerim’de bazı özel hallerde peygamberlerin ve bazı kimselerin meleklerle diyalogundan bahsedilir. Bunun dışında bir kimsenin meleklerle konuşması, onlardan yardım istemesi ya da mucize vb. işaret göstermesini istemesi mümkün değildir. Bu türden bir anlayış, yukarıda çerçevesini çizdiğimiz İslâm dininin melek inancıyla izah edilemez. Böyle bir iddia, İslam inancının esasını oluşturan Allah’ın birliği (tevhid) ilkesine de aykırıdır. Tevhid ilkesi, müminlerin yardım taleplerini ve ihtiyaçlarını doğrudan Yüce Allah’a iletmelerini ve bu hususta hiçbir varlığı O’na aracı kılmamalarını öngörür. Namazların her rekâtında okunan Fatiha suresinde geçen “Yalnız sana ibadet ederiz ve yalnız senden yardım dileriz.” (Fatiha 1/4) ayetinde bu husus belirtilmiş ve bir müminin günde beş defa bunu hatırda tutması istenmiştir. Bunun yanında mucize göstermek, peygamberlere ait bir özelliktir. Meleklerin mucize gösterdiklerine dair bir bilgiyi dinin ana kaynaklarından hareketle doğrulamak söz konusu olamaz. Tabiattaki her işleyiş, Allah Teâlâ’nın kontrolü altındadır ve melekler buna sadece aracı olabilirler. Dolayısıyla aracılardan dilenmek ve Allah’a ulaşmak için çeşitli varlıklara yönelmek doğru değildir. Nitekim Kur’an-ı Kerim’de birçok ayette putperestliğin bu gerekçeyle sert bir dille yasaklandığı görülür. (bk. Mâide 5/76; Yûnus 10/18, 106) Müminler, savaş vb. durumlarda melekler tarafından yardım edilseler de burada asıl fâil Allah’tır ve meleklerin görevlerini yerine getirmek dışında bir fonksiyonları yoktur. Bilinçli bir mümine düşen görev ise dini konularda doğru bilgilenmek ve inancına zarar veren bu tür davranışlardan uzak durmaktır.
Dr. Osman Demir
Abdesti bozan durumlar, aşağıdaki ayet-i kerimede şöyle belirtilmiştir:
“… Hasta veya yolcu olur veya sizden biri ayakyolundan gelir ya da kadınlara temas etmiş olur da su bulamazsanız temiz toprağa teyemmüm edin; onunla yüzünüzü ve ellerinizi mesh edin…” (Mâide, 5/6)
Ayet, abdestin tuvalette olan şeylerle bozulacağını bildirmektedir. Bunlar; büyük abdest, küçük abdest ve yellenmedir.
Uyluklarından biri yerden kesilmiş olarak uyuyan kişinin yellenme ihtimali yüksek olduğundan bu şekilde uyumak da abdesti bozar. Nebîmizin şöyle buyurduğu rivayet edilmiştir:
إِنَّمَا الْوُضُوءُ عَلَى مَنْ نَامَ مُضْطَجِعًا
“Sadece yan üstü yatarak uyuyanın abdest alması gerekir.” (Ebû Dâvûd, Tahâret, 80)
Gözlerin yaşarması ise hangi sebepten olursa olsun abdesti bozmaz. Bu yüzden ister namaz öncesinde ister namaz esnasında gözleriniz yaşardığında abdestiniz bozulmayacağı için bu durumda namaz kılmanızda/namaza devam etmenizde herhangi bir sakınca yoktur.
Abdesti bozan şeylerle alakalı olarak aşağıdaki linklerde bulunan soru-cevapları okumanızı/izlemenizi tavsiye ederiz:
www.fetva.net/yazili-fetvalar/uyku-ve-yellenmek-abdesti-bozar-mi.html
www.fetva.net/goruntulu-fetvalar/abdesti-bozan-seyler-nelerdir-kan-ve-uyku-abdesti-bozar-mi.html
Nebîmize nispet edilen bu rivayet şöyledir:
“Ölülerinizin ardından Yasin okuyun (اقرءوا { يس } على موتاكم ).” (Ebû Dâvûd, Cenâiz, 24; İbn Mâce, Cenâiz, 4)
Bu rivayetin zayıf olduğunu çeşitli hadis âlimleri eserlerinde zikretmektedirler. Ebu Bekr İbnü’l-Arabî, Dârekutnî’nin bu rivayetle ilgili olarak “Bu hadisin isnadı zayıftır, metni meçhuldür, bu konuda sahih bir hadis yoktur.” dediğini rivayet etmiştir: (İbn Hacer, et-Telhîsu’l-Habîr, c: 2, s. 244-245. Ayrıca bkz: Mizzi, Tuhfetü’l-Eşrâf, c: 8, s. 465; İbnü’l-Kattân, Beyânü’l-Vehm ve’l-Îhâmi’l-Vâkıayn fî Kitâbi’l-Ahkâm, c: 5, s. 49).
Zayıf hadisler de dini konularda delil olamaz.
www.fetva.net/yazili-fetvalar/zayif-hadisle-amel-edilir-mi.html
Ölülerin ardından Kur’an okunması ile ilgili ilmi bir makale kaleme almış olan Mustafa Özel, makalesinde şu sonuçlara varmıştır:
1- “Ölülere Kur’an okunmasıyla ilgili Kur’an-ı Kerim’de ne doğrudan ne de dolaylı bir bilgi mevcuttur.
2- Peygamberimizin sözlerini içeren makbul ve muteber hadis kitaplarında da bu konuyu doğrudan ele alan sahih/sağlam bir haber bulunmamaktadır. Kaynaklarda yer alan hadislerin tamamına yakını ya zayıf ya da mevzu/uydurmadır. Bu bağlamda sahih hadis kitaplarındaki tek hadis, Ebû Dâvûd ve İbn Mâce’de yer alan ve her iki kaynakta da Mâ’kil b. Yesâr tarafından rivayet edilen Yasin suresinin okunmasıyla ilgili hadistir. İlk kaynakta alâ (علي) cer edatıyla, ikinci kaynakta ise “inde (عند)” mekân zarfıyla yer alan hadisin delâleti sorunludur.
3- İslam’ın ilk dönemlerinde olmayan bu uygulama, büyük ölçüde, tarihi süreç içerisinde ortaya çıkan uygulamalara dayanmaktadır. Bu, bir takım psikososyal nedenlerle ortaya çıkmış olabilir. En azından bunun Müslümanların öte dünyaya yolcu ettikleri dindarlarıyla ilişkilerini bir biçimde devam ettirme ve onlara saygı aracı olarak değerlendirdikleri düşünülebilir.” (Mustafa Özel, “Ölünün Ardından Kur’an-ı Kerim Okunmasının Dini Dayanakları”, İslam Hukuku Araştırmaları Dergisi, sayı: 7, Nisan 2006, s. 484-485. Makaleye erişim: isamveri.org/pdfdrg/D02533/2006_7/2006_7_OZELM.pdf)
Ölülerin ardından Kur’an okunmasıyla ilgili daha geniş bilgi için lütfen aşağıdaki linki tıklayınız:
www.fetva.net/yazili-fetvalar/olulerin-ruhlarina-kuran-okunur-mu.html
Faizin dârülharpta alınıp verileceğine dair bir hadis yoktur. Fakat bazı Hanefîlerin delil aldığı şöyle bir rivayet vardır:
لَا رِبَا بَيْنَ الْمُسْلِمِ وَالْحَرْبِيِّ فِي دَارِ الْحَرْبِ
“Dârülharpta Müslüman ile harbî arasında faiz yoktur.”[1]
İmâm Zeylâî (v. 762/1360), bu rivayete Nasbü’r-Râye li-Ehâdîsi’l-Hidâye adlı kitabında “garîb” demiştir.[2] Ona göre garîb, senedi bulunmayan rivayettir.[3]
İbn Hacer el-Askalânî (v. 852/1449) de “böyle bir rivayet bulamadım = لم أجده” demiştir.[4]
Bu rivayet, kaynaklarda farklı lafızlarla geçmiştir.[5] Hanefî kaynaklarında da tek râvisi tâbiînden Mekhûl (v. 112/730) olup mürsel tarikle (sahabe atlanarak) Peygamber (sav)’e isnat edilmiştir. Bu şekliyle hadis, delil alınacak nitelikte değildir.
Hanbelî fakihi İbn Kudâme (v. 620/1223)’in aşağıdaki ifadeleri konuyu özetler mahiyettedir. O, şöyle demiştir:
“Haramlığı Kur’ân, sünnet ve icmâ ile sabit olan bir hükmü, sahih veya müsned veya diğer güvenilir hadis kitaplarında geçmeyen meçhul bir hadise dayanarak terk etmek olmaz. Ayrıca hadis hem mürseldir hem de Allah’ın elçisinin faizi dârülharpta yasakladığı anlamına da gelebilir. Çünkü ‘faiz olmaz’ sözü ‘faiz yasaktır’ şeklinde de anlaşılabilir. Nitekim bir ayette şöyle geçmektedir. ‘فلا رفث ولا فسوق ولا جدال فى الحج , Hacda kadına yaklaşmak, kötü söz söylemek ve dövüşmek olmaz.’ (Bakara, 2/197)”[6]
Faizin, dârülislam ve dârülharp ayrımı olmaksızın kesin bir şekilde haramlığıyla ilgili ayrıntı için aşağıdaki kaynaklara bakabilirsiniz:
Abdülaziz Bayındır, Ticaret ve Faiz, Süleymaniye Vakfı Yayınları, 2007, s. 130-137.
Servet Bayındır, “Din ve Ülke Farklılığının Faizin Hükmüne Etkisi”, İstanbul Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi, 2006, sayı: 14, s. 207-235
Bunun yanı sıra aşağıdaki linkte bulunan soru-cevabı da okumanızı tavsiye ederiz:
www.fetva.net/yazili-fetvalar/faiz-ve-darul-harp.html
[1] el-Merğinânî, el-Hidâye, c: 3, s. 66.
[2] Zeylai, Nasbü’r-Râye, c: 4, s: 44. İmâm Şâfiî’nin bu rivayetin sâbit olmadığı ve delil olamayacağına ilişkin ifadesi için bkz. Şâfiî, el-Ümm, c: 7, s: 359.
[3] Zeylâî’nin “garib” lafzını Nasbü’r-Râye’de aslı olmayan hadis anlamında kullandığıyla ilgili bkz: Abdullah Aydınlı, Hadis Istılahları Sözlüğü, Hadisevi Yayınları, İstanbul, 2006, s: 101.
[4] İbn Hacer, ed-Dirâye fî Tahrîci Ehâdîsi’l-Hidâye, c: 2, s: 158.
[5] Bu farklılıklar için bkz. Şâfiî, el-Ümm, c: 7, s: 359; Beyhaki, Marifetü’s-Sünen ve’l-Âsâr, c: 13, s: 272.
[6] İbn Kudame, el-Muğnî, c: 4, s: 176-177.
Nesâî, Kütüb-i Sitte’den (altı hadis kitabı) biri olan es-Sünen’in müellifidir. Kütüb-i sitte müelliflerinden tarih olarak en sonuncusu olup Hicrî 303/ Miladî 915’te vefat etmiştir.
Güvenilir bir hadis âlimi olmasının yanında hadis münekkidi de olan Nesâî’nin çok sayıda kitabı vardır. Henüz elimizde bulunmayan, hadis ravilerini güvenirliliklerine göre incelediği el-Cerh ve’t-ta’dîl isimli eserinin önemli olduğu belirtilmektedir.
(Ayrıntı için bakınız. M. Yaşar Kandemir, “en-Nesâî”, Türkiye Diyanet Vakfı İslam Ansiklopedisi, c: 32, s: 563-565).
Nesâî’nin güvenilir olması, onun es-Sünen’inde naklettiği rivayetlerin tamamının kabul edileceği anlamına gelmez. Her bir rivayetin hadis ilmi kıstaslarına göre senet ve metin tenkidinin yapılması ve ilgili tüm hadislerle birlikte Kur’an-Sünnet bütünlüğü açısından değerlendirilmesi gerekir.
Keşfü’l-Hafâ, İsmâil b. Muhammed el-Aclûnî (v. 1167/1749)’nin halk arasında hadis olarak bilinen yaygın rivayetlere ilişkin eseridir. Halk arasında yaygın olan rivayetlerden hangisinin sahih hadis, hangisinin uydurma rivayet, vecize, atasözü veya hikmetli söz olduğunu belirlemek amacıyla kaleme alınmıştır. Büyük ölçüde Şemseddin es-Sehâvi’nin el-Makâsidü’l-Hasene’sine dayanmaktadır.
Aclûnî’nin bazı âlimlerin mevzû (uydurma) kabul ettiği rivayetleri savunduğu, bunların zayıf veya hasen li-gayrihî olduğunu ileri sürdüğü, bazen bir rivayeti nakleden herhangi bir kaynağı zikretmekle yetindiği, bir rivayet hakkında âlimlerin görüşlerini kaydetmekle beraber kesin bir kanaat ortaya koymadığı görülmektedir. Hadis olmadığını belirttiği veya tereddüdünü dile getirdiği çeşitli sözlerin manasının sahih olduğunu söylediği gibi bir kısım rivayetlerin içeriğinin batıl olduğunu da söylemiştir. Bunların yanında kitapta sehven yapılmış tekrarlar, değerlendirme yapılmadan bırakılmış rivayetler ile hadis olup olmadığına karar verilemeyip araştırılması istenen sözler de vardır.
(Kaynak: Bünyamin Erul, “Keşfü’l-Hafa”, Türkiye Diyanet Vakfı İslam Ansiklopedisi, 25. Cilt, s. 320-321.)
Sonuç olarak Keşfü’l-Hafâ, temel bir hadis kaynağı değildir. Bir rivayet, temel hadis kitaplarından teyid edilmediği müddetçe “Bu, Keşfü’l-Hafâ’da geçiyor.” şeklinde tek başına kaynak olarak gösterilemez.
Miras bırakanın (dayınızın) çocukları bulunduğunda kardeşleri (yani anneniz ve varsa diğer kardeşleri) terekeye mirasçı olamazlar.
Anneniz, babasının veya annesinin terekesi mirasçılar arasında taksim edilmemişse onlara mirasçı olabilir.
Benzer bir soru-cevap için lütfen aşağıdaki linki tıklayınız:
www.fetva.net/yazili-fetvalar/olenin-cocuklari-varsa-kardesleri-mirastan-pay-alabilirler-mi.html
Hıdrellez günü kır çiçeklerinin kaynatılarak suyundan içilmesinin hastalıklara şifa vereceği, hıdrellez gecesi bütün sulara nur yağacağı düşünülerek o gece suya girmenin her türlü hastalığa karşı bağışıklık sağlayacağı, o gece evlerdeki yiyecek ve içeceklerin ağzının açık bırakılması, dileklerin bir kâğıda yazılarak gül ağaçlarının dibine konulması gibi şeylerin dinimizde yeri yoktur. Bunlar halk geleneğidir.
www.fetva.net/goruntulu-fetvalar/hidrellez-olarak-kutlanan-gunun-dinimizde-yeri-var-midir.html
Bununla ilgili tarihi bilgi ise özetle şöyledir:
“Hızır ve İlyâs isimlerinin halk ağzında aldığı şekilden ibaret olan hıdrellez, kökü İslâm öncesi eski Orta Asya, Ortadoğu ve Anadolu yaz bayramlarına dayanan, Hızır yahut Hızır ve İlyâs kavramları etrafında dinî bir muhtevaya bürünmüş halk bayramının adıdır. Bu bayram, merkezini özellikle Anadolu ve Balkanlar’ın, Kırım, Irak ve Suriye’nin teşkil ettiği Batı Türkleri arasında, bugün kullanılmakta olan Gregoryen takvimine göre 6 Mayıs günü kutlanmaktadır.
Hıdrellez, halk arasında ölümsüzlük sırrına erdiklerine ve biri karada, diğeri denizde darda kalanlara yardım ettiklerine inanılan Hızır ve İlyâs peygamberlerin yılda bir defa bir araya geldikleri gün olarak kabul edilir.
6 Mayıs, Türkler’in Anadolu’ya yahut daha genel bir ifadeyle Ortadoğu’ya geldikten sonra tanıdıkları bir tarihtir. Zira Doğu Hristiyanlığının Aziz Yorgi (Aya Yorgi, Hagios Georgios, Saint George) ya da Yeşil Yorgi kültü bu tarihte kutlanmaktaydı. Doğu Hristiyanlığında da çok önemli bir yeri olan bu kült, zaman içinde Hızır-İlyâs kültü ile birleşerek özdeşleşmiş ve bu suretle 6 Mayıs tarihi Ortadoğu ve Balkanlar’da Hristiyan-Müslüman kültür etkileşimi sonucunda hem Aziz Yorgi hem de Hızır- İlyâs kültünün iç içe girmesinin bir sonucu olarak kutlanmaya başlanmıştır.”
(Geniş bilgi için bkz: Ahmet Yaşar Ocak, “Hıdrellez”, Diyanet İslam Ansiklopedisi, c: 17, s. 313-315)