Skip to content Skip to main navigation Skip to footer

Blog

Nefis terbiyesi için bazı helalleri kendimize haram kılmalı mıyız?

Bizim her konuda örnek alacağımız kişi bellidir: O da Allah’ın Resulüdür. Allah Teâlâ şöyle buyurmuştur:

“Ey inananlar! And olsun ki, sizin için, Allah’a ve ahiret gününe kavuşmayı umanlar ve Allah’ı çok anan kimseler için Resulullah (Allah’ın Elçisi) en güzel örnektir.” (Ahzab, 33/21)

O, bir defasında kendisine helal olan bir yiyeceği haram kıldığında şu ayet nazil olmuştur:

“Ey Nebi! Eşlerinin rızasını gözeterek Allah’ın sana helâl kıldığı şeyi niçin kendine haram ediyorsun? Allah çok bağışlayan, çok esirgeyendir.” (Tahrim, 66/1)

Biz müminlere de Allah şöyle buyurmuştur:

“Ey iman edenler! Allah’ın size helâl kıldığı iyi ve temiz şeyleri (siz kendinize) haram kılmayın ve sınırı aşmayın. Allah sınırı aşanları sevmez.” (Maide, 5/87)

Ey Âdemoğulları! Her secde yerine vardığınızda süslerinizi (size yakışan giysiyi) giyinin. Yiyin, için ama israf etmeyin.  Allah israf edenleri sevmez.

De ki: “Allah’ın kulları için çıkardığı süsü (yakışan giysiyi), temiz ve lezzetli rızıkları kim haram etti? De ki, bunlar dünyada esasen müminler içindir; Ahiret gününde ise sadece onlar için olacaktır.” Bilen bir toplum için âyetlerimizi böyle açıklarız.

De ki: “ Rabbim sadece şunları haram etti: “İster açık, ister gizli olsun, her türlü fuhuş, ism [1], haksız saldırı, Allah’ın hakkında bir belge indirmediği şeyi ona şirk koşmanız ve Allah hakkında bilmediğinizi söylemeniz.” (Araf, 7/31-33)

Dolayısıyla kim ne yapmıştan çok Allah bizden neyi nasıl yapmamızı istemiş ve Allah’ın Resulü bunları nasıl uygulamış, onunla ilgilenelim.

—————————————————————————-

[1] İsm (الإثم) “günah” diye tercüme edilir. Zenb ve cünah’a da aynı anlam verilince aradaki fark kaybolmakta, o zaman meselâ, Kur’an’da içkinin haram olduğuna dair bir hükmün olmadığını söyleyenler çıkmaktadır. Halbuki Bakara 2/219’a göre içki ve kumarda büyük bir ism vardır. İsm, Allah’ın haram  kıldığı şeylerden olduğuna göre içki haramdır. Bu sebeple kelimeyi tercüme etmedik.

Dokuz yaşında bir kız çocuğu adet görürse dinen mükellef olur mu?

Dinimizde ibadetlerle mükellef olma çağına ergenlik çağı denir. Bu çağ, kızların adet görmeleri, erkeklerin de ihtilam olmaları ile başlar.

www.fetva.net/yazili-fetvalar/ergenlik-cagi-hakkinda-bilgi-verir-misiniz.html

Bu açıdan adet görecek yaşa gelen bir kız, ilk defa adet görmeye başladığı andan itibaren namaz, oruç vs. dinin bütün emir ve yasaklarından sorumlu olur. Bu kız, âdeti bittikten hemen sonra namazlarını kılmaya başlamalıdır. Yaşının küçük olması ve hala çocuksu hareketlerde bulunması buna engel değildir.

Bu gibi durumlarda kızın ailesine ve özellikle de annesine çok büyük sorumluluk düşmektedir. Kızlarına bu yeni durumunu iyi bir şekilde izah etmeli, ona görevlerini bildirmelidir. Gerekirse uzmanlardan yararlanma yoluna da gidilmelidir.

www.fetva.net/yazili-fetvalar/bir-cocuga-namaz-kac-yasinda-iken-farz-olur.html

Nuh tufanı bölgesel mi olmuştur, yoksa evrensel mi?

Kasas Suresinin 59. ayetinin meali şöyledir:

“Rabbin, kendilerine ayetlerimizi okuyan bir resul/elçi memleketlerin merkezine göndermedikçe, o memleketleri helâk edici değildir. Zaten biz ancak halkı zalim olan memleketleri helâk etmişizdir.”

Resul yani elçinin peygamber olması gerekmez. Resul, kendinden bir şey katmadan, birinin sözünü başkasına ulaştırmakla görevli kişiye denir. Bu manada her peygamber Allah’ın resulüdür/elçisidir ama her resul peygamber değildir. Mesela Kur’ân’da,  Nuh aleyhisselamın kavmine gönderilen elçilerden bahsedilir. İlgili ayetler şöyledir:

“Nuh kavmine gelince, resulleri/elçileri yalancılıkla itham ettiklerinde onları, suda boğduk ve kendilerini insanlar için bir ibret yaptık. Zalimler için acıklı bir azap hazırladık.” (Furkan, 25/37)

Nûh’un halkı da gönderilen elçileri yalancı saydı.” (Şuara, 26/105)

Hâlbuki o kavme peygamber olarak sadece Nuh aleyhisselam gönderilmişti! Demek ki Nuh aleyhisselam da kendisi, Allah’ın sözlerini ulaştırmaları için çevreye elçiler yani resuller göndermişti. Tıpkı Peygamberimizin, ashab-ı kiramı çevre kabile ve devletlere elçi olarak göndermesi gibi… Bunlar Allah’ın elçileri değil, Allah’ın elçisinin elçileri olmuşlardı. Peygamberlerin tebliği bu elçiler sayesinde çok uzaklara da ulaştırılmış oluyordu.

Helak da bundan sonra gelmişti. Yani Kasas Suresinin 59. ayetinin mealine ve konuyla ilgili diğer ayetlere bütüncül bir şekilde bakıldığında Nuh aleyhisselamın ve onun gönderdiği elçilerinin yalanlanmasından sonra tufan gerçekleşmiş ve bu bölgesel değil; evrensel olmuştur. Nuh aleyhisselamın “yeryüzünde dolaşan bir tek kâfir bile bırakma” (Nuh, 71/26) duası da bunu göstermektedir.

İsrâ Suresi 3. ayette şöyle buyrulmuştur:

“Ey Nuh ile birlikte taşıdıklarımızın evlatları! Nuh çok teşekkür eden bir kuldu.”

Bu ayette sözü edilen kişiler İsrailoğulları değildir. Çünkü onlar, Nuh aleyhisselam ile beraber gemiye binenlerin değil, bizzat Nuh aleyhisselamın soyundandırlar. Allah Teâlâ şöyle buyurur:

“Allah, Âdem’i, Nuh’u, İbrahim ailesini ve İmran ailesini çağdaşlarına üstün kılmıştır. Biri diğerinin soyundandır. Allah işitir, bilir.” (Al-i İmran 3/33-34)

İsrailoğulları, Yakup aleyhisselamın oğullarıdır. Yakup aleyhisselam da İbrahim aleyhisselamın oğlu İshak aleyhisselamın oğludur.

Bankaların verdiği maaş promosyonları faiz değil mi?

Hassasiyetleriniz için teşekkür ederiz. Fakat bir hükme varırken aradaki benzerliklere değil farklılıklara bakılır. Buradaki hareket noktamız, memur veya işçi ile banka arasında faiz anlaşması yapılıp yapılmadığıdır. Faiz, borçtan elde edilen gelirdir. Onlardan hiçbiri bankaya, yarın 101 lira almak üzere 100 lira yatırmış değildir. Bu sebeple alacakları promosyona faiz geliri denemez.

Daha geniş bilgi edinmek için lütfen aşağıdaki linklerde yer alan soru-cevapları da okuyunuz:

www.fetva.net/yazili-fetvalar/bankalarin-maaslarimiz-karsiliginda-verdigi-promosyon-helal-midir.html

www.fetva.net/yazili-fetvalar/haram-nedir-cesitleri-nelerdir.html

www.fetva.net/yazili-fetvalar/memurlarin-aldiklari-maas-helal-olur-mu.html

Suud Krallığı az kontenjan vererek niçin Müslümanlara engel çıkarıyor?

Suud Krallığı kimsenin hac yapmasına engel olmamaktadır. Ama en az 1,5 milyar olan Müslüman nüfusa aynı anda hac izni vermesi düşünülemez. Mekke’nin kapasitesi bellidir. İlan edilen kontenjanın üzerinde hacı alınması, hem ibadetlerin aksamasına ve hem de izdiham sebebiyle yaşanacak ölümlere yol açabilir. Bu açıdan her Müslüman ülkeye nüfusunun binde biri oranında kontenjan ayrılmıştır ki bunun bile zaman zaman aşırı izdihamlara, çeşitli yaralanmalara ve ölümlere sebebiyet verdiğini görmekteyiz. Dolayısıyla yapılanlara bu gözle bakmaya çalışmalı, hakkında tam manasıyla bilgi sahibi olmadığımız konularda kişileri, kurumları ve devletleri yargılamamalıyız.

Bir kadın erkeklere imamlık yapabilir mi?

Na­mazda huşû çok önemlidir. Allah Teâlâ şöyle buyurmuştur:

“Namazlarında huşû içinde olan mü­minler umduklarına kavuşacaklardır.” (Mu’minûn, 23/1-2)

Huşû, kişinin Allah’ın huzurunda olduğu bilinciyle tevazu gös­terip boyun eğmesini ifade eder. Bu yüzden gerek kıyamda ve gerekse namazın diğer bölümlerinde huşûya engel olacak şeylerden uzak durmak gerekir. Bir kadının erkeklerin önünde imamlık yapması hem onun için, hem de arkasında bulunan cemaat için huşûya engel teşkil eder. Bu, şeytana arayıp da bulamadığı fırsatlar verir. Zira şeytan, bulunduğu yerden kovulup kıyamete kadar yaşama sözü alınca Allah Teâlâ’ya şöyle demişti:

“…. And olsun ki ben de onlar için, senin doğru yolunun üzerinde oturacağım.

Sonra onlara; önlerinden, arkalarından, sağla­rından, sollarından sokulacağım. Onların çoğunu sana şükreder bulamayacaksın.” (Arâf, 7/16-17)

Namaz kılmakta olan kişi, doğru yolda olacağından şeytan hemen göreve başlar. Namaz kılanlar, onun kendilerine ne vesveseler verdiğini gayet iyi bilirler. Kadının imam olması halinde o, yeni vesvese imkânları elde eder. Kadında da erkekte de artık huşu kalmaz. Bu sebepten dolayı Nebîmiz sallallahu aleyhi ve sellem mescitte saf düzenini önce erkekler, onların arkasında erkek çocukları, sonra kadınlar ve kız çocukları olacak şekilde tanzim etmiştir. (Bkz: Buhârî, “Salât”, 20, Ezân, 78, 161, 164; Müslim, “Mesâcid”, 266-268, (658-660); Muvatta, “Kasru’s-Salât”, 31; Ebû Dâvud, “Salât”, 71; Tirmizi, “Salât”, 173; Nesâî, “Mesâcid”, 43)

Ebû Dâvûd başta olmak üzere bazı hadis, tabakat ve tefsir kaynaklarında Ümmü Varaka adlı sahabi bir hanımın erkeklere imamlık yaptığı ve ona bu iznin bizzat Nebîmiz tarafından verildiği rivayeti yer almaktadır. Fakat bu rivayet, kendisi ile amel edilemeyecek derecede zayıftır. (Bkz: Mustafa Ertürk, “Kadının Erkeklere Namaz Kıldırabileceğine Dair Bir Rivayet ve Referans Değeri”, Hadis Tetkikleri Dergisi, cilt: 3, sayı: 1, yıl:2005, s. 91-106. Makaleye şu bağlantıdan ulaşılabilir: dergipark.org.tr/tr/download/article-file/606971)

Sırf bu kaynaklarda yer almasına bakarak bu zayıf rivayete dayanmak ve kadının erkeklere imamlık yapabileceğini söylemek mümkün değildir. M. Ertürk yukarıda adı geçen araştırmasının sonuç bölümünde şu tespitlerde bulunmuştur:

“Gerek naklediliş biçimi gerekse seneddeki râvilerin durumu açısından Ümmü Varaka rivayeti sahih veya hasen hadisin şartlarını taşımamaktadır. Sahih veya hasen hadisin şartlarını taşımayan rivayet ise zayıf hadis kategorisine girmektedir.

Metnin muhtevasına gelince, geçmişte kimi âlimler isnadının durumunu hiç dikkate almayarak bu haberi fıkhî meselelerde tartışma konusu yapmışlar, kimileri de isnadının zayıf olduğunu söyleyerek sadece nakletmekle yetinmişlerdir. Bununla beraber rivayetin muhtevasının genel kabul gören anlayışın ve uygulamanın tam tersine olduğunu, cemaatle kılınan namazlarda kadının erkeklerin önünde değil, arka saflarda bulunması gerektiğine dair çok sayıda sahih rivayetin yer aldığını belirten âlimler bu habere itibar etmemişlerdir. Sadece Ebû Sevr, Müzenî ve Taberî’nin naklettiğimiz rivayeti esas alarak kadının da erkeklere imam olabilmesinin câizliğine dair görüşler ileri sürmesi, biraz önce belirttiğimiz gibi, isnad çerçevesinden bakıldığında sağlam bir zemine dayanmayan bir rivayetten kaynaklanmaktadır. Zemini sağlam olmayan bir rivayeti itibara almanın ve onun İslâmî açıdan uygulanabilir bir özelliğe sahip olduğunu söylemenin bir değer ifade etmediği gayet açıktır.

Sonuç olarak isnadı şüpheli ve sorgulanabilir bir rivayet, sadece ‘falan hadis kaynaklarında geçiyor’ düşüncesiyle ve anlayışıyla sahih ve doğru kabul edilerek günümüzde bir problem olarak çıkarılan/çıkarılacak olan ‘kadının erkeklere imam olabilmesi’ meselesine mesned teşkil edecek kadar sağlam bir zemine dayanmamaktadır. Değer açısından bakıldığında, gerek isnadı sağlam zemine dayanmayan gerekse pratikte uygulaması olmayan bir rivayetin İslâmî bir delil/hüccetmiş gibi gösterilerek pratiğinin de İslâmî olduğunu savunmanın bilimsel bir değer taşımadığı da kesinlik kazanmaktadır. Eğer böyle bir uygulama yapılacaksa bunun İslâm’ın değil, modernizmin öngördüğü ‘dinin sekülerleştirilmesi’ veya bir başka ifadeyle ‘dinin Protestanlaştırılması’ gayesine yönelik olduğu bilinmelidir.” (Mustafa Ertürk, “Kadının Erkeklere Namaz Kıldırabileceğine Dair Bir Rivayet ve Referans Değeri”, Hadis Tetkikleri Dergisi, cilt: 3, sayı: 1, yıl:2005, s. 106)

NOT: Kadının kadınlara imamlık yapması ile ilgili olarak aşağıdaki linkte yer alan cevamızı da okumanızı tavsiye ederiz:

www.fetva.net/yazili-fetvalar/kadin-kadinlara-imamlik-yapabilir-mi.html

Kur’an’da zina cezasından başka ceza olmadığını mı söylüyorsunuz?

Kitabımızda Recmin Kalktığını Gösteren Hadisler alt başlığı altında geçen ilgili bölüm şöyledir:

“eş-Şeybânî dedi ki; Abdullah b. Ebî Evfâ’ya “Allah’ın Elçisi sallallahu aleyhi ve sellem recm cezası uyguladı mı?” diye sordum. “Evet” dedi. “Nur suresinden önce mi, sonra mı” dedim. “Bilmiyorum” dedi.” ((Buhârî, Hudûd, 21.))

Ancak aşağıdaki rivayet, recm uygulamasının Nur Suresi’nin inmesinden önce olduğunu göstermektedir:

Bir erkek zina itirafında bulunmuştu. Allah’ın Elçisi sopa istedi. Kırık bir sopa getirildi. “Daha iyisi olsun” dedi. Yeni bir sopa getirildi, budakları yontulmamıştı. “Bundan hafif olsun” dedi. Düzgün, yumuşak bir sopa getirildi. Allah’ın Elçisi emretti, adama sopa vuruldu. Sonra şöyle dedi:

“Ey insanlar! Artık Allah’ın koyduğu sınırlardan kaçınmanızın zamanı geldi. Kim bu pisliklerden bir şey yaparsa Allah’ın örtüsüyle örtünsün. ((Tevbe etsin)) Çünkü bize yüzünü gösterene Allah’ın Kitabını uygularız.” ((Muvatta, Hudûd, 2/12.))

Burada evli, ya da bekâr olduğuna bakılmaksızın, suçluya 100 değnek vurulması, sonra Allah’ın kitabının uygulandığının söylenmesi, bütün şüpheleri kaldıracak mahiyettedir. Çünkü Allah’ın Kitabı’nda 100 değnek dışında bir ceza yoktur.” (Abdülaziz Bayındır, Kur’an Işığında Doğru Bildiğimiz Yanlışlar, Süleymaniye Vakfı Yayınları, 3. Baskı, İstanbul, 2007, s: 294)

Görüldüğü gibi burada anlatılan konu zina cezasıdır. “Allah’ın Kitabı’nda 100 değnek dışında bir ceza yoktur” sözü sadece zina cezası için söylenmiştir. Bir cümleyi önünü ve arkasını keserek anlamaya çalışırsanız yanlış sonuçlara varmanız kaçınılmaz olur.

Kur’an-ı Kerim’e göre hangi suçun cezasının ne olduğunu aynı kitabımızın 262-278. sayfalarında yer alan Ceza Hukuku Prensipleri başlıklı bölümden okuyabilirsiniz.

NOT: Kur’an Işığında Doğru Bildiğimiz Yanlışlar kitabına www.suleymaniyevakfi.org/hizmetlerimiz/Kitaplarimizi-indirin.html linkinden ulaşabilirsiniz.

Nesih ve Recim Cezası yazımızı da aşağıdaki linkten okuyabilirsiniz:

www.suleymaniyevakfi.org/kuran-arastirmalari/nesih-ve-recim-cezasi.html

Factoring şirketleri ile işlem yapmak caiz midir?

Bahsettiğiniz uygulamada factoring şirketinin size sağladığı imkân, kredi kartı sahiplerine bankaların sağladığı imkân gibidir. Bunun ondan iki farkı vardır:

1-  Kredi kartı sahibi, 100 liralık alış-veriş yapmışsa bankaya 100 lira öder. Bankanın alacağı komisyonu satıcıya o ödemesi gerekirken oluşan teamül gereği onu satıcılar üstlenmektedir. Ama siz o komisyonu her halükarda factoring şirketine ödüyorsunuz. Bu, işlemin özünü etkilemez.

2- Sizin asıl farkınız, gününden önce temlik ettiğiniz alacakların, o gün factoring şirketi tarafından tahsil edilmesi ve borcunuzun o paradan ödenmesidir. Size borçlu olan kişi, borcunu ödemese dahi şirketin size rücû etmemesi, borçluya kefil olduğunu gösterir. Onun aldığı komisyon ise size hem mal satan ve hem de borçlu olan kişilerle ilişkileri yürütmesi karşılığında hak ettiği ücrettir.

Sonuç olarak, yukarıdaki şekilde başlayıp biten işlemleri yapmanız caizdir. Bu fetva, factoring şirketlerinin diğer işlemleri ile ilgili değildir.

Mekke döneminde namazlar abdestsiz mi kılındı?

Abdest ve namaz diğer ibadetlerde olduğu gibi sadece Nebîmize ve biz ümmetine değil, her nebîye ve ümmetlerine farz kılınmıştır. Übeyy İbn Ka’b’ın şöyle dediği rivayet olunmuştur:

“Resûlullâh su istedi ve abdest uzuvlarını birer defa yıkayarak abdest aldı. Sonra buyurdu ki:

‘Bu, kişinin öyle bir abdestidir ki onu almazsa Allah, hiç bir namazını kabul etmez.’

Bundan sonra o, uzuvlarını ikişer defa yıkayarak abdest aldı ve şöyle buyurdu:

‘Bu, kişinin öyle bir abdestidir ki onu aldığı zaman Allah iki kat sevap verir.’

Daha sonra o, uzuvlarını üçer defa yıkamak suretiyle abdest aldı ve sonra şöyle buyurdu:

‘Bu, benim ve benden önceki Resûllerin abdestidir.’ (İbn Mâce, Tahâret, 47)

Hadisin Ahmed b. Hanbel rivayetinde bu son cümle “Bu, benim ve benden önceki nebîlerin abdestidir.” şeklinde yer almaktadır. (Ahmed b. Hanbel, 2/98.)

Hadiste görüldüğü gibi Nebîmiz “Bu, benim ve benden önceki Resûllerin/Nebîlerin abdestidir.” dediğine göre, abdestin Mekke’de biliniyor olması ve namazların ta en başından beri abdestli olarak kılınmış olması gerekir.

Üsâme b. Zeyd’in, babası Zeyd b. Hârise’ye dayanarak rivayet ettiği bir başka hadise göre abdest ve namaz, ilk gelen vahiyle birlikte Cebrail Aleyhisselâm tarafından Nebîmize öğretilmiştir. (Ahmed b. Hanbel, 4/161)

Abdest ayeti olarak bilinen Mâide sûresi 6. ayetin Medine döneminde nazil olması, içerdiği bir kolaylıkla alakalıdır ki o da abdest alırken ayakların mesh edilebilmesidir. Öyle bir kolaylık gelmeyecek olsaydı muhtemelen abdesti tarif eden herhangi bir ayet bulunmayacak; fakat buna rağmen namazlar yine de abdestsiz kılınmayacaktı. Çünkü tarihi geçmişi ilk peygambere kadar dayanan namaz ibadetinin hangi ön şartlar (abdest, gusül, vakit, kıble vs.) altında ifa edileceği gayet iyi bir şekilde biliniyor olacaktı.

İlave bilgi olarak şunlar da söylenebilir:

“ … Cebrail’in Hz. Peygamber’e namaz ve abdesti öğrete­rek birlikte abdest alıp namaz kıldıkları ve söz konusu ayetin nüzulünden önce asla abdestsiz namaz kılınmadığı, siyer âlimlerinin üzerinde ittifak ettikleri bir husustur. Abdestin ilgili ayetle farz kı­lındığı, daha önceleri ise namaz için ab­dest almanın mendub olduğu yolunda­ki münferit görüşler bir yana, bütün Müslüman âlimler abdestin Cebrail’in öğretmesiyle Mekke’de namazla birlik­te farz kılındığını, zikredilen ayetin de mevcut bir hükmün ehemmiyetine bi­naen teyit ve takriri mahiyetinde oldu­ğunu kabul ederler. Böylece abdest, üzerinde ihtilâf söz konusu olamaya­cak kesin ve müstakil bir nassa dayan­dırılmış olup, namaza bağlı tâli bir hü­küm mülahazasıyla zamanla önemsen­meyerek ihmal edilmesi ihtimali orta­dan kaldırılmıştır.” (Abdulkadir Şener, “Abdest”, Diyanet İslam Ansiklopedisi, c: 1, s: 69.)

Cevabın yayımlandığı yer için bkz: Yahya Şenol-Enes Alimoğlu, İnsanlık Tarihi Boyunca O Namaz, Süleymaniye Vakfı Yayınları, İstanbul, 2016, s. 141-143.

Adam öldü. Karısı, bir kızı ve iki oğlu kaldı. Miras nasıl taksim edilir?

Miras bırakanın eşi terekenin sekizde birini alır. Geride kalan çocukları arasında erkeğe iki, kıza bir hisse olacak şekilde paylaştırılır. Buna göre miras 40 paya bölünür; 5 pay eşine, 7 pay kızına 14’er pay da oğullarından her birine verilir.

Miras bırakanın çocukları bulunduğu için kardeşleri mirasçı olamazlar. Onlarla ilgili olarak Allah Teâlâ şöyle buyurur:

“Miras paylaşımı sırasında yakınlar, yetimler ve düşkünler bulunursa, ondan onlara da verin, güzel sözler söyleyin.” (Nisa 4/8)

Bunun ise belli bir miktarı yoktur.

Allah yazılı kolye ile tuvalete girilir mi?

Üzerinde “Allah”, “Bismillah” gibi Arapça yazıların bulunduğu kolye, bileklik vs. gibi takılarla tuvalete girdiğinizde elbisenin içinde, yani örtülü olursa bir sakınca olmaz. Örtülmesi mümkün olmazsa çıkarılması gerekir.

Mezardan toprak almak ve çiçek koparmak günah mı?

Ölmüş bir yakının veya evliya (Allah dostu) olarak bilinen kişilerin mezarından (türbeler de buna dâhildir) toprak alıp eve götürmek, o toprağı saklamak, kutsal addetmek batıl inanç ve hurafeden ibarettir. O topraktan bir şey beklemek, insanı şirke sokar.

Mezarlara çiçek götürmek ve mezarın üzerine koymanın da dinimizde bir yeri yoktur. Çiçek ve benzeri şeylerin ölenle hiçbir ilgisi bulunmamaktadır. Bu sadece kalanların kendilerini tatmin etmeleri için yapılan bir şeydir. Bu gibi şeyler bizim kültürümüze yabancıdır.

Mezar ziyaretleri konusunda ayrıntılı bilgi için lütfen aşağıdaki linki tıklayınız:

www.fetva.net/yazili-fetvalar/kabir-ziyareti-nasil-olmalidir.html

Hurafelerle ilgili fetvalarımızı ise aşağıdaki linkten inceleyebilirsiniz:

www.fetva.net/yazili-fetvalar/hurafe

Vesvese ömür boyu sürer mi?

Vesvese insan hayatta olduğu müddetçe devam eder. Çünkü Allah kıyamete kadar yaşamasına ruhsatı verince şeytan şöyle demişti:

“Madem beni azdırdın, ben de senin doğru yolunun üstüne onlar için oturacağıma yemin ederim.

Sonra önlerinden, arkalarından, sağlarından ve sollarından sokulacağım. Göreceksin, onların çoğu sana teşekkür etmeyecektir.”

Allah dedi ki: “Çekil oradan; yerilmiş ve kovulmuş olarak. Hele onlardan biri sana uysun, ben de cehennemi sizinle dolduracağıma yemin ederim.” (Araf 7/16-18)

Dolayısıyla doğru bir iş yaptığınız zaman şeytan mutlaka bir vesvese verecektir. Yanlış yollarda olursanız şeytan size ilişmez. Bunu bilirseniz, rahat olursunuz.

Peygamberimiz sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurmuştur:

“Allah’a inandım de, sonra doğru yol üzerinde dümdüz yürü.” (Müslim, İman, 62; Tirmizi, Zühd, 60)