Skip to content Skip to main navigation Skip to footer

Blog

Selam alırken “aleynâ ve aleyküm selâm” demek doğru olur mu?

Selam alırken “aleynâ” sözünün eklenmesine gerek yoktur. Peygamberimizden ve ashab-ı kiram’dan böyle bir nakil gelmemiştir. Aşağıdaki linkte görüleceği üzere selamlaşma şekli, bizzat Allah Teâlâ’nın gözetiminde ve melekler aracılığıyla Âdem aleyhisselama öğretilmiştir. Dolayısıyla herhangi bir delil olmadan bu gibi tasarruflarda bulunulması doğru değildir.

www.fetva.net/yazili-fetvalar/selamlasmak-ille-de-selamun-aleykum-demekle-mi-olur.html

Katılım bankaları finanse ettikleri ürünlerde faize sebebiyet veriyor mu?

Bahsettiğiniz sözlü satış da aslında bir satış değildir. Çünkü satışla ilgili hiçbir hukuk doğmamakta, katılım bankası satıcı sorumluluğunu üstlenmemektedir. Yapılan işlem, her iki durumda da borç vermektir. Borçtan elde edilen gelir de faizdir.

Bu gibi konularda geniş bilgi için www.suleymaniyevakfi.com sitemizde bulunan TİCARET VE FAİZ adlı kitabı okumanızı tavsiye ederiz.

Son anda tevbe etmek mümkün mü? Böyle bir kişi affedilir mi?

Hem Yunus aleyhisselam hem de kavmi, ölümle yüz yüze gelmeden hatalarını anlamış, tevbe etmişlerdi. Allah Teâlâ şöyle buyurur:

“Allah’ın kabul edeceği tevbe, cahilce kötülük işleyen, sonra vakit varken tevbe edenlerin tevbesidir. Allah işte bu gibilerin tevbesini kabul eder. Çünkü Allah bilir, doğru karar verir. Yoksa kötülük işleyip duran, ölüm gelip çatınca da: “İşte ben şimdi tevbe ettim” diyenler ile kâfir olarak ölenlerin tevbesi tevbe değildir. Onlar için acıklı bir azap hazırlamışızdır.” (Nisa 4/17-18)

Yunus aleyhisselamı balık yutmuştu ama o, karanlık bir yere girdiğini sanıyordu. Balığın yuttuğunu bilseydi ölmek üzere olduğunu anlar, son pişmanlığın fayda vermeyeceğini bilirdi. Çünkü bu, Allah’ın yukarıdaki ayette yer alan kanunudur. Ama o, nerede olduğunu bilmediği için tevbe ediyor, tesbihte bulunuyordu. Bunu şu ayetlerden öğreniyoruz:

“Balığın yuttuğu Yunus’u da an. Bir gün öfkelenmiş, başını alıp gitmişti. Dünyayı başına dar etmeyeceğimizi sanmıştı. Sonra karanlıklar içinden şöyle yakarmıştı: “Senden başka ilah yoktur. Senin kusurun yok, ben yanlış yaptım.” Onun yakarmasına karşılık verdik; onu üzüntü ve kederden kurtardık. İşte inananları böyle kurtarırız.” (Enbiya 21/87-88)

Nuh aleyhisselam da kurtulma ümidi varken, oğlunu tevbeye çağırmıştı. Allah Teâlâ şöyle buyurur:

“Gemi, dağlar gibi dalgalar içinde onları çalkalıyordu. Nuh, bir kenarda duran oğluna seslendi: “Yavrucuğum! Bizimle birlikte bin, kâfirlerle beraber olma” dedi. “Bir dağa sığınacağım, o beni sudan korur” diye karşılık verdi: Nuh ise: “İkram ettikleri bir yana, bugün Allah’ın bu işinden koruyacak biri yoktur” dedi. Aralarına dalga girdi, o da boğulanlara karıştı gitti.” (Hûd 11/42-43)

Firavun da tevbe etmiş ama tevbeyi, ölümle yüz yüze geldiği anda yaptığı için kabul edilmemişti. Allah Teâlâ şöyle buyurur:

“İsrail oğullarını denizden geçirdik, Firavun ve askerleri haksızca ve düşmanca onları takip ettiler. Firavun boğulmayla yüz yüze gelince dedi ki, “İsrail oğullarının inandığından başka tanrı olmadığına inandım, artık ben ona teslim olanlardanım.” “Şimdi mi? Az öncesine kadar baş kaldırmış ve bozgunculardandın. Bugün senin cesedini bir tepeye atacağız ki, senden sonrakiler için belge olsun. İnsanların çoğu belgelerimizden gerçekten habersizdir.” (Yunus 10/90-92)

“Bunlar, kendilerine meleklerin gelmesinden veya Rabbinin gelmesinden ya da Rabbinin birkaç işaretinin gelmesinden başka ne bekliyorlar?  Rabbinin işaretleri gelince, o zamana kadar iman etmemiş veya imanlı olarak iyi iş yapmamış olanın o anki imanının faydası olmaz. De ki: “Bekleyin; biz de bekliyoruz.” (En’âm 6/158)

Firavun da tıpkı Yunus aleyhisselam gibi kendini kınamıştı. Ama Yunus aleyhisselam bunu, ölüm gelmeden önce, Firavun ise ölüp denizin dibini boyladıktan sonra yapmıştı. Allah Teâlâ şöyle buyurur:

“Firavun’u ve ordularını yakaladık, denizin dibine attık. Bu sırada o, kendini kınıyordu.” (Zâriyat 51/40)

Kendini kınama, kâfir olarak ölen her ruhun yapacağı iştir. Allah Teâlâ şöyle buyurur:

“Onlardan birine ölüm gelince der ki: «Rabbim! Beni geri çeviriniz. Belki terk ettiğim dünyada iyi bir iş yaparım. Hayır; bu onun söyleyip duracağı bir sözdür. Arkalarında yeniden dirilecekleri güne kadar bir engel (berzah) vardır.” (Mü’minun 23/99-100)

Peygamberimiz de şöyle buyurmuştur: “Allah kulunun tevbesini, can boğaza gelinceye kadar kabul eder.” (Tirmizi, Daavat 98; İbn Mace, Zühd 30; Ahmed b. Hanbel, 2/132, 153.)

Bahsettiğiniz şahıs, ölüm gelip çatmadan hatasını anlayıp tevbe etmişse onun tevbesi de kabul edilir.

Tevbe ile ilgili geniş bilgi için aşağıdaki linklerde yer alan sohbetimizi dinlemenizi tavsiye ederiz:

www.kurandersi.com/mukayeseli-fikih-dersleri/tevbe-1/

www.kurandersi.com/kuran-sohbetleri/tevbe-nedir-nasil-yapilir/

İş yoğunluğu sebebiyle cuma namazına gitmesem olur mu?

Cuma namazının emredildiği ayetlerde Allah Teâlâ şöyle buyurmaktadır:

“Müminler! Cuma günü namaz için çağrı yapıldığında hemen Allah’ı anmaya yönelin ve alım satımı bırakın. Bilseniz bu sizin için daha hayırlıdır.

Namaz bitince hemen yeryüzüne dağılın ve Allah’ın lütfundan isteyin. Allah’ın adını çokça anın ki umduğunuza kavuşanız.” (Cuma, 62/9–10)

Allah Teâlâ bu emri verirken Müslümanların işlerinin yoğun olacağını pekâlâ bilmekteydi! Önemli olan, bu işlerin arasında -yoğunluğu ne olursa olsun- Allah’ın davetine koşabilmektir. Hiçbir şey Allah’ın ve resulünün emirlerinin önüne geçmemelidir. Bir ayette Allah Teâlâ şöyle buyurmuştur:

“De ki: Eğer babalarınız, oğullarınız, kardeşleriniz, eşleriniz, hısım akrabanız, kazandığınız mallar, kesada uğramasından korktuğunuz ticaret, hoşlandığınız meskenler size Allah’tan, Resulünden ve Allah yolunda cihad etmekten daha sevgili ise, artık Allah emrini getirinceye kadar bekleyin! Allah fasıklar topluluğunu hidayete erdirmez.” (Tevbe, 9/24)

Bir Müslüman olarak sizlere yakışan, Allah’ın davetine koşmaktır. Zira o kadar yoğunluğunuza rağmen size “haydi; bırak ticareti, namaza gel” emrini veren de size rızkı veren ve vermeye devam edecek olan da ALLAH’tır.

Ezan okunduğu zaman camiye gidin. Daha erken gitmeniz şart değildir. Farz biter bitmez, başka bir namaz kılmadan derhal işinizin başına dönün. Yukarıdaki ayetlerde görüldüğü gibi Allah’ın istediği budur. Daha sonra iş yerinde fırsat bulursanız 2 veya 4 rekât daha namaz kılabilirseniz -ki bu da şart değildir- başka hiçbir şey yapmanıza gerek yoktur.

Cumadan sonra kılınagelen zuhr-i ahir namazı ile ilgili olarak aşağıdaki linkte yer alan açıklamayı okumanızı tavsiye ederiz:

www.fetva.net/yazili-fetvalar/zuhr-i-ahir-namazi.html

Yahya Şenol

Çarşaf giymek aşırılık mıdır?

Çarşaf, bir aşırılık alameti değildir. İsteyen her Müslüman hanım çarşaf giyebilir. Bunun renginin siyah olması bir gelenektir. Müslüman ülkelerdeki çarşaflar siyah, lacivert, kahverengi gibi değişik renk ve desenlerdedir. Onların tercihi de öyledir.

Çarşaf giymekle alakalı olarak aşağıdaki linklerden geniş bilgilere ulaşabilirsiniz:

www.fetva.net/yazili-fetvalar/dinimizde-carsaf-giymek-farz-midir.html

www.fetva.net/yazili-fetvalar/celabib-kelimesi-carsaf-anlamina-mi-gelir.html

73 fırka hadisinde belirtilen fırka-i nâciye kimlerdir?

Kimlerin fırka-i nâciye (kurtuluşa eren grup) olduğunu öğrenmek isteyenler mutlaka Kur’an’a müracaat etmelidirler. Zira orada Allah Teâlâ birçok ayette “işte bunlar kurtuluşa erenlerdir.” buyurmuş, bunların vasıflarını uzun uzadıya anlatmıştır. Bu özellikleri kendisinde taşıyan her birey, grup, cemaat, mezhep vs. -ismi ne olursa olsun- Allah’ın izni ile kurtuluşa erecektir. Bunlar öğrenilmeden, tetkik edilmeden “biz bu gruptanız”, “şunlar bu gruptandır” demek hiç kimsenin haddine değildir. Bu konuda kıstas, Kur’an’dır: Kur’an’ın istediği ölçülere uyan Müslüman fırka-i nâciye’dendir.

İlgili ayetler şöyledir:

“Hepiniz O’na yönelerek O’na karşı gelmekten sakının, namazı kılın; müşriklerden olmayın. Onlar ki; dinlerinde ayrılığa düşüp fırka fırka olmuşlardır. Her zümre kendi yanında olanla sevinir durur.(Rûm, 30/31-32)

“Allah, insanların bir kesimini doğru yola iletti, bir kesimi de sapıklığı haketti. Çünkü onlar Allah’ı bir yana bırakarak şeytanları dost edindiler ve (buna rağmen) kendilerinin doğru yolda olduklarını sanıyorlar.” (A’râf, 7/30)

73 fırka hadisi diye bilinen meşhur hadise gelince: Bu, İslam tarihinden en çok tartışılan konulardan olmuştur. Konuyla ilgili çok sayıda hadis (Ebû Dâvûd, Tirmizî, İbn Mâce, Ahmed b. Hanbel) rivayet edilmiştir. Bunlar farklı rivayet yolları ile geldiği için aralarında mana farkı da bulunmaktadır.

Hadislerin sıhhati hadisçiler tarafından tartışılmış, kimileri bu hadislerin sahih, kimileri de zayıf olduğunu belirtmiştir.

Ayrıca İslam tarihinde ortaya çıkan her grup, fırka-i nâciye’nin kendisi olduğunu iddia etmiştir.

Bu konuda müstakil çalışmalar yapıldığı için sizlere detaylı bilgi vermek yerine bu çalışmaları tavsiye etmekle yetinebiliriz:

KİTAP: Mevlüt Özler, İslam Düşüncesinde 73 Fırka Kavramı, İstanbul: Nun Yayıncılık, 1996.

MAKALE: Ahmet Keleş, “73 Fırka Hadisi Üzerine Bir İnceleme”, Marife Dergisi, Ehl-i Sünnet Özel Sayısı, yıl:5, sayı: 3, 2005, sayfa: 25-45.

Kadınların koku, parfüm sürünmeleri kesin olarak yasak mıdır?

Kadının koku sürmesini yasaklayan hadisler, bunun mutlak manada yasak olduğunu bildirmemektedir. Bir kadın evinde eşinin, çoluk çocuğunun ve dinen kendisine yabancı olmayan akrabalarının yanında koku (parfüm) sürebilir. Yasak olan, dışarı çıkarken erkekleri etkilemeleri veya etkileyecek derecede parfüm sürüp erkeklerin dikkatini çekmeleridir. Bir hadis şöyledir:

Ebu Musa el-Eş’ari radıyallahu anh’ın rivayet ettiğine göre Nebîmiz şöyle buyurmuştur:

“Her göz yabancı bir kadına bakarak göz zinası işlemiştir. Bir kadın da güzel kokular sürünerek erkeklerin yanından geçerse o da aynen bakan erkekler gibi zina etmiş gibidir.” (Tirmizî, Edeb, 35; Ebû Dâvûd, Tereccül, 7)

Erkeklerin ve kadınların nasıl koku sürünmeleri gerektiğine dair ise hadisler şöyledir:

Ebû Hureyre radıyallahu anh’den rivayete göre, Nebîmiz şöyle buyurdu:

“Erkeklerin sürünecekleri kokunun kokusu fark edilir fakat rengi olmaz. Kadınların kokularının ise rengi olur fakat kokusu başkaları (yabancı erkekler) tarafından fark edilmez olmalıdır.” (Tirmizî, Edeb, 35)

İmrân b. Husayn radıyallahu anh’den rivayete göre o şöyle demiştir: Resûlullah bana şöyle buyurdu:

“Erkeklere ait güzel kokuların en iyisi kokusu açık, rengi gizli olandır. Kadınların kokularının en iyisi ise rengi açık olup gözüken ve kokusu çevreye yayılmayandır.” (Tirmizî, Edeb, 35)

Benzer bir soru-cevap için lütfen aşağıdaki linki tıklayın:

www.fetva.net/yazili-fetvalar/koku-surunmus-kadin-gusletmeden-namaz-kilamaz-bu-dogru-mu.html

Televizyon izlemenin hükmü nedir?

“Televizyon seyretmek sakıncalıdır veya değildir” denemez. Program dinimize, ahlaki yapımıza ve aile edebimize aykırı şeyler içeriyorsa izlemek caiz olmaz. Bununla birlikte televizyon başında iken herhangi bir ibadeti aksatmamamız gerekir. Televizyon namaza ve camiye gitmeye engel olmamalıdır. Bu kurallara riayet edildikten sonra televizyon izlenebilir.

Allah Teâlâ şöyle buyurmuştur:

“Göklerde ne var, yerde ne varsa hepsi Allah’ındır. Bu, kötülük yapanları, yaptıklarına karşılık cezalandırmak, iyi davrananları da daha iyisiyle ödüllendirmek içindir.

İyi davrananlar, büyük günahlardan ve fuhuştan kaçınanlardır, ufak tefek kabahatler olursa o başka.” (Necm, 53/31-32)

Edep dışı bir şekilde giyinmiş olan kadınları, erotik sahneleri seyretmek caiz olmaz.

Allah Teâlâ şöyle buyurmuştur:

“(Resûlüm!) Mümin erkeklere, gözlerini (harama) dikmemelerini, ırzlarını/mahrem yerlerini korumalarını söyle. Çünkü bu, kendileri için daha temiz bir davranıştır. Şüphesiz Allah, onların yapmakta olduklarından haberdardır.

“Mümin kadınlara da söyle; bakışlarını kıssınlar ve edep yerlerini (zinadan) korusunlar…” (Nur, 24/30-31)

Ayrıca Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem de “gözün zinası bakmaktır” (Buhari, İsti’zan, 12) buyurmuştur. Bu ayet ve hadis birlikte değerlendirildiğinde “bakma”nın zinaya yaklaştırıcı bir unsur olduğu anlaşılmaktadır. Bu açıdan Müslümanların bu konularda seçici olmaları şarttır. Televizyon seyrederken bu gibi gayr-i ahlaki durumlarla karşılaşıldığında kanal değiştirmek veya televizyonu kapatmak gerekir.

Konuyla alakalı görüntülü bir cevabımızı izlemek için lütfen aşağıdaki linki tıklayınız:

www.fetva.net/goruntulu-fetvalar/televizyon-izlerken-nelere-dikkat-etmek-gerekir.html

İslam hukukunda zaman aşımı var mıdır? Varsa süresi ne kadardır?

Zaman aşımı konusunda daha önce yazdığımız bir yazı şöyledir:

Şahsi dava açılmasının gerekli olduğu durumlarda, zaman aşımı söz ko­nusu değildir. Ancak devlet bu konuda bir süre koyabilir ((Ali Haydar, IV/692; Bir örnek olmak üzere bkz. İst. Bab Mah. 2/11 vr. 29-b.)). Tamamen kamu aleyhine işlendiği kabul edilen suçlarda davaya bakılabilmesi için, özür­süz olarak aradan uzun bir süre geçmemiş olması şarttır. Bu gibi suçlarda dava açmak her müslümanın görevidir. Bunlar bir haramın işlenmesine sebep olan davranışlarla, had cezasının gerektiren suçlardır:

(1) Bir yasağın (haramın) çiğnenmesine sebep olan suçlar

Büyük bir günahın işlendiğine şahit olanların, asgari beş gün içerisinde mahkemeye başvurmaları gerekir. Eğer özürsüz olarak bu süreyi geçirirlerse, bilahare yapacakları başvuru ve şahitlik kabul edilmez. Mesela: Evli olmadık­larını bildikleri bir erkekle kadının, karı-koca gibi yaşadığına tanık olanlar, özürsüz olarak beş gün içerisinde mahkemeye başvurup şikâyette bulunmaz­larsa, bundan sonraki başvuru ve şahitlikleri kabul edilmez ((Ankaravi, I/406)). Bu, davaya bakılmaması değil, şahitliğin kabul edilmemesi anlamındadır. Çünkü şahitler bu davranışlarıyla bir kötülüğün devamına razı olduklarını göstermişlerdir. Böyle büyük bir günahın işlenmesine göz yumanın şahitliği kabul edilmez.

(2) Had cezasını gerektiren suçlar

Bunlar, yalnız Allah hakkı olarak kabul edilen zina, içki yol kesme ve hır­sızlık suçlarıdır. Bu gibi hadiselere şahit olanlar şahitlik yapmakla, hadiseyi örtbas etmek arasında muhayyerdirler. Eğer hadiseyi gizlemeyeceklerse, süresi içerisinde mahkemeye başvurmaları gerekir. Bir kişinin evvela hadiseyi örtbas etmesi, sonra mahkemeye başvurup şahitlik yapmaya kalkışması, içindeki bir kötülüğün, kin ve düşmanlığın kendisini tahrik ettiğini gösterir. Bu davranı­şıyla şahit, itham altına girdiğinden, onun bu konudaki ihbar ve şahitliği kabul edilmez ((Kâsânî, VII/46; Molla Hüsrev, II/85)).

Eğer gecikme, açık bir özre dayanıyorsa, başvuru kabul edilerek davaya ba­kılır. Mesela: Sanık, hâkimi bulunmayan bir yerde olup onu hâkim huzuruna götürmek gecikmeye sebep olmuşsa, bu bir özür sayılır ve davaya bakılır.

Ebu Hanife, gecikme konusunda bir zaman belirtmemiş, bunu hâkimlerin takdirine bırakmıştır. Çünkü gecikme, bir özre dayalı olabilir. Özürler farklı öl­çülerde değerlendirilirler. Dolayısıyla, bunun bir zamanla sınırlandırılması imkânsızdır. Konunun, hâkimin görüşüne bırakılması gerekir.

Ebu Yusuf ve Muhammed, olay vukuundan itibaren meydana gelecek bir aylık gecikmenin, davaya bakılmasına engel olduğunu söylemişlerdir ((Kâsânî, VII/47)). Uygulamada, bir aylık gecikme esas alınmıştır ((Ankaravî, I/406))

Hırsızlık suçunda sanık, bütünüyle Allah hakkı (kamu hukuku) kabul edi­len hırsızlık suçundan ve bir kul hakkı (özel hukuk) kabul edilen malın, sahi­bine ödettirilmesinden sorumludur. Zaman aşımı, sanığa hırsızlıktan dolayı el kesme cezasının verilmesine engel olur. Ancak malın tazmin edilmesi için hukuk davasının açılması, zaman aşımından etkilenmez.

İffetli ve namuslu bir kimseye zina iftirasında bulunmak (kazif), had ceza­sını gerektiren bir suçtur. Bunda Allah hakkı fazla olmakla birlikte, iftiraya uğ­rayan kişinin hakkı da söz konusu olduğu için böyle bir davaya bakılması, mağdurun şikâyetine bağlıdır. Şikâyetin gecikmesi, davaya bakılmasına engel değildir ((Kâsânî, VII/47; el-Haskefî II/158; Molla Hüsrev, II/85)).

KAYNAK: Abdulaziz Bayındır, İslam Muhakeme Hukuku Osmanlı Devri Uygulaması, İSAV Yayınları, İstanbul, 1986, s: 134-135.

İmam nikâhında gelin ve damada hoca hangi soruları sorar?

İmam nikâhında normalde kişiye bir şeyler sorulmaz. Fakat imamlar nikâhlarını kıydıkları kişilerin Müslüman olup olmadığını bazı sorularla anlamaya çalışırlar. Ama nikâh, imtihan yeri değildir. Tarafların evlenmeleri dinen uygunsa nikâh kıyılır. Bunu denetleyecek olan da veli veya yetkili makamdır.

Nikâh için gerekli olan şartlara dair sitemizde oldukça geniş malumat vardır. Bu kategoride yer alan soru-cevapları okumanız yeterlidir.

Enfal Sahra isminin anlamı nedir? Böyle bir isim konulabilir mi?

Enfal, Kur’an-ı Kerim’in 8. suresinin adıdır. “Ganimetler, bağışlar, hibeler” anlamına gelir. Sahra ise “açık alan ve çöl” anlamına gelir. Bunların isim olarak konma âdeti yoktur. İlerisinde çocuğunuz, bu yüzden rahatsız edilebilir. Daha uygun ve alışılmış isimlerden koymanızı tavsiye ederiz.

Namaz kılmayan kayınvalideme karşı nasıl davranmalıyım?

Bir Müslüman ibadetlerini yerine getirmezse bunun hesabını Allah’a verecektir. Bize düşen ise ona ilgili ayetleri okuyarak telkinlerde bulunmaktır.

Size tavsiyemiz, onun bu durumunu kabullenmeniz ve ona dostça davranmaya devam etmenizdir. Bir Kur’an meali alın, her gün ona birkaç âyet okuyun. İmanla, ibadetle özellikle de namazla ilgili ayetlerin meallerini okuyun. İnşaallah bundan etkilenir de namazlarını kılmaya başlar. Buna rağmen kılmazsa siz yine de ona olan saygınızı muhafaza edin. Peygamberimiz şöyle buyurmaktadır:

“Küçüklerimize merhamet etmeyen, büyüklerimize de saygı göstermeyen bizden değildir.” (Tirmizi, Birr, 15; Ebu Davud, Edeb, 66; Müsned, 1/257)

www.fetva.net/yazili-fetvalar/kayinvalideme-bakmak-zorunda-miyim.html