Skip to content Skip to main navigation Skip to footer

Blog

Hz. İsa ile ilgili olan Nisâ 159. ayeti nasıl anlamalıyız?

İsa aleyhisselamın tekrar geleceğini söyleyenler buradaki “o” zamirini İsa aleyhisselama gönderirler. Arapçada zamir en yakınını gösterir, uzağı göstermesi için karine gerekir. Zamirin yakını ehli kitaptır. Zamiri oraya gönderince mana şöyle olur:

“Kitap ehlinden İsa’ya, ölmeden önce inanmayacak kimse yoktur.”

Burada sözü edilen kitap ehli, Yahudilerdir. Onlar, ölünceye kadar, İsa aleyhisselam ile ilgili bir kanaate varacaklar, demek olur. Yani her bir Yahudi ölmeden önce ona inanacaktır.

Ona inanmaları, bu inancı yaşayacaklar demek olmaz. Kur’an-ı Kerim’i incelerseniz görürsünüz ki bütün kafirler, zamanla inanmaları gereken şey konusunda tam bir kanaate varırlar. Sonra ona göre davranmadıkları için Allah’ın huzurunda kendilerini savunma imkanları kalmaz. İşte Yahudiler de bu konuda kendilerini savunma imkanı bulamayacaklardır. Çünkü ayetin devamı bunu ispatlamaktadır: “Kıyamet günü onların aleyhine şahit olacaktır.” Onlar İsa aleyhisselamın Peygamber olduğu kanaatine varmadan ölürlerse aleyhte şahitlik için bir gerekçe bulunmaz. Çünkü hiç kimse gücünün yetmediği şeyden sorumlu olmaz.

Buradaki zamirin İsa aleyhisselama gönderilmesini gerektirecek karine olmadığı gibi önemli bir engel de vardır. O da şudur: İsa aleyhisselam kıyametten önce yeniden dirilip, sonra bütün ehli kitap ona inanacaksa; ehli kitabın tamamının da ona inanmak için yeniden dirilmesi gerekir. Çünkü ayet, inanmayacak bir tek kişinin kalmayacağını göstermektedir. Eğer sadece yeniden dirileceği gün yaşayanlar inanacaktır denirse, ondan önce yaşayanlar ona inanmadan ölmüş olacaklardır. Bu, zamirin İsa aleyhisselama gönderilmesini engelleyen önemli bir karinedir.

Hz. İsa tekrar dünyaya gelecek mi?

Kur’an-ı Kerim’e göre İsa aleyhisselam canlı değildir, Allah onu vefat ettirmiştir:

“Bir gün Allah şöyle dedi: Ey İsa! Seni vefat ettireceğim ve katıma yükselteceğim. Kafirlik eden şu insanlardan (onların iftiralarından) seni arındıracağım…” (Âl-i İmrân 3/55 )

“ (İsa der ki:) Onlara sadece senin bana emrettiğini söyledim: ‘Benim de Rabbim, sizin de Rabbiniz olan Allah’a kulluk edin!’ dedim. Aralarında bulunduğum sürece onlara şahittim (o zaman bunu diyen yoktu). Ne zaman ki beni vefat ettirdin, onları görüp gözeten sadece sen kaldın. Her şeye şahit olan sensin.” (Mâide 5/117)

Kur’an’da Allah, Hz. İsa’yı Yahudilerin elinden kurtardığını bildirmiştir. Çünkü onlar onu çarmıha germek istiyorlardı. İlgili ayetler şöyledir:

“(Yahudiler) ‘Biz, Allah’ın elçisi Meryemoğlu İsa Mesih’i öldürdük.’ demeleri yüzünden de (cezalandırıldılar). Halbuki onu ne öldürdüler ne de astılar; ama  onlara öyle gösterildi. Bu konuda ihtilaf edenler tam bir ikilem içindedir. Onların bununla ilgili hiçbir bilgileri yoktur; sadece varsayımlarının peşinden giderler. Onu öldürdüklerine dair kesin bir kanaatleri yoktur. Aslında Allah, onu kendine yükseltmiştir. Allah daima üstün olan ve bütün kararları doğru olandır.” (Nisa 4/157-158)

İslam alimlerinin bir çoğu bu ayetteki “Allah onu kendine yükseltmiştir” ifadesine bakarak İsa aleyhisselamın ölmediğini ileri sürmüşlerdir. Onlara göre Allah, onu kudretiyle manevi semalardaki hususi mevkiine kaldırmış, kıyametten önce tekrar dünyaya gönderecektir. Halbuki yukarıda verilen ilk iki ayette Allah, Hz. İsa’nın öldüğünü açık bir şekilde bildirmiştir. Ayrıca ilk ayette “seni katıma yükselteceğim” ifadesi, “seni vefat ettireceğim” ifadesinden sonra geçmektedir: “Seni vefat ettireceğim ve katıma yükselteceğim.”

Bu ayetten anlaşıldığı gibi Allah, eceli gelince İsa aleyhisselamı vefat ettirmiş ve onun ruhunu kendi katına almıştır.

İsa aleyhisselamın kıyametten önce tekrar dünyaya geleceğini bildiren bazı hadisler bulunmaktadır. Bunlardan bir tanesi şöyledir:

“Ruhum yed-i kudretinde olan Allah’a yemin ederim ki, Meryemin oğlu İsa, adil bir hakem olarak aranıza inecek, haçı kıracak, domuzu öldürecek, cizyeyi kaldıracak, İslamdan başka şeyi kabul etmeyecektir. Mal o kadar çok olacak ki, kimse dönüp de bakmayacaktır. Fakat bir secde, dünya ve dünyadaki her şeyden daha hayırlı olacaktır.” (Buhârî, Enbiyâ, 50; Müslim, İman, 71; Tirmizî, Fiten, 54)

Bu ve bunun gibi hadisler incelendiğinde hepsinin ana teması şudur: İsa ve Mehdi gelecek, sıkıntı ve buhran içinde bocalayan müslümanları kurtaracaktır. Hatta başka bir hadiste: “Su kabı su ile dolduğu gibi, yeryüzü barışla dolacaktır. Din birliği de olacak, artık Allah’tan başkasına tapılmayacaktır.” (İbni Mâce, Fiten, 33) idafesi geçmektedir.

Dikkat edilirse İsa aleyhisselamın dünyaya tekrar geldiğinde yapacağı söylenen domuzu öldürme, haçı kırma, gayrimüslimlerden alınan cizyeyi kaldırma, herkesi müslüman yapma gibi şeylerin tek bir örneği dahi Kur’an’da yoktur. Ayrıca Allah’ın hiçbir elçisinin insanları zorla müslüman yapma görevi yoktur. Onların görevi sadece tebliğdir. Allah Teâlâ şöyle buyurur:

“Bu dinde hiçbir zorlama olamaz; doğrular, yanlış kurgulardan kesin olarak ayrılıp ortaya çıkmıştır. Artık kim tağutları /haddini aşanları tanımaz da Allah’a inanıp güvenirse en sağlam kulpa yapışmış olur. Allah daima dinleyen ve bilendir.” (Bakara 2/256)

“Resûle düşen, sadece tebliğdir…” (Mâide 5/99)

“Onların yüz çevirmeleri sana ağır mı geliyor! Öyleyse haydi gücün yetiyorsa yer altına inen bir delik veya göğe doğru bir merdiven bul da onlara bir mucize getir! Tercihi (insanlara bırakmayıp) Allah yapsaydı elbette onları doğru yolda toplardı. O halde sakın cahillik edenlerden olma!” (En’am 6/35)

Tercihi (size bırakmayıp da) Rabbin yapsaydı yeryüzünde olanların tamamı, kesinlikle inanırdı. Durum böyleyken, mümin olsunlar diye bu insanları sen mi zorlayacaksın? (Yunus 10/99)

“De ki: Bu gerçek /Kur’an Rabbinizdendir. Artık isteyen inansın, isteyen kâfirlik etsin…” (Kehf 18/29)

Biz onların neler söylediklerini iyi biliriz. Sen onlara zorbalık edecek değilsin. Öyleyse tehdidimden korkanları Kur’an ile bilgilendir.” (Kâf 50/45)

Öyleyse sen doğru bilgi ver /Kur’an’ı anlat! Sen sadece doğru bilgi vermekle görevlisin. Sen onları zorla hizaya getirecek değilsin!” (Ğaşiye 88/21-22)  

Birçok İslam alimi, bu hadislerin sadece Kütüb-i Sitte (meşhur altı hadis kitabı)’de yer almalarını yeterli görmüşlerdir. Bu eserlerin müelliflerinin (Buhârî, Müslim, Ebû Dâvûd, Nesâî, Tirmizî, İbn Mâce) otoriteleri, bu rivayetlerin eleştirilmesinin önünde doğal bir engel oluşturmuştur.

Bu tür hadislerin senedleri sahih olsa bile, bu iddialar metin yönünden Kur’an ile uyuşmamaktadır. Çünkü Allah, Kur’an-ı Kerim’de elçilerinin birer müjdeliyici ve uyarıcı olduklarını bildirmektedir:

“Biz elçileri, sadece birer müjdeci ve uyarıcı olsunlar diye göndeririz. Kim inanıp güvenir ve kendini düzeltirse onların üzerinde ne bir korku olur ne de onlar üzülürler.” (En’âm 6/48)

Sen sadece bir uyarıcısın. Biz seni, bu gerçekle (Kur’an ile) müjdeleyen ve uyaran bir elçi olarak gönderdik. Hiç bir toplum yoktur ki aralarında uyarıcılık yapan biri gelip geçmiş olmasın. (Fâtır 35/23-24)

Yüz çevirirlerse (bil ki) seni onlara bekçi olarak göndermedik. Sana düşen sadece tebliğdir /ayetleri bildirmektir...” (Şûrâ 42/48)

İsa aleyhisselamın kıyametten önce geleceğine inanmak, bir inanç konusu yapılmıştır. Halbuki bunu iddia eden alimler, âhâd haberle (mütevatir derecesine ulaşmayan haber) inanç belirlenemeyeceğini söylerler. Hz. İsa’nın geleceğini bildiren hadisler âhâd haberlerdir.

Sonuç olarak müslümanların “nasıl olsa İsa gelecek, dünyayı kurtaracak” şeklinde bir beklentiye son vermeleri ve var güçleri ile İslam için çalışmaları gerekmektedir. Çünkü, Allah Teâlâ şöyle buyurur:

Bir toplum kendinde olanı değiştirmedikçe Allah da o toplumda olanı değiştirmez… (Ra’d 13/11)

“İnsanın çalışmasından başkası kendinin değildir.” (Necm 53/39)

Lütfen aşağıdaki bağlantıyı da tıklayın:

www.fetva.net/goruntulu-fetvalar/maide-117-ayet-varken-hz-isanin-tekrar-gelecegi-soylenebilir-mi.html

Kırk uçurmasının dinimizdeki yeri nedir?

Çocuklar için kırk uçurması denilen olay bir gelenek – görenektir. Dinimizde böyle bir şey yoktur.

Gusül abdesti de namaz için gereklidir. Bebeklerin veya ergenlik çağına ermemiş çocukların namaz kılmaları farz olmadığı için gusül abdesti almaları diye bir durum söz konusu değildir. Onlar sadece temizlik gereği yıkanırlar o kadar.

Hamileler saçlarını kestirirse çocukları kısa ömürlü mü olur?

Dinimizde ne erkeklerin ne de bayanların saç kestirmelerini yasaklayan hiçbir delil bulunmamaktadır. Duyduğunuz şey, halk arasında dolaşan bir hurafeden ibarettir. Bayanların saçlarını kestirmeleri değil de saçlarını dinen kendisine yabancı olan erkeklere göstermeleri haramdır. Buna dikkat edildikten sonra bir bayanın hamile iken de hamile değilken de saç kestirmenin hiçbir sakıncası olmaz.

Nikahı kıyılan çiftlerin akşam dışarı çıkması uğursuzluk mu getirir?

Hiçbir şeyde uğursuzluk yoktur. Bu tip inanışlar tamamen halkın zan ve kuruntularından ibarettir. Baykuş ötmesi, köpek havlaması, kara kedinin bir kişinin önünden geçmesi, merdiven altından geçmek, sabunlu suyun üstünden geçmek, salı günü işe başlamak veya yola çıkmak, gece aynaya bakmak veya tırnak kesmek vb. gibi pek çok şeyde uğursuzluk bulunduğuna inanmak, batıldır. “Nikahı kıyılan çiftlerin akşam dışarı çıkması uğursuzluk getirir” sözü de bunlardan biridir.

Uğursuzluk konusunda Peygamberimiz sallallâhu aleyhi ve sellem şöyle buyurmuştur:

“Uğursuzluk yoktur, en güzel şey iyiye yormaktır.” (Buhârî, Tıp, 44)

Şeyh Ahmed Vasiyetnamesi gerçek mi hurafe mi?

Şeyh Ahmed adıyla yayınlanan vasiyetname tamamen uydurma olup dinimizin prensiplerine aykırıdır. Bu tip yazılar, halkı lüzumsuz işlerle meşgul edip ibadetlerden uzaklaştırmak gayesine yöneliktir. Bunlar, içimizdeki din düşmanlarının uydurmalarıdır. Görüldüğü yerde imha edilmesi icap eder.

Çünkü günah işlemekten pişmanlık duyup Allah’tan bağışlanmasını isteyen kimse sanki hiç günah işlememiş gibidir. Tevbelerin kabul olunmadığını söylemek günahkârların iyice günaha dalmasına sebep olur. Allah Teala, kendisine şirk koşulması dışında dilediği kimselerin bütün günahlarını affedebileceğini müjdelemiştir. (Bkz: Nisâ sûresi, 48. ve 116. ayetler)

Kıyametin ne zaman kopacağını vb. gayba ait bilgileri sadece Allah Teala bilir.

İbadete yönelip işlenen günahlardan tevbe etmek suretiyle değil de basit bir kâğıt parçasını yazıp çoğaltmakla sevap kazanmak dinimizin kurallarına tamamen aykırıdır.

Şeyh Ahmed Vasiyetnamesi ile ilgili olarak sitemizde bir yazı bulunmaktadır. Aşağıdaki linkten ulaşabileceğiniz bu yazıyı okumanızı tavsiye ederiz:

www.suleymaniyevakfi.org/yazilar/seyh-ahmedin-vasiyetnamesi-efsanesi.html

Evcil hayvanlar kısırlaştırılabilir mi?

Kendilerine hiçbir fayda vermeyecek ve hatta zarar verecekse hayvanları kısırlaştırmak caiz değildir. Fakat evde beslenen kedi ve buna benzer diğer hayvanlarda durum farklıdır. Bu tür hayvanlar beslendikleri ortam dışındaki hayvanlarla bir araya geldiklerinde çeşitli hastalıklar kapabilmekte ve bu hastalıklar yüzünden ömürleri kısalmaktadır. Kısırlaştırma gibi çözümler bu tür hayvanlar için zarardan çok fayda sağlamakta, hatta ömürlerini uzattığı söylenmektedir. Dolayısıyla bu tür hayvanları “kendilerine gelebilecek zararları onlardan gidermek ve onlara fayda sağlamak” kuralına göre kısırlaştırma caiz olmalıdır.

“Benim yaşamam da ölmem de sizin için hayırlıdır” hadisi sahih midir?

Bahsettiğiniz hadis, Heysemî’nin Mecmeu’z-Zevâid adlı kitabında yer almaktadır. (Bkz: 9. cilt, 24. sayfa) Heysemî, hadisi Bezzâr’ın rivayet ettiğini ve senedinde yer alan ravilerin sahih olduğunu belirtmiştir.

Bu hadis, farklı metin ve senetlerle Zehebî’nin Mîzânu’l-İ’tidâl (1/651), Irâkî’nin Tahrîcu’l-İhyâ (4/182), Suyûtî’nin Hasâisu’l-Kübrâ (2/281), Aclûnî’nin Keşfu’l-Hafâ (1/368-369, hadis no: 1178) adlı kitapları gibi birçok hadis kitabında yer almıştır. Bunlardan bazıları için yukarıdaki gibi “senedi sahih” denilenler varsa da çoğunluğu hadis âlimleri tarafından “zayıf” kabul edilmiştir. Son dönem hadis âlimlerinden Nâsıruddîn el-Elbânî bu hadisin tüm yollarının “zayıf” olduğunu, hatta bazılarının mevzu yani uydurma olduğunu söylemiştir. (Elbânî, es-Silsiletü’d-Daîfe, 2/406)

Kenz-i Mahfi (Gizli hazine) hadisi sahih midir?

Bu söz, tasavvufçular arasında “kenz-i mahfi (gizli hazine)” diye bilinir. Bunu tam olarak şöyle ifade ederler:

Ben gizli bir hazine idim, bilinmeye muhabbet ettim, bilineyim diye mahlûkatı yarattım.”

Ben gizli bir hazine idim, bilinmeye muhabbet ettim, halkı bilinmem için yarattım. Böylece kendimi onlara tanıttım, onlar da beni tanıdılar, bildiler.”

Keşif yoluyla hadis rivayeti yapılabileceğine inanan mutasavvıflar, Muhyiddin İbnu’l-Arabî’nin “bu hadis keşfen sahihtir ama naklen sabit değildir” sözüne dayanarak oldukça önemli saymışlardır. Fakat hadis ilminde naklen sabit olmayan bir sözün değeri olmaz. Bu yüzden muhaddisler bu söz için “Nebî’nin sözlerinden değildir”, “ne sahih ne zayıf hiçbir senedi bulunmamaktadır”, “uydurmadır”, “asılsızdır” gibi açıklamalarda bulunmuşlardır. (Geniş bilgi için bkz: Ahmet Yıldırım, Tasavvufun Temel Öğretilerinin Hadislerdeki Dayanakları, TDV Yayınları, Ankara, 2000, s: 98-99)

Tasavvufta keşf terimi “perde arka­sında ve aklın ötesinde olduğu için gâib olan bazı şeyleri bilme”, hem de “Allah’ın tecellilerini temaşa etme” anlamında kullanılmıştır. Mutasavvıflara göre keşf ile cennet ve cehennemin görüntü­sü ile melekler görülür. Ruh tam olarak saf hale gelip zaman ve mekân perdesi kalkınca geçmiş ve gelecekle ilgili olayla­rın bilgisine ulaşılır.

Mutasavvıflar keşfe dayanarak Kur’an’ı tefsir ettikleri gibi bir hadisin veya hadis âlimlerine göre sahih olmayan bazı hadis­lerin sıhhatini keşf yoluyla tespit ettikle­rini söylemişlerdir. Nitekim İsmail Hakkı Bursevî, “Ben gizli bir hazine idim …” hadisi üze­rinde dururken bu hadisin rivayet açısın­dan sabit olmasa bile keşfen sahih oldu­ğunu söylemiş, Abdülazîz ed-Debbâğ birçok hadisin sahih olup olmadığına keşf ile hükmetmiş, Şah Veliyyullah Dihlevî ed-Dürrü’s-Semîn’de, rüyada gördüğü Hz. Peygamber’den işittiği müjdeleyici nitelik­teki hadisleri rivayet etmiştir. Mutasav­vıfların bu görüşü hadis âlimleri tarafından reddedilmiş, keşfe dayanılarak bir hadisin Resûl-i Ekrem’e ait olup olmadı­ğını tespit etmenin mümkün olmadığı görüşü savunulmuştur.” (Süleyman Uludağ, “Keşf” Diyanet İslam Ansiklopedisi, Ankara, 2002, c: 25, s: 315-317.)

Tasavvufta keşfin yeri, keşfi bilgide hata olup olmayacağı, keşf-vahiy ilişkisi, keşf-gayb bilgisi gibi konularda mutasavvıfların görüşlerinin neler olduğunu merak edenler Prof. Dr. Süleyman Uludağ’ın yukarıdaki ansiklopedi maddesini ve Prof. Dr. Reşat Öngören’in “Bir Bilgi Kaynağı Olarak Tasavvufta Keşfin Değeri” adlı makalesini okuyabilirler. (Makalenin yayınladığı kaynak: İstanbul Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi, sayı: 5, Yıl: 2002, İstanbul-2002, s: 85-96)

Bütün Peygamberler çobanlık yapmış mıdır?

Ebû Hureyre radıyallahu anh’ın rivayet ettiği bir hadise göre Peygamber sallallâhu aleyhi ve sellem:

–  “Allah Teâlâ hiçbir peygamber göndermemiştir ki davar çobanlığı yapmış olmasın” buyurdu.

Bunun üzerine sahâbîleri:

–  Sen de mi? diye sordular.

Peygamberimiz:

–  “Evet, ben de Mekke ahâlîsi için karârît üzerine (ücretle) koyun gü­derdim” buyurdu. (Buhârî, İcâre, 2)

Görüldüğü gibi hadis Buhârî hadisidir, senet açısından sahihtir. Hadiste herhangi bir peygamberin bundan istisnası olduğu bildirilmemiştir. Hatta Buhârî hadislerini şerh eden İbn Hacer’in Fethu’l-Bârî adlı kitabında, Nesâî’ye dayanılarak yer verilen bir rivayette Musa ve Davud aleyhisselamın çobanlık yaptıkları açık bir şekilde bildirilmiştir. (İbn Hacer, Fethu’l-Bârî, c: 10, s: 4, “Kitâbu’l-İcâre”, ikinci bâb, 2262. hadisin şerhi )

Gaflet isabet eden mekanı değiştirmekle ilgili hadisi açıklar mısınız?

Rivayetlere göre Hayber gazvesi dönüşünde Resûlullah ve ashabı bir yerde konaklamışlardı. Nöbetçi kalan Bilal radıyallahu anh’ın uykuya kalması sebebiyle Peygamberimiz ve beraberindekiler sabah namazını kaçırmışlardı. Bunun üzerine Peygamberimiz ashabına: “Haydi kalkın, size gaflet gelen yerinizi değiştiriniz” buyurdu ve Bilâl’e em­retti, o da ezan okudu, kamet etti ve Peygamberimiz onlara namaz kıldırdı.” (Ebu Davud, Salât, 11)

Bu hadis hakkında İmam Kurtubi’nin şunları söylediği nakledilmiştir:

“Ulema, buradaki yer değiştirme emrinin sadece olayın geçtiği yer için mi yoksa kişiye gaflet çöken her yer için mi geçerli olduğu hususunda ihtilaf etmişlerdir. Bunun yanı sıra bu yer değiştirmenin sadece Peygamberimize mi has olduğu yoksa gaflete düşen, unutan ve uykuya dalan herkesi kapsayıp kapsamadığı konusunda da ihtilaf edilmiştir. İmam Gazali, bu hadisten hareketle, olayın geçtiği o yerde namaz kılmayı mekruh kabul etmiştir. İmam Sübki ise bu konuda Gazali’ye karşı çıkıldığını söylemiştir.” (Bkz: Muhammed Zekeriyya b. Yahya el-Kandehlevî, Bezlu’l-Mechûd (talikinde), Beyrut, trs, c: 3, s.253.)

Yine bu hadisin şerhinde Mahmud Muhammed Hattab es-Sübki, “bu hadis şeytanın bulunduğu düşünülen yerleri değiştirmenin meşru olduğuna delildir” demiştir. (Sübki, el-Menhel, c: 4, s: 27)

İkindi ile akşam arası uyumak sakıncalı mıdır?

İbn Adiyy, İbn Hibbân, Ebû Nuaym, İbnü’s-Sünnî ve Aclûnî gibi bazı hadisçilerin kitaplarında şöyle bir hadis nakledilmektedir:

“Kim ikindiden sonra uyur da aklını kaçırırsa sadece kendini kınasın, başkasını/başka şeyi değil!”

Bu hadisin isnadında bulunan Halid b. Kasım hakkında İbn Raheveyh ve Sa’dânî “yalancı”, İmam Buhari ve Nesai, “metrûk”, İbn Hibbân ise “onun hadisini yazmak helal değildir” demişlerdir.

Hadisin başka bir rivayetinde ise Abdullah İbn Lehîa bulunmasından dolayı hadisçiler tarafından bu da zayıf kabul edilmiştir.

(Bkz: el-Heysemî, Mecmau’z-Zevâid ve Menbau’l-Fevâid, c: 5, s: 116; İbnü’l-Cevzî, Kitâbu’l-Mevdûât, Thk. Tevfik Hamdân, 2. baskı, Dâru’l-Kütübi’l-İlmiyye, Beyrut, 2003, c: 2, s: 263; Ebu’l-Hasen Ali b. Muhammed b. Arrâk el-Kinânî, Tenzîhu’ş-Şerîati’l-Merfûa ani’l-Ahbâri’ş-Şenîati’l-Mevdûa, Thk: Abdulvehhâb b. Abdullatîf, Abdullah Muhammed es-Sıddîk, 2. Baskı, Dâru’l-Kütübi’l-İlmiyye, Beyrut, 1981, c: 2, s: 290, hadis no: 30; Muhammed b. Ali eş-Şevkâni, el-Fevâidu’l-Mecmûa, Thk. Abdurrahman el-Muallimî, 2. Baskı., Beyrut, 1392 h., s. 216; hadis no: 649.)

Bu zayıf hadise istinaden bazı âlimler, ikindiden sonra uyumayı mekruh kabul etmişlerdir.

Bu âlimlerin bir dayanağı da, ikindiden sonra uyumanın sağlık açısından da zararlı olduğu yönündeki bilgileridir. Zaman zaman basında da bu uykunun bünyeye zarar verebileceğine dair haberler yer almaktadır. Mesela bunlardan biri şöyledir:

“Saat 22:00’de tansiyon ve kalp atım sayıları düşer, saat 04:00’ten sonra tansiyon ve kalp atışlarında yükselme başlar. 15:00 ve 18:00 saatleri arasında da en üst seviyeye ulaşır. Dolayısıyla tansiyon ve kalp atımının yüksek olduğu ve hücrelerin en üst derecede metabolize olduğu ikindi vaktinde uyunmamalıdır. Aksi takdirde yüksek tansiyon ve kalp rahatsızlığına davetiye çıkarılmış olur.” (Dr. Aslan Mayda’dan Naklen: İbrahim Işık, Din ve Bilim Açısından Uyuma Vakitleri, Tefekkür Dergisi, Yıl: 2006, Sayı: 8, www.tefekkurdergisi.com/Yazi-Bilim_ve_Din_Acisindan_Uyuma_Vakitleri-333756.html)

Hz. Muhammed cennette Meryem Validemizle mi evlenecek?

Taberânî gibi bazı kaynaklarda Nebîmiz Muhammed aeyhisselamın cennette Meryem validemiz, Firavunun mü’min olan karısı Asiye ve Musa aleyhisselamın kız kardeşi Gülsüm ile evleneceğine dair bazı hadisler rivayet edilmektedir. Bu hadisler Kur’an’a terstir. Çünkü Allah Teala Nebimiz’e şöyle bir emir vermiştir:

“(Ya Muhammed) De ki: Ben resullerin /Allah’ın elçilerinin ilki değilim. Bana da size de ne yapılacağını bilmem. Ben sadece bana vahyedilene uyarım. Ben sadece apaçık bir uyarıcıyım.” (Ahkaf 46/9)

İddia edilen evliliklerle ilgili olarak Kur’an’da en küçük bir işaret yoktur. Bu sebeple kimse böyle bir iddiada bulunamaz. Bu konu ile ilgili rivayet edilen hadisler de doğru kabul edilemez. Zaten hadis âlimleri, yukarıdaki rivayetlerin delil alınamayacak derecede zayıf olduğunu belirtmişlerdir. (Bkz. el-Heysemî, Mecmau’z-Zevâid ve Menbau’l-Fevâid, c: 9, s: 218)

Aşere-i Mübeşşere hadisini nasıl anlamak gerekir?

Peygamberimizin, bazı sahabileri cennetle müjdelediğine dair sahih hadis kitaplarında hadisler mevcuttur. (Bkz: Müslim, Fedailü’s-Sahâbe, 28; Tirmizî,  Menâkıb, 26; Müsned, 1/187, 188) Bu hadisleri aşağıdaki ayetlerle birlikte düşünmek gerekir.

“(İslâm dinine girme hususunda) öne geçen ilk muhacirler ve ensar ile onlara güzellikle tabi olanlar var ya, işte Allah onlardan razı olmuştur, onlar da Allah’tan razı olmuşlardır. Allah onlara, içinde ebedî kalacakları, zemininden ırmaklar akan cennetler hazırlamıştır. İşte bu büyük kurtuluştur.” (Tevbe, 9/100)

Bu ayete göre yukarıda zikredilenler cennete girmekle müjdelenmiştir. Fakat bu müjde “kayıtsız şartsız bir müjde” değildir! Yani onlara “şu an içinde bulunduğunuz güzel durumu devam ettirdiğiniz yani durumunuzu değiştirmediğiniz sürece cennetliksiniz” denilmiş olmaktadır. Benzer bir durumu Meryem validemizin üstün vasıflarının anlatıldığı şu ayetlerde görmekteyiz.

“Bir gün melekler şöyle dedi: Meryem! Allah seni seçti, seni arındırdı ve seni bu çağın kadınlarından üstün kıldı.

Bak Meryem! Rabbine içten boyun ey. Secdeye kapan ve rükû edenlerle birlikte sen de rükû et.” (Âl-i İmrân, 42-43)

Görüldüğü gibi Allah Teala Meryem validemizi seçkin ve tertemiz bir kul yaptığını ve diğer kadınlardan üstün kıldığını bildirdikten sonra ona Rabbine boyun eğmesini, secdeye kapanmasını ve rükû edenlerle birlikte rükû etmesini emretmiştir. Yani bu üstün vasıflarının devam etmesinin bu emirleri yerine getirmesine bağlı olduğunu bildirmiştir.

Bu açıdan Peygamberimizin, sahabeden bazılarını cennetle müjdelemesi, onların cennete girme garantileri olarak değil, iyi durumlarını değiştirmedikleri müddetçe Allah’ın izni ile cennetlik olacaklarının bir müjdesidir. Bu müjde sadece onlar için değil; iman etmiş ve amel-i salih işlemiş her müslüman için de geçerlidir. Şu ayet bunu açık bir şekilde göstermektedir:

“İnanan ve iyi işler yapanlar yaratılmışların en hayırlılarıdır. Rableri katında onlara verilecek karşılık, içinden ırmaklar akan kalıcı bahçelerdir/cennetlerdir. Sürekli kalmak üzere oraya gireceklerdir. Allah onlardan razı, onlar da Allah’tan razıdır. İşte bu, Rabbinden çekinen kimseler içindir.” (Beyyine, 98/7-8)

www.fetva.net/goruntulu-fetvalar/yasarken-cennetle-mujdelenen-kisiler-var-midir.html

“Bina yapmak için harcanan parada hayır yoktur” hadisi sahih mi?

Enes b. Mâlik radıyallahu anh’tan rivâyete göre, Peygamberimiz sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurmuştur:

“Tüm harcamalar Allah yolunda sayılır yani kişiye sevap kazandırır, sadece bina ve inşaata yapılan harcamalarda hayır yoktur.” (Tirmizî, Sıfatü’l-Kıyâme, 40)

Tirmizi, kitabına aldığı bu rivayetin garîb (senedinin bir veya birkaç tabakasında râvî adedi bire düşen hadis) olduğunu bildirmiştir. Yani hadis, bu haliyle zayıftır. Fakat hadisin bir benzeri ama sahih olan rivayeti Buhari’de şöyle geçmektedir:

Kays İbn Ebî Hazım şöyle dedi: Biz kendisine hasta zi­yareti yapmak için Habbâb (İbnu’l-Eret)’ın yanına girdik. Habbâb (karnını) yedi yerinden dağlamış hâldeydi. Bu ziyaretimizde Habbâb şöyle dedi:

– Bizden evvel geçen ve (Peygamber zamanında ölüp) giden ar­kadaşlarımız vardır ki, dünya onların (âhiret saadetlerinden) bir şeylerini eksiltmemişti. (Çünkü dünyada darlık içinde yaşadılar. Bize gelince: Biz (fetihler sebebiyle) o kadar dünyalığa kavuştuk ki, bugün onu topraktan (köşkler yapmaktan) başka sarf edecek bir yer bulamıyoruz. Eğer Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem bize ölüm temennisini yasaklamamış olsaydı, muhakkak ben (şu hastalık ızdırabından dola­yı) ölümü temenni ederdim!

(Kays dedi ki:) Bir müddet sonra Habbâb’ı bir kere daha ziyaret ettik. O, kendisine ait bir duvar bina etmekle meşguldü. Bi­ze:

– Müslüman, infak ve harcama yapmakta olduğu her şey husu­sunda sevaba nail kılınır, yalnız şu toprak içine sarf etmekte olduğu mal hakkında sevaba nail kılınmaz! Dedi.” (Buhari, Merdâ, 19.)

Bu hadisi şerh eden hadis âlimleri, insanın yaparken sevaba nail olmayacağı binanın “ihtiyacından fazla olan bina/ev” olduğunu belirtmişlerdir. (Bkz: İbn Hacer, Fethu’l-Bârî, c: 21, s: 243, 5672. hadisin şerhi; el-Aynî, Umdetu’l-Kârî, c: 17, s: 359)

Demek ki ihtiyacı olan binayı/evi yaparken harcanan mal da infak kapsamına dâhil olup kişiye sevap kazandırmaktadır.