Faiz alan da veren de aynı sorumluluğu üstlenir. Çünkü Allah sadece borcun fazlası niteliğindeki faizi değil, aynı zamanda faizli sözleşmenin bizzat kendisini de yasaklamıştır.
Ebu’z-Zubeyr’in Cabir yoluyla Nebîmizden naklettiği bir rivayet şöyledir:
“Resûlullah sallallâhu aleyhi ve sellem ‘Ribâyı/fâizi yiyene, yedirene, (sözleşmesini) yazana, şâhidine lânet etti ve ‘Onlar müsâvîdirler/eşittirler.’ dedi.” (Müslim, Musakaat, 19 (106/1598).
(Konuyla ilgili benzer lafız ve anlamdaki rivayetler için lütfen bakınız. Müslim, “Musakat”, 19 (105/1597); Nesâi, “Zîne”, 25; Ahmed b. Hanbel, el-Müsned, I/430).
Faiz, büyük günahlardandır. Allah Teâlâ büyük günahlardan uzak kalmamızı emretmiş ve şöyle buyurmuştur:
“Size konan yasakların büyüklerinden kaçınırsanız günahlarınızı örter, sizi şerefli bir yere yerleştiririz.” (Nisâ, 4/31)
“Göklerde ve yerde olan her şey Allah’ındır. Bu, kötü davrananları yaptıklarına karşılık cezalandırsın; güzel davrananları da daha güzeli ile karşılasın diyedir. Onlar, günahların büyüklerinden ve fuhuş çeşitlerinden kaçınanlardır; diğer günahlar başka. Senin Rabbinin affı kapsamlıdır.” (Necm, 53/31-32)
Bununla ilgili görüntülü cevabımızı aşağıdaki linkten izlemenizi tavsiye ederiz:
“Üveysî”, Veysel Karanî gibi olan demektir. Tasavvufta, bir şeyhe bağlanıp resmî sülük görmeyen; ancak Hz. Peygamber veya bir velînin ruhunun etkilemesiyle terbiye ve irşâd olanlara Üveysî denir.
Bunların Veysel Kârânî’nin adıyla anılmasının sebebi, onun Hz. Peygamberi görmemiş olmasına rağmen, gıyaben O’nun terbiyesinden geçtiğine inanılmasıdır. (Bkz: Ethem Cebecioğlu, Tasavvuf Terimleri ve Deyimleri Sözlüğü, “Üveysilik” maddesi.)
Ruhlarla iletişime geçme ya da onlardan yardım isteme, onlardan terbiye ve eğitim alma anlayışı İslam’a aykırıdır. Bu anlayışın Taoizm, Budizm ve Yahudilik gibi dinlerin tesiriyle Tasavvuf’a girdiği anlaşılmaktadır.
Konuyla ilgili olarak Kur’an IşığındaTarikatçılığa Bakış ve Kur’an Işığında Aracılık ve Şirk kitaplarımızı aşağıdaki adreslerden okuyup inceleyebilirsiniz.
1. Kur’an-ı Kerim okumak, dinlemek veya ona dokunmak için abdest almaya gerek yoktur. Maide suresinin 6. ayetine ve Nebîmizin sahih hadislerine göre abdest, Kur’an okumak veya ona dokunmak için değil, namaz kılmak için şarttır. İlmihal kitaplarında yazan “Kur’an’a abdestsiz dokunulmaz, abdestsiz okunmaz.” hükmü zayıf hadislere dayanmaktadır ki bunlarla amel edilemez.
Sadece Kur’an’a değil, öğrencilere dağıtılması planlanan ve Kur’an ayetleri yüklenecek olan tablet, notebook, USB vb. ders araç-gereçlerine de öğrencilerin abdestsiz bir şekilde dokunmalarında dinen herhangi bir sakınca yoktur. Bu, zaruret gereği sadece öğrenciler için verilmiş bir hüküm olmayıp Kur’an okumak veya ona dokunmak isteyen Müslüman veya gayrimüslim herkes için geçerlidir.
Bununla ilgili geniş bilgi için lütfen aşağıdaki linki de tıklayınız:
2. Kız öğrenciler, özel günlerinde (adetli oldukları günlerde) ister Arapçasından ister mealinden Kur’an okuyabilir, ona dokunabilir ve dua edebilirler.
3. Ergenlik çağına girmiş olan her Müslüman kızın kendisine dinen yabancı olan erkeklerin yanında başlarını örtmeleri dinin kesin bir emridir. Fakat başörtüsü, Kur’an okumanın bir şartı değildir. Dolayısıyla Kur’an dersinde kız öğrencilerin başörtüsü takmamaları, onların Kur’an okumalarına ve derse katılmalarına engel teşkil etmez.
Kur’an okunacağı zaman ne yapılması gerektiği ile alakalı olarak Allah Teala şöyle buyurmuştur:
“Kur’an okuyacağın zaman kovulmuş şeytandan Allah’a sığın.” (Nahl, 16/98)
Ayet mealinden de görüleceği gibi Kur’an okunacağı zaman şeytandan Allah’a sığınmaktan başka herhangi bir emir bulunmamaktadır.
Abdullah İbn Abbâs’tan rivâyete göre, bir defasında Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem, tuvaletten çıktıktan sonra kendisine yemek hazırlanmıştı. Oradakiler “sana abdest almak için su getirelim mi?” dediler. Bunun üzerine Resûlullah şöyle buyurmuştur:
“Ben ancak namaza kalktığım zaman abdest almakla emrolundum.” (Tirmizi, Et’ime, 40; Ebû Dâvûd, Et’ime, 11)
Peygamberimiz, “Ben ancak namaza kalktığım zaman abdest almakla emrolundum” sözüyle, “Müminler! Namaza kalktığınız zaman yüzlerinizi ve dirseklerinize kadar ellerinizi yıkayın. Başınıza mesh edin ayaklarınızı da topuklarınıza kadar…” (Maide, 5/6) âyet-i kerimesine işaret etmiş ve namaza kalkmanın dışında hiçbir iş için abdest almakla emrolunmadığını ifade buyurmuştur.
Konuyla ilgili ayrıntılı bilgi için lütfen aşağıdaki linkleri tıklayınız:
Aleyna (علينا) kelimesi Arapça kökenli olup ‘üzerine, üstüne, aleyhine’ anlamlarındaki “alâ (على)” harfi cerriyle ‘biz’ anlamındaki “nâ (نا)” muttasıl/birleşik zamirinin birleşmesinden oluşmuştur. Bu birleşik kelime “bizim üzerimize, bizim aleyhimize” manalarına gelir.
Görüldüğü gibi bu isim, tek başına bir mana ifade etmemektedir.
Ayrıca bir kelimenin Kur’an-ı Kerim’de geçiyor olması, onun çocuklara isim olarak verilebileceği anlamına gelmez. Bir ismin çocuklara verilmesi için Kur’an’da geçme zorunluluğu da yoktur.
Aleyna ismi Kuran’da geçse bile tek başına olumlu bir mana ifade etmediği için bunun isim olarak konulmasını tavsiye etmiyoruz. Bunun yerine daha anlamlı, dinimize ve örfümüze uygun başka bir isim bulmanızı tavsiye ederiz. Eğer bu ismi koymakta ısrarcı iseniz sonuna Nur ekleyerek Aleyna Nur şeklinde anlamlı bir isim haline getirerek koyabilirsiniz. Bu takdirde anlam “üzerimizdeki nur” şeklinde olur.
Nur ismi hakkında bilgi edinmek için aşağıdaki linki tıklayabilirsiniz:
Ticaret, bir malı başka bir mal ile değiştirme işlemine denir. Borç ise aynı malın vadeli olarak değiştirilmesi işlemidir. Bankalar her ne kadar para satıyor dense de gerçekte bu bir ticaret değil, borç işlemidir. Banka parayı verip belirli bir süre sonra aynı parayı ve fazladan faizini geri almaktadır. Önemli olan, işlemin adı değil gerçek niteliğidir. Vadeli satış ile faiz arasında benzerlik olması bunların aynı oldukları anlamına gelmez.
“Faiz, borcun getirisidir. Borçlar misliyle ödenir. Yani 100 altın borcu olan 100 altın öder. Önceden yapılan bir anlaşma gereği fazladan yapacağı her ödeme faiz olur. Alım satım ise iki farklı malı değiştirmektir.
Asıl fark, borcun zamanında ödenmemesi halinde ortaya çıkar. Vadeli satışta, gününde ödenmeyen borca ilave yapılmaz. Çünkü bu ilave faiz olur. Enflasyonlu ortamlarda, borcun gecikmesinden dolayı meydana gelen değer kaybını almanın faizle ilgisi yoktur. O, alacaklının zararını önlemek ve borçlunun haksız kazanç sağlamasına engel olmak içindir. Faizli alacaklar öyle değildir. Gününde ödenmeyen borcun tahsili için bir taraftan teminatlar devreye sokulup icra işlemleri yürütülürken diğer taraftan yeni faiz oranı tespit edilir ve geciken her gün için borca ilave yapılır. Bu da ödeme güçlüğüne düşen borçluyu büsbütün yıkar.”
Ayrıntı için lütfen bakınız. Abdülaziz Bayındır, Ticaret ve Faiz, Süleymaniye Vakfı Yayınları, İstanbul, 2007, s: 138-149.